Sayı 11

Enternasyonal Sosyalizm sayı 11, Ekim 2022.

 

 

 

Bugünkü haliyle kapitalist toplumun ekonomik anarşisi, bence, kötülüğün gerçek kaynağıdır.

Albert Einstein’ın 1949 yılında, II. Dünya Savaşından hemen 10 yıl sonra yaptığı bu tespit, günümüze birebir uyuyor. “Neden sosyalizm?” başlıklı makale, küresel kapitalist üretimin çoklu krizi, iklim, savaşlar, politik krizler, salgın hastalıklarla birlikte ele alındığında, bir gerçekçi alternatif olarak sosyalizmi savunanların ayaklarının yere basmadığını söyleyenlere iyi bir yanıt niteliğinde. 50 sene önceden, 100 sene önceden, 150 sene önceden, sosyalizmin neden gerekli olduğunu savunageliyoruz. Bu çoklu krizin içinden nasıl çıkılacağı konusunda tek bir net fikre sahip olmayan egemen sınıflar, onların hükümetleri, yöneticileri, sözcüleri ya da entelektüel temsilcilerini esas olarak krizin tetikleyicileri olarak görmemizde fayda var. Onlar sosyalizmin inandırıcılıktan uzak olmasından söz ederken, Ukrayna işgalinde planladığı gibi ilerleyemeyen Putin’in yönetici kadrosu da nükleer silah kullanmaktan söz etmeye başladı. Batının, evrenin efendileri olduklarından hiç kuşku duymayan yöneticileri de “intikamımız korkunç olur” türünden yaklaşımlarla gerçekten korkunç bir politik iklimin kapılarını, hep beraber araladılar.

İklim krizinin etkileri ve türlerin yok oluşu, ekosisteme karşı kapitalizm menşeili ve bir nükleer bomba etkisine sahip saldırganlık olarak görülmelidir.

Bütün standartlar açısından dünya sıralamasında gerileyen Türkiye, böyle bir küresel gerilim hattı içinde bir seçim dönemine girmiş vaziyette. Hem iktidar hem de CHP-İYİP merkezli ana muhalefet seçimlere kilitlendi. Ne yazık ki, öyle olmadıklarını iddia etseler de HDP merkezli ittifak ve CHP’nin solunda olduğunu söyleyen ittifak da tüm sorunları seçim bağlamında ele alıyor.

Oysa iki sene önce Trump’ın inşa etmek istediği rejime karşı milyonlarca ırkçılık karşıtı; Greta Thunberg ve arkadaşlarının öncülük ettiği dev iklim hareketinin aktivistleri; Şili’de merkez sağ ve sol arasındaki sarkacı darmadağın eden, genç bir sosyalisti öne çıkartıp başkan olmasını sağlayan ve son birkaç yıldır sisteme meydan okuyan militan yığınsal hareket ve en sonunda İran’da kadınların öncülüğünde patlayan rejim karşıtı sokak muhalefeti kapitalizmin çoklu krizine karşı başka bir alternatifin mümkün olduğunu gösteriyor.

Bu, seçimlerin önemsiz olduğu anlamına gelmiyor, tersine, seçimleri çalmaya çalışan sağ liderliklerin bu demokrasi düşmanı pratiklerini, süreç sadece bir seçim oyunu alanına sıkıştığında çok “maharetli” olan demokrasi düşmanlarının “hiçbir şey olmadıysa bile bir şey olmuştur” diyerek milyonlarca insanın verdiği oyu buhar haline getirme niyetlerini kursaklarında bırakabilecek olan, işçi sınıfının, iklim aktivistlerinin, savaş karşıtlarının, kadınların, ezilen halkların ve ırkçılık karşıtlarının birleşik militan hareketidir.

Bunlar yetmezmiş gibi, “Cumhuriyetin 100. yılı” kutlamaları da sadece iktidarın değil anaakım muhalefetin de gündeminde önemli bir yer tutacak. Yalnızca, 2023’ün başlarından itibaren yeni dönemi “Türkiye’nin yüzyılı” sloganıyla belirlemeye çalışacak olan AKP değil, tüm burjuva hatta kendisini radikal muhalefet olarak tanımlayan ulusalcı sosyalistler dahi milliyetçiliğin çeşitli veçhelerini bayraklarında dalgalandırarak ezilenlerin üzerine gelecekler. Her imasının arkasında egemen Türk ulusu kibri gizlenen bu milliyetçilik, eğer bir karşı demokrasi dalgakıranı şekillendirilemezse seçimlerin içinde cereyan edeceği atmosferin omurgasını oluşturacak.

Seçimlerin içinde gerçekleşeceği küresel ve yerel politik mücadele alanı; milliyetçilikle, aşırı sağ iktidar blokuyla, reformizmin güncel biçimi olan seçimcilikle, diğer bir deyişle, her somut gelişmeye karşı mücadeleyi seçimlere erteleyen eğilimlerle ve milliyetçiliğin sol saflara sızmasını meşrulaştıran sol Kemalizm’le mücadeleyi her zamankinden daha önemli hale getiriyor.

Einstein’ın kapitalizm eleştirisiyle Marx’ın sosyalizm vurgusunu birlikte düşünmek gerekiyor. Marx, büyük çoğunluğun büyük çoğunluk adına eyleminin ürünü olarak sosyalizmi şöyle bir sürecin ürünü olarak gerçekleşecek bir altüst oluş dönemi olarak ele alıyordu: “Bu sosyalizm genel olarak, sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması, sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması, bu üretim ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağıntıların ortadan kaldırılması, bu toplumsal bağıntılardan doğan bütün düşüncelerin altüst edilmesine varmak üzere, devrimin sürekliliğinin ilânıdır, zorunlu bir geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür.”1

Karl Marx’ın bu çağrısı, sosyal devrimin sürekliliğinin önemine dair bir vurgu olarak görülmeli. 2000’li yılların başında antikapitalist hareketin ürettiği “Başka bir dünya mümkün!” sloganını, tüm krizlere ezilenlerin

aşağıdan, demokratik yanıtı olan süreklileştirilmiş bir sosyal devrimler çağrısı olarak öne çıkartmanın zamanı geldi de geçiyor.

Enternasyonal Sosyalizm’in bu sayısını bu sürecin tartışmalarına bir katkı olması umuduyla yayımlıyoruz.

İlk iki metinden birincisi, Enternasyonal Sosyalizm dergisi Yayın Kurulu’nun bir parçası olduğu Uluslararası Sosyalis Akım’ın İtalya seçimlerinden sonra ve faşist yükseliş karşısında yayınladığı, faşizme karşı mücadeleye dikkat çeken uluslararası bir çağrıdır.

İkinci metin ise Devrimci Sosyalist İşçi Partisi’nin önümüzdeki yıl yaz aylarında gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine ilişkin çağrısıdır. Bu çağrıyı, seçimlere ilişkin genel yaklaşımların dışında görüp önemsediğimiz için yayımlamayı doğru bulduk.

Derginin ilk makalesi, Şenol Karakaş’ın kaleme aldığı “Felaketler ve devrimler çağında reformizm ya da devrimci alternatif ” başlıklı yazı. Karakaş, çağdaş kapitalizmin kendi ürünü olan krizlere yanıt üretemediğini, felaketlerin toptan bir yok oluşla sonuçlanmaması için reformist ve milliyetçi alternatiflerin yetersizliğini görmek gerektiğini vurguluyor ve sosyalist bir alternatifin inşasına dair bir tartışma başlatıyor.

Joseph Choonora ise “Ukrayna’daki yıkım: NATO, Rusya ve emperyalizm” başlıklı makalesinde Putin’in işgal emrini, küresel kapitalizmin emperyalist çelişkileri açısından ele alıyor ve Batı’nın Rus işgalini hangi açılardan bir fırsat olarak gördüğünü de değerlendiriyor.

“Marksizm ve savaş” makalesinde ise Çağla Oflas, savaş kavramına Marksistlerin yaklaşımını, çeşitli savaşlara karşı farklı siyasi tutumları tartışarak özetliyor. Yazının önemli bir vurgusunu da I. Dünya Savaşı’nda dönemin sosyalistlerinin savaşa karşı tutum konusunda yaptıkları tartışmaların sol milliyetçilik bağlamında ele alınması oluşturuyor.

“Emperyalizm, savaş ve Avrasya fay hattı” başlıklı geniş kapsamlı makalesinde Rob Ferguson amacını şöyle özetliyor: “Bu makale Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından Rusya ve Batı arasındaki emperyalist rekabetin yeniden ortaya çıkışını ele almayı amaçlıyor. Demir Perde olarak adlandırılan hattın ortadan kalkması yeni bir fay hattının ortaya çıkmasına neden oldu; bu hat batıda Balkanlarda devasa bir kavis çizerken, doğuda Orta Asya’ya ve Çin’e uzanıyordu. Bu Avrasya fay hattında dünyanın üç nükleer silah sahibi kampı buluşuyor: Atlantik ittifakı, Rusya ve Çin. Ayrıca hem yükselen iki alt-emperyalizm olan Türkiye ve İran hem de diğer bölgesel güçler, muazzam ekonomik, jeostratejik ve jeopolitik öneme sahip bir bölgede kendi ekonomik ve jeopolitik çıkarları için mücadele ediyorlar.” Makale son Ukrayna işgalini geniş bir tarihsel perspektifle ele alıyor.

Deniz Güngören’in kaleme aldığı “Ege’de Barış, Hemen Şimdi!” başlıklı makalede ise Ege’de tırmandırılmakta olan gerilim, bir jeostratejik rekabet alanı olarak geçmişinden günümüze detayları ve arka planında yaşanan gelişmelerle ele alınırken tarihsel kırılma anları gösteriliyor, Mavi Vatan tezinin bu gerilimi tırmandırmada oynadığı rol inceleniyor.

Judith Orr’un Nisan 2022’de gerçekleşen seçim sonuçlarından yola çıkarak Fransa’da sınıf mücadelesine ve faşist tehdidin hangi arka plan nedeniyle etki alanını genişlettiğine değinen makalesi, Eylül ayında İtalya’da faşist partinin yükselişiyle birlikte ele alındığında daha da önem kazanıyor.

Nevzat Onaran “Çeyrek Asırda 5 Kırım Yapan Rejime Ne Diyeceğiz?” başlıklı makalesinde “Türkiye Türklerindir!” ırkçı politikasının yol açtığı tasfiyeleri şöyle özetliyor: “1910’larda zuhur eden bu ırkçı politikanın 2022’deki Türkçesi ‘yerli ve millî’dir. İcrasını demografik yapının 1915’teki ve 2022’deki fotoğrafına dikkatli bakmakla görebiliriz. Hıristiyan ve Museviler canıyla malıyla tasfiye edildi, imha ve asimilasyonla gayri Türk İslam milletlerin Kürtlerin, Arapların ve Türk-Kürt Alevi Kızılbaşların demografik toprak bütünlüğü parçalandı. 1915’ten 1940’a çeyrek asırda devletin dâhili harbiyle Anadolu halkları beş kez kırıldı; yüz binlerce insan öldürüldü ve toprağından kopartıldı ve can pazarında kalanlar da Sünni İslamlaştı/Türkleşti.” Yazar, adı geçen dönemi mercek altına aldığı titiz çalışmasında ‘yapısal ırkçılığın” kökenlerini de netleştiriyor.

“Cumhuriyetin kuruluş döneminde ekonomi politikaları” başlıklı makalesinde Faruk Sevim ise, Kemalizm’in ilk dönemlerinin, sermayenin geliştirilip güçlendirilmesi açısından, özellikle işçi sınıfı aleyhine işleyen politikalarını tartışıyor. Tartışmanın bir yanını da kuşkusuz yüz binlerce Ermeni’nin, Rum’un, Süryani’nin, Yahudi’nin malına el koyan rejimin inşa ettiği kaynak transferinin büyük sermayenin şekillenmesinde oynadığı rol oluşturuyor.

“Nörobilim Perspektifinden Psikanaliz (Ve her İkisininkinden Politik Ekonominin Eleştirisi)” başlıklı yazısında Hakan Gürvit, felsefe tarihinde, psikanaliz tarihinde, güncel nörobilimsel gelişmeleri de ele aldığı makalesinde Marksizm bütün bu alanlarla kurduğu bağa dair bir tartışma yapıyor.

Tibet Şahin, “Georges Sorel Üzerine” başlıklı makalesinde Sorel’in hem işçi sınıfı hareketinin geleneğinde hem de felsefe tarihinde oturduğu çelişkili bağlamı tartışmaya açarak “Sonuç” bölümünde şu yorumu yapıyor: “Lukacs, Bergson-Nietzsche-Sorel-Mussolini zinciri içerisinde manevi bir bağ olduğunun doğru bir şekilde farkındadır. Kendi dönemindeki pek çok kişiyi yeterince sosyalist olmamakla ve burjuva kültürünü sürdürmeleriyle yermiş olan Sorel’in ta kendisi, Lukacs

tarafından küçük burjuvanın irrasyonel isyancılığının örneği haline getirilir.”

Hataların tarihselliğinde felsefi değerler bulmaktan yanayım. Bu hataların kavramsal motiflerinde tüm insanlığı saran çelişkileri ve metafiziğin aşılamaz mesafesinde ortaya çıkan yeni açılımları görüyorum.”

Enternasyonal Sosyalizm’in 12. sayısı 2023 yılının Nisan ayında okurlarımızla buluşacak. Önümüzdeki Nisan’da görüşme temennimizden önce, derginin yayına hazırlanma sürecinde çeviri ve redaksiyonlarıyla çok kritik bir rol oynayan arkadaşlarımız Erdoğan Boz’a, Melike Işık’a, Onur Devrim Üçbaş’a, TN’ye, Levent Özyıldırım ve Tuna Emren’e teşekkürü bir borç biliriz.

Enternasyonal Sosyalizm

 

1 “Proletaryanın sınıf diktatörlüğü” tanımını, “işçi demokrasisi” anlamında, büyük yoksul ve emekçi çoğunluğun üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip olduğu için sömürü mekanizmasının tüm nimetlerinden faydalanan küçük bir azınlık üzerindeki siyasal egemenliği olarak yorumlamak Marx’ın kullanımının özüne daha uygundur.