Ukrayna’daki yıkım: NATO, Rusya ve emperyalizm

Joseph Choonara

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Eylül ayında yaptığı ve en az 300.000 erkeğin zorla bu savaşın içine atılacağı yönündeki açıklaması, Şubat 2022’de Ukrayna’da başlayan savaşın insani maliyetini hatırlatan bir gelişmeydi. Öldürülen on binlerce Ukraynalı sivilin yanı sıra altı milyondan fazla mültecinin yaratılmasına ve her iki taraftan on binlerce askerin ölümünü hiçe sayarak çıtayı yükseltiyorlar.1

Putin’in üstü örtülü nükleer tırmanış tehdidi çok daha ürkütücüydü: “Ülkemiz… çeşitli yıkım araçlarına sahip… ve ülkemizin toprak bütünlüğü tehdit edildiğinde, Rusya’yı ve halkımızı korumak için kesinlikle elimizdeki tüm araçları kullanacağız.” Atlantik Konseyi’nden yapılan bir analiz, Rusya’nın düşük verimli bir taktik nükleer silah konuşlandırması durumunda ABD başkanı Joe Biden’in seçeneklerini şöyle özetliyordu:

Bir seçenek…Batı’nın Putin rejimine karşı aldığı tüm önlemleri ikiye, üçe veya dört katına çıkarmak olabilir… Sorun şu ki Putin bu yanıtı caydırıcı olacak kadar korkutucu bulmayabilir… Böylesi ihtiyatlı bir yanıt, Ukraynalılar ve dünyanın geri kalanı için ne yazık ki yetersiz görünecektir. dünyanın geri kalanı. Kiev’in dostları da ümitsizliğe kapılır… O zaman Biden’ın tepkisi daha gösterişli olmalı. Bu durumda iki askeri seçeneği var. Bunlardan biri, aynı şekilde karşılık verip düşük verimli bir taktik nükleer bomba konuşlandırmak olur – örneğin Arktik Okyanusu’nda veya Sibirya’nın uzak bölgelerinde. Sorun şu ki, bu yüzleşmeyi apokaliptik bir çekişmeye çevirip muhtemelen bir dizi taktik patlamaya başvurulmasına yol açmış olur. Ve stratejik nükleer silahlarda ABD ile kabaca eşit olan Rusya’nın elinde yaklaşık 10 kat fazla taktik savaş başlığı bulunuyor… Bir kıyamet riski doğuyor. Bu nedenle, daha makul görünen askeri seçenek, Rus kuvvetlerine yönelik geleneksel bir ABD saldırısı olur. Hedefi, nükleer saldırıyı başlatan üs olabilir. Ya da Ukrayna’daki Rus askerleri de olabilir… Açıkça dezavantajı, bunun Rusya ile NATO arasında doğrudan bir çatışma anlamına gelecek olmasıdır ve bu nedenle kıyametin hâlâ bir senaryo olduğu III. Dünya Savaşı’nı başlatma riskini taşımasıdır.2

Bu analizin öne sürdüğü gibi, böylesi bir çatışma dünyayı, eğer ki gerçekten bu boyuta taşınırsa, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana, yaşamı sona erdirebilecek bir nükleer takasa yaklaştırmış olacak. Buradan bir kıyamete gidilmese dahi, savaşın küresel açıdan derin etkiler doğuracak duruma gelmesi ve derinleşmekte olan ekonomik krizi daha da şiddetlendirmesi kaçınılmaz olur ve bu gelişme dünya siyasetini olduğundan daha istikrarsız bir hale getirir. Bu ikincisi, eski Doğu Bloku ülkelerinde artmakta olan gerilimlere de yansıyor. Eylül, ayında hem Azerbaycan ile Rusya’nın müttefiki Ermenistan arasında hem de Kırgızistan ile Tacikistan arasındaki çatışmalarda ağır silahlara başvurulduğunu gördük. Tartışmalı Transdinyester bölgesinde Rusya ile Moldova arasında sürmekte olan gerilim de artıyor. Bu çatışmalar, Rusya’nın “yakın çevresini” denetleme becerisinin zayıfladığının da bir göstergesi.

Rusya hâlâ Ukrayna topraklarının büyük bir bölümünü kontrol altında tutarken, gerçek planı direnişi hızla ezmek ve Kiev’deki hükümeti devirmek ise, başarısız olduğu ortadadır. İşgalin başladığı o ilk günler Rusya adına büyük kayıplarla sonuçlandı, zorla askere alınmış gençlerin de içlerinde bulunduğu afallamış birliklerin, Ukrayna’da tam olarak ne yaptıklarını merak ettiklerine dair haberler geldi. Saldırı durduğunda, Rusya tüm gayretini Ukrayna’nın güney ve doğu bölgelerine yöneltti. Bu yazı yazılırken, Ukrayna kuvvetlerinin de ülkenin doğusundaki karşı taarruzda ilerleme kaydettiği çok açıktı. Başarıları, Rus birliklerine kıyasla çok daha büyük bir motivasyonları olduğunu gösteriyor ama aynı zamanda, bu taarruza Batı’nın para, silah, istihbarat ve eğitim biçiminde verdiği desteklerin boyutunu da yansıtıyor. Başka bir deyişle, “Bu, Ukraynalılar için bir ulusal öz savunma mücadelesi niteliğindedir [ve] ABD liderliğinde sürdürülmekte olan ama NATO aracılığıyla örgütlenen Batılı emperyalist güçler cephesinden Rusya’ya karşı yürütülmekte olan bir vekalet savaşıdır.”3

Bunun ışığında bakıldığında, Rusya’nın hamleleri, ilk taarruzda tükenen bazı kuvvetlerin yerini yenisinin alması üzerine kurulu olup, bu sayede savaşı uzatmayı ve Batı’nın Ukrayna’ya verdiği desteği zayıflatmayı hedefliyor gibi görünüyordu. Eğer ki doğrudan bir askeri zafer elde edemezse, o zaman da Putin’in yegâne umudu, Ukrayna’nın, enerji konusunda büyük ölçüde Rusya gazına bağımlı hale gelen Avrupalı müttefikleri üzerindeki ekonomik ve sosyal baskıyı artırmak olabilirdi. Savaş 2024’e kadar sürdürülebilirse, yeni bir ABD başkanının, hatta belki de Donald Trump’ın veya benzer nitelikte siyasi bakış açısına sahip birinin seçilmesi, Putin’e yeni ve daha elverişli bir uluslararası çerçeve de sunabilir.

Radikal solun bu savaşa birbirinden farklı tepkiler verdiğini de gördük. Uluslararası solun küçük bir kesiti, ABD ile çatışan herhangi bir devleti ilerici olarak resmedenlere yönelik bir Soğuk Savaş terimi olan “kamplaşma”nın nispeten daha çağdaş bir yorumunu benimsedi. ABD merkezli Marksist dergi Monthly Review’ın, meseleyi “Rusya’nın Ukrayna iç savaşına dahil olması” olarak değerlendiren baş makalesinde de aynı yaklaşım göze çarpıyor, makalede ayrıca Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna siyasetindeki “faşist” unsurlara yönelik rolü vurgulanıyordu.4 Makalenin, NATO’nun çatışmanın ortaya çıkmasında oynadığı rolü eleştirmesi haklı bir tutum olsa da asıl vurgusunun, Rusya’yı emperyalizm suçlamasından muaf tutup tek suçlunun ABD ve müttefikleri olduğunu göstermeye odaklı olduğu görülebilir.

Tam tersi bir hata da, bir gazeteci ve eski bir Troçkist olan Paul Mason’ın yapmış olduğu gibi, çatışmayı bu şekilde okumuş olmaktır:

ABD ve Avrupa Birliği’nin öncesinde emperyalist olan ama artık küreselci ve demokratik diyebileceğimiz ülkeleri ile Çin ve Rusya’nın otoriter, gerici diktatörlükleri arasındaki bir savaş… Kapitalist güç blokları arasındaki bu rekabet ulusal kurtuluş ve demokrasi adına da pek çok haklı gerekçeye sahip. Ve beğenin ya da beğenmeyin, bu çatışma, demokratik, toplumsal olarak liberal bir kapitalizm modeli ile otoriter, toplumsal anlamda muhafazakâr bir kapitalizm arasında yaşanıyor.5

ABD ve Avrupa güçlerinin artık emperyalist olmadıklarını söylemesi oldukça şaşırtıcı. Mason’a göre, solun Rusya’nın otoriter yönetimine karşı yürüttüğü mücadelenin bir gereği olarak “toplumsal olarak liberal kapitalizmi” desteklememiz gerekiyor. Bu, Mason ve soldaki diğer bazı isimlerin Brexit sırasında aldıkları pozisyonu nasıl bir mantık üzerinden belirlediklerini de açıklıyor: Avrupa Birliği tarafından temsil edilen neoliberal merkezi, otoriter güçlere karşı savunalım ki yıkılmasın.

Dördüncü Enternasyonal içinde etkili bir figür olan Gilbert Achcar, Mason’ın argümanının daha sofistike bir versiyonunu sunuyor. Achcar, yorumlarında işgalin emperyalistler arası bir savaş olarak görülebileceği fikrini reddediyor ve NATO’nun rolünü küçümseyip, Vietnam Savaşı’ndaki direnişle kıyasladığı bu işgali ulusalcı liberallerin çerçevesinden yorumluyor. Sonuç olarak bunun “otoriter ve oligarşik aşırı gerici” Rusya’ya karşı yürütülen bir mücadele olduğunu vurguluyor. Vardığı sonuç, solun Ukrayna’ya silah sevkiyatını desteklemesi gerektiğidir. Yaptırımlar konusunda ise solun “ne yaptırımları desteklemesi ne de son verilmesini talep etmesi” gerektiğini savunuyor.6

Bu tür konumlanmalarla ilgili başlıca sorun, Ukrayna’nın işgalini, birbirleriyle yarışan, müttefiklerini birbirine karşı kışkırtan emperyalistlerin kendi aralarında sürdükleri bu rekabet düzeni içinde okuma konusunda başarısız olmalarıdır. Böyle bir kavramsallaştırmanın yokluğunda bile Rus saldırısını kınamak gibi bir tutum kesinlikle mümkündür elbette ama iki temel nedenden dolayı yetersizdir. Birincisi, Ukrayna’daki dehşeti emperyalist sistemin genel vahşetinden ayırıyor olmalarıdır. Buna Filistinlilere yönelik baskılar da dahildir; Suudi hükümetinin Ukrayna’daki kadar kanlı bir bombardıman kampanyasına giriştiği Yemen’deki iç savaş da; ülkenin paramparça olmasıyla sonuçlanan Suriye çatışması da. Ayrıca, 2003 yılında yarım milyondan fazla sivilin ölümüne yol açan ABD liderliğindeki Irak işgali de bundan farklı sayılmaz. İkincisi ise Ukrayna’yı emperyalistler arası rekabetin mantığından koparmanın bu işgalin neden yaşandığı sorusuna yanıt üretme becerimizi zayıflatıyor oluşudur ki bu da sonuçta emperyalizme meydan okuma müdahalemizin zayıflatılması anlamına gelir.

Bu analiz, emperyalist düzenin tarihsel gelişimine ışık tutup, Ukrayna’nın gelişimini – ayrıca Rusya ve Batı ile ilişkisini– bu bağlamda konumlandıracak ve soldan hem işgali hem de Batılı güçlerin bölgedeki çatışmayı kışkırtma ve tırmandırmada oynadıkları rolü açığa seren bir tepkinin mümkün olduğunu gösteren bir hattı izleyecektir.

 

Emperyalizmi doğru okumak

Emperyalizm yalnızca güçlü ülkelerin zayıf ülkeler üzerindeki tahakkümünden ibaret olmayıp, aynı zamanda farklı kamplardaki kapitalist devletleri çatışma içine çeken emperyalistler arası bir rekabet sistemidir. Kapitalizmin gelişiminde ayrı bir aşama olarak ortaya çıkar. Bu evrede, kapitalist ekonomileri oluşturan şirketler kendi ulusal sınırları içinde belirleyici bir rol oynamaya başladılar ve faaliyetleri giderek ulusal sınırların aşıldığı bir seviyeye taşındı. Gerçeği bu bağlamda yeniden gözden geçirdiğimizde, ekonomik rekabetin devletler arasındaki jeopolitik rekabetle kaynaşma eğiliminde olduğunu, devlet ve sermaye arasında giderek artan bir karşılıklı bağımlılık kurulduğunu görürüz. Devletler, askeri müdahalelerle veya akla gelebilecek herhangi bir şekilde, kendi sermayedarlarının çıkarlarını destekleyip ilerleterek güçlerini sınırları dışına taşımaya muktedirdirler, ancak siyasi iktidarlar aynı zamanda kendi askeri ve endüstriyel güçlerini sağlama almak için de kapitalist gelişim süreçlerine bel bağlar.7

Emperyalizm, erken evrelerinde, büyük güçler egemenliğindeki örtük etki alanlarının yanı sıra resmi sömürgelerin yaratılmasıyla da ilişkilendirildi. Kapitalizmin gelişimi dümdüz bir yolda ilerler gibi yaşanmadı; nüfuz yapılarının yeniden şekillendirilmesi için süregiden mücadeleler yaşandı ve dolayısıyla emperyalistler arası çatışmalar olarak tabir edilen bir süreç başladı. İki dünya savaşı da nihayetinde Almanya, ABD veya Japonya gibi geç gelişen kapitalist ekonomilerin, kendilerinden önce kök salmış olan Avrupa güçlerinin egemenliklerini çoktan ilan ettiği emperyalist düzene uyguladığı basıncın bir yansımasıydı.

  1. Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalizmin yapılanması önemli bir değişime uğradı. Eski sömürgelerin çoğu, ekonomik olarak bağımlı bir konumda kalmış olsalar bile, resmi anlamda bağımsızlık elde ederek sömürgeci güçlerden kurtulmayı başardılar. Bu arada, savaştan açık ara en güçlü ekonomiyle çıkmış olan ABD de – sonraki on yıllarda bu statüsünü korumaya devam etti (Şekil 1)sömürgelere değil, serbest piyasaya dayalı bir sömürü düzeni yaratmaya girişti. ABD’nin seri üretim endüstrileri etrafında inşa edilen güçlü şirketler bu arenada büyük avantajlara sahip oldu. Bütün bunlar olup biterken, dolar da küresel finans sisteminin temelini oluşturacak ve böylece ABD’ye yeni avantajlar sunmaya devam edecekti. Son atılım da ABD ordusunun gücü ve etkisinin Batı dünyasındaki tüm rakiplerini geride bırakması olacaktı (Şekil 2).

Soğuk Savaş yıllarında Sovyetler Birliği ve müttefikleri liberal piyasa düzeninin dışında tutuldu, onlar da buna karşılık kendi ekonomilerini otarşik “bürokratik devlet kapitalizmleri” olarak örgütlediler. Her biri, devlet bürokrasinin yönlendirmeleriyle, tek bir dev işletme gibi yönetildi.8

Nükleer silahlarla donanmış iki rakip kapitalist güç blokunun oluşumu, “ekonomik ve politik güçte kısmi çözülmeler yaşanmasına” yol açtı.9 Batı bloku, Japonya ve Avrupa ekonomilerinin yeniden inşasına adandı. Avrupa, bir gün ABD’nin siyasi ve askeri liderliğinin takipçisi olarak konumlanacağı AB’ye uzanan bu yolda ABD ile giderek daha fazla bütünleşti. Bu blokun kendi içinde bile hiddetli ekonomik gerilimler yaşanıyorken bunların hiçbirinde askeri çatışmalara girilmesine gerek duyulmadı.

Şekil 1: Küresel GSYİH’nın 1960-2020 arasındaki dağılımı (ABD doları cinsinden)

 

Kaynak: Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler verileri

 

Şekil 2: 1949-2020 arasındaki askeri harcamalar

 

Kaynak: Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü

 

Soğuk Savaş sırasında patlak veren çatışmaların tipik bir özelliği, süper güçlerden birinin veya diğerinin doğrudan müdahale edebileceği, ancak her ikisinin de diğeriyle doğrudan bir çatışmaya girmekten kaçındığı vekalet savaşları biçimini alıyor olmasıydı. Genel küresel düzen neredeyse hiç değişmeden kaldı: “Hem ABD hem de SSCB, en azından 1960’lar ve 1970’lerdeki yumuşama döneminde, kendilerini ve birbirlerini, savaş sonrası yapılanmaya dokunmak istemeyen statükocu güçler olarak görmeye amade oldular.10

Bununla birlikte, askeri kapasitelerini korumak ve genişletmek, süper güçlerin her birine altından kalkmaya çalıştıkları muazzam bir yük de getirdi. Batı bloku örneğinde, savaş sonrası dönemde sürdürülen yüksek askeri harcamalar bir yandan ekonomik genişlemeye katkı sunuyor, diğer taraftan bu “sürekli silahlanma ekonomisinin” maliyetleri eşit olmayan bir şekilde paylaşıldığı için, Almanya ve Japonya gibi askeri güçlerine daha az yatırım yapan ülkelerle sürdürdüğü rekabetinde, ABD’nin ekonomik üstünlüğünün aşınmasına yol açıyordu.11 Bu arada, Sovyetler Birliği ekonomisi de hem ekonomik kaynaklarının yetersizliği nedeniyle hem de Batı’da gelişmekte olan küresel işbölümüne erişim sağlayamadığından iyice durgunlaştı. Stalinizm, 1989’da Doğu Avrupa’nın büyük bölümünden süpürülecekti; bundan sadece iki yıl sonra, Sovyetler Birliği de çöktü.

Soğuk Savaşın sona ermesi, emperyalizmin gelişimi için yeni bir kapı araladı. Öncesinde, Batı kampının liderleri arasında belirgin bir coşku vardı. Başkan George H.W. Bush, Saddam Hüseyin’in komşu Kuveyt’i işgal etmesinin ardından, 1991’de Irak’a karşı ABD önderliğindeki savaşı başlatırken, “insanlığın evrensel özlemlerini gerçekleştirecek çeşitli ulusların ortak bir amaç için bir araya geleceği yeni bir dünya düzeni” ilan etmeye kalkıştı:

ABD yaklaşık iki yüzyıldır tüm dünyaya ilham vermeye devam eden bir özgürlük ve demokrasi örneği olarak hizmet etti… Ve bugün de hızla değişmekte olan bir dünyaya liderlik etme görevini üstlenmek zorundadır.12

Doğu Bloku’nun çöküşü sonucunda elde edilen fırsat, 1990’ların sonunda NATO’nun güçlenmesi ve AB’nin eski devlet kapitalizmlerinin liberal kapitalist düzene entegre edilmesi çabaları, yani doğuya doğru genişlemeye çalışma olarak değerlendirildi. Ancak ABD’nin rakipsiz üstünlüğüyle öne çıktığı bu “tek kutuplu durumun” ömrü pek uzun olmadı ki takip eden yıllarda ekonomik ve askeri güçler, yeni ve çok daha tehlikeli şekillerde bir kez daha düzenlenecekti.

Bu durum, 11 Eylül 2001 saldırısı üzerine yeni-muhafazakârların oğul Bush yönetiminin etrafında kümelenmesiyle birlikte, kendini “Terörle Savaş” başlatma girişimi olarak son derece dramatik bir şekilde gösterecek; ABD’nin boy ölçüşülemez duruma erişmiş askeri üstünlüğü, ülkenin ekonomik gücünü büyütmek adına harekete geçirilecekti. Afganistan ve Irak’ın işgallerinin, potansiyel rakiplere – özellikle de artık ABD hegemonyasına yönelik uzun vadeli en büyük tehdit olarak tanımlanmış Çin’e, Orta Doğu’nun petrol rezervlerine erişim hakkının ABD’nin onayına bağlı olduğunu göstermesi gerekiyordu. Ama işler planlandığı gibi gitmedi, “Terörle Savaş” ABD emperyalizminin gücünü daha da zayıflatması açısından tam bir fiyaskoydu.

Bu arada yükselişe geçen Çin de yeni ekonomik gücünü yansıtacak bir askeri kapasite geliştirmeye başlamıştı. ABD Kongresi için 2020 yılında hazırlanan Çin’in Askeri Gücü Raporu’na göre bu, 2049 yılına kadar ABD ordusuyla en azından denklik kuracak ama belki de ABD’nin gücünü geride bırakabilecek bir tasarıydı. Rapor, Çin’in dünyanın en büyük donanmasına sahip olduğunu, gemi yapımında da açık bir üstünlük elde ettiğini, “karada konuşlu konvansiyonel balistik ve seyir füzeleri” konusunda avantaj yakaladığını ve entegre hava savunma sistemlerinde önde olduğunu söylüyordu.13 ABD’yi küresel düzeyde yerinden etme arayışında olduğuna dair hiçbir işaret göstermese de, Çin daha şimdiden ABD’nin bölgedeki gücünü tehdit eder duruma erişmiş görünüyordu – bilhassa da Güney ve Doğu Çin Denizlerinde.14

ABD ile Çin arasında ortaya çıkan gerilimler günümüz dünya siyasetinin ana fay hattını oluşturuyor. Ancak bu, Soğuk Savaş’ın tekrar edildiği bir süreçten geçtiğimiz anlamına da gelmez. Çin, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD liderliğinde oluşturulan siyasi ittifaklar sisteminden dışlanırken de, kapitalizmin küresel devrelerine neredeyse kaynamış durumdadır. Bu durum, en büyük iki güç arasında gerçekleşebilecek bir askeri çatışmayı önleyebileceği şekilde etki etmiyorsa bile – sonuçta Almanya ve İngiltere de I. Dünya Savaşı’ndan önceki konumlarında bu açıdan son derece benzer bir tablo çiziyorlardı– karmaşık bir karşılıklı bağımlılık ve rekabet modeli yaratıldığı anlamına geliyor. Giderek daha istikrarsız hale gelen bu düzen, onlar kadar güçlü olmayan emperyalistler veya alt-emperyalist güçlerin de kendilerini bölgesel düzeyde öne sürmeyi başarmasına imkân tanıdı.15 Suudi Arabistan, Türkiye, İran, Birleşik Arap Emirlikleri ve bölgenin diğer alt-emperyalistlerinin Suriye’de ya da Yemen’deki çatışmalara müdahil olup buradan çıkacak sonuçları kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışmaları da bunun bir parçasıdır.16

Rusya’nın kendini ortaya koymaya yönelik çabaları ve kendi “yakın çevresinde” hakim güç durumuna gelmeye çalışması, bu sırada Ukrayna’yı içine sürüklediği bir savaşa kalkışması da neticede emperyalistler arasındaki rekabet bağlamına yerleştirilerek değerlendirilmelidir.

 

Ukrayna ve Rusya

Ukrayna, tarihinin büyük bir bölümünde dış güçlerin kontrolünde kaldı. 17. yüzyılın sonlarında, bunların birçoğu için bir savaş alanı haline gelmişti ve “Harabe” olarak bilinen dönemi başladı. Polonya-Litvanya Topluluğu, Rusya, Osmanlı İmparatorluğu ve Kazak Hetmanlığı’nı içine çeken çatışma, nihayetinde günümüz Ukrayna’sının büyük bölümünü Polonya ve Rusya arasında paylaştırdı. Polonya bağımsızlığını kaybederken, Rus İmparatorluğu Ukrayna’nın doğusunu ele geçirdi. Avusturya batıda kalan Galiçya ve batı Volhynia’yı kendisine kattı. Bu sınırlar daha sonra, I. Dünya Savaşı ve onun sona ermesinde payı olan devrimler tarafından tartışmalı bulunacak, sorgulanacaktı. 1917 Rus Devrimi’nin ardından bağımsız bir Ukrayna kurma çabaları, en hafif tabirle önce Alman işgali ve ardından devrim sonrası iç savaşta Ukrayna’nın büyük bir savaş alanına dönüşmesi nedeniyle sonuca ulaştırılamadı.17 Bu kaosun ortasında, Polonya da egemenliğini geri kazanmayı başardı, Galiçya’nın ve Volhynia’nın büyük bölümünde kontrolü ele geçirdi. 1922’de, Ukrayna’nın geri kalanında Sovyet yanlısı bir rejim sürmekteyken ve kendisi de Moskova ile Kızıl Ordu’nun desteğine bağımlı durumdayken Rusya, Ukrayna, Belarus ve Transkafkasya’yı bir araya getiren Sovyetler Birliği kuruldu.

Tüm karmaşaya ve 1917 Devrimi’ni ilerletmek için verilen mücadeleye rağmen, erken dönem Bolşevik politikası, öncesinde baskı altında olan devletlerin kendi kaderlerini belirleme hakları etrafında şekillenmişti. Leon Troçki’nin dile getirdiği şekliyle özetlersek;

Kendi kaderini tayin hakkı, yani bölünme, Lenin tarafından, Polonyalılara ve Ukraynalılara eşit haklar tanıyacak şekilde genişletildi… Ezilen bir millet olma sorunundan kurtulma veya bunu erteleme yönündeki her eğilimi, Büyük Rus şovenizminin bir tezahürü olarak görüyordu… Eski Bolşevik Parti anlayışına göre, Sovyet Ukraynası, Ukrayna halkının geri kalanının etrafında birleşeceği güçlü bir eksen olmaya yazgılıydı.18

Bu nedenle, Bolşeviklerin toplumsal koşulları iyileştirme çabalarının yanı sıra Ukrayna dilini ve kültürünü tanıtmaya yönelik ilk girişimleri de kısa ömürlü olmuş ve Stalin döneminde devrimin kazanımlarının daha geniş bir şekilde tersine çevrilmesiyle de gündem dışı kalmıştı.19 Troçki’nin öne sürdüğü gibi; “Totaliter bürokrasi, yani Sovyet Ukraynası ekonomik açıdan idari güç konumuna geldiğinde SSCB’nin askeri üssü olma durumuna erişti.”20 Bağımsızlık arzusunun ezilmesi bir yana, Stalin’in hızlı sanayileşme girişimlerine eşlik eden tarımsal ortaklık ile 1932-33’te birkaç milyon Ukraynalının öldüğü “Holodomor” kıtlığına da yol açıldı.

  1. Dünya Savaşı patlak verdiği sıralarda Ukrayna yeniden rakip emperyalist güçlerin yağmalarına maruz kaldı. Savaşın ilk aşamasındaki Hitler-Stalin paktı uyarınca Polonya bölündü. Ardından, Almanya Rusya’yı işgal etmeye başladığı ve Ukrayna istila edildi. Yedi milyon Ukraynalı hayatını kaybetti. Bu katliam, on binlerce kişinin vurularak toplu mezarlara atıldığı Kiev’deki meşhur Babi Yar boğazında öldürülenler de dahil olmak üzere yaklaşık bir milyon Yahudi’yi içeriyordu. Ne üzücüdür ki, Ukraynalı bir azınlık da bu çatışmada Nazi Almanyası ile aynı safta yer almaya çalıştı – Kiev’deki siyasi yönetim tarafından tanınan bir figür olan Stepan Bandera’nın takipçileri de onların içindeydi.21 Savaş, Sovyet ordusunun Almanya güçlerini bozguna uğratması ve Ukrayna’nın doğusu ile batısını yeniden birleştirmesiyle sona erdi.

Baskılar ve kanlı savaşlardan oluşan tarihine bakıldığında, tarihçi Tim Snyder’ın “Hitler ve Stalin iktidardayken, 1933 ve 1945 yılları arasında Ukrayna dünyanın en tehlikeli yeriydi” yorumuna katılmamak mümkün değil.22

Sovyetler Birliği’nin çöküşü, günümüz Ukrayna’sı sınırları bağlamında nispeten istikrarlı ve bağımsız bir devletin nihayet kendini ortaya çıkarması anlamına geliyordu. Ulus devlet kurma çabaları içinse henüz çok erkendi. Sovyetler Birliği’nde yaşanan durgunluğun ardından gerçekleşmişti ve daha da kötüsü, aynı kaderi izleyecekti. Batılı yol göstericilerinin rehberliğinde ilerleyen Rusya ve hemen ardından da Ukrayna, piyasa ekonomisine geçirilmek için tam anlamıyla bir neoliberal şok tedavisine tabi tutuldu. Isabella Weber’in yorumuyla;

Şok terapisi, “Washington konsensüs geçiş doktrini”nin kalbinde yer alıyor ve gelişmekte olan ülkelere, Doğu ve Orta Avrupa ile birlikte Rusya’ya Bretton Woods kurumları tarafından naklediliyordu… Paket, (1) tek bir büyük patlamada tüm fiyatların serbest piyasalara uyumu, ( 2) özelleştirme, (3) ticaretin piyasa mekanizmalarına uyumlanması ve (4) istikrar biçiminde sunulan kemer sıkma politikalarıyla geliyordu.23

 

Tablo 1: Kişi başına GSYİH (ABD doları cinsinden)

  1990 1995 2000 2005 2010 2015 2020
Ukraine 1569 936 658 1895 3078 2125 3725
Russia 3493 2666 1772 5324 10675 9313 10127
Poland 1731 3687 4502 8022 8022 12579 15721
Romania 1681 1650 1660 4618 4618 8969 12896
Kaynak: Dünya Bankası.              

 

Weber’in işaret ettiği gibi, devlet mülkiyetine dayalı bir ekonomiyi tamamıyla özelleştirmek, İngiltere’de Margaret Thatcher gibi figürler tarafından gerçekleştirilen sınırlı özelleştirmelerin çok ötesine geçen bir tablo sunar. Rusya’nın Sovyet sonrası ilk cumhurbaşkanı Boris Yeltsin, Ocak 1992’de piyasanın serbestleştirilmesi kararını uyguladığında, sonuç piyasa sistemine düzenli bir geçiş değil, uzun süreli bir enflasyon ve üretimde düşüş yaşanması olmuştu. Kendiliğinden gelişen yeni bir özel girişimciler sınıfı ortaya çıkmış değildi. Şirketler, eski devlet kapitalizmi düzeni tarafından (Komünist Parti tarafından atanan nomenklatura elitleri tarafından) yönetildi. Bu ayrıcalıklı grup kendisini yeni sermayedarlar olarak yeniden icat etmeye girişti.24 Bazı kuruluşlar da tüm varlıklarını – ve yasal olmayan yollardan; “ansızın gerçekleşen özelleştirmeler” olarak anılan yöntemle – çoktan devretmiş, özel mülkiyete dönüşmüşlerdi. Şimdi sırada “kupon özelleştirmeleri” vardı; vatandaşlara nakde dönüştürebilecekleri veya işletmelerdeki hisselerle değiş tokuş edebilecekleri kuponlar dağıtıldı. Bunlar, son derece kötü düzenlenmiş ikincil piyasalarda işlem görebildi ve “büyük miktarda nakde sahip olan ya da o kişilerle bağlantısı bulunan” şahısların eline geçmeye başladı. İşletmelerdeki işçiler ve yöneticilereyse bu hisseler imtiyazlı kurdan satıldı, ancak işçiler daha sonra hisselerinin “müdürleri tarafından kontrol altında tutulan tröstlerde saklı tutulduğunu” ve bu nedenle nakde çevrilemediğini öğrendiler.25

Rusya’da ve diğer Sovyet sonrası rejimlerde, ekonomik ve siyasi gücün bağlantı noktasında faaliyet gösteren zengin ve güçlü bireyler, yani oligarklar tam olarak bu kaostan doğdu.26 Ukrayna, özelleştirme programına Rusya’dan daha yavaş başladı ve benzer bir yol izledi. Ekonomisinin kaleleri tek tek çökerken, nüfusun büyük çoğunluğu da giderek derinleşen bir yoksulluğa sürüklendi.

Rusya’da büyüme sayılabilecek ne varsa, büyük ölçüde yurt dışına aktarılan petrol ve gaza dayalı olmak üzere, genel anlamıyla da başlıca malların ihracatına bağlı hale geldi.27 Bunun yanında bir de fırtınalar estiren finansal spekülasyonlar ve bir türlü üstesinden gelinemeyen yolsuzlukla baş etmek zorunda kaldı. Öyle ki, tek bir haftada 40 tane yeni bankanın peyda olduğu zamanlar yaşandı. Bu büyüme modelinin istikrarsızlığı netleştikçe, değeri devlet borcunun genişlemesiyle desteklenen rublenin üzerindeki baskı giderek arttı. 1998 yılında yaşanan Doğu Asya mali krizi de bunlara eklenince tam anlamıyla bir para birimi çöküşü yaşandı, Rusya’nın kredilerini temerrüde düşürmesiyle ve yeni bir ekonomik kaos evresine girilmesiyle sonuçlandı.28

Ukrayna da aynı sorunları yaşadı, ancak Rusya’nın aksine, ekonomisini biraz olsun rahatlatabilme şansından yoksundu çünkü ondaki gibi enerji kaynaklarına sahip değildi. Ukrayna ekonomisi ağırlıklı olarak tarım üzerine kuruluydu. 1991’den önce sahip olduğu sanayi üsleri Sovyet desteği olmadan sürdürülemez hale gelen askeri üretime odaklanmıştı. Onun geçiş süreci, eski Doğu Bloku devletlerinin hepsinden daha zor oldu ve bu nedenle de günümüze kadar ‘Avrupa’nın en yoksulu’ olarak kalmaya devam etti. Aşağıda göreceğiniz kişi başına düşen GSYİH verileri (Tablo 1), nüfusun 1993’te 52 milyondan bugün 41 milyona düştüğünü fark ettiğimizde daha da çarpıcı bir hale geliyor – artan ölüm oranları, azalan doğumlar ve büyük göçlerin bir sonucu olarak.

 

Emperyalistler çatışması

Yukarıda ele alındığı üzere, Rusya’nın nüfuzunun ansızın etkisini yitirdiği dönem olan 1990’lar hem AB hem de NATO için Rusya sınırlarına doğru eşgüdümlü bir genişleme fırsatı yarattı (Şekil 3).29 Polonya, Macaristan ve Çekoslovakya (nam-ı diğer Çekya ve Slovakya) 1991 gibi erken bir tarihte hem AB hem de NATO üyeliğine geçiş yapmak üzere Visegrád grubunu kurdular. Bu arada belirtmek de gerekir ki genişlemenin kayda değer bir hız kazandığı dönem, Başkan Bill Clinton dönemiydi. Washington’da düzenlenen 1999 NATO zirvesi, Macaristan, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne doğru yayılma politikasını resmiyete döktü ve Arnavutluk, Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Kuzey Makedonya, Romanya, Slovakya ve Slovenya için de “Üyelik Eylem Planları” (bu amaçla oluşturulan yeni bir prosedürdü) duyuruldu.

Şekil 2: NATO’nun doğuya yayılması

Kaynak: Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü

 

2004 yılında Baltık devletlerinin dahil edilmesi, Rusya’yı çevreleyen eski Sovyet devletlerinin artık Moskova tarafından hasım olarak görülen bir askeri paktın parçası oldukları anlamına geliyordu. Clinton’ın dışişleri bakan yardımcısı Strobe Talbott’un ifadesiyle özetlersek; “Pek çok Rus, NATO’yu doğası gereği, kendilerine yöneltilmiş Soğuk Savaş’ın bir eseri olarak görüyor. Askeri ittifakları olan Varşova Paktı’nı dağıttıklarını belirtiyor ve Batı’nın neden aynı şeyi yapmadığını sorguluyorlar.30 Doğuya doğru yayılma aynı zamanda Sovyetlerin son lideri Mihail Gorbaçov ile 1990-91 görüşmeleri sırasında varılmış ve o yıllarda henüz birleşmiş olan Almanya’nın NATO’da kalmasına izin veren o mutabakatı da ihlal ediyordu.31

Ekonomik çöküşüne rağmen, Rusya emperyalist bir güç olarak kalmaya devam etti. Sınırlarını güvence altına almaya, diğer bölgelerin kendisinden kopmasını önlemeye ve kendi “yakın çevresinde” nüfuzunu yeniden artırmaya çalışıyordu. Bu durum onun 1990’larda üç büyük çatışmaya soktu. Her biri, Rus İmparatorluğu ve daha sonra da Sovyetler Birliği tarafından yutulan diller ve etnisitelerden oluşan farklı uluslar, birbirleriyle boy ölçüşen bir milliyetçiliğin gelişmesine yönelik bazı adımlar attı, böylece birçoğu gerçek ulusal baskılar yaşayan bu devletler bölgede yeni bir etki alanı yaratmış oldu. Sovyetler Birliği’nin çöküşünü fırsat bilen egemen sınıflar da her türden milliyetçiliği teşvik ederek onlara bir destek tabanı sunmaya girişti ki emperyalist güçlerin, ortaya çıkan yeni gerilimleri kendi çıkarları doğrultusunda manipüle etmeye çalışmaması da beklenemezdi zaten.

Sözgelimi, Moldova’nın doğu sınırındaki Transdinyester’deki ayrılıkçılar, nüfusun yalnızca üçte birinin Moldova kökenli olduğu bu bölgede yönetimin bir Rumen lehçesi olan Moldovacayı empoze etme girişimleri üzerine oynadı. Transdinyester 1991’de bağımsızlığını ilan etti. 1992’de, ayrılıkçıların bölgede konuşlanmış Rus birliklerinden aldıkları desteğe dayanan ve Rus Kazakları tarafından da desteklenmiş olan bir savaş yaşandı ve ardından bir ‘de facto devlet’ kurulmuş oldu. Bölgedeki güç dengesi bir dizi “dondurulmuş ihtilaf ” üzerinde yükselmişti. Rusya ve diğer bölgesel güçler tarafından yeniden alevlendirilme potansiyeli olan çözülmemiş çatışmalara dayanıyordu ki bu da onların aleyhine işleyebilirdi. Özellikle de Moldova’daki çatışma, bu ülkenin Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sırasında (bu yılın Mart ayında) yaptığı AB üyelik başvurusuna engel teşkil etmektedir.32

İkinci bir dondurulmuş ihtilaf ise başka bir eski Sovyet devleti olan Gürcistan’da gelişti; Gürcü olmayan nüfusa sahip iki bölge olan Abhazya ve Güney Osetya, 1992-93’te Rus desteğiyle bir savaş yürütürken ayrılmaya çalıştıklarında yaşandı. Gürcistan da tıpkı Moldova gibi, Ukrayna’nın işgaliyle birlikte AB üyeliği için başvuran ülkelerden biridir, ancak aday üye statüsü verilmeden önce daha fazla siyasi ve ekonomik reform yapması talep edildi.

Açık farkla en şiddetli çatışma, Rusya’nın kendi sınırları içinde, Kafkasya’nın Gürcistan sınırındaki bir bölgesi olan Çeçenistan’da yaşandı. Burada Sovyetler Birliği’nin çöküşü, Kasım 1991’de ilan edilen bağımsızlık talepleriyle karşılanmıştı. Moskova’nın hükümeti devirme girişimi başarısız olunca, 1994’te tam ölçekli bir Rus saldırısı başladı. Yeltsin, Çeçen hareketini ezmenin sadece Rusya’nın Kafkasya’daki nüfuzunu sürdürmekle kalmayıp aynı zamanda Hazar Denizi’nden gelen petrol boru hatlarının rotalarının kontrolünü de ele geçirmek anlamına geldiğini gördü ve zayıflamaya başlayan popülaritesini yeniden canlandıracak bir fırsat olarak kullandı. Ne var ki bu işgal girişimi, Rus baskısına karşı zengin bir mücadele geçmişine sahip hatırı sayılır bir direnişle karşılaştı.33 Savaş tırmandı, başkent Grozni bombalandı ve 27 bini kişi öldü.34 Ülkenin altı oyuldu, çete savaşlarının da yaşandığı bir halk ayaklanması başladı ve Rus ordusunu tüketecek bir savaş yaşandı. O zamana dek 80 bin Çeçen’in öldürüldüğünün tahmin edildiği 1996 yılında bir ateşkes imzalandı.35

Çeçenistan’ın yıkımı, beraberinde İslamcı grupların da yükselişiyle bir suç ve savaş ağalığı patlamasına yol açtı. Ve bu da ikinci bir işgal için bahane sağladı.36 1 Ekim 1999’dan 31 Mayıs 2000’e kadar süren bir kara işgali daha gerçekleşti ama kontrgerillalar için sonlanmayıp dokuz yıl daha devam etti. 2002’nin sonunda, bir tahmin uyarınca, 190 bin kişi hayatını kaybetmişti – 17.000 Rus askeri, 13.000 Çeçen savaşçı ve 160.000 sivil.37 Putin’in yükselişi de İkinci Çeçen Savaşı ile geldi. Yeltsin, 1999 sonbaharında eski bir KGB subayı ve güvenlik konseyi sekreteri olan Putin’i kendisinden boşalan yere atamıştı. Bundan bir yıl sonraki seçimlerde de devlet başkanı olmayı başardı.

Putin, sanki Çeçenistan’da böyle bir katliam gerçekleştirmemiş gibi, ilk zamanlarında Batılı liderler tarafından hoş karşılanmıştı. Tony Blair, 2000 yılında onu “kendilerinin reforma dayalı dilini konuşan” bir lider olarak tanımlayacak, “Putin’in AB ve ABD ile yeni bir ilişkiyi benimsemeye hazır olduğuna inanıyorum” diye ekleyecekti.38 Fakat bu görüşleri kısa zaman içinde değişti. Rus ekonomisi 1998’deki durgunluktan yükselen enerji fiyatlarıyla çıkıp yeniden canlanırken, Putin de bunu fırsat bilip egemenliğini pekiştirmeye, Rusya’nın gücünü yakın çevresine yaymaya ve NATO’nun yayılmasını geri püskürtmeye çalıştı.39

Rusya’nın gücünü yeniden kazanmaya başladığı bu süreçte ona bir destek de ABD’den geldi. ABD, enerji fiyatlarında keskin bir artışa neden olduğu ve başarısızlıklarından dolayı rakip emperyalistlerin kendilerine yerleştirebilecekleri daha geniş bir alan bulduğu Afganistan ve Irak işgalleri ile Rusya’nın elini güçlendirmesine istemeden yardım etti.

 

Turuncu Devrim

Ukrayna, bu dış gerilimlerin ülkenin iç siyasetinde yankı bulmasıyla birlikte kendisini emperyalistler arası bir çatışmasının ortasında bulmuştu. Bu, ülkeyi Rusya yanlısı ve Batı yanlısı seçim bölgeleri olarak bilinen “iki Ukrayna” kavramını kabul etmemiz gerektiği anlamına gelmiyor elbette. Ülkenin doğuda yoğunlaşmış önemli bir Rus azınlığa sahip olduğu doğru olsa da, dış güçlerin egemenliği de dahil olmak üzere ülkenin karmaşık tarihini yansıtan, üst üste binmiş, hatta iç içe geçmiş çok sayıda etnik köken, kültür, dil ve din vardır.40 Dahası, Rob Ferguson’ın da dile getirdiği üzere, iki dil konuşan Ukraynalıların sayısı – en azından 2010’a kadar –, bilhassa genç nüfusta yükselme eğilimi sergiliyordu; “Azınlık grupların pek çoğu ve Rus azınlıkların tamamı çift dil konuşur. Birbirleriyle evlenir ve birbirlerinin dilini konuşmaya başlarlar”.41

Mamafih, Ukrayna’nın oligarşik seçkinleri, Rusya, ABD ve AB gibi dış destek kaynaklarına yanaşmakla kalmayıp bu bölünmeleri de manipüle etmeye çalıştılar. Yuliya Yurchenko şöyle diyor; “Giderek artan hırslarını doyurma peşinde olan rakip kapitalist fraksiyonlar, yeni ortaya çıkmaya başlayan kleptokrat rejimi destekleyecek siyasi güçlere, yani paravan partiler tasarlamaya başvurdular… Egemen ve kapitalist sınıf blokunun bölünmüş olduğu kısmı gerçekse de, siyasi tutumlarının birbirlerinden farklı olduğu söylenemezdi”.42 Yurchenko, orta Ukrayna’daki Dnipropetrovsk sanayi bölgelerinden ve doğudaki Donetsk’ten doğmuş olan ve ülkenin siyasi sistemine hakim olma eğilimi gösteren başlıca iki grup olduğunu aktarıyor.

Bu çerçeveden baktığımızda, halk hareketlerinin, emperyalist güçler veya bölgesel seçkinlerin çıkarları doğrultusunda altüst edilme riskiyle karşı karşıya kalabileceklerini görebiliriz. 2000’de Sırbistan, 2003’te Gürcistan, 2004’te Ukrayna ve 2005’te Kırgızistan’da olduğu gibi, Doğu Bloku ülkelerinde “renkli devrimler” olarak anılan döngü sırasında, Ukrayna belki de hakiki bir halk girişimine sahne olmak bakımından en az şansa sahip olan, en fazla suistimale uğrayan ülkeydi.43

Ukrayna’nın 2004’teki Turuncu Devrimi, iki dönem görev yaptıktan sonra görevi sonlanan Başkan Leonid Kuçma’nın gidişiyle başladı. Kuçma, Dnipropetrovsk sermayedarlarına yakınlığıyla biliniyordu, ancak Donetsk bölgesinde yoğunlaşmış olan yeni sermayenin artan gücüne de yer açmak zorundaydı. Ayrıca Batılı finans kuruluşlarından krediler, Rusya’dan da ucuz gaz temin etmeye çalıştığı için ABD ve Rusya arasında bir denge kurmaya çabalıyordu.44 2004 yılına gelindiğinde, Kuçma rejiminden, bitmek bilmeyen yolsuzluk, dolandırıcılık ve çeşitli suçları nedeniyle – siyasi seçkinleri eleştiren Ukraynalı bir gazetecinin şüpheli ölümü de bu suçlara dahildi– nefret ediliyordu.

Donetsk kapitalistlerinin önde gelen adayı Viktor Yanukoviç hileli bir seçimle başkanlık koltuğuna oturtuldu. Yanukoviç hem Rusya hem de Kuçma tarafından desteklenmişti. Dnipropetrovsk kapitalistleri, bazı Donetsk oligarkları, AB ve ABD ise, rakibi Viktor Yuşçenko’yu destekliyordu. Yuşçenko tüm destekçilerini sokağa çağırdı, onlar da sokaklara çıktılar. Öncesinde planlanmış olan bu gösteri de Yuşçenko’nun sırtını dayadığı destekçileri tarafından finanse edilmişti – ki bunların içinde bazı ABD kuruluşları ve ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından desteklenen Ukraynalı STK’lar da bulunuyordu.45 İnisiyatif sokakları aynı hızla terk edip bu gücü Ukrayna Yüksek Mahkemesi’ne yöneltti, çünkü seçimlerin tekrarlanması gerekiyordu. Yüksek Mahkeme bu talebi onayladı; Yuşçenko kazandı. Bir başka Turuncu Devrim lideri ve etkili bir Dnipropetrovsk oligarkı olan, sonradan siyasi arenaya atılacak olan Yulia Timoşenko’yu başbakan olarak atadı. Yuşçenko hiç vakit kaybetmeden AB ile daha yakın ilişkiler ve nihayetinde AB’ye entegrasyon olarak görülecek sürece destek verdi, NATO ile yakınlaşmaya yönelik yeni yasaları hayata geçirdi.46 Takip eden aylar içinde, diğer taraftaki rakipleriyle hesaplaşmaya girişen Timoşenko “oligarklara karşı savaş” ilan etti ve bunun sonucunda Yanukoviç’in parlamentodaki destekçileri tarafından istifaya zorlandı. Partisinin mecliste yeniden güç kazandığı 2007 seçimlerinden sonra tekrar aynı rolü üstlenecekti, ancak Turuncu Devrim’in iki lideri arasında geçen bu çekişme tüm siyasete egemen oldu ki bu da sonuçta Yuşçenko yönetimini zayıflattı.

Üstelik Yuşçenko-Tymoşenko iktidarı 2008’de patlak veren üç büyük krizle daha yüzleşmek üzereydi.

Birincisi, o yıl başlayan küresel ekonomik çöküş oldu. Ukrayna, zayıflatılmış bankacılık sisteminin ele geçirilmesi ve çeliğin piyasa fiyatının aniden düşmesi sonucunda sert bir darbe aldı. Dolar cinsinden verilen bireysel krediler ve mortgage kredilerinden yararlanan Ukraynalılar, yerel para birimleri çöktüğünde bunları geri ödeyemeyeceklerini gördüler.

İkincisi ise Rusya’nın hiç beklenmedik bir anda Gürcistan’daki askıya alınmış çatışmayı tekrar alevlendirmesi oldu. Rusya’nın bu hamlesi, Bush’un ittifakı genişletme yönündeki baskısını kabul eden Bükreş NATO zirvesinin hemen ardından geldi. 3 Nisan 2008 tarihli resmi bildiriye göre:

NATO, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya üyelik için Avrupa-Atlantik yönünde niyet sergilemesini memnuniyetle karşılamaktadır. Bugün bu ülkelerin NATO üyesi olmaları konusunda mutabık kalındı. Üyelik Eylem Planı (MAP), Ukrayna ve Gürcistan için doğrudan üyelik yolunda atılacak bir sonraki adım olacaktır. Bugün, bu ülkelerin MAP başvurularını desteklediğimizi açıkça belirtmek isteriz.47

İki hafta sonra Putin, Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlık ilan eden bölgelerini tanıdı. O yılın Ağustos ayında, Gürcü birlikleri, Gürcü köylerinin bombalanmasına yanıt olarak Güney Osetya’ya girdiklerinde, Rusya da Gürcü ordusunu küçük düşürücü bir geri çekilmeye zorlayan geniş çaplı bir saldırı başlattı.

Üçüncü kriz de Rusya ile Ukrayna arasında gaz ikmali konusunda yaşanan anlaşmazlığın doruğa çıkması oldu. 2006 yılında Rusya, Ukrayna’yı doğal gazı amaçlanan pazarlarından (AB) uzağa yönlendirmekle suçladıktan sonra kısa bir süreliğine Ukrayna’ya giden gazı kesmişti. Bu kez de Ukrayna’nın Rusya’ya borçlu olduğu konusunda bir anlaşmazlık yaşanıyordu. Rusya yine gazı kesti ve sadece Ukrayna’yı mağdur etmekle kalmadı, buradan gelen gaza bel bağlamış 18 Avrupa ülkesinde kesinti yaşanmasına yol açtı.

Yuşçenko-Tymoşenko döneminin Turuncu Devrim’in vaat ettiği radikal değişimi gerçekleştirememesi ve üstüne yaşanan bu çoklu krizler, Yanukoviç’in cumhurbaşkanlığını ele geçirmesiyle sonuçlandı.48 2010 seçimlerini kazandı ve “dengeli bir politika” yürüteceğini ilan etti – AB ile işbirliği vaat etmeye devam etti, ancak NATO üyeliğinden geri çekilme yönünde adım attı.

NATO da bu sırada yayılmacı politikaları konusunda derinden bölünmüş durumdaydı. Fransa ve Almanya, Nisan zirvesinde Ukrayna ve Gürcistan’a üyelik eylem planlarının verilmesini engellemişlerdi, şimdi daha da bastırarak üyelik yolunda ileriye yönelik adımların atılmasını önlemeye başladılar.49 Kıta Avrupası güçleri, Avrupa’ya, dünyanın en büyük rezervlerine sahip Rusya’dan gelecek gaza güveniyorlardı. Alman hükümeti bu güveni pekiştirmek adına; ABD, İngiltere, Polonya ve Ukrayna’ya sırtını dönüp Rusya’yı yeni bir gaz boru hattı projesi olan Kuzey Akım 2’yi inşa etmeye çağırdı. Bu hat, gazı doğrudan Rusya’dan Almanya’ya taşıyan Kuzey Akım 1’e paralel çalıştırılacaktı – fakat bu planlar da 2022’de Ukrayna’nın işgaliyle birlikte rafa kaldırıldı. Fransa ise (işgalden önce) Almanya’nın ihtiyaçlarının yaklaşık yarısını, kendisininkininse takriben dörtte birini karşılayan Rus gazına Almanya kadar bağımlı değildi. Bu nedenle, Batı’nın Rusya ile ilişkilerinde ABD’nin oynadığı baskın rolün yerine kendisini ortaya atıp AB adına bağımsız bir rol üstlenmeye çalıştı.

 

Maidan süreci, Kırım ve Donbas

Yanukoviç yeniden iktidara geldiği sırada siyasi iktidar tökezleyen ekonomiyi kurtarmak adına para birimine tekrar değer kazandırma çabalarına adanmıştı. Yanukoviç, dış desteği güvence altına almak amacıyla hem Rusya hem de AB ile yakınlaşmaya başladı. Rusya, Belarus ve Kazakistan ile birlikte bir gümrük birliğine girmelerini önerirken, AB ise nihai üyeliğin yolunu açmak için tasarlanmış bir ortaklık anlaşmasıyla birlikte bir serbest ticaret anlaşması teklifinde bulundu. Bir gazetecinin aktarmış olduğu gibi:

Yanukoviç, Rusya’nın Ukrayna’nın çökmekte olan ekonomisine çare bulmasına yardımcı olmak üzere gazın fiyatlandırılmasında cömert tavizler vereceğini ummuştu. Bunun yerine, küçük çaplı ve geçici bir fiyat düşürme garantisi aldı – ki bu da, Başkan Vladimir Putin’in hiçbir desteği karşılıksız sunmayan bir lider olduğunun kanıtlarından biridir. Putin gaz fiyatlarını yaklaşık yüzde 40 oranında düşürmeyi teklif etti…ama Kiev’in gümrük birliğine katılması şartıyla… Uluslararası Para Fonu, Yanukoviç’in (oy kaybetme korkusuyla) IMF tarafından önerilen kemer sıkma önlemlerini reddetmiş olması üzerine Kiev’e verilen kredileri askıya aldı. Ancak Moskova’nın gaz fiyatları konusundaki inadı, Kiev’i AB’ye yönelmek zorunda bırakabilir.50

Yanukoviç AB ile bir anlaşma imzalamayı reddedince, oligarklara karşı ayaklanan ve AB’yi oligarklar karşısında iyi bir alternatif olarak gören öğrenciler ile gençlerin başlattığı 2013-14’teki Maidan protestoları yaşandı. Başkan, protestocuları dağıtmak için Berkut (“altın kartallar”) olarak bilinen özel polis birliklerini sokağa saldığında, Maidan, buna tepki gösteren yüzbinlerce kişinin sokağa indiği dev bir harekete dönüştü.51 Adını Kiev meydanından alan Maidan protestoları, ülkenin orta ve batı bölgelerine de yayıldı.

Gösterilere birbirinden farklı gruplar katıldı. Göstericilerin pek çoğu 1991 sonrası Ukrayna’sının siyasi düzenini protesto ediyor, köklü değişiklikler görmeyi bekliyordu. Bir o kadarı da artan polis baskısına öfkeliydi – Ancak, diğerleriyle kıyaslanamayacak küçük bir grup da görüşlerinin alınması için yapılan ankete, muhalif siyasilerin çağrıları üzerine sokağa çıktıları yanıtını verdiler.52 Bununla birlikte, kurulu düzene meydan okuyabilecek güvenilir bir örgütlü güç bulunmuyordu ve bunu fırsat bilen Batı yanlısı oligarşik partiler kendilerini hareketin resmi sözcüleri olarak sunmaya çalıştılar. Ayrıca milliyetçi Sağ Sektör ile bağlantılı faşistler ve aşırı sağcı milliyetçilerin kendisini görünür kılmayı başaran bir azınlığı vardı. Rus devlet medyası tarafından hareketin “faşist bir darbe” olarak tasvir edilmesinin gerçekte yaşananlarla uzaktan yakından bir ilgisi bulunmuyordu ama bu güçler azınlık durumunda olmalarına rağmen, hareketin Berkut’a karşı yürüttüğü mücadelede en örgütlü ve en çok öne çıkan gruplar arasında yer aldı.53

Hareket büyüdü, Yanukoviç Rusya’ya kaçtı ve partisi dağılmaya başladı. Böylece ana muhalefet partisi de kendini, doldurması gereken bir yönetim boşluğunun içinde buldu. Ukrayna üzerindeki nüfuzunu tamamen yitirmekten korkan Rusya buna karşılık – Rusya tarafından kiralanmış bir deniz üssüne ev sahipliği yapan ve Karadeniz filosunu barındıran– Kırım’ı ilhak etti. Kırım, doğu Ukrayna’ya açılan bir köprüydü. Rusya’nın eski vekâlet savaşlarında bulunmuş gazileri Donbas bölgesine girdi ve siyasi yönetime karşı bir ayaklanma başlattılar.54 Donetsk ve Luhansk’taki çoğunluğun Ukrayna’dan ayrılmayı desteklediğine dair kayda değer bir kanıt bulmak zordur.55 Gerçekte bu davayı körükleyen unsurlar, 42 Rus milliyetçisinin Odesa’da öldürüldüğü ölümcül çatışmalar ve Kiev’in, toparlanması gereken Ukrayna ordusunun yerini almaları için aşırı sağla bağlantılı milislere güvenmiş olmasıydı.56 O sırada Donbas’ta;

Çatışma yavaş yavaş, Rusya’dan gelen gönüllü askerler, silah tedariki ve teçhizat akışıyla beslendi ve nihayetinde Ağustos 2014’te Rus kuvvetlerinin gerçekleştirdiği müdahale ile büyük çaplı bir savaşa dönüştü… 2014 ve 2015’te, biri Minsk ve diğeri de Belarus’ta olmak üzere iki uluslararası müzakere yürütüldü; anlaşmazlığın siyasi çözümü için bir yol haritası çizildi. Ancak… fiili bir ateşkes sağlanamamıştı.57

Ukrayna artık kendi dondurulmuş – ya da daha doğrusu kaynayan– çatışmasına sahipti.

Ukrayna’nın en varlıklı oligarklarından biri olan Petro Poroshenko cumhurbaşkanlığını kazandı ve ittifak içinde olduğu kişileri kilit pozisyonlara yerleştirdi. AB ile ortaklık anlaşması imzalandı ve daha sonra anayasa, ülkenin hem AB’ye hem de NATO’ya katılmasını taahhüt edecek şekilde değiştirildi. Takip eden altı yıl içinde kabaca 1,8 milyar dolarlık ABD askeri yardımı alındı.58 Hükümetin konutlarda kullanılan gaza zam yapmayı ve bütçe açığını kısmayı kabul etmesi karşılığında 3,9 milyar dolarlık Uluslararası Para Fonu kredisi alındı.59 Süregiden yaygın yolsuzluğa bir de bu aşamada ortaya çıkan kemer sıkma programı eklenince, 2019 başkanlık seçimleri Poroshenko’nun ezici bir yenilgiye uğramasıyla sonuçlandı. Halefi Volodymyr Zelensky, Ukrayna başkanlığını kazanan bir komedyeni canlandırdığı televizyon dizisiyle tanınıyordu. Siyasi tecrübeye sahip değildi ama yine de ezici bir siyasi zafer elde etti. Pek çok kişi Zelensky’nin nihayet yolsuzlukla mücadele edeceği, oligarklarla baş edebileceği ve Rusya ile olan çatışmayı sona erdirebileceği umuduyla dolmuştu.

Ne var ki yolsuzlukla mücadele tedbirlerinin Mart 2020’ye kadar olan erken döneminin bir uzantısı olarak, hükümet dışarıdaki rakip emperyalist güçler ile içeride rekabet halinde olan oligark gruplar arasında bir denge kurmaya çalışırken Zelensky’nin reformlarının hızı kesildi.60 Bu müdahale, o yıllarda medya imparatorluğundaki başarısıyla giderek artan bir nüfuza kavuşan Viktor Medvedchuk’un yanı sıra Rusya ile bağlantıları bulunan ve giderek daha etkili olmaya başlamış bazı oligarkları da içeriyordu. 2021’in başlarında, Zelensky ve partisi gözden düşmeye başlamıştı.

Bu arada, öncesinde Zelenksy’den taviz koparmayı umut eden Moskova da Donetsk ve Luhansk’ı Ukrayna’ya özel bir özerk statüyle yeniden bir araya getirecek olan “Minsk anlaşmalarının” uygulanamamasının büyük bir hayal kırıklığı yarattığını söylüyordu; Zelensky, Rusya’nın baskılarına boyun eğmek istemiyorsa, muhalefet güçleri arasındaki en muhtemel halefleri Moskova’ya daha kabul edilebilir yanıtlar da üretebilirdi.61 Dahası, Joe Biden’ın 2021’in başlarında ABD başkanı olarak göreve başlaması Ukrayna üzerindeki reform baskısının artabileceğini düşündürüyordu. Gerçekten de, Zelensky belirli oligarkları hedef almaya başlamış, bilhassa da kendi TV programını yayınlayan “1+1” kanalının başındaki Medvedchuk ve Ihor Kolomoisky gibi Washington tarafından sorunlu bulunan sermayedarları hedef tahtasına oturtmuştu.62

İşte Rus birliklerinin Ukrayna sınırına yığılmaya başlaması tam olarak bu dönemde, Rusya’nın, Washington’un Rus güvenlik çıkarlarına saygı duyması talebiyle eş zamanlı olarak 2021 baharında başladı. Zor dönemlerden geçen Biden, önceki güçlü pozisyonuna geri dönebilmeyi umarak Putin’in blöfüne meydan okudu ve gerilimi tırmandıran sarmalı harekete geçirdi.

Moskova tıpkı Gürcistan örneğindeki gibi yine önceki çatışmalarda izlediği yolda ilerliyordu; Putin önce Ukrayna’daki iki ayrılıkçı bölgeyi resmi olarak tanıdı, ardından işgale girişti.

 

İşgale verilen tepkiler

Zelensky’nin bu işgale yanıtı, Batılı güçleri çatışmaya çekmeye çalışmak oldu ve onun bu talebi, AB veya NATO’ya dahil olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin olumlu yanıtlarıyla karşılandı. Biden, ABD’nin doğrudan bir müdahaleye çekilmesinden endişe duyuyordu, Fransa ve Almanya ise bu açıdan daha beter bir durumdaydı. Zelensky ve diğerlerinin, Ukrayna üzerinde “uçuşa yasak bölge” ilan edilmesi çağrılarına direnildi. Çünkü böyle bir girişim NATO ile Rusya jetleri arasında bir sıcak çatışma yaşanmasını kaçınılmaz hale getirecekti.

Ancak Batı, çatışmayı iki şekilde daha tırmandırdı. Birincisi, dolaylı askeri destek sunmasıydı ki bunun ölçeği muazzam bir seviyeye ulaşmıştı. Mayıs 2022’nin sonlarında Biden, Ukrayna için Eylül ayı sonuna kadar harcanması planlanan 40 milyar dolarlık bir pakete izin veren yasayı imzaladı ve ABD desteğini 54 milyar dolara çıkardı.63 Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, Rusya’nın 2021’deki yıllık askeri bütçesi 65,9 milyar dolardı. Ukrayna’nın işgalinden önceki toplam devlet harcamasıysa yılda 30 milyar doların biraz altında seyrediyordu.64 Bu sırada, Almanya bile, çatışma bölgelerine silah göndermeme konusundaki değişmez politikasını tersine çevirdi. Ülkenin yeni sosyal demokrat Şansölyesi Olaf Scholz ise silahlı kuvvetlerinin gücünü yenilemek ve savunma harcamalarını GSYİH’nın yüzde 2’sinin üzerine çıkarmak için 100 milyar Euro harcamaya karar verdi.

ABD ve müttefiklerinin hevesi, Rus emperyalizmine bir darbe indirmek ve kendilerini Çin ile rekabetlerinde daha güçlü bir konuma taşımakla sınırlı değildi; aynı zamanda bu çatışmayı, Afganistan ve Irak’taki önceki savaşların verdiği zarardan sonra Batı emperyalizmini yeniden başlatmak için kullanmaya da çalıştılar. Bu sürecin bir parçası olan NATO ise Doğu Avrupa’daki varlığını önemli ölçüde artırmıştı:

2022’nin başlarında NATO ülkeleri İttifak’ın doğusundaki askeri güçlerini artırmaya başladı… Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesinin ardından NATO, doğu kanadına Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Slovakya’da dört çatışma alanı daha eklemeye karar verdi… 2014 Ukrayna ihtilafından sonra oluşturulan Mukabele Gücü unsurları ilk kez aktif hale getirildi… 16 Mart 2022 itibariyle NATO, doğrudan NATO komutası altında 40.000 askeri, alarm durumundaki 130 müttefik uçağı ve denizde 140 müttefik gemisi bulunduğunu söylüyor.65

Finlandiya ve İsveç’in de başvuruda bulunmasıyla birlikte, NATO’nun daha fazla genişlemek üzere, kendi üyeleri ile Rusya arasındaki sınırı 1.300 kilometreye ulaşacak şekilde bir düzenlemeye gitme yönünde bazı planlar da var. Finlandiya ve İsveç’in de dahil olmalarının önündeki tek engel ise – en azından bu makalenin yazıldığı sırada– Macaristan ve Türkiye’nin bunu onaylamamasıydı. Recep Erdoğan, İsveç’in Türkiye devleti tarafından zulüm gören Kürt azınlığa verdiği desteğe itirazı olduğunu iddia etti. Kuzey ülkeleri kendi topraklarındaki yerleşik Kürt gruplara yönelik zulmü artırma yönünde ilerleyince de bu ilk çıkışından geri adım atmış gibi görünüyordu. NATO’nun genişlemesi, İrlanda ve Avusturya’yı bu askeri ittifakın dışındaki son AB ülkeleri haline getirecek ve Kuzey ülkeleri ile ABD-İngiltere arasındaki giderek artan güvenlik bağını güçlendirecektir.66

Bu askeri yardımların yanı sıra, kapsamlı bir yaptırım tasarısına da başvuruldu. Putin ile bağlantılı oligarkları hedef alma taahhüdü olarak başlayan şey, birkaç gün içinde Rus ekonomisine yönelik daha geniş ölçekli bir saldırıya dönüştü. Bu yaptırımlar, ABD’nin Avrupa’dan gelen bir miktar tereddüt karşısında, birçok Rus bankasını SWIFT sisteminden uzaklaştırarak dış işlemleri daha zor hale getirecek olmasını da içeriyordu. Bunu, ABD, AB, Japonya ve İsviçre’nin Rusya Merkez Bankası’nın varlıklarını dondurmak ve işlemlerini yasaklamak için koordine şekilde harekete geçtikleri çok daha güçlü bir hamle izledi.67 James Meadway’in dile getirdiği üzere, son yıllarda başvurulmaya başlanan bu hamle, merkez bankaları düzeyinden yürütülen bir saldırı biçimidir. Diğer örneklerini görmek için, Avrupa Merkez Bankası’nın 2010’ların başındaki Avrupa borç krizi sırasında İrlanda ve Yunanistan’daki AB kurtarma programlarını dayattığı zamanlara bir göz atmak yeterli olur.68

Bu türden hamlelere karşı çıkılmalıdır. Batı’nın Rusya’ya karşı yürüttüğü ekonomik savaşın askeri çatışmadan ayrı okunabileceği fikri, ekonomik ve jeopolitik çatışmaların iç içe geçmiş şekilde yürütüldüğü emperyalist mantığı görmezden geliyor. Nitekim, Rus ordusunun savaştaki durumundan duyulan hayal kırıklığını kaldıramayan Putin, buna bir yanıt olarak nükleer güçlerini alarm seviyesine yükseltme kartını oynadığında her şey açıklığa kavuşmuştu. Bu tür yaptırımlar tam da solun gerilimi düşürmeye çalışması gerektiği bir zamanda, nükleer silahlı güçler arasında bir “tırmanış sarmalının” başlatılmasına yol açtı.69 Ayrıca yaptırımların ayrım gözetmeyen doğası, sıradan insanların hayatına büyük bir darbe indirip tarifsiz acılara neden oluyor. Kaldı ki, Kuzey Kore ve İran örneklerinin de gösterdiği üzere, yaptırımların politik hatta hızlı değişimlerle sonuçlanabildiğine dair kanıt sunmak da zordur.70

Batı’nın ötesine bakıldığında ise tepkilerin çok daha karışık olduğu görülüyordu. Bunda belki, Batı medyasında Rusya’nın kınanmasına odaklı, diğer gerçeklerin üzerinin örtüldüğü haberler yapılmış olmasının da bir payı vardır. Örneğin, ABD’nin her zaman önemli bir müttefiki olmuş Suudi Arabistan, Rusya’yı kınamaya gönüllü olmadı. Bu kısmen, ABD’nin Suudi petrol ihracatına rakip bir güç olarak ortaya çıkmasından doğan tedirginliğin de bir yansımasıydı – OPEC+ ülkeleri aracılığıyla, yüksek fiyatları sürdürmek için, artan Suudi-Rus iş birliğine bir tepki olarak.71 Ama aynı zamanda, muhalif gazeteci Jamal Khashoggi’nin öldürülmesi üzerine başlayan ABD-Suudi gerilimlerini ve Yemen’deki Suudi destekli güçlere ABD’nin sunmuş olduğu sınırlı desteği de yansıtıyor. Suudi Arabistan’ın çekincelerine benzer şekilde, Birleşik Arap Emirlikleri de Rusya’nın çekilmesini talep eden BM Güvenlik Konseyi oylamasında çekimser kaldı.

Güney Afrika ve Hindistan gibi bazı diğer ülkeler de Batı’nın Rusya’ya yönelik saldırı korosuna katılmaktan kaçındı. Hatta Rusya ile Soğuk Savaş’a kadar uzanan bağları bulunan ve Rusya ile komşusu ve rakibi Çin arasındaki artan ittifaktan endişe duyan Hindistan, daha da ileri gitti; merkez bankası aracılığıyla, geçmişte İran petrolünü satın almak için kullanılana benzer bir mekanizmayı harekete geçirip, yaptırımları atlatmak adına bir rupi-ruble ticaret düzenlemesi oluşturmak için görüşmelere başladı.72

Fakat en belirleyici rolü yine Çin oynadı. Rusya ve Çin, Ukrayna’nın işgalinden hemen önce daha da yakınlaşmış, Şubat ayında ortak bir bildiri yayımlayarak “sınırsız” ve “işbirliğinin kısıtlandığı tek bir alan barındırmayan” bir dostluk içine girdiklerini ilan etmişlerdi.73 Ancak bu, ekonomik ağırlığı ve askeri harcamaları Rusya’nınkinden çok daha fazla olan Çin’in imtiyazlı ortak olduğu bir dostluktu (Şekil 1 ve 2) – ki bu da Rusya’nın Batı pazarlarından giderek daha fazla dışlanması sonucunda iyice güçlendi. Yukarıda belirtildiği üzere, ABD-Çin ilişkileri hem karşılıklı bağımlılık hem de husumet içermektedir ve Çin, bir yandan NATO’nun zayıfladığını görme, diğer yandan da Batı pazarlarına ve hâlâ ağırlıklı olarak dolara, Batı’ya dayalı küresel finansal sisteme erişimini sürdürme arzusu arasında bir karar vermek zorunda kalacaktır. Çin, Hindistan ile birlikte Rusya petrolünün gönüllü bir alıcısı haline gelirken, Putin’e petrolünü satın almanın ötesinde sunduğu maddi yatırım desteği konusundaysa giderek suskunlaştı. Hem Çin hem de Hindistan, Eylül ayındaki BM genel kurulu toplantısında Putin’in planlarını tamamen onaylamak yerine müzakere edilmiş bir barış çağrısında bulundular.

 

Toplumsal sonuçları

Tüm bunların ortaya sermiş olduğu gibi, işgalin yol açacağı sorunlar, bölgedeki anlık jeopolitik gelişmelerin çok ötesine geçiyor. Radikal soldaki savaş karşıtları, tüm askeri müdahalelerin toplumsal sonuçları olduğunu – içeride de bir sınıf çatışması tetikleyebileceğini– ama bu savaşın toplumsal etkilerinin çok daha ağır olacağını defalarca dile getirdi.

Dünyanın birçok ekonomisi, son on yılların en keskin enflasyon ivmesini yaşadı. Savaşı takiben başlayan enflasyon krizi aynı zamanda, COVID-19 karantinaları sona erdiğinde düşmüş olan talebin, kesintiye uğramış mal ve hammadde tedarikiyle birleştiğini de yansıtıyordu.74 Pek çok ülkede yükselmekte olan enflasyonunun bir sonucu olarak gıda fiyatlarıyla birlikte petrol ve gaz fiyatları da on yıllardır görülmemiş seviyelere yükseldi. Bu, merkez bankalarının –enflasyonu dizginlemek için faiz oranlarını yükseltme– eylemiyle birleştiğinde, küresel bir durgunluğa geçişi iyiden iyiye hızlandırdı. Ve Rusya da Batı’nın uyguladığı yaptırım rejimi karşısında dile getirmiş olduğu tehditleri, halihazırda ağır şekilde kısıtlanmış olan gaz ihracatıyla fiilen uygulamaya geçti ki bunun Avrupa’daki durumu daha da kötüleştireceği ortada.

Küresel Güney üzerindeki etkisi ise çok daha derin. Küresel buğday ihracatının kabaca üçte biri Ukrayna veya Rusya’dan geliyor ve tahılın yaklaşık yarısı BM Gıda Programı tarafından sağlanıyor. BM, 26 milyon kişinin kriz seviyesine varmış bir gıda güvensizliği sorunuyla karşı karşıya olduğunu ve bir milyona yakın insanın “yıkıcı bir açlık” ile karşı karşıya olduğunu tahmin ediyor, bunun etkilerinin bilhassa da Afrika Boynuzunda iyice görünür olduğunu belirtiyor.75

 

Savaşı sonlandıracak güç

Sol tüm bunlara nasıl yanıt vermeli? Birçok Batı ülkesinde anaakım siyaset Rusya’yı kınamak için birleşirken aynı zamanda NATO ve AB’nin Ukrayna’da çatışmaya yol açtıklarına yönelik her türlü eleştiriyi susturmaya da çalıştı. Bu argümanlar, İngiltere’de 2001 yılında, Afganistan ve Irak’taki savaşlara karşı çıkmak için başlatılan ve hem Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini hem de ondan önce başlayan NATO genişleme planlarını kınayan “Savaşı Durdur Koalisyonu” (STWC) gibi örgütlerin sert eleştirileriyle yanıtlandı.76

Afganistan ve Irak dönemine kıyasla savaş karşıtı hareketin tabanının daralmış olması, Ukrayna’nın işgalini protesto etmekten kaçınmak için gerekçe olarak kullanılamaz. Bu makalenin yazıldığı günlerde, çatışmanın ne kadar süreceği veya ne kadar tırmanabileceği halen belirsizliğini korumaktaydı. Ateşkes sağlansa bile, ABD hegemonyasının zaman içinde aşınmış olduğu gerçeği, kapitalizmin karşı karşıya olduğu çoklu krizlerle birleştiğinde, emperyalistler arası çatışmaların daha da artabileceği anlaşılıyor. I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde anaakım sosyalist partilerin kendi egemen sınıflarını destekleme yaygarasına kapılmasıyla birlikte devrimci solun ne kadar yalnız kaldığını unutmayalım. Troçki, 1915’te savaş karşıtlarının ilk konferansı olarak düzenlenen Zimmerwald’ın katılımcı sayısı karşısında şöyle diyordu; “Delegeler, Birinci Enternasyonal’in kuruluşundan yarım yüzyıl sonra bile tüm enternasyonalistleri bir araya toplasanız dört vagona sığarlar diyerek kendi aralarında şakalaştılar.”.77 Bundan üç yıl sonra savaşa karşı kuvvetli bir tepki doğu ve derinleşen sınıf mücadelesiyle birleştiğinde Rusya, Almanya ve Avusturya-Macaristan’da savaşı sona erdiren devrimleri başlattı.

Troçki, Lenin ve devrimci solun düşünsel ortaklarının I. Dünya Savaşı’na yaklaşımları, bugün bizlere birçok açıdan başvurulabilecek bir model sunar. Onlar savaşı, yağmalama ve sömürme çabalarında büyük kapitalist güçleri birbirine düşüren emperyalistler arası bir çatışma olarak kabul ettiler ve Alman devrimci Karl Liebknecht’in sözleriyle, “asıl düşmanın içeride olduğunu” eklediler.78 Onlara göre, sosyalistlerin üstlenmesi gereken sorumluluk, eylemlerini kendi egemen sınıflarına karşı yönlendirmek ve uluslararası alanda aynı şeyi yapanlarla dayanışma içinde olmaktı.

Sadece Batı’da değil, Rusya’da da direniş var. 2022 baharındaki büyük baskı, ilk savaş karşıtı sokak hareketine de yöneltilmişti, ancak Putin’in Eylül ayındaki seferberlik emrini takiben yeni bir protesto dalgasının ortaya çıkabileceğine dair umudumuz yeniden canlandı.

Savaş karşıtlığı Rusya’da nüfusun çoğunluğuna yayılmış bir durum olmayabilir; işgalin başlangıcında nüfusun yüzde 60’ının bu istilaya destek verdiği görülüyordu.79 Bununla birlikte, resmi kaynaklar bile Çeçenistan’daki savaşla ya da Kırım’ın ilhakı ile kıyaslanacak olursa bu kez desteğin daha düşük seviyede olduğunu söylüyor.80 Ayrıca, genç nüfusta, bir milyondan fazla nüfusu olan şehirlerde ve geçtiğimiz yıl ekonomik durumları daha da kötüleşmiş olan nüfusun içinde savaş karşıtlığının giderek yükseldiği de anlaşılıyor ki bu da, savaş karşıtı mücadele için, işçi sınıfının bazı kesimlerinde güç kazanma şansı yakalandığı anlamına gelir ve Ukrayna’daki zayıflamış Rus güçlerini desteklemek için isteksiz birliklerin seferber edilmesi bağlamında daha da gelişebilir.

Ukrayna’da yaşanmakta olanlar da bu gidişatı değiştirebilir. Bizler Ukrayna’nın, Rusya’ya karşı yürüttüğü bu vekalet savaşında Batı’nın silahlarıyla donatılmasını talep etmek yerine, savaş karşıtı hareketin dayanışmasından doğan bu gücü hatırlatmaya devam etmeliyiz.81

Özetle, Kiev, Moskova, Londra, Berlin veya Washington, nerede yaşıyor olursak olalım, emperyalistler arası çatışmaların mantığını ortaya serip, savaşa yönelenlerle mücadele edebilmek istiyorsak, işçilerin merkezde olduğu, aşağıdan yükselecek bir hareketin gücüne ihtiyaç duyacağız.

Joseph Choonara, “International Socialism” (Enternasyonal Sosyalizm) dergisinin baş editörü ve Marx’ın Kapital’i İçin Okuma Kılavuzu (Z Yayınları, 2020) kitabının yazarıdır.

Çeviri: Tuna Emren

 

Dipnotlar:

1             Bu makale, ilk olarak Choonara, 2022a’da sunmuş olduğum analizin güncellenmiş halidir. Alex Callinicos, Rob Ferguson, Tomáš Tengely-Evans ve Richard Donnelly, önceki makalenin taslakları üzerinden oldukça faydalı yorumlarda bulundular.

2             Kluth, 2022.

3             IST, 2022.

4             Monthly Review, 2022. Bu görüşün diğer savunucuları arasında küçük Troçkist bir grup olan İngiltere Sosyalist Eylem örgütü de bulunuyor. — Bkz. Evans, 2022.

5             Mason, 2022.

6            Achcar, 2022a, 2022b.

7             Bu argüman Callinicos, 2009’a dayanmaktadır.

8             Cliff, 1974; Binns, 1983; Tengely-Evans, 2022.

9             Callinicos, 2009, s. 169-178.

10           Callinicos, 2009, s. 175-176,

11           Michael Kidron’un “sürekli silahlanma ekonomisi” kavramı için bkz. Choonara, 2021.

12           Konuşmanın dökümü www.nytimes.com/1991/01/30/us/state-union-transcript-president-s-state-union-message-nation.html adresinde mevcuttur.

13           Savunma Bakanlığı, 2020.

14           Bir değerlendirme için bkz. Budd, 2021.

15           Alt-emperyalistler, kapitalist sistemin tarihsel merkezinin dışında ortaya çıkan ve sermaye birikiminin merkezleri ortaya çıktıkça güçlerini büyük emperyalist güçlerle aynı şekilde, ancak bölgesel düzeyde kullanmaya çalışan güçler olarak görülür.

16           Alexander, 2018.

17           Rose, 2014.

18           Troçki, 1974, s.302. Putin’in işgalden birkaç gün önceki konuşmasından; “Bolşevik politikasının bir sonucu olarak, ‘Vladimir İlyiç Lenin’in Ukrayna’sı’ olarak adlandırılabilecek olan Sovyet Ukrayna ortaya çıktı… Ve şimdi onun minnettar torunları Ukrayna’da Lenin anıtlarını yıktılar”—bkz. www.reuters.com/world/ europe/extracts-putins-speech-ukraine-2022-02-21

19           Stalinizm hakkında genel bir tartışma için bkz. Tengely-Evans, 2022

20           Troçki, 1974, s. 303.

21           Putin’in Ukrayna’yı “nazilerden arındırma” iddiaları işgal için sadece bir bahane olsa da, Bandera’nın durumu hem bu tür efsaneleri güçlendirmeye yardımcı oluyor hem de ülkede var olan gerçek faşist grupları cesaretlendiriyor.

22           Snyder, 2022.

23           Weber, 2021, s. 4. Bretton Woods kurumları, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’dur.

24           Geçişten önce kayıt dışı (ve büyük ölçüde yasadışı) piyasa ekonomisine katılanlardan biri de Rus “mafyası”ydı. Sovyetler Birliği’nin GSYİH’sının aşağı yukarı dörtte birini oluşturuyordu— Haynes ve Husan, 2003, s. 125.

25           Haynes ve Husan, 2003, ps. 133.

26           Merkezi kontrolü daha yüksek düzeyde elinde bulunduran Belarus gibi kısmi istisnalar da vardır bkz. Tengely-Evans, 2021.

27           Londra’nın Rus oligarklarının haksız kazançlarının aklanmasındaki rolü bu dönemden kaynaklanmaktadır.

28           Haynes ve Glatter, 1998.

29           Ferguson, 2022a, bu gelişmelere daha ayrıntılı yer veriyor.

30           Carpenter, 2022.

31           ABD dışişleri bakanı James Baker, Şubat 1990’da Gorbaçov’a, ABD’nin NATO’nun “şimdiki konumundan doğuya bir inç kaymayacağını” kabul etmesi halinde Doğu Almanya üzerindeki kontrolünden vazgeçip vazgeçmeyeceğini sormuştu —Sarotte, 2021, s. 1.

32           Moldova, Ukrayna ile birlikte, yapısal reformlarına bağlı olmak koşuluyla aday üye olarak kabul edildi.

33           Çeçenler, İnguş halkıyla birlikte, II. Dünya Savaşı’nın sonunda yarım milyonu zorla Kazakistan’a yerleştirilen Stalin’in “sınır dışı edilen halkları” arasında yer alıyordu. Birçoğu sürgünde doğmuştu—bkz. Ferguson, 2000, s. 56.

34           Ferguson, 2000, s. 62.

35           Haynes, 2002, s. 209.

36           Çeçen gerillalar ve İslamcı güçler, 1999’da isyanlarını komşu Dağıstan’a yaymak için çalıştılar ve Moskova’nın da bir işgal başlatmak için bir bahane olarak kullanmak adına bunları teşvik ettiğine dair uzun süredir devam eden iddialar vardır. Ayrıca bir dizi terörist saldırı da yaşanmıştır. bkz. Haynes ve Husan, 2003, s. 197.

37           Haynes ve Husan, 2003, s. 198.

38           Hopkins, 2000. 11 Eylül 2001’deki saldırılardan sonra İslamofobinin yükseldiği de düşünülecek olursa, Putin Çeçenistan’daki eylemlerini savunmak için “Terörle Savaş” söylemini de harekete geçirebilirdi.

39           Haynes, 2007.

40           Bakınız, Yurchenko, 2018, s. 17-18. 2001 nüfus sayımına göre, nüfusun yaklaşık yüzde 30’u ilk dilleri olarak Rusça konuşmasına rağmen, yüzde 17 olarak tanımlandı.

41           Ferguson, 2022.

42           Yurchenko, 2018, s. 15.

43           Plavšić, 2005, s. 27.

44           Yurchenko, 2018, s. 90.

45           Plavšić, 2005, s. 26-27.

46           Yurchenko, 2018, s. 133-134.

47           https://www.NATO.int/cps/en/NATOlive/official_texts_8443. htm

48           Ayrıca Tymoşenko’nun iki dönemi arasındaki dönemde, Yuşçenko’nun başkanlığında kısa bir başbakanlık dönemi de vardı.

49           Callinicos, 2010, s. 97.

50           Krushelnycky, 2013.

51           Ferguson, 2014, s. 78-79.

52           Ferguson, 2014, s. 79.

53           Yurchenko, 2018, s. 171-172.

54           Ferguson, 2014, s. 86.

55           2014 yılında yapılan bir ankette Donbas’ta nüfusun yüzde 23’ünün Ukrayna içinde özerkliği desteklediği, yüzde 8’inin bağımsızlığı desteklediğini ve yüzde 23’ünün Rusya’ya katılmayı desteklediği gösterildi —Yurchenko, 2018, s. 178.

56           Yurchenko, 2018, s. 179; Ferguson, 2014, s. 85-86. Aşırı sağdaki Azak alayı için bkz. Ord, 2022.

57           Ishchenko ve Yurchenko, 2019.

58           https://crsreports.congress.gov/product/pdf/IF/IF12040

59           Olearchyk ve Seddon, 2019.

60           Wilson, 2021.

61           Crisis Group, 2021.

62           Wilson, 2021.

63           Edmondson ve Cochrane, 2022. Hayret verici bir şekilde, Kongre’deki sol kanat üyelerinin hiçbiri, hatta solcu senatör Bernie Sanders bile bu pakete karşı çıkmadı.

64           Dünya Bankası verileri.

65           Brooke-Holland,  2022.

66           Stevenson, 2022.

67           Leusder, 2022.

68           Meadway, 2022.

69           Tooze, 2022.

70           Cohen, 2022.

71           OPEC+, 13 OPEC üyesi ve OPEC dışı petrol üreticilerinden oluşmaktadır.

72           Cornish, 2022.

73           2021’den beri Rusya’dan Çin’e gaz taşıyan büyük boru hatları ve şu anda AB pazarlarına tedarik sağlayan projelerden daha fazla boru hattı inşa etmek için yürütülecek bir iş birliği.

74           Choonara, 2022b, 2022c.

75           FAO, 2022.

76           Örneğin bkz. German, 2022.

77           Troçki, 1975.

78           Uluslararası Sosyalist Akım’ın bildirisi için bkz. https://internationalsocialists.org/announcements/ist-statement-on-the-war-inukraine

79           Kizlova ve Norris, 2022.

80           Parker, 2022.

81           Video için bkz. www.youtube.com/watch?v=_fZG7uFRPiE

 

KAYNAKÇA

Achcar, Gilbert, 2022a, “A memorandum on the radical anti-imperialist position regarding the war in Ukraine”, International Viewpoint (28 Şubat), https://internationalviewpoint.org/spip. php?article7540

Achcar, Gilbert, 2022b, “Six FAQs on Anti-Imperialism Today and the War in Ukraine”, International Viewpoint (21 Mart), https:// internationalviewpoint.org/spip.php?article7571

Alexander, Anne, 2018, “The contemporary dynamics of imperialism in the Middle East: a preliminary analysis”, International Socialism 159 (yaz), http://isj.org.uk/contemporary-dynamics-of-imperialism/

Binns, Peter, 1983, “Understanding the New Cold War”, International Socialism 19 (bahar).

Budd, Adrian, 2021, “China and imperialism in the 21st century”, International Socialism 170 (bahar), http://isj.org.uk/china-imperialism-21/

Callinicos, Alex, 2009, Imperialism and Global Political Economy (Polity).

Callinicos, Alex, 2010, Bonfire of Illusions (Polity).

Carpenter, Ted Galen, 2022, “Many predicted Nato expansion would lead to war. Those warnings were ignored”, Guardian (28 Şubat).

Choonara, Joseph, 2021, “The monetary and the military: revisiting Kidron’s permanent arms economy”, International Socialism 171 (yaz), http://isj.org.uk/kidron-pae/

Choonara, Joseph, 2022a, “The devastation of Ukraine: Nato, Russia and imperialism”, International Socialism 174 (bahar), http://isj. org.uk/devastation-of-ukraine/

Choonara, Joseph, 2022b, “Uncertain future: workers in the pandemic”, International Socialism 173 (kış), https://isj.org.uk/ uncertain-futures/

Choonara, Joseph, 2022c, “The gathering storm”, International Socialism 174 (yaz), http://isj.org.uk/the-gathering-storm/

Cliff, Tony, 1974, State Capitalism in Russian (Pluto).

Cohen, Ariel, 2022, “Can Energy Exports Save The Russian War Machine Facing Western Sanctions?”, Forbes (18 Mart).

Cornish, Chloe, 2022, “India explores ‘rupee-rouble’ exchange scheme to beat Russia sanctions”, Financial Times (17 Mart).

Crisis Group, 2021, “Responding to Russia’s New Military Buildup Near Ukraine”, Europe Briefing 92.

DoD, 2020, “Military and security developments involving the People’s Republic of China, https://media.defense.gov/2020/ Sep/01/2002488689/-1/-1/1/2020-DOD-CHINA-MILITARYPOWER-REPORT-FINAL.PDF

Evans, Leslie, 2022, “How World Progressive Forces have Reacted to War in Ukraine”, Socialist Action (16 Mart), www.socialistaction.net/2022/03/16/how-world-progressive-forces-have-reacted-to-war-in-ukraine/

FAO, 2022, “Food crisis tightens its grip on 19 ‘hunger hotspots’ as famine looms in the Horn of Africa—new report”, (21 Eylül), www.fao.org/newsroom/detail/food-crisis-tightens-its-grip-on19-hunger-hotspots-as-famine-looms-in-the-horn-of-africa-newreport/en

Ferguson, Rob, 2000, “Chechnya: The Empire Strikes Back”, International Socialism 86 (bahar).

Ferguson, Rob, 2014, “Ukraine: Imperialism, War and the Left”, International Socialism 144 (sonbahar).

Ferguson, Rob, 2022a, “Imperialism, war and the Eurasian faultline”, International Socialism 175 (yaz), http://isj.org.uk/eurasian-faultline/

Ferguson, Rob, 2022b, “Ukraine—the shadow of 2014 on today’s war”, Socialist Worker (12 Mart).

German, Lindsey, 2022, “We at Stop the War condemn the invasion of Ukraine, and warmongers on all sides”, Guardian (4 Mart).

Haynes, Mike, 2002, Russia: Class and Power 1917-2000 (Bookmarks).

Haynes, Mike, 2007, “The Uncertain Return of Russian Power”, International Socialism 116 (sonbahar).

Haynes, Mike, and Pete Glatter, 1998, “The Russian Catastrophe”, International Socialism 81 (kış), www.marxists.org/history/etol/ writers/glatter/1998/xx/catastrophe.html

Haynes, Mike, ve Rumy Husan, 2003, A Century of State Murder: Death and Policy in Twentieth-Century Russia (Pluto).

Henning, Klaus, 2022, “Trapped in the crossfire: a Marxist history of 20th century Ukraine”, International Socialism 176 (sonbahar).

Hopkins, Nick, 2000, “Blair defends ‘reformer’ Putin’s visit to No 10”, Guardian (17 Nisan).

Ishchenko, Volodymyr, ve Yuliya Yurchenko, 2019, “Ukrainian Capitalism and Inter-Imperialist Rivalry”, in The Palgrave Encyclopedia of Imperialism and Anti-Imperialism (Palgrave).

IST, 2022, “IST statement on the war in Ukraine”, International Socialist Tendency (15 Mart), https://internationalsocialists.org/ announcements/ist-statement-on-the-war-in-ukraine

Kizlova, Kseniya, and Pippa Norris, 2022, “What do ordinary Russians really think about the war in Ukraine?”, LSE blog (17 Mart), https://blogs.lse.ac.uk/europpblog/2022/03/17/what-do-ordinary-russians-really-think-about-the-war-in-ukraine/

Kluth, Andreas, 2022, “A decision tree for Biden if Putin goes nuclear”, Washington Post (21 Eylül).

Krushelnycky, Askold, 2013, “The End of Ukraine’s Balancing Act”, Foreign Policy (6 Şubat).

Leusder, Dominik, 2022, “Strangling Russia’s Economy Won’t End Putin’s War — But Could Be Disastrous for Civilians”, Jacobin (2 Mart).

Mason, Paul, 2022, “Learning to Say ‘Goodbye Lenin’”, https://paulmasonnews.medium.com/learning-to-say-goodbye-lenin-f5f520f0aaef

Meadway, James, 2022, “Central banks as weapons: how the West learned from the eurozone crisis”, Substack (28 Şubat), https:// jamesmeadway.substack.com/p/central-banks-as-weapons-howthe

Monthly Review, “Notes from the editors”, Monthly Review, cilt 73, sayı 11 (Nisan), https://monthlyreview.org/2022/03/07/mr-07311-2022-04_0/

Olearchyk, Roman, ve Max Seddon, 2019, “Poroshenko leaves mixed legacy as he hands over power in Ukraine”, Financial Times (24 Nisan).

Ord, Sam, 2022, “Azov, the far right and ‘national myths’ in Ukraine”, Socialist Worker (20 Mart), https://socialistworker.co.uk/ comment/azov-the-far-right-and-national-myths-in-ukraine/

Parker, Claire, 2022, “58 percent of Russians support the invasion of Ukraine, and 23 percent oppose it, new poll shows”, Washington Post (8 Mart).

Plavšić, Dragan, 2005, “Manufactured revolutions”, International Socialism 107 (yaz).

Rose, John, 2014, “Ukraine and the Bolsheviks”, International Socialism 143 (yaz), http://isj.org.uk/ukraine-and-the-bolsheviks/

Sauer, Pjotr, 2022, “Putin announces partial mobilisation and threatens nuclear retaliation in escalation of Ukraine war”, Guardian (21 Eylül).

Sarotte, M E, 2021, Not one Inch (Yale).

Snyder, Timothy, 2022, “Putin’s denial of Ukrainian statehood carries dark historical echoes”, Financial Times (23 Şubat).

Tengely-Evans, Tomáš, 2021, “Belarus: revolt in the shadow of Stalinism”, International Socialism 169 (kış), http://isj.org.uk/ belarus-revolt/

Tengely-Evans, Tomáš, 2022, “Stalinism’s long shadow”, International Socialism 173 (kış), http://isj.org.uk/shadow-stalinism/

Tooze, Adam, 2022, “Sanctions and MAD: Will a financial panic in Moscow accelerate the ‘logic’ of escalation?”, Substack (27 Şubat), https://adamtooze.substack.com/p/chartbook-88-sanctions-and-mad-will

Troçki, Leon, 1974, “The Ukrainian Question”, in Writings of Leon Trotsky 1938-39 (Pathfinder).

Troçki, Leon, 1975, My Life (Penguin).

Weber, Isabella, 2021, How China Escaped Shock Therapy (Routledge).

Wilson, Andrew, 2021, “Faltering fightback: Zelensky’s piecemeal campaign against Ukraine’s oligarchs” (6 Haziran), https://ecfr. eu/publication/faltering-fightback-zelenskys-piecemeal-campaign-against-ukraines-oligarchs/

Yurchenko, Yuliya, 2018, Ukraine and the Empire of Capital (Pluto).

Enternasyonal Sosyalizm