Stalin ve Bürokrasinin İktidarı

Doğan Tarkan

Sunuş

12 Eylül darbesi nedeniyle yurtdışında sürgünde olan Doğan Tarkan, İşçiler ve Toplum dergisinin 1988 Haziran ayında yayınlanan 5. sayısına o döneme kadar Türkçede yazılmış en güçlü Stalinizm eleştirisini kaleme aldı. O günlerde bazı yazılarını Mehmet Ali Bulut ismiyle yayınlayan Doğan Tarkan, “Stalin ve Bürokrasinin İktidarı” başlıklı makalesinde Rusya’da 1917 yılında gerçekleşen Ekim Devrimi’nden sonra bürokrasinin bir sınıf olarak nasıl olup da iktidarı gasp edebildiğini inceliyor. Çok titiz bir çalışmayla Bolşevik Parti’nin “Tüm iktidar Sovyetlere” sloganıyla işçi sınıfının özyönetim organlarında çoğunluğu kazanan bir parti olmaktan 1936 yılında tamamlanan Stalinist karşı devrimin aparatı olan bir aygıta dönüştüğünü anlatıyor.

Rus devriminin yalnız kalması, ekonomik tecrit, yoksulluk, karşı devrimci güçlerin başlattığı iç savaş, emperyalist güçlerin işgal girişimleri, Bolşevik Partisi içindeki değişim, iç savaşı kazanmak için kurulan Kızıl Ordu’nun ödettiği bedel, işçi sınıfının tüm bu savaş ve yoksulluk koşullarında sınıf şekillenmesini yitirmesi, Bolşeviklerin yeni devletin idaresi için Çarlık devletinin bürokratlarını göreve çağırmak zorunda kalması ve Bolşevik Parti’nin sınıf kompozisyonunun değişerek bürokrasinin bir aygıtına dönüşmesi süreci ayrıntılı bir şekilde makale boyunca inceleniyor. İdeolojik, ekonomik, politik ve örgütsel düzeylerde 1936 yılına gelindiğinde Ekim Devrimi’nde elde kalan son kazanımların da çoktan gasp edildiğini kanıtlayan Doğan Tarkan şekillenen ve iktidarı zapt etmek üzere olan Stalinist bürokrasiye karşı muhalefeti ise şu iki noktada eleştiriyor:

Birincisi; 1936’da ise, partinin 1927’deki parti ile bile benzerliği kalmamıştı. 1927’deki parti, sekreterliğinin liderliği altında bürokrasinin partisi haline gelmişti. Böyle bir partide onun kurallarına uyarak muhalefet yapmaya çalışmak, ya da daha doğrusu muhalefet yapmamak ama muhalif olmak mümkün değildi. Her türden muhalefetin ilk ve temel yanılgısı buydu. İkinci temel yanılgı ise SSCB’yi “işçi devleti” olarak görmeleriydi.

O dönemde Sosyalist İşçi grubu içinde süren bir tartışma nedeniyle Rusya’nın toplumsal niteliği tam olarak ifade edilmiyor ve adlandırılmıyordu. Fakat, bu alıntıda, Tony Cliff’in geliştirdiği ve Rusya’nın 1930’lardan itibaren bürokratik devlet kapitalisti bir toplum olduğu yönündeki fikri Doğan Tarkan’ın da paylaştığını görmemize yardımcı olan bir vurgu var. Sosyalizm mücadelesinin teorisinin ve örgütlenmesinin merkezine yeniden işçi sınıfını konumlandırmak için, işçi sınıfının iktidarda olmadığı, tersine tüm hakları ve kazanımlarının bürokratik bir karşı devrim tarafından gasp edildiği bir rejime “reel sosyalizm” de “bürokratik bir işçi devleti” de denemez. Doğan Tarkan’ın bürokrasinin şekillenmesi karşısında Lenin’den yaptığı şu alıntı çok hayati bir önem taşıyor:

Bugünkü devletimiz bürokratik deformasyona uğramış bir işçi devletidir… Devletimiz öyle bir durumdadır ki, tamamen örgütlenmiş proletarya kendisini ona-karşı korumalıdır ve biz işçilerin kendi örgütlerini, kendilerini kendi devletlerinden korumaları için kullanmalıyız.

Lenin daha 1922 yılında işçilerin kendilerini ona karşı korumak zorunda oldukları bürokrasiye bulanmış bir devletle yüz yüze olduklarını söylüyordu. 1917 Devrimi’nden sonra Rusya’da yaşananlar, sadece bir tarih tartışması değil, bugün de sosyalizm mücadelesinde işçi sınıfının rolünü kavrama mücadelesinin bir parçasıdır. “Sosyalizm büyük işçi yığınlarının kendi eylemidir” diyen Doğan Tarkan’ın bu makalesini Tarihten Yapraklar bölümümüzde dikkatinize sunuyoruz.


1. Arka Plan: 1917-1924

26 Ekim’de Bolşevik Partisi’nin ilk karşılaştığı muhalefet Geçici Hükümet’in iki ‘sosyalist’ partisi, Menşevikler’den ve Sosyalist Devrimci Parti’den geldi. Bolşevikler’in çoğunlukta olduğu Petersburg Sovyeti Askeri Komitesi’ne bağlı Kızıl Muhafızlar ve askeri birlikler Geçici Hükümet’in son kalesi olan Kışlık Sarayı kuşattıkları sırada toplantısına başlayan İkinci Tüm Rusya Sovyet Kongresindeki Menşevik, Bund ve sağ Sosyalist Devrimciler kongreyi terk ettiler. Geride toplam 650 delegeden 390 Bolşevik, 80 kadar sol Sosyalist Devrimci ve 20 kadar diğer gruplardan delege kaldı. Çoğunluk vardı. Diğer delegelerin itirazları arasında Bolşevik çoğunluk 9 aydır büyük işçi çoğunluğunun temel sloganı olan ‘Bütün iktidar Sovyetlere’ sloganının artık gerçekleştiğini açıklıyordu, iktidar Geçici Hükümet’ten Sovyetlere geçmişti. Sovyet Yürütme Komitesi (VTsIK) seçimleri yapıldı, seçilen Yürütme’de 14 Bolşevik, 7 sağ Sosyalist Devrimci, 3 Menşevik ve 1 Birleşik Enternasyonalist (M. Gorki’nin grubu) vardı. Menşevikler’in ve sağ Sosyalist Devrimcilerin kongreyi terk etmeleri üzerine yeni bir seçim yapıldı. Bu kez 67 Bolşevik, 29 sol Sosyalist Devrimci, 6 Birleşik Enternasyonalist ve diğer gruplardan 14 delege VTsIK’e seçildiler. Kongre bir de Halk Komiserleri Konseyi, (Sovnorkom) seçti. Sovyet yasama, Sovnorkom ise yürütme organı idiler. Sovnorkom seçimleri öncesi sol Sosyalist Devrimcilere katılmaları önerildiyse de bu grup bunu reddetti ve böylelikle hükümet tamamen Bolşevikler’den oluştu.

Bu ilk politik karşı çıkışı beyaz generallerin askerî harekâtı izledi. 26 Ekim’de General Krasnov’un, daha önce Kornilov ayaklanmasına katılmış olan birlikleri Petersburg’a yürümeye başladı. Ertesi gün Petersburg’a 40 km. uzaklıktaki Gatçina kenti ele geçirildi. General Krasnov ise Petersburg’dan 25 km. uzaklıktaki Tsarskoe Jelo kentine kadar ilerledi. 30 Ekim’de Krasnov’un birlikleri Petersburg’un eteklerinde Troçki’nin örgütlediği işçi milisleri ve denizciler tarafından Gatçina kentine kadar püskürtüldü. 2 gün sonra ise Krasnov ele geçirilen Gatçina kentinde tutuklandı.

Memurlar ve ‘Aydınlar’ Direniyor

İşçi milisleri General Krasnov ile savaşırken Petersburg’da 27 Ekim’de tüm devlet memurları genel greve çıktılar. Çeşitli bakanlık memurlarının yanı sıra, bankalar ve kütüphanelerde çalışan 50 bin memur da greve çıktılar. Bakanlık memurlarının grevi uzadı. Onları Menşevikler’in ve Sosyalist Devrimcilerin etkin oldukları telgraf, posta ve telefon memurlarının grevi izledi. Krondstadt denizcileri telgraf ve telefonları çalıştırmaya uğraştılarsa da araçların tahrip edildiğini gördüler. Sonunda çeşitli fabrikaların işçileri bazı telgraf çalışanlarını yeniden işe başlamaya ikna ettiler.

En önemli direniş ise yine Menşevikler’in ve Sosyalist Devrimciler’in etkin oldukları demiryolu işçileri sendikası Vikzhel’den geldi. Bu sendikada 3 grup çalışan vardı. Birinci grupta üst yöneticiler, ikinci grupta daha aşağı memurlar, mühendisler ve teknik elemanlar vardı. Bu iki grup tüm çalışanların yüzde 17’sini oluşturuyordu. Geri kalan yüzde 83 ise işçi idi. Vikzhel’in yönetimi ise şöyle oluşmuştu: 12 üst yönetici, 10 mühendis ve teknisyen, 3 avukat, 2 doktor, 3 büro memuru, 2 makinist ve 8 işçi. Kısacası, üyelerin yüzde 17’sini oluşturan memur kesimi sendika yönetiminin yüzde 75’ini oluşturmaktaydı. Vikzhel Bolşeviklerin, Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler ile koalisyon kurmasına kadar grev yapacağını açıkladı. Devrimin en hareketli günlerindeki demiryolu işçilerinin bu grevi Bolşevikler için çok acı sonuçlar yarattı. Memurların ve öğretmenlerin grevi Petersburg’da 13 Ocak 1918’e kadar 2,5 ay, Moskova’da ise 4 ay sürdü.

Sol Sosyalist Devrimciler Hükümete Giriyor

Menşevikler’in ve sağ Sosyalist Devrimciler’in 2. Sovyet Kongresi’ni terk etmeleri ve ardından hızla karşı-devrime katılmaları, Bolşeviklerin karşılaştığı ikinci siyasal sorunu yarattı ve bu sorun esas olarak parti saflarında yaşandı. Kamanev, Zinoviev, Rykov, Nogin ve Lunaçarsky ayaklanmanın olgun olmadığını, iktidarın korunamayacağını söyleyerek hükümetin diğer partilere yayılmasını teklif ettiler. Aynı günlerde demiryolu işçileri sendikası Vikzhel’de aynı talebi ileri sürüyor hatta daha da ileri giderek Lenin ve Troçki’nin hükümetten çıkarılmasını istiyordu. Sağ kanadın ısrarı üzerine Bolşevik Merkez Komitesi diğer partilerle görüşmelere başlanmasına karar verdi. Ancak Bolşevikler diğer partilerin Sovyet iktidarını tanımalarını, hükümette Bolşevikler’in çoğunluk olmasını ve diğer partilerin barış, toprak gibi kararları desteklemelerini koşul olarak ileri sürüyorlardı.

Görüşmeler sırasında Bolşevik Merkez Komitesi, Lenin ve Troçki’nin olmadığı bir toplantısında Vikzhel’in Lenin ve Troçki’nin hükümetten çıkarılması talebini oyladı. Öneri 7’ye 4 reddedildi. Ancak diğer partiler taleplerinde ısrar ettiler ve bu arada Sovyet Yürütmesi’nin genişletilmesini ve Petersburg ve Moskova Duma’larının burjuva temsilcilerinin de VTsIK’e alınmasını önerdiler, özellikle sağ Sosyalist Devrimcilerin anlaşmaya niyetleri yoktu. Sosyalist Devrimciler “Bizim için Bolşeviklerle aynı hükümette bulunmak düşünülemez” diyorlardı.1 Görüşmeler kesildi. Bolşevik Merkez Komitesi sorunu görüşmeye başladı. Lenin, Troçki, Stalin ve Sverdlov görüşmelerin kesilmesini isterken Merkez Komitesi’nin diğer 10 üyesi görüşmelerin devamına karar verdi. İleriki günlerde Bolşevik Partisi’nin sağ kanadı sorunu VTsIK’e, ardından da Petersburg ve Moskova Sovyetler’ine getirdi. Sonunda sağ kanat tartışmayı kaybetti. 6 Merkez Komitesi üyesi ve 4 Halk Komiseri istifa ettiler. İstifa edenler kısa bir süre sonra istifalarını geri aldılar. Bütün bu tartışmalar esnasında sağ Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler tutumlarında hiçbir değişiklik yapmadılar, ancak Sosyalist Devrimci Parti’nin sol kanadı hükümete katılmaya karar verdi. Yeni hükümette 11 Bolşevik’e karşı 7 sol Sosyalist Devrimci vardı.

Kurucu Meclis

Kurucu Meclis talebi Şubat 1917’den beri tartışılmaktaydı. Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler Kurucu Meclis isterken, Bolşevikler ancak Sovyetlerin yayılması ve güçlenmesi koşulu ile Kurucu Meclis’e taraftardılar. Ekim ayaklanmasının ardından Kurucu Meclis talebi daha da güçlü olarak gündeme geldi. Bolşeviklerin sağ kanadı da bu talebi destekledi. Lenin seçimlere karşı çıktı ve yalnız kaldı. Çünkü o, eski seçmen kütükleri ile yapılacak olan seçimlere güvenmiyordu. Seçimler bir hafta sürdü. Sonunda Sosyalist Devrimciler yüzde 41,1 Menşevikler yüzde 3,3 burjuva Kadet Partisi yüzde 4,8 çeşitli diğer sol ve milliyetçi gruplar yüzde 27,2 oranında oy alırken Bolşevikler de yüzde 23,6 oy aldılar.

Seçilen 707 temsilcinin 370’i sağ Sosyalist Devrimci, 40’ı sol Sosyalist Devrimci, 175’i Bolşevik, 16’sı Menşevik, 2’si Halkçı Sosyalist, 17’si Kadet, kalan 87’si ise diğer partilerdendi.3 Ancak oy dağılımı büyük sanayi kentlerinde ve bu kentlere yakın askeri birliklerde tamamen farklıydı. Buralarda Bolşevikler oyların üçte ikisini almışlardı. Sosyalist Devrimciler’in oyları ise esas olarak sol kanadın programı sayesinde köylerden toplanmıştı. Seçimlerden hemen sonra Sosyalist Devrimci Parti’nin sol kanadı kendi bağımsız kongresini yaptı ve böylece bu parti resmen ikiye bölündü. Seçilen temsilcilerin ise ufak bir kısmı sağ kanada katıldı. Böylece sağ Sosyalist Devrimciler seçmenler arasında azınlığı temsil eder duruma geldiler.

Kurucu Meclis 5 Ocak 1918 günü toplandı. Sverdlov Sovyet Yürütmesi adına Halk Komiserleri Konseyi’nin kararnamelerini özetleyen bir bildirge okudu. Bildirge 237’ye 135 oyla reddedildi. Aynı akşam Sovyet Yürütmesi VTsIK, Kurucu Meclis’i burjuva karşı-devrimin mihrakı olduğu gerekçesi ile dağıttı. Kurucu Meclis bir daha toplanamadı.

Brest-Litovsk Barış Antlaşması

1917 Şubat-Ekim ayları boyunca işçi gösterilerinin temel sloganlarından birisi de barış idi. Ekim ayaklanmasının hemen ardından yeni Sovyet Hükümeti’nin karşısına çıkan belki de en önemli sorun Almanya ile yapılacak barış antlaşması idi. 3 Aralık günü Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile görüşmeler başladı. Almanya Rusya’nın bazı parçalarının ilhakını da içeren ağır koşullar öne sürünce Sovyetler adına görüşmelere katılan Troçki ve Radek geri döndüler. Bolşevikler barış sorununun tartışılmasında ciddi bir biçimde bölündüler.

1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Lenin, muzaffer proletaryanın derhal dünya devrimini teşvik etmesini ve devrimci bir savaşı başlatmasını öngörmekteydi. Almanya ile barış görüşmelerinin kesilmesi üzerine Lenin bu kez, koşulları göz önüne alarak 1915’ten beri sahip olduğu görüşün tam tersini savundu ve Almanya’nın koşullarının kabul edilmesini önerdi. Lenin’e göre Sovyet Rusya o günkü koşullarda Almanya’ya karşı bir savaş başlatamazdı. Ekim ayaklanması sırasında sağ kanada karşı kendisini destekleyenler, Lenin’in bu yeni tutumu nedeniyle derhal onun karşısına geçtiler. Partinin sağ kanadı ise bu kez Lenin’i desteklemekteydi.

8 Ocak’ta toplanan genişletilmiş Bolşevik Partisi Merkez Komitesi toplantısında üç fraksiyon ortaya çıktı. Lenin, Sverdlov, Stalin, sağ kanat, Kamanev, Zinoviev ve Sokolnikov birinci grubu oluşturuyordu. İkinci grup Troçki ve taraftarlarıydı. En güçlü grubu ise Bukharin’i destekleyenler oluşturuyordu. Yapılan oylamada Lenin’in tezi 15, Troçki’nin tezi 16 oy alırken Bukharin’in tezi 32 oy aldı.4 Daha sonra Lenin bu durumu 1907’de parti çoğunluğunun Duma seçimlerini boykot ederken, kendisinin değişen sosyo-ekonomik koşullardan dolayı Menşeviklerle birlikte boykota karşı çıktığı duruma benzetti.5

İkinci Merkez Komitesi toplantısı daha da hararetli geçti. Dzershinsky, Lenin’in tutumunu Ekim ayaklanmasından önce ayaklanmaya karşı çıkan ve ayaklanma gününü açıklayarak partiye büyük zarar veren Kamanev ve Zinoviev’in durumuna benzetti. Bukharin ise bu tutumu Alman ve Avusturya- Macaristan proleterlerini arkadan bıçaklamak olarak nitelendirdi. Petersburg ve Moskova Komiteleri’nden gelen delegeler ‘biz Lenin’in eski tutumunu destekliyoruz’ dediler. Lenin’i destekleyen Stalin ise: “Şu anda Batı’da hiçbir devrim hareketi yok, sadece potansiyelleri var ve biz potansiyellere güvenemeyiz.” dedi.6 Yine Lenin’i destekleyen Zinoviev ise, Stalin gibi Batı’da devrimci bir gelişmenin beklenemeyeceğini belirtti. Lenin’in tutumunun ise Zinoviev ve Stalin’in tutumuyla ilgisi yoktu. “Potansiyellere güvenemez miyiz?” diye soruyordu Stalin’e.

Evet, şu anda Batı’da devrimin başlamadığı doğrudur… Ama Almanya devrime gebedir… Eğer barış görüşmelerinin bitmesi Alman hareketini derhal geliştirecekse, o takdirde kendimizi bizden çok daha güçlü Alman devrimi için feda etmeliyiz.7

Sonunda Merkez Komitesi Troçki’nin ‘Devrimci bir savaş istiyor muyuz?’ sorusuna 2 evet, 10 hayır; Lenin’in ‘Bir barış istiyor muyuz?’ sorusuna da 12 evet 1 hayır oyu verdi. Son olarak Troçki’nin ‘Savaşı durdurmak, barış görüşmelerini devam ettirmek ve orduyu dağıtmak’ önerisi 7 hayır oyuna karşılık 9 evet oyu ile kabul edildi. Bu toplantının ardından büyük bir grup Merkez Komite üyesi, çeşitli VTsIK üyeleri ve çeşitli parti komitelerinin üyeleri bir parti kongresi talep ettiler.

18 Şubat’ta Alman ordusu taarruza geçti. O sabah yapılan Merkez Komitesi toplantısında Lenin yine ‘derhal barış’ önerdi, önerisi 7’ye karşı 6 oyla kay- betti. Akşam Alman ordusunun birçok şehri ele geçirdiği ve Ukrayna’da direnişsiz ilerlediği haberi geldi. Bu kez Troçki barıştan yana oy verdi ve barış önerisi 7’ye karşı 6 oyla kabul edildi. 4 gün sonra da Almanya daha ağır koşullar ileri sürerek barış önerisini kabul etti. Almanya’nın koşullarına göre Rusya tüm Baltık bölgesini, Beyaz Rusya’nın bazı bölgelerini kaybediyor; Kars, Batum ve Ardahan Türkiye’ye veriliyordu. Rusya ordusunu tamamen dağıtacak, Finlandiya ve Ukrayna’dan çekilecek, Ukrayna Halk Cumhuriyeti ve Rada milliyetçileri ile bağımsız barış görüşmelerine başlayacaktı. 3 Mart’ta Sovyet Rusya Almanya’nın tüm taleplerini ‘Bugünkü koşullar altında Rusya’nın tercih özgürlüğü yoktur’ diyerek kabul etti ve antlaşma imzalandı. Antlaşma ile birlikte Sovyet Rusya 3 milyon 443 bin km. kare toprak (tüm topraklarının 1/4’ü) ve 62 milyon nüfus (tüm nüfusunun yüzde 44’ü) kaybediyor, tahıl ürününün 1/3’ünü ve tüm sanayisinin yüzde 56’sını terk ediyordu.

Barış antlaşmasına karşı parti içinde başlayan ayaklanma 6-8 Mart’ta toplanan parti kongresinde mağlup oldu. Ancak Lenin’in tutumuna karşı olanlar hiç de küçümsenemez. 42 il Sovyet’inin 6’sı Lenin’i desteklerken, 20’si ‘devrimci savaş’ istemekteydi. Kasabalarda ‘devrimci savaş’ isteğinin oranı daha da yüksekti. Bu arada Bukharin’in Sol Komünistler fraksiyonu Komünist adlı bir dergi çıkarmaya başladı. Bukharin’in yanı sıra Kollontai, Innesse Armand, Radek, Uritsky, Piatakov ve birçok önde gelen Bolşevik daha bu yayında yer aldı. Bir süre için Komünist’in satışı parti merkez organı Pravda’dan daha yüksekti. Barış sorunu nihai olarak 15 Mart’ta toplanan 4. Sovyet Kongresi’nde çözüldü. 748 delege barıştan yana oy verdi. 197 sol Sosyalist Devrimci ve 64 ‘Sol Komünist’ karşı oy verdi. 115 delege ise çekimser kaldı. Barış antlaşması nedeniyle Sol Sosyalist Devrimciler hükümetten çekildiler.

İç Savaş

Almanya ile barış antlaşmasının imzalanmasından sonra bir ölçüde nefes alınabileceği sanılırken, bu kez de bütün şiddetiyle iç savaş başladı. İç savaş ve onunla birlikte önce sağ Sosyalist Devrimciler’in, ardından Menşevikler’in ve onların da ardından sol Sosyalist Devrimciler’in birer birer Sovyet rejimine karşı çıkmaları, beyaz generallere katılmaları ve son olarak da Kronstadt ayaklanmasını kışkırtmaları Sovyet rejiminin tek partili olmasının yolunu da açtı.

Bolşevik baskıyla önce burjuva Kadet Partisi yüz yüze geldi. Ne var ki, açıkça Sovyet rejimine karşı olan, daha da öteye silahlı örgütlenmelere sahip olan ve yine açıkça beyaz generalleri destekleyen Kadet Partisi’ne uygulanan baskıyı tam bir fasit daire içinde sağ Sosyalist Devrimciler protesto etmekteydi; bu defa onların uğradığı baskıyı Menşevikler, onların uğradığı baskıyı da sol Sosyalist Devrimciler protesto etmekteydi. 1918 Haziran’ı ile sağ Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler’in bir kısmı Kadetlerle birlikte beyaz generallere, bir kısmı ise Bolşevikler’e katıldı.

Burjuva Kadet Partisi liderleri için Ekim Devrimi’nden bir ay sonra Sovnorkom tarafından tutuklama kararı çıkarıldı. Hükümet Kadet şeflerinin beyaz generallerden Kornilov ve Kaledin ile olan ilişkilerini ortaya çıkarmıştı. Hükümetin bu kararı VTsIK içinde sol Sosyalist Devrimciler ve Enternasyonalist Menşevikler tarafından protesto edildi. Buna rağmen tutuklama ve Kadet Partisi’ni sıkı gözaltında tutmaya ilişkin kararname “koşullar normalleşinceye kadar geçici” idi.8 Öte yandan bu kararnameye rağmen Kadet Partisi’nin gazetesi Svaboda Rossi, iç savaşın başlamasına kadar —Moskova’da bir ölçüde baskı görmesine rağmen— serbestçe yayınlandı.

Esas olarak küçük burjuva aydınlardan oluşan sağ Sosyalist Devrimci Parti önderliği 1917’den itibaren hızla Kadet Partisi’ne yaklaştı. Ekim ayından sonra ise bu iki parti arasında hemen hiç fark kalmamıştı. 1918 Mart ayında sağ Sosyalist Devrimci ve Menşevik Partileri Soiuz Vozrozhdeniia (Yenileşme Birliği) adlı bir örgüt kurdular. Birçok yerde Kadet Partisi’nin en sağ kanadı olan Oktobristler de Yenileşme Birliği’ne katıldılar. Sağ Sosyalist Devrimciler’in askeri örgütü birlik için bir askeri örgüt oluşturmaya başladı. Başına da sağcı bir general getirildi. Birliğe daha sonra Halkçı Sosyalistler de katıldı.

Sağ Sosyalist Devrimciler’in monarşistlerle birlikte oluşturdukları bir başka örgüt ise Anavatan ve Özgürlükleri Koruma Birliği’dir. Bu örgüt 1918 yazında birçok ayaklanma örgütledi. Çekoslovak Alayı ayaklanıp Şamara kentini ele geçirdiğinde, sağ Sosyalist Devrimciler burada bölgesel bir hükümet kurdular. Benzer bölgesel hükümetler iç savaş boyunca Menşevikler, Halkçı Sosyalistler ve sağ Sosyalist Devrimciler tarafından da çeşitli yerlerde kuruldu.

1919 Bahar’ında beyaz General Kolçak artık Sovyet Devleti için tam bir tehlike haline gelmişti. Beyaz orduların hızla güçlenmesi ve yayılması, Sosyalist Devrimciler’in ve Menşevikler’in Beyazlarla birlikte davranması üzerine 14 Haziran 1918’de VTsIK Menşevikleri ve Sosyalist Devrimcileri Sovyet’ten ihraç etti. Sol Sosyalist Devrimciler ise 6 Temmuz’da ayaklandılar. Ayaklanma şiddetle bastırıldı. Sol Sosyalist Devrimci Partisi’ne resmen ayaklanmaya karşı çıktığı için Sovyet toplantılarına katılma izni verildi. Fakat sol Sosyalist Devrimci Partisi bu arada eriyip yok oldu. Çekoslovak Alayları’nın ayaklanmasına kadar sol Menşevik gazete Novaia Zhizn açıkça Bolşevik hükümet aleyhine propaganda yaptı. Gorki bir makalesinde Lenin için “katil”, “deli”, “Bakunin gibi bir anarşist” türünden suçlamalar yapmaktaydı.

Menşevik Merkez Komitesi, saflarında beyaz generallerle birlikte davrananlar olmasına rağmen 1919 ilkbaharına kadar eleştirel bir biçimde Sovyet Hükümeti’ni destekledi. Bu tarihte Kolçak orduları iyice ciddi bir tehlike haline gelince, Sosyalist Devrimcilerle birlikte açıkça Sovyet Hükümeti’ne karşı çıktılar ve Mayıs 1919’da da bütün Menşevik önderler için tutuklama kararı çıktı. Menşevik Parti üçe bölündü. Bir kısmı Bolşevikler’in silahlı mücadele ile devrilmesi gerektiğine inanarak beyaz generallere katıldılar. Bir diğer kısmı ise Bolşevikleri destekledi ve giderek onlara katıldı. Merkez Komitesi etrafındaki ana kesim ise 1921 Krondstadt ayaklanmasına kadar merkezci bir tutum aldı. Menşevikler 1920 sovyet seçimlerinde de önemli gelişmeler elde ettiler.

Moskova Sovyeti’nde 46, Kharkov Sovyeti’nde 205, Yekaterinoslov Sovyeti’nde 120, Tulo Sovyeti’nde ise 50 delege kazandılar. Sendikalarda da 1917 öncesi güçlerini yeniden kazanmaya başladılar. 1921 Kronstadt ayaklanması ve onun öncesindeki ve sonrasındaki grevlerde de Menşevikler aktif bir rol oynadılar ve bunun üzerine sistemli bir baskıyla giderek siyaset alanından yok oldular.

Özetle, 26 Ekim günü toplanan 2. Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi’nde 690 delegeden 390’ını oluşturan Bolşevikler, Mart 1918’de 1160 delegeden 796’sını, bir sonraki 4. Kongre’de ise 954 delegeden 933’ünü oluşturuyorlardı. Daha sonra hiçbir Sovyet Kongresi’nde Bolşevik olmayan delege görülmedi.

Parti ve Devlet İç içe Giriyor

Krondstadt ayaklanması ile Bolşevikler ülkedeki tek parti haline geldiler. Gerçekte ise 1918’in başından itibaren Bolşevik Partisi ile devlet giderek iç içe girmekteydi. Parti kongreleri bu durumu görüyor ve partinin devlet fonksiyonlarını üstlenmemesi için uyarılarda bulunuyordu. Mart 1919’da toplanan 8. Kongre parti ile Sovyet ilişkisi üzerine şunları söylüyordu:

Komünist Partisi programının gerçekleşmesi için mevcut devlet organlarında -Sovyetlerde- tam egemenliğini ister… Fakat parti fraksiyonlarının fonksiyonları ile devlet organlarının -Sovyetlerin- fonksiyonları hiçbir şekilde karıştırılmamalıdır.9

11. Parti Kongresi (Mart 1922) ise şöyle diyordu:

Parti kendi faaliyetiyle Sovyet organları arasında, kendi aygıtları ile Sovyet aygıtları arasında çok daha kesin bir önlem almalıdır… Şimdi çok önemli bir görev parti ile Sovyet kurumları arasındaki doğru iş bölümünü kurmak ve her ikisinin karşılıklı haklarını ve görevlerini oluşturmaktır.10

Ekonomik Durum

Devrimin hemen ardından Rusya ekonomisi tam bir kaos yaşamaya başladı ve bunun sonucu olarak ekonomi tam anlamı ile çökmeye başladı. Sanayi, hammadde ve yakıt yokluğundan durdu. Başta Petersburg olmak üzere büyük kentlerde açlık başladı. Günlük ekmek 100 grama düştü. 11 Mayıs 1918’de bütün bölgelere çekilen bir telgraf bu durumu çok açıkça göstermekteydi:

Petersburg emsali görülmemiş bir felaket durumunda. Ekmek yok. Nüfusa son kalan nişasta ve ekmek kabuklan verildi. Kızıl başkent açlıktan telef olmanın eşiğinde. Karşıdevrim başını kaldırıyor ve aç yığınların memnuniyetsizliğini Sovyet Hükümetine karşı yönlendiriyor. Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adına Petersburg’a acil yardım istiyorum.11

Gerçekten de çeşitli bölgelerde açlığın sonucu “Yaşasın Kurucu Meclis” ve hatta “Yaşasın Çar 2. Nikola” sloganları ortaya çıkıyordu. Hiçbir merkezi plan yoktu. Fabrika komiteleri hammadde alabilmek için makina satmaktaydılar. Demiryolları çökmüştü. Demiryolcuların grevi her şeyin üstüne tuz biber ekmekteydi. Bütün bu gelişmelerin ürünü olarak işten çıkarmalar başladı. 100 binlerce işçi işten çıkarıldı. Brest-Litovsk antlaşması ile soluk alınacağını düşünen Lenin, uzun vadeli yeni bir ekonomik reform modeli geliştirmeye başladı: Devlet kapitalizmi.

İşçilere söylemeliyiz. Evet, bu bir geri adımdır ama kendimize bir çare bulmalıyız.12

Hedef özel sermaye ile devletin iş birliğini sağlamaktı. Bu politikanın ilk ürünleri hemen görüldü ve sanayi yeniden toparlanmanın işaretlerini vermeye başladı. Bu arada hemen belirtmek gerekir ki, 14 Kasım tarihli kararname fabrika komitelerine yönetimi denetleme, asgari üretimi saptama, yönetimin tüm yazışmalarını ve muhasebesini kontrol etme hakkı veriyordu. Kapitalistlerle devletin iş birliğini sağlamanın yanı sıra Lenin; “Artık burjuva entelektüellerini çalışmamıza katmak acil, olgunlaşmış ve kaçınılmaz bir hedeftir.” diyordu.13 Sosyalizm daha gelişkin üretici güçlerdir, emeğin daha üretken olmasıdır. Çeşitli alanlardaki bilgi, teknoloji ve deney olmadan sosyalizme geçiş mümkün değildir. Lenin teknik elemanlara yüksek maaşlar verilmesini önermekteydi:

Sınıf bilinçli işçilerin ezici çoğunluğu bu harcamayı (teknik elemanlara yüksek maaşı) anlayacaktır. Çünkü pratiklerinden biliyorlar ki, geriliğimiz bize milyarlara mal olmaktadır… Yüksek ücretin Sovyet otoriteleri ve büyük işçi yığınları için çürüme olduğu ise tartışma götürmez.14 (abç)

Bütün bunlara ek olarak Lenin, fabrikaların tek bir uzmanın yönetimine verilmesini ve yeniden iş disiplininin kurulmasını istiyordu:

…Yönetimi kapitalistlerin eline verirken sovyet iktidarının yöneticinin her adımını gözlemesi, onun yöneticilik deneyinden öğrenmesi ve sadece emirlerine karşı çıkma hakkı değil… Sovyet iktidarının organları aracılığı ile geri aldırılabilecek işçi komiteleri ve işçi komiserleri atanmalıdır.15 (abç) Artık sosyalist devrim var ve artık her şey eşitlerin disiplinini kurmakta, kapitalist kışla disiplininin yerini alacak çalışan insanların kendi disiplinini.16 (abç)

Daha ileriki sayfalarda disiplin, ücret, fabrika yönetimi gibi konuların 1929-1936 arasında yeniden gündeme geldiğini göreceğiz. Ve yine göreceğiz ki, Lenin’in düşüncesi ile 1929-1936 uygulamaları arasında hiçbir benzerlik yoktur.

Kapitalistlerin Direnişi ve İç Savaş

Fabrikalardaki işçi kontrolüne karşı kapitalistlerin yoğun bir direniş ve sabotaj hareketi başladı. Birçok işyeri kapandı ya da sahipleri tarafından bilerek çalışamaz hale getirildi. Temmuz 1918’e kadar yaklaşık 500 işyerine el kondu. Bunların çoğunluğu (beşte dördü) bölgesel Sovyetler ya da fabrika komiteleri tarafından gerçekleştirildi. Aynı yılın Temmuz-Aralık ayları arasında ise 1208 işletme devletleştirildi. Bunların 863’üne bölgesel Sovyetler el koydu. 1920 sonuna kadar sanayinin devletleştirilmesi bir ölçüde artarak devam etse de bu yine de küçük boyutluydu ve esas olarak da sabote edilen işletmelerde gerçekleşmekteydi. 1920 Kasım’ında ise 5’ten çok işçi çalıştıran tüm işletmelere el kondu.

Bu kararın alınmasının iki nedeni vardı. Birincisi, iç savaşla birlikte Sovyet rejiminin ihtiyaçları, acilen ve büyük ölçülerde arttı. Ancak bütün tedbirlere rağmen sanayi üretiminin çöküşü durdurulamadı. İç savaşın bittiği 1920 ilkbaharına kadar sanayi üretiminde işçilerin verimliliği 1. Dünya Savaşı öncesine göre 4 kere, 1917 yılına göre ise 3 kere geriledi. Birçok sanayi dalında ise düşüş yüzde 80-90’ı bulmaktaydı.

Bu arada Kızıl Ordu, başta 1917’nin ürünü olan öncü işçiler olmak üzere ülkenin merkezileştirilmiş tüm ürünlerinin yarısını emmekteydi. Ve bütün bu koşullar açlığı, sefaleti, salgın hastalıkları beraberinde getirdi. Kent nüfusu ya Kızıl Ordu’ya katılarak ya da açlıktan kaçıp köylere sığınarak eridi. Petersburg’un nüfusu 1917’de 2,5 milyon iken, 574 bine düştü. Moskova nüfusu da aynı şekilde 1,7 milyondan 1,1 milyona düştü. Tüm diğer sanayi kentleri de aynı akıbete uğradı. 40 il merkezinin toplam nüfusu yüzde 33 azaldı. 1913’de 3,5 milyon olan işçi sınıfı, iç savaşın ardından 1.118.000’e indi. Ancak sanayi işçiliğini terk edenlerin sayısı 2,5 milyondan daha çoktu. Lenin o yıllarda şöyle diyordu.

Savaştan beri Rusya’nın sanayi işçileri çok daha az proleter, çünkü savaş boyunca askerlik hizmetinden kaçanlar fabrikalara gitti. Bu bilinen bir şey.17

Gerçekten de iç savaş boyunca tüm sendikalı işçilerin yarıdan çoğu Kızıl Ordu’ya katılmıştı. Ve 1921’deki 9. Sovyet Kongresi’nde Lenin şöyle diyordu:

…Sanayi proletaryası savaş, sefalet ve yıkım sonucu deklase bir hale gelmiş, başka bir deyişle, sınıf olmaktan çıkmış ve proletarya olarak varlığı sona ermiştir.18

Proletaryanın varlığı sona ererken 1917’de oluşturduğu iktidar organlarının da varlığı sona ermişti.

Fabrika Komiteleri ve Sendikalar

Şubat Devrimi’nin ardından kurulmaya başlanan fabrika komiteleri Bolşevikler’in Ekim ayaklanmasındaki başarısının temel örgütlenmelerinden birisiydi. Bolşevikler Sovyet’e oranla, fabrika komitesinde çok daha güçlüydüler. ‘Bütün iktidar Sovyetlere’ sloganının yanı sıra, fabrika komiteleri de ‘Fabrikalarda işçi kontrolü’ sloganını savunuyorlardı. Ekim’den sonra Çalışma Komiseri olan Schmidt, ‘fabrika komiteleri kurulduğunda sendikalar yoktu ve fabrika komiteleri bu açığı doldurdu’ diyordu.19

Ekim Devrimi’nden sonra fabrika komiteleri ‘tam’ bir özgürlük yaşamaya başladılar. Kapitalistlerin direnişine rağmen fabrika komiteleri birçok yerde büyük ölçüde anarşi içindeki fabrikaları yönetmeye başladılar. Anarşistler bu örgütlenmeyi ‘geleceğin toplumu’ olarak gösteriyorlardı. Birçok Bolşevik’e göre ise fabrika komitesinin ‘yarı otonom ve yarı anarşist tutumu, merkezi bir planlamayı ve dolayısıyla da sosyalizmin inşasını engellemekte’ idi.

Bu arada Bolşevikler doğal olarak sendikalarda da güçlenmeye başladılar. Ocak 1918’de toplanan 1. Tüm Rusya Sendikalar Kongresi’nde 423 delegeden 281’i Bolşevik, 67’si Menşevik, 21’i Sol Sosyalist Devrimci, 10’u Sağ Sosyalist Devrimci idi. 12 delege diğer gruplardan, 32 delege ise partisizdi. Kongre yoğun olarak fabrika komitesi ile sendikalar arasındaki ilişkiyi tartıştı. Delegelerin büyük çoğunluğu fabrikaların yerel kontrolünün dağınık ve koordinasyondan yoksun olduğunda ve bunun yerine merkezi kontrolün gerekliliğinde anlaştı. Büyük çoğunlukla ‘fabrika ve atölye komiteleri ilgili sendikanın yerel organı olmalıdır’ tezinde anlaşma sağlandı.

Öte yanda 1917 sonunda kurulan Yüksek Ekonomik Konsey (VSNKh – YEK) ulusal ekonominin devlet maliyesinin örgütlenmesini üstlendi. YEK, ekonominin genel çizgilerini çizmekte, çeşitli komitelerin (gıda, ulaşım, yakıt, metal vs. gibi), ordu ve donanmanın, Bütün Rusya İşçilerinin Kontrol Komisyonu’nun ve ilgili işçi örgütlerinin (fabrika komiteleri ve sendikalar) faaliyetini birleştirmekte ve koordine etmekteydi. YEK’in 70 temsilcisinden 30’u sendikalardan gelmekteydi. Bölgesel birimlerde ise sendikaların oranı daha da yüksekti. Sendikalar, Yüksek Ekonomik Konsey’de belirleyici bir durumdaydılar. Sendikaların 4. Kongresi’nde Bolşevikler’in önerdiği ve kabul edilen karara göre ‘bütün yönetime ilişkin kararlar, özellikle de emeğin koşulları ve üretime ilişkin kararlar öncelikle ilgili sendika organlarında onaylanmalıydı.’ Ve Çalışma Komiserliği sendika organlarının saptadığı prensipler ve kararlara bağımlıydı.

Bütün bu gelişmeler parti ile devletin iç içe geçmesi gibi, devletin de sendikalarla içice geçmesine yol açtı. Sendikaların bağımsız olduğu 1924’e kadarki dönemde bu bir sorun olmadıysa da 1929-36 arasında sendikalar bürokrasinin işçi hareketini dizginlemekteki bir başka aracı haline geldiler. Sendikalarla ilgili son bir nokta da sendikalı işçi sayısının hızlı artışıdır. 1917 ortasında sendikalı işçi sayısı 693 bin iken, 1920’de bu sayı 5 milyon 222 bine çıktı. Aynı tarihte sanayi işçilerinin sadece 1 milyon 118 bin olduğu hatırlanırsa, yeni sendika üyelerinin çok önemli bir kısmının devlet memurlarından oluştuğu ortaya çıkar.

Ekim Devrimi’ni izleyen ilk günlerde ve hatta iç savaş boyunca grev, işçi sınıfı yaşamının doğal bir parçasıydı. O kadar ki, Zinoviev Halk Komiserleri Konseyi’nin grev fonuna katkıda bulunacağını belirtmişti. En önemli sendika önderlerinden Tomsky ise sendikaların kendilerinin ücretleri ve çalışma koşullarını belirledikleri bir sistemde grevlerin anlamsız olacağını belirtti. Tomsky bu görüşünde tam anlamı ile yapayalnızdı. Ve Tomsky anlamsız bulsa da 1928’e kadar Rusya’da grevler devam etti. İşçiler kendilerini kendi devletlerine karşı korumaya çalıştılar.

İç savaş yılları içinde bazı grevler askeri nedenlerle ya da sabotaj gerekçesiyle yasaklandı. Birçok kez grevciler ve grevleri kışkırtan Menşevikler tutuklandı. Buna rağmen sendikaların grev fonları vardı ve bu fonlar kullanılmaktaydı. İç savaşın ‘savaş komünizmi’ döneminde Lenin ‘binlerce Kızıl Ordu erinin ve işçinin canı mı, yoksa birkaç yüz ya da bin kişinin tutuklanması mı?’ diyerek bir kısım grevlerin bastırılmasından yana oldu. Ancak, iç savaşın bitimi ve NEP dönemi ile birlikte yine aynı Lenin, bu kez bir yandan 1922’de Pravda’da yazdığı bir makalesinde grev fonları kurulmasını önermekteydi20, diğer yandan da işçilerin kendi devletlerine karşı mücadelelerinin gerekliliğini anlatmaktaydı:

Bugünkü devletimiz bürokratik deformasyona uğramış bir işçi devletidir… Devletimiz öyle bir durumdadır ki, tamamen örgütlenmiş proletarya kendisini ona karşı korumalıdır ve biz işçilerin kendi örgütlerini, kendilerini kendi devletlerinden korumaları için kullanmalıyız.21

Ve daha önce grevi anlamsız gören Tomsky ile birlikte 10. Parti Kongresi’ne verdiği önergede Lenin sendikaların kaybolan demokrasilerinin yeniden kurulmasını talep etmekteydi:

Çalışma koşullarına ilişkin işçi yığınlarının çıkarları ile devlet işletmelerinin müdürleri ve yöneticileri arasında belirli bir çelişki var… Kuşkusuz çalışan insanların çıkarını savunmak… devlet aygıtının bürokratik sapmasını düzeltmek… sendikaların görevidir.22

1922’de yapılan 11. Parti Kongresi’nde grev hakkının devlet tarafından bir şekilde bastırılmamasına karar verildi. O yıl 192 bin işçi greve çıktı ileriki yıllarda grevlerin azalmasının nedeni hiç kuşkusuz işçilerin artık kendilerini savunma ihtiyacı duymamaları değil, tam tersine bir yandan savunma örgütlenmeleri olan sendikaları yitirmeleri diğer yandan da devlet baskısının 1922 Parti Kongresi kararına rağmen grevciler üzerinde artmasıydı. 1929’dan sonra ise grev artık zaten yasaktı.

Bürokrasi Gelişiyor

Ocak 1918’de Lenin 3. Sovyet Kongresi’nde şöyle diyordu:

Sık sık işçi ve köylü delegeleri hükümete gelerek örneğin ‘şu toprağı ne yapacağız’ diye soruyorlar. Ve sık sık kesin bir fikirleri olmamasına şaşıyorum. Onlara ‘iktidar sizsiniz, ne istiyorsanız onu yapın, neyi istiyorsanız alın, biz sizi destekleyeceğiz’ diyorum.23

İki ay sonra, bu defa 7. Parti Kongresi’nde ise şunları söylüyordu:

Devrimimizin yaptığı bir kaza değil …o bir parti kararının ürünü değil …o yığınların kendilerinin kendi sloganlarıyla, kendi güçleriyle yarattıkları bir devrim … Sosyalizm bir azınlık, bir parti tarafından tamamlanamaz. O sadece on milyonlar kendi kendilerine yapmayı öğrendikleri zaman tamamlanabilir.

Çalışanlar devlet yönetimini ele aldıktan beri özel devlet aygıtı kayboluyor.24

Lenin bürokrasi konusunda da çok açık konuşuyordu:

Sovyet iktidarı bürokrasisiz, polissiz, düzenli ordusuz, burjuva demokrasisini yeni bir demokrasisi ile, çalışan insanları öne çıkaran, onlara yasama ve yürütme otoritesi veren… bir demokrasi ile değiştiren yeni bir tip devlettir.25

‘Sovyet Hükümeti’nin Acil Görevleri’nde Lenin bürokrasiye karşı Sovyet sisteminin ‘en önemli silahını’ şöyle anlatıyordu:

Bugün tam anlamı ile uygulandığı gibi Sovyet’in sosyalist, yani proleter demokratik karakteri önce seçmenlerin çalışan ve sömürülen insanlardan olmasındandır; burjuvazi dışlanmıştır. İkinci olarak, seçimlere ilişkin tüm bürokratik formaliteler ve sınırlamalar kaldırılmıştır, halkın kendisi seçimlerin zamanını ve biçimini tayin eder ve seçtikleri insanı geri çağırmakta tamamen özgürdürler.26

Lenin, sosyalizmi sadece en geniş işçi yığınların sorunlarını bizzat çözerek inşa edebileceğine inanmaktaydı. Bu tutum 1918 ortalarına kadar sürdü. 1918 ilkbaharında Lenin “ülke ve devrim ancak öncü işçilerin yığınsal gayreti ile kurtulabilir”27 diyerek en geniş işçi yığınından, öncü işçilerin yığınına doğru çekildi. 1918 Mayıs’ında ise: “Rusya’nın öncü ve politik bilinçli işçi kesiminin ne kadar ince olduğunu biliyoruz” diyordu.

Bu ince, cılız öncü kesim iç savaşla birlikte -önceki sayfalarda anlatıldığı gibi- giderek daha da inceldi ve iç savaş öncesinin düşüncelerini adeta bir rüya haline getirdi. Maddi koşullar Sovyetleri hızla yemeye başladı. 1918’de kabul edilen Sovyet Anayasası’na göre, Rusya Sovyet Sosyalist Federe Cumhuriyeti’nin (RSFSC) yasama organı Tüm Rusya Sovyet Kongresi idi. Ne var ki, bu anayasa maddesi kısa zamanda sadece lafta kaldı. Anayasaya göre Sovyet Kongresi’nin atadığı Sovnarkom (hükümet) giderek fiilen en yüksek otorite haline geldi ve yasama işlevini de üstlenmeye başladı… Sovyet Yürütmesi VTsIK’in otoritesi eridi. Devrimin ilk yılında dahi yürütme organı Sovnarkom 480 kararname (yasa) çıkardı ve bunların sadece 68’i VTsIK’in onayına sunuldu, iç savaşın sonuna kadar ise Sovnarkom toplam 1615 kararname çıkarırken, VTsIK sadece 375 kararname çıkardı.28

Bu arada devrimin ilk yılında dört kez toplanan Sovyet Kongresi, önce yılda iki kez toplanmaya, sonra da anayasaya göre en az yılda iki kez toplanması gerekirken iki yılda bir kez toplanmaya başladı. Bir başka gelişme ise VTsIK’in kendisine 7- 8 kişiden oluşan ve anayasada yeri olmayan bir prezidyum oluşturmasıdır. Bu tedbir iç savaşın kızgın günlerinde yürütmenin hızlanması için alınmıştı.

Bölgesel düzeyde ise Sovyet kurumu daha da ciddi ölçülerde geriledi. Hükümetin 24 Ocak 1919’da çıkardığı bir kararname ile iç savaşın etkilediği bölgelerde ‘Rev-kom’ (Devrimci Komiteler) adlı atamayla oluşan örgütlenmeler kurulmaya başlandı ve yerel Sovyetlere bu Revkom’lara itaat etmeleri bildirildi. Sovyetlerin etkinliğinin giderek azalmasının maddi zemini proletaryanın nicel ve nitel olarak uğradığı yıkımdı.

İç savaşın bir başka ürünü ise, iç savaştan önce kurulmuş olmasına rağmen o güne kadar oldukça etkisiz bir örgüt olan gizli polis servisi Çeka’nın “karşı-devrim ile mücadeleye başlaması”dır. Şubat 1918’e kadar sadece 120 çalışanı olan Çeka, aynı yılın sonunda 31 bin kişi çalıştırmaktaydı. Bu sayı iç savaşla birlikte yüz binlere ulaştı. Çeka, önceleri gazete ve diğer yayınları, belirli kişilerin hareketlerini kolluyor ve kamuya ait yerleri koruyordu. Fakat sonraları hayatın her alanını kontrol etmeye başladı. Çeka, sorgusuz sualsiz ve kanıtsız bir şekilde insanları cezalandırmaya, idam etmeye başladı. Çeka’ya göre yargı gereksizdi. O kadar ki bir süre sonra ‘bütün iktidar Çeka’ya’ sloganı neredeyse gerçeklik haline gelecekti. Sonunda Çeka’ya karşı önce bir yayın kampanyası başlatıldı. Partinin gazetesi Pravda ve Sovyetlerin gazetesi Izvestia’da Çeka’yı eleştiren makaleler çıkmaya başladı. O günlerde 236 yerel Sovyet ile yapılan bir araştırmaya göre 119 Sovyet, Çeka’nın yerel Sovyetlerin yürütme kuruluna bağlanmasını; 99 Sovyet, Çeka’nın yerel Sovyetlerin idari bölümlerine bağlanmasını istiyordu. Sadece 19 Sovyet, Çeka’nın bağımsızlığından yanaydı.

Aralık 1921’deki 9. Sovyet Kongresi’nde Lenin -bu onun katıldığı son Sovyet toplantısıdır- uzun bir konuşma yaparak Çeka üzerine olan görüşlerini belirtti:

Bitirmeden önce, bu dersi (iç savaş dönemine ilişkin) bir kere daha bir kurumumuz için, Çeka için uygulamak isliyorum… Çeka’da reform yapmak acildir, görevlerini ve gücünü yeniden tanımlamak ve politik sorunlara ilişkin çalışmasını sınırlamak gerekir… Daha geniş devrimci legalite sloganını öne çıkarmak gerekir.29

Bu kongreden kısa bir süre sonra Çeka dağıtıldı ve tüm gücü İçişleri Halk Komiserliği tarafından oluşturulan GPU’ya devredildi. Sonraki yıllarda -bu kez iç savaş koşulları da olmamasına rağmen- GPU, Çeka’nın yasa tanımaz baskısını kat be kat aşarak faaliyete başladı. Ancak bu kez kimse GPU aleyhine söz etmedi, edemedi. GPU, sonra OGPU, sonra da KGB devlet içinde devlet, parti içinde parti haline geldi.

İç savaşın son bir ürünü ise Kızıl Ordu’dur. 1917 Şubat Devrimi ile Çarlık Ordusu’nun tüm rütbeleri, tüm eski hitap biçimleri değiştirilmeye başlandı. Ancak, iç savaş beklenenin tam tersine merkezi bir ordu üretti. Kızıl Ordu için defalarca askere çağırma kararnameleri ortadan kaldırıldı. Her düzeydeki subaylar, erler tarafından seçilecekti. Ne var ki, bu kararnameler sorunu çözemedi.1919 başında Kızıl Ordu’da 1,5 milyon asker vardı. Bu rakam 1920’de 3 milyona çıkmıştı. 1919’da asker kaçaklarının sayısı 1.3 milyondu, 1920’de ise bu sayı 3 milyona çıktı. Bu nedenlerle Kızıl Ordu başlangıçta tam anlamıyla gönüllülere dayanmaktaydı. Gönüllüler büyük kentlerin sanayi proleterleriydi. Savaş Komiserliği’nin yayınladığı bir kararnameye göre de her mangada bir komünist olmalıydı.

Ne var ki, iç savaş Kızıl Ordu’nun başlangıçtaki birçok özelliğinin kaybolmasına neden oldu. ‘Sanayinin mühendislere ihtiyacı olduğu gibi, ordunun da uzmanlara ihtiyacı vardır’ denilerek Temmuz 1918’de Çarlık Ordusu subayları geri çağırıldı. Yıl sonuna kadar 2691 subay Kızıl Ordu’ya katıldı. Ağustos 1920’de bu sayı 48.409’a yükseldi. Çarlık subayları askeri birliklerdeki komiserlerin denetimi altındaydı.

İç savaşın ürünü olan Çeka (daha sonra GPU) ve Kızıl Ordu’nun gelişimi, bunların sistemli, merkezi ve olağanüstü yetkili kurumlar haline gelmesi hiç de 1917 öncesinde düşünüldüğü gibi değildi. Bolşevikler düzenli ordunun yerine işçi milislerini öngörüyorlardı. Ancak iç savaş, emperyalist işgal Kızıl Ordu’nun doğmasını zorunlu kıldı. Proletaryanın en iyi kesimleri ona katıldı ve bu arada proletarya sınıf olarak yok olmaya başladı, işte iç savaşın Sovyet Rusya’nın önüne diktiği paradoks buydu.

Kızıl Kurdeleli Çarlık Bürokrasisi

İç savaş bittiğinde daha önce de belirttiğimiz gibi 1 milyon 118 bin olan sanayi işçilerinin yanı sıra 5 milyon 880 bin30 devlet memuru vardı. Bu yaklaşık her sanayi işçisi için 5 devlet memuru demekti. Aynı tarihte Kızıl Ordu’nun da 5 milyon olduğu, yaklaşık 150 bin subaya sahip bulunduğu ve Çeka’nın da birkaç yüz bin memuru olduğu hatırlanırsa, her bir sanayi işçisine düşen devlet memuru sayısı daha da artmaktadır. Mart 1919’da Petersburg Sovyet’inde yaptığı konuşmada Lenin bürokrasisi için şöyle diyordu:

 …Eski bürokratları dışarı attık, fakat geri geldiler… Yakalarında kırmızı kurdeleler taşıyorlar ve sıcak köşelere yerleşiyorlar. Ne yapabiliriz? Bu pisliğe karşı tekrar tekrar mücadele etmeliyiz, eğer bu pislik geri gelirse onu tekrar tekrar temizlemeliyiz.31

Aynı tarihte partinin 8. Kongresi’nde ise şöyle diyordu:

Çarlık bürokrasisi Sovyet kurumlarına katılmaya başladı ve bürokratik yöntemlerini uyguluyor. Rus Komünist Partisi üye kartı taşıyarak, komünizmin renklerine bürünerek mevkilerinde başarılı olacaklarını tahmin ediyorlar… Burada kendini hissettiren sorun kültürlü güçlerin yokluğudur.32

1920 sonrasında ise Lenin artık sadece bürokrasiye dikkati çekmiyor, ona karşı mücadele de ediyordu:

Sovyet hükümeti yüz binlerce burjuva ya da küçük burjuva büro işçisi çalıştırıyor. Bunların Sovyet hükümetine hiçbir inançları yok.33

Lenin, 1921’de de durumu şöyle tanımlıyordu:

Şu anda rüşvet her taraftan bizi sarıyor… Bana göre üç temel düşman var karşımızda; birincisi komünist kibir, ikincisi okuma-yazma oranının düşüklüğü, üçüncüsü rüşvet.34

Ve son olarak 1922 Kasım ayında Komintern’in 4. Kongresi’ndeki yaşamının son konuşmasında şunları söylüyordu:

Biz eski devlet mekanizmasını devraldık, bu bizim talihsizliğimizdir. Sık sık bu mekanizma bize karşı çalışmaktadır. 1917’de iktidarı aldığımızda hükümet memurları bizi sabote ettiler. Bu bizi çok ürküttü ve ‘lütfen geri gelin’ diye yakardık. Hepsi geri geldi, fakat bu da bizim talihsizliğimizdi. Şimdi koskoca bir devlet çalışanları ordumuz var, fakat üzerlerinde kontrolü oluşturacak eğitilmiş güçler yok. Pratikte tepede biz politik iktidarı kullanırken mekanizma nasılsa işliyor; fakat aşağıda hükümet memurları tamamen keyfi bir kontrole sahipler ve sık sık kontrollerini bizim tedbirlerimize karşı kullanıyorlar. Yukarıda, ne kadar olduğunu bilmiyorum, fakat her halükârda, sanırım birkaç bin, dışarıda ise birkaç on bin kendi insanımız var. Aşağıda ise, bazen bilerek ve bazen bilmeden bizim aleyhimize çalışan Çar’dan ve burjuva toplumundan aldığımız yüz binlerce eski memur var.35

Parti İçi Gelişmeler

Ekim ayaklanmasından kısa bir süre önce toplanan Bolşevik Partisi 6. Kongresi’nde Sverdlov 240 bin üye olduğunu söylüyordu. 1919 Mart ayında toplanan 8. Kongre’deki üye sayısı ise 250 bindi. Sverdlov’un 1917’de verdiği rakamların, o sırada Lenin’in ayaklanma tezini desteklemek için biraz abartılı olduğu kabul edilirse, ayaklanmadan sonraki 1,5 yıl içinde parti üye sayısı pek büyük ölçüde artmamıştır. Ancak aynı kongre partiye büyük ölçüde ‘güvenilmez’ unsurların dolduğunu da tespit etmişti. Bu tespitin üzerine yapılan ‘temizlik’ hareketi ile üye sayısı 150 bine düştü. Ne var ki, “temizlik”ten hemen sonra başlayan iç savaş nedeniyle parti kapıları yeniden açıldı. Ekim-Aralık ayları içinde 200 bin yeni üye kaydedildi. Mart 1920’de toplanan 9. Kongre’de üye sayısı 611.978’di. Yeni üye kaydı 1920-21 yıllarında yavaşladı. 1921’de toplanan 10. Kongre’ de üye sayısı 750 bine ulaştı. 10. Kongre yeniden bir “temizlik” kararı aldı. 1922’de toplanan Kongre’ye kadar 136.386 parti üyesi (toplam üyelerin 1/5’i) partiden “temizlendi.”

1922 “temizlik” hareketi öncesinde Bolşevik Partisi içinde çeşitli fraksiyonlar oluştu. Bunların en önemlisi İşçi Muhalefeti idi. Gerçekleşen “temizlik” hareketinde, işçi ve yoksul köylülerin en az işlem gördüğü, ‘farklı düşünenlerin’ ve İşçi Muhalefetinin “eski” üyelerinin temizlenmediği özel olarak belirtilmişse de tüm ihraç edilenlerin yüzde 11’i ‘parti direktiflerini uygulamaktan kaçındıkları’ için ihraç edildiler. İhraçların yüzde 34’ü “pasiflikten”, yüzde 25’i ‘kariyerizm, içkicilik, burjuva çalışma tarzından’, yüzde 9’u “sahtekarlık ve rüşvet almaktan” gerçekleşti. Diğer partilerden Bolşeviklere geçip de 1922’de “temizlenenler” ise 6000’e (yüzde 4-5) yaklaşmaktaydı.

“Temizliğin” ardından RKP’nin üye sayısı Ocak 1923’de 485.500 idi. 1922 “temizliği” açık ki merkezi uyarmalara rağmen İşçi Muhalefetinin tabanını büyük ölçüde “temizledi”. Bu Bolşevik Partisi tarihi içindeki ilk siyasal “temizlik” oldu.

10. Kongre’nin en önemli kararı “parti içindeki grupları yasaklaması” idi. Özellikle “sendikalar tartışması” sırasında ortaya çıkan birçok grup kongre kararı ile dağıtıldı. Ancak bu karar geçici idi ve parti içinde çıkacak tartışmalar için platformların kurulmasının gerekliliğini de vurgulamaktaydı. Ne var ki, daha ileriki yıllarda bu karar önce SBKP içinde, daha sonra da Stalinizm’in etkisi ile bütün dünya sosyalist hareketi içinde örgütlenmeye ilişkin genel bir kural haline geldi. SBKP’nin pratiğinde ise 1936 sonrasında sadece hizipler değil muhalif olmak, farklı düşünmek de cezalandırılmaya başlandı. Kongreler daima oybirliği ile kararları onaylar hale geldi.

1919’da parti üyelerinin yüzde 20’si Ekim öncesi partiye üye olanlardı. Yüzde 8’i Şubat-Ekim arasında partiye katılanlar, yüzde 4-5’i ise diğer partilerden Bolşeviklere gelenlerdi. Parti üyelerinin yüzde 67,5’u ise yeni üyelerdi. Aynı yıl parti üyelerinin yüzde 11’i fabrikada çalışmaktaydı. Üyelerin yüzde 52’si hükümet memuru -yani bürokrat- yüzde 8’i parti ve sendika çalışanı -yine bürokrat- ve yüzde 27’si Kızıl Ordu üyesi idi.36 1922’de partiye katılanların sadece yüzde 12’si işçi, yüzde 30’u ise Kızıl Ordu’dandır. 1923’den sonra partinin sosyal durumunu gösterir güvenilir sağlam rakamlar yok. Ancak 1923’te parti hücrelerinin sosyal konumunu gösteren rakamlar yayınlandı. Bunlara göre, tüm hücrelerin yüzde 18’i sanayide ve ulaştırmada, yüzde 24’ü orduda, yüzde 19’u Sovyet dairelerinde -bürokrasi arasında- yüzde 30’u ise köylük bölgelerdedir. Buralarda da parti üyelerinin büyük çoğunluğu aslında yine Sovyet memurudur. Hücrelerin geriye kalan yüzde 9’u ise parti ve sendika memurları ve öğrenciler arasındadır.37

Bütün bunlardan sonra 1917-1924 arasındaki Bolşevik Partisi’nde (sonradan RKP ve SBKP) son bir noktaya daha değinmek gerekiyor o da eşitlikçilik. 1929 yılına kadar -1924 ve 1929 arasında gevşeyerek de olsa- parti üyelerinin ücretleri ve yaşam koşulları üzerinde tam bir eşitlikçi anlayış vardı. Parti üyeleri kalifiye bir işçinin ortalama ücretini almaktaydılar. Parti üyeleri için eşitlikçi anlayış vazgeçilmez bir proleter sosyalist ilkeydi.

2. Lenin’in son mücadelesi

Büyük Rus Şovenizmi

Ekim’in ardından ilk Halk Komiserleri Konseyi’nin Milliyetler Sorunu komiseri Stalin idi. Stalin daha sonra Merkez Komitesi sekreteri de oldu. Aynı zamanda partinin Politbüro ve Örgütlenme Bürosu üyesiydi. Stalin böylece partinin tüm yetkili organlarında aynı zamanda olan tek kişi idi. Partideki görevlerinin yanı sıra hükümet ve İşçi Kontrol Komisyonu’nun da üyesiydi.

Parti sekreteri olarak Stalin, parti kadrolarının tayininden sorumluydu. İç savaş yıllarında parti kadrolarının tayini büyük önem taşımaktaydı. Parti ile devletin iç içe geçmesi sürecinde Stalin parti kadrolarının tayini yoluyla devlet kadroları üzerinde de önemli bir söz hakkına sahipti. Stalin 1922’de toplanan 12. Parti Kongresi’ne verdiği raporda 42 bin parti üyesini atadığını belirtiyordu.38 Aynı yıl RSFSC Ukrayna, Beyaz Rusya ve Transkafkasya Federasyonu ile yeni bir anayasa çerçevesinde birleşmekteydi, işte bu süreç içerisinde ağır hasta olan Lenin, “Büyük Rus şovenizmine” karşı yaşamının son ve başarısız mücadelesini veriyordu.

Lenin’in ulusal azınlıklara karşı davranışlar üzerine olan ilk eleştirileri 1919’a kadar uzanır. Bu eleştiriler Stalin’in yukarıda belirtilen mevkileri aracılığı ile oluşturduğu mekanizma karşısında yeterince etkili olamadı. 1920’de 9. Parti Kongresi’nde Lenin “Bazı komünistlerin altını kazıyın, Büyük Rus şovenizmi çıkar” diyordu.39 Ertesi yılki 10. Kongre’de ilk kez “Büyük Rus Şovenizminin” varlığı resmen saptandı. 11. Kongre’de Ukraynalı Bolşevik N. Skrpnik parti organlarında, Stalin’in başında olduğu Kadro Tayin Komisyonu’nun Rus kadrolar atamasını eleştiriyor ve “bir ve bölünmez Rusya bizim sloganımız değildir” diyordu. Gerçekten de o yıl tüm parti üyelerinin yüzde 72’si Rus idi. Ancak Gürcistan’ın işgali bu olayı patlattı.

İç savaş sürecinde Gürcistan bağımsızlığını ilan etti. Yapılan Ulusal Meclis seçimlerinde Menşevikler 130 sandalyenin 105’ini kazandılar. Geri kalan sandalyeler ise milliyetçilere ve Sosyalist Devrimciler’e gitti. Bolşevikler ise hiçbir etkinlikleri olmayan küçük bir azınlıktı. Yeni Gürcistan Cumhuriyeti hem RSFSC hem de Müttefikler tarafından tanındı. 7 Mayıs 1920’de RSFSC ile Gürcistan Cumhuriyeti’nin Menşevik hükümeti arasında, Gürcistan üzerindeki tüm Rus niyetlerini ortadan kaldıran ve RSFSC’nin Gürcistan içişlerine karışmamasını garantileyen bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşmadan bir yıl sonra Gürcistanlı Bolşevikler ayaklandı ve RSFSC Kızıl Ordu’su Gürcistan’ı işgal etti. Lenin iki Gürcü, Stalin ve Ordhonikidze tarafından gerçekleştirilen bu işgale karşı büyük kuşku ile baktı.

Stalin ve Ordhonikidze 1920’de tüm Kafkasya’nın yeniden işgali için bir Kafkasya Bürosu kurdular. Lenin, Kafkasya Bürosu’nun yerel bağımsız komünist partileri ve Gürcistanlı Menşevikler ile olan ilişkilerinin gözden geçirilmesini istedi. Büro’nun başı Ordhonikidze bu uyarıyı dinlemedi. Lenin bir telgrafla Kızıl Ordu’nun Gürcistan’da nasıl davranması gerektiğini şöyle açıklıyordu:

Gürcistan’ın egemen organlarına karşı özellikle saygılı olmalısınız. Gürcistan halkına karşı özel bir dikkat ve özenle davranmalısınız. Beni her türlü ihlalden ve hatta yerel halkla girişilecek en hafif bir sürtüşme ya da tartışmadan haberdar edin.40

Çok geçmeden yerel parti örgütleri ile Stalin ve Ordhonikidze’nin Kafkasya Bürosu arasında sert çelişkiler çıktı. Kafkasya Bürosu Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ı Transkafkasya Cumhuriyeti’nde birleştirmeye çalışıyordu. Bu plan şiddetli direnişlere yol açtı. 1922 Eylül’ünde RSFSC, Beyaz Rusya, Ukrayna ve Transkafkasya Cumhuriyetleri birleştiler. RSFSC’nin 10. Kongresi Aralık 1922’de bu birleşmeyi onayladı. Stalin’in Parti Tayin Bürosu’nun başında olması ve aynı yıl 42 bin partilinin tayin edilmesi bunda önemli bir rol oynadı. Sovyet cumhuriyetlerinin birliği üzerine olan ilk karar taslağını Stalin hazırladı. Bu karar tasarısı RSFSC devlet ve hükümet organlarını tüm diğer bağımsız cumhuriyetlerin üzerine koymaktaydı. Karar taslağının son maddesi bu dokümanın, bütün cumhuriyetlerin VTsIK’leri bunu onaylayıncaya kadar gizli kalmasını içeriyordu. Gürcistan Parti Merkez Komitesi bu kararı reddetti. Bunun üzerine Stalin, Gürcistan Merkez Komite üyesi Mdivani’ye gönderdiği bir telgrafta RSFSC organlarının (hükümet ve VTsIK) bütün cumhuriyetler için bağlayıcı olduğunu belirtti. Lenin, Stalin’in karar tasarısı üzerine parti Politbürosu’na ‘Egemen Ulusal Şovenizmle Mücadele Üzerine Notlar’ başlıklı bir not gönderdi.

Ağır hasta olan Lenin, bu birliğin kurulması sürecine aktif olarak katılamadı ama Stalin’i uyarmaya çalıştı. Kamanev’e yazdığı bir mektupta, “Sorun bana göre muazzam bir öneme sahip ve Stalin fazlasıyla acele içinde” diyordu. Lenin’in milliyetler meselesine esas dönüşü ufak fakat anlamlı bir olayla gerçekleşti. Kafkasya Bölgesel Komitesi ile Gürcistan Merkez Komitesi arasında çıkan bir tartışmada Ordhonikidze bir Merkez Komite üyesini tokatladı. Tüm Gürcistan Merkez Komitesi istifa etti. Lenin bu olaya çok sert bir tepki gösterdi. 6 Ekim’de yine Kamanev’e yazdığı bir mektupta şöyle diyordu:

Yoldaş Kamanev, egemen ulus şovenizmine karşı ölümüne bir savaş açıyorum. Hastalığımdan kurtulur kurtulmaz onu bütün sağlıklı dişlerimle yiyeceğim.41

Ölümünden kısa bir süre önce yazdırdığı son mektuplarından üçü ise ulusal soruna ilişkindi. Lenin şöyle diyordu:

Özerkleştirme denilen ve resmi tanımı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri’nin birleşmesi olan soruna enerjik ve sonucu belirleyici ölçüde müdahale etmemiş olmakla Rusya işçileri karşısında çok suçluyum… Eğer işler Ordhonikidze’nin kaba kuvvet kullanma aşırılığına varacağı bir noktaya ulaşmışsa, ne tür bir batağa girdiğimizi düşünebiliriz. Açık ki, bütün bu ‘özerkleştirme’ girişimi temelden yanlış ve zamansızdı.

Birleşik bir aygıta ihtiyacımız olduğu söyleniyor. Nereden geliyor bu iddialar? Bunların geldiği yer daha önceki günlüklerimde belirttiğim gibi Çarlık’tan ödünç aldığımız ve hafifçe Sovyet yağına buladığımız aynı Rus devlet aygıtı değil mi? Şüphe yok ki, bu aygıtın bizim utacağını garantileyeceğimiz güne kadar beklemeliydik. Şimdi elimizi vicdanımıza koyarak tersini itiraf etmeliyiz: Bizim dediğimiz aygıt bize tümüyle yabancıdır ve bu diğer ülkelerden yardımın gelmediği, açlığa karşı kavganın ve savaşın bizi ‘meşgul’ ettiği beş yıl boyunca fethetme fırsatını bulamadığımız burjuva Çarlık aygıtıdır.

Açık ki, bu koşullarda, kendimizi varlığı ile haklı çıkarmak istediğimiz “‘Birlik’ten çıkma özgürlüğü”, Rusya’daki azınlıkları yüzde yüz Rus elan. Gerçekte bir alçak ve zorba olan, tipik bir Rus bürokratı olan Büyük Rus şovenlerinin saldırılarından koruyamayacak bir kâğıt parçasıdır. Hiç şüphe yok ki, Sovyet ve sovyetleşmiş işçilerin küçük bir yüzdesi de, Büyük Rus süprüntülüğünün şovenizm denizinde süte düşmüş sinek gibi boğulacaklardır. Ve ayrıca azınlıkları Büyük Rus zorbalığından koruyacak tedbirleri almamız gerektiği halde, almadığımızı düşünüyorum. “Üçüncü olarak, yoldaş Ordhonikidze örnek olarak cezalandırılmalıdır. (Bunu olabileceğim kadar üzüntülü olarak söylüyorum, o benim yurtdışında birlikte çalıştığım özel bir arkadaşımdır) … Bu Büyük Rus milliyetçisi kampanyanın politik savunuculuğu, tabii ki Stalin ve Dzershinsky’ye yüklenmelidir.42

Gürcistanlılara yolladığı gizli bir mesajda da Lenin bu mesajın kopyalarının Kamanev ve Troçki’de olduğunu belirterek:

Davanızı bütün kalbimle destekliyorum. Ordhonikidze’nin kabalığına ve Stalin’le Dzershinsky’nin suç ortaklığına fena halde kızdım. Sizin için bir konuşma ve notlar hazırlıyorum.43

Lenin, ‘konuşma ve notları’ partinin Nisan 1923’deki -kendisinin katılmadığı- 12. Kongre’sine hazırlıyordu. Nitekim ulusal sorun üzerine yazdığı notlar da Kongre’ye ulaşmadı. Daha önce ‘ciddi olarak Gürcistan meselesini Parti Merkez Komitesi’nde savunmayı üstlenmeni istiyorum’ dediği Troçki de sorunu gündeme getirmedi ve Büyük Rus şovenistleri hak ettikleri cezadan kurtuldular. Lenin’in ulusal soruna ilişkin olan son üç mektubu SSCB’de ilk kez 1956’da yayınlandı.

Bürokrasiye Karşı Mücadele

Son mektup ve yazılarında Lenin “Büyük Rus Şovenizmine” karşı mücadelenin yanı sıra bürokrasiye karşı da tedbirler önermekteydi.

Lenin, kongreye yazdığı mektubunda Parti Merkez Komitesi’nin ‘birkaç düzine hatta yüz yeni üye’ ile büyütülmesini istiyordu. Bu yeni yüz üye Lenin’e göre ta- bandaki işçilerden alınmalıydı ve ‘partinin işçi sınıfından 50 ile 100 arasında Mer- kez Komite üyesi isteme hakkı vardı.’ Lenin 24 Aralık 1922’de Merkez Komitesi’nin büyütülmesini bu komite içindeki Stalin ve Troçki’nin çatışmalarına ve ayrılık tehlikesine karşı da önermekteydi:

Yoldaş Stalin’in, Genel Sekreter olduğundan beri elinde sınırsız bir otorite birikti ve onun her zaman bu otoriteyi yeteri dikkatle kullanabileceğinden emin değilim. Diğer yandan, yoldaş Troçki, Merkez Komite’de Ulaştırma Halk Komiserliği sorunu üzerine verdiği mücadelede kanıtladığı gibi, sadece istisnai bir yeteneğe sahip değil. O, kişisel olarak bugünkü tüm MK’nin en yetenekli insanı: fakat çok kendine güvenli ve işin tamamen yönetimsel kısmı ile ilgileniyor.

Eğer parti tedbir almazsa bu iki istisnai lider arasında bir ayrılık beklenmeyen bir anda gelebilir.

24 Aralık 1922 Tarihli mektuba ek: Stalin çok kabadır ve bu kusur aramızda ve biz komünistlerin aralarındaki ilişkilerde oldukça hoş görülse bile, bir Genel Sekreter’de hoş görülemez. Yoldaşların Stalin’i o mevkiden uzaklaştırmak için bir yol düşünmelerini ve yerine, diğer bütün açılardan Stalin yoldaştan farklı, yani daha hoşgörülü olan, daha sadık, daha kibar ve yoldaşlarını daha çok düşünen, daha az kaprisli, vb. bir kişiyi atamalarını öneriyorum. Bu durum göz ardı edilebilecek bir ayrıntı olarak görülebilir. Fakat sanırım, bir bölünmeye karşı güvence sağlamak açısından ve Stalin ile Troçki arasındaki ilişki hakkında yukarıda yazdıklarım açısından bir ayrıntı değildir ya da tayin edici bir önem kazanabilecek bir ayrıntıdır.44

Merkez Komitesi’nin büyütülmesinin yanı sıra Lenin, İşçilerin ve Köylülerin Müfettişliği (Rabkin) kurumunun da radikalce yenilenmesini önermekteydi. ‘Az Olsun, Öz Olsun’ başlıklı makalesinde:

…Sovyet, sosyalist vb. olarak adlandırılmaya gerçekten layık yeni bir devlet aygıtını inşa etmek, gerekli olan unsurlara önemli sayıda sahip olduğumuz varsayımına dayan- maktadır. Hayır, böylesi bir aygıttan ve hatta öğelerinden gülünç derecede yoksunuz ve onun inşasının çok zamanlar alacağını unutmamalıyız” diyordu.45

Stalin 1919’dan 1922’ye kadar Lenin’in mutlaka ciddi bir biçimde reforma tabi tutulmasını istediği Rabkin’in başındaydı. Bu dönem içinde tüm devlet mekanizmasını tanımakta ve onun aracılığı ile devlet kadrolarının tayinlerine müdahalede bulunmaktaydı.

Lenin’in Önerileri Üzerine

Lenin’in son günlerinde gerek devlet gerekse de parti bürokrasisine karşı önerdiği tedbirler sadece teknik düzeydedir. Oysa Lenin’in bütün politik yaşamı boyunca en önemli özelliği işçi yığınlarını harekete geçirmekti. Bu özelliğini 1917 Nisan’ında tüm ‘eski Bolşevikler’ kendisine karşı çıkarken, sokaktaki işçileri harekete geçirerek, aynı şekilde Ekim ayaklanması öncesinde tüm Merkez Komitesi kendisine karşı çıkarken istifa edeceğini Merkez Komitesi’ne bildirip yine işçilere giderek göstermişti.

Son yazılarındaki Merkez Komite’yi genişletmek, Rabkin’i düzeltmek gibi öneriler ise aşağıdan sınıfın baskısını göz önüne almamaktadır. Gerek partide gerekse Sovyet aygıtlarındaki bürokrasinin vardığı ölçüleri henüz görememektedir. Zaten uzun bir süredir aktif siyaset içinde değildir, öte yandan kendi deyimi ile ‘proletaryanın deklase’ olduğunu da göz önüne almamaktadır. Güvendiği öncü işçiler, “eski muhafızlar” ise partinin sadece yüzde 2 ila 3’ünü oluşturmakta ve çok büyük ölçüde devlet aygıtları içinde memur olarak çalışmaktadırlar.

Belli başlı sanayi kuruluşlarından ve tekellerden toplanan istatistiklere göre 1922 yılında fabrika yöneticilerinin yüzde 65’i “işçi kökenli”, yüzde 35’i ise “işçi olmayan kökenli”dir. Bunların yedide biri parti üyesidir. 1923’de ise bu rakamlar tam tersine dönmüştür. “İşçi kökenli”ler yüzde 36, diğerleri ise yüzde 64’dür. Bu kez fabrika yöneticilerinin yarısı parti üyesidir.46 Ve yine Lenin’in kendisi “yeni devlet aygıtının eski rejimin aygıtı olduğunu, sadece dışarıdan birazcık boyandığını” söylemekteydi.

Daha önce partinin sınıf kompozisyonuna ilişkin rakamlar da vermiştik. Bütün bunlar gösteriyor ki, “işçilerin devleti” tam anlamı ile ‘bürokratik bir deformasyon’ içindedir ve yakalarında kızıl kurdeleler, ceplerinde parti kartı ile eski Çarlık bürokrasisi sadece devlet aygıtına değil, onunla iç içe geçmiş olan partiye de yerleşmekte ve her şeyi ele geçirmektedir.

3. Bürokrasinin İktidarı

Muhalefet ve Parti’de İlk Temizlik

10. Parti Kongresi geçici bir tedbir olarak hizipleri yasaklamıştı. Bu nedenle 1924-27 arasında Parti Merkez Komitesi’ne, Politbürosu’na ve Sekreterliği’ne karşı çıkan muhalefet grupları titizlikle hizip olmadıklarını iddia ettiler. Oysa Bolşevik Parti’nin tüm tarihi iç mücadeleler ve hizipler tarihidir.

Lenin’in ölümünden sonra diğer küçük grupların yanı sıra dört büyük grup oluştu. Birincisi, 1920-22’den beri parti aygıtına olduğu kadar devlet kurumlarına da hakim olan Stalin’in iktidar grubuydu. İkinci grup, diğer iki ‘sol’ muhalefet grubunun temizlenmesinde Stalin hizbi ile davranan ‘sağ’ Bukharin grubuydu. Diğer iki ‘sol’ grup ise, Zinoviev-Kamanev ve Troçki’nin gruplarıydı.

İlk çatışma Ekim Devrimi’nde kimin en önemli rolü oynadığı üzerine çıktı. 6 Kasım 1918’de yayınlanan bir Pravda makalesinde Troçki’yi Ekim ayaklanmasının mimarı olarak gösteren Stalin, Troçki’ye karşı bir kampanya başlattı. (Yıllar sonra basılan Stalin’in Toplu Eserleri’nde bu makalenin bu bölümü olduğu gibi çıkarıldı. Ama Pravda’nın ilgili tüm sayıları elbette ki toplatılıp imha edilemedi.) Troçki esas olarak 1905-06 yıllarındaki Bolşeviklere karşı tutumundan dolayı suçlanmaya başlandı.

Asıl sorun “Tek ülkede sosyalizm” tartışması idi. Stalin, 1924 Nisan ayında “Leninizmin Temelleri” başlığı ile yaptığı ve daha sonra basılan bir konuşmasında o güne kadar en temel verilerden biri olarak kabul edilen sosyalizmin bir tek ülkede gerçekleşemeyeceğini anlatıyor ve dünya devriminin, hiç değilse bir-iki Batı Avrupa ülkesindeki devrimin önemini vurguluyordu. Daha sonra Stalin, bu konudaki en temel Marksist tezden ayrılarak, muhalefeti Ekim Devrimi’nin yapılmasına karşı çıkmakla suçladı.

Lenin’in tüm edebiyatı sosyalizmin bir dünya devrimi sorunu olduğu, tek bir ülkede, hele geri bir ülke olan Rusya’da bu sürecin tamamlanmasının mümkün olmadığı, Rusya’nın diğer devrimleri ve özellikle de başta Almanya olmak üzere Batı Avrupa devrimlerini beklediği türünden sayısız ibarelerle dolu olmasına rağmen, Stalin 1915’te Lenin’in bir makalesini kendisine temel aldı. Bu makalede Lenin, kapitalizmin değişik ülkelerdeki eşitsiz gelişimi nedeniyle devrimin önce birkaç, hatta bir ülkede olabileceğini anlatıyordu. Oysa tartışılan sorun devrimin gerçekleşip gerçekleşemeyeceği değil, sosyalizmin inşasının tek bir ülkede tamamlanıp tamamlanamayacağı sorusu idi.

Bürokrat için “sosyalizmin tek bir ülkede, özellikle de Rusya’da gerçekleşeceği” tezi büyük bir önem taşımaktaydı. İktidarı bütünüyle kazanmak isteyen bürokrasi içerde işçi sınıfını atomize etmek, örgütlenmelerini dağıtmak, sermaye birikimini hızlandırmak ve proletaryayı yeniden oluşturmak hedefine sahipti. Dışarıda ise, dünya işçi hareketi tarafından tanınmak ve korunmak ihtiyacı içindeydi. Tek ülkede sosyalizm teorisi bu hedeflere tam olarak uymaktaydı. Böylece bir yandan son Bolşevikler temizlenecek, işçi sınıfının tüm devrimci atılım olanakları elinden alınacak, “sosyalizmin inşası” için işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşulları en ağır hale getirilecek ve diğer yandan da tüm dünya çapında güçlü bir diplomatik orduya sahip olunacaktı.

Stalin’in “Troçkizm karşıtı kampanvasına” Bukharin ve Kamanev-Zinoviev grupları da katıldılar. 1925 Ocak ayında Zinoviev-Kamanev ikilisi Troçki’nin Merkez Komitesi’nden atılmasını önerdiler. Stalin bu öneriye karşı çıktı ancak Troçki’nin Kızıl Ordu’nun başından ayrılmasını önerdi. Troçki daha sonra “Bonapartist darbe suçlamasından kurtulmak için” diyerek açıkladığı bu öneriyi kabul etti. Böylece parti, devlet ve Kontrol Komisyonu’nda mutlak egemenliğe sahip olan Stalin bir organı daha egemenliği altına almaktaydı. Geride sadece Zinoviev’in etkinliği altındaki Petersburg Parti Komitesi ve Komintern kontrol dışı kalmıştı. Zinoviev- Kamanev grubu köylüler lehine sürdürülen politikalara karşı çıkmaktaydı. Sorun 14. Parti Konferansında tartışıldı. Konferans’ta Zinoviev sessiz kaldı ancak daha sonra sorunu Petersburg Komitesi’nde canlandırdı.

14. Parti Kongresi uzun ertelemelerden sonra 18 Aralık 1925’te toplandı. Kongre öncesi toplanan Merkez Komitesi’nde 4 muhalif Zinoviev, Kamanev ve İşçi Mu- halefeti’nden Sokolnikov ve Krupskaya köylü sorunu üzerine tartışma açtılar. Kongrede sadece Zinoviev’in etkin olduğu Leningrad delegasyonu muhalifti. Diğer tüm delegeler Stalin ve hizbi tarafından seçilmişti. Kongre, Zinoviev ve onun Leningrad delegelerine şiddetle saldırdı. Onları destekleyen Krupskaya, 1906 Stockholm Kongresi’ni hatırlatarak azınlığın daima haksız olmadığını söylediğinde (o kongrede Menşevikler çoğunluk, Bolşevikler ise azınlıktı) salon gürültüyle ayağa kalktı, Krupskaya konuşamadı. Kamanev “Artık Stalin’in Bolşevik kurmayı birleştiremeyeceğine inandım… Bir tek adam yönetimine, lider yaratılmasına karşıyız” dediğinde sözü kesildi. Bu konuşmalara verdiği cevapta Stalin, “kolektif liderlikten” bahsetti ve ‘Parti Rykov, Molotov, Kalinin, Tomski, Bukharin olmadan nasıl yönetilir?’ diye sordu. (Stalin’in bu konuşması basıldığında Tomski tutuklanmasından önce intihar etmiş; Rykov ve Bukharin hainlikle suçlanmışlar ve Bukharin kurşuna dizilmiş, Rykov ise gönderildiği toplama kampında ölmüştü).

Kongre Kamanev’i Merkez Komitesi’ne yeniden seçmedi. Sokolnikov Halk Komiserliği görevini yitirdi. Politbüro’ya hepsi Stalin’in adamı olan 5 yeni üye alındı. Merkez Komitesi 106 kişiye çıkarıldı. Kongreden sonra ise Molotov başkanlığında bir kurul Leningrad’a giderek Zinoviev’in etkisini kırdı. Kongreye katılmış olan Troçki ise hiç konuşmadı. Troçki 1925 yılında I.enin’in ‘Vasiyeti’ni bir Amerikalı gazeteciye verdi. Gazeteci ‘Vasiyeti’ kullandı. Bunun üzerine Merkez Komitesi, Krupskaya ve kendi deyimiyle ‘Stalin’in tehditleri nedeniyle’ Troçki ‘Vasiyetin olmadığını’, bunun ‘hastalıklı bir uydurma’ olduğunu söylediler.

1926 yılında Birleşik Muhalefet oluştu. Zinoviev-Kamanev, Troçki, Demokratik Merkeziyetçiler ve daha sonra İşçi Muhalefetinin son kalanları bir araya geldiler ve 1927’ye kadar faaliyet sürdürdüler. Birleşik Muhalefet Stalin’in parti aygıtındaki üstün kontrolü nedeniyle pek varlık gösteremedi. Öte yandan Birleşik Muhalefet faaliyet alanı olarak bürokrasinin açık aracı haline gelmiş olan partiyi seçti. İşçi sınıfını örgütlemeye çalışmadı. Elbette bu muhalefetin ezilmesinde OGPU’nun ağır baskısını da saymak gerekir.

Birleşik Muhalefet 10. Kongre’nin hizipleri yasaklama kararı karşısında açıkça bir hizip olarak görünmemeye çalıştı. Stalin Birleşik Muhalefet’e karşı derhal harekete geçti. 4 ay sonra muhalefetin tüm unsurları ‘gizli muhalefet toplantıları yapmak’ suçundan Politbüro, Merkez Komitesi ve diğer görevlerinden atıldılar. 1926 Ekim ayında muhalefet, parti fabrika hücrelerinde toplantılar yapmaya başladı. Partinin işçi üyeleri arasında belirli bir destek kazanıyorlardı. Stalin yine derhal harekete geçti ve Troçki, Zinoviev, Kamanev, Piatakov, Evdakimov ve Sokolnikov “parti disiplinini çiğnediklerini ve fraksiyon mücadelesine giriştiklerini” itiraf eden bir açıklama yaptılar. Troçki Politbüro’dan, Zinoviov Komintern Sekreterliği’nden, Kamanev ise Merkez Komitesi aday üyeliğinden atıldılar. Buna rağmen muhalefet 26 Ekim’de toplanacak 15. Konferans’ta görüşlerini açıklamak istediğini belirtti, fakat bu istek reddedildi. Konferans’ta sadece Stalin konuştu ve muhalefeti eleştirdi. Konferansın temel konusu ‘tek ülkede sosyalizm’ idi. Stalin’in konu üzerindeki önerisi oy birliği ile kabul edildi. Muhalefetin oy hakkı da yoktu.

Muhalefet Mayıs 1927’deki Şanghay katliamı üzerine yeniden hareketlendi. Fakat aynı günlerde İngiltere, SSCB ile diplomatik ilişkilerini kesti ve birden ‘savaş tehlikesi ‘ortalığı kaplayarak her türlü tartışmanın önünü kesti. OGPU yoğun baskıya girişti. Muhalefetin sayısız önderi Rykov (başbakan), Bukharin (Komintern’in başı), Tomski ve Devlet Başkanı Kalinin’in itirazları arasında partiden atıldılar ve sürgüne gönderildiler. Troçki bir yandaşının sürgüne gönderilmesi sırasında yaptığı bir konuşmadan dolayı Zinoviev ile birlikte Merkez Komitesi’nden atıldı. Onların sürgüne gönderilmeleri Ordhonikidze tarafından engellendi.

Parti kurallarına göre her yıl toplanması gerekmesine rağmen, sonuncusundan iki yıl sonra toplanan 15. Kongre’de Troçki, Merkez Komitesi’nin yığınlara yakın ilişkisi olanlardan seçilmesi önerisinin basılmasını ve delegelere dağıtılmasını istedi. Merkez Komitesi bu isteği reddetti. Oysa, kongreye sunulan bir önerinin basılmasının, oldukça eski bir geçmişi vardı. 1918’de Brest-Litovsk antlaşması sırasında kurulan ‘Sol Komünistler’ grubunun merkez yayın organı Komünist, parti tarafından basılıp dağıtılmaktaydı ve bu resmi parti yayını Pravda’dan çok satılıyordu. Aynı şekilde daha sonra ortaya çıkan ‘İşçi Muhalefeti’nin broşürleri de yine parti tarafından basılmaktaydı. Örneğin A. Kollontai’nin bir broşürü 250 bin adet basılmış ve dağıtılmıştı.

Merkez Komitesi Troçki’nin önerisini basmayı reddedince, onun yandaşları öneriyi gizlice basmaya çalıştılar, fakat OGPU hepsini tutukladı. Kongrede Troçki son bir konuşma yaptı ve Lenin’in ‘Vasiyeti’nden bahsetti. Ama artık çok geçti. Stalin Troçki’nin daha önce vasiyetname üzerine yaptığı açıklamayı hatırlattı ve Troçki’nin silahı kendisini vurdu. Troçki ve Zinoviev kongrede Merkez Komitesi’ne seçilmediler. Sayısız muhalif partiden atıldı. Aralarında Zinoviev ve Kamanev’in de olduğu bir sürü muhalif kongreye ‘anti-Leninist’ görüşlere sahip olduklarını ve affedilmelerini isteyen bir dilekçe verdiler ve bu dilekçe reddedildi. Artık muhalefet dizlerinin üzerindeydi. Kongreden bir ay sonra Ekim Devrimi’nin

10. yıldönümünde muhalefet Moskova ve Leningrad’da sokak gösterileri düzenledi. OGPU gösterileri dağıttı. Troçki ve diğerleri sürgüne Sibirya’ya gönderildiler.

Partinin Yeni Üye Yapısı ve Muhalefetin Yenilgisi

1924-28 yılları arasında, SBKP’nin üye sayısı 472 binden, 1.304.471’e yükseldi.47 Bu üyelerin 200 bini Lenin’in ölümünden sonra açılan “Lenin Kaydı” sırasında partiye katılanlardı. Bu yeni kayıtlarla parti içindeki eski üyelerin tüm üyelere oranı çok düştü. 15. Kongre’de partiye 488 bin işçinin katıldığı iddia edildi. Aynı yıl yapılan parti hücreleri seçimlerinde, seçilenlerin sadece yüzde 1,4’ü 1917 yılı öncesinde partiye katılmışlardı. Bunların 14. Kongre delegeleri arasındaki oranları yüzde 44 idi. Yine 1927’de parti sekreterlerinin yüzde 71’i, 1927’de seçilen MK’nin 10’u hariç hepsi 1917 yılı öncesinde partiye katılmışlardı. Bütün bunlara rağmen partinin yüzde 60’ından çoğu iç savaş sırasında katılanlardan oluşuyordu.

1924-28 arasında partinin sınıf karakteri ise, 1928’de Merkez Komitesi İstatistik Bölümünün yayınladığı rakamlara göre şöyle idi: yüzde 56,8 işçi, yüzde 22,9 köylü. Yüzde 18,3 çalışanlar, yüzde 2 diğerleri.48 Ancak bu rakamlar üyelerin geldiği sosyal gruba göre düzenlenmişti. Daha gerçekçi olan rakamlar ise şöyle idi: yüzde 6,9 Kızıl Ordu mensubu, yüzde 35,2 işçi, yüzde 1,2 tarım işçisi, yüzde 9,2 köylü (ve hatta işgücü istihdam eden köylü), yüzde 38,3 her türden bürokrat, yüzde 9,2 parti ve sendika bürokratları. Özetle, partinin yaklaşık yarısı, (Kızıl Ordu subayları eklenirse yandan fazlası) bürokrat, yaklaşık yüzde 10’u ise mülk sahibi idi.

Bir başka ilginç rakam ise partinin ücretli çalışanlarına ilişkin olandır. 1922’de 15.325 olan ücretli parti çalışanlarının sayısı, 1925’te 20.000’i aşmıştı ve bunların ücretleri diğer devlet memurlarından yüzde 50 daha yüksekti. Fakat asıl ilginç olan sayılar parti üyesi bürokratlara ve fabrika müdürlerine ilişkindi. 1923’te Sovyet kurumlarındaki partililerin oranı yüzde 5 idi. Bu rakam sekreterliğin büyük çabası ile ileriki yıllarda arttı ve 1927’de yüzde 20’ye yükseldi. 15. Kongre’de tüm fabrika, işletme ve sanayi tekeli müdürlerinin üçte ikisinin parti üyesi olduğu ilan edildi. 1936’da ise fabrika müdürlerinin yüzde 97’si, şantiye şeflerinin yüzde 82’si, başmühendislerin ise yüzde 40’ı parti üyesiydi.

İşte Stalin’in mutlak çoğunluğu bu parti üzerinde sağlandı. 15. Kongre’ye kadar mutlak çoğunluk sağlanan hiçbir Bolşevik Kongresi yoktur. Açık ki, 1927’nin partisinin 1917’nin partisi ile ismi dışında pek bir ilgisi yoktur. 1936’da ise, partinin 1927’deki parti ile bile benzerliği kalmamıştı. 1927’deki parti, sekreterliğinin liderliği altında bürokrasinin partisi haline gelmişti. Böyle bir partide onun kurallarına uyarak muhalefet yapmaya çalışmak, ya da daha doğrusu muhalefet yapmamak ama muhalif olmak mümkün değildi. Her türden muhalefetin ilk ve temel yanılgısı buydu. İkinci temel yanılgı ise SSCB’yi “işçi devleti” olarak görmeleriydi. Bu iki temel yanılgı sonucunda tüm muhalefet, “partiye karşı gelinmez”, “doğru da yapsa yanlış da yapsa bizim partimizdir” diyerek 3 yıl içerisinde “temizlendi”. Lenin’in katıldığı son kongre olan 11. Kongre’de seçilen Merkez Komitesi’nin 26 üyesinden 18’i idam edildi. Sadece 5’i 1936’dan sonra yaşamaya devam edebildi.

Sol Muhalefetin ardından Bukharin-Rykov-Tomski muhalefetinin temizlenmesi kolay oldu. Stalin’in “sağ muhalefet” diye adlandırdığı grup, önce Devlet Başkanı Kalinin ve Voroşilov’u da içermekteydi, fakat ikisi de daha sonra taraf değiştirdiler. Önce muhalefetin güçlü olduğu komiteler temizlendi. Bukharin-Rykov-Tomski grubuna saldırmadan önce Troçki sürgüne gönderildi. Zinovyev ve Kamenev dizlerinin üzerine çökertilip partiye geri alındılar.

16. Kongre’de Sol Muhalefet’in bir dizi önderi, köylülüğe karşı alınması gerektiğini savundukları politikalara benzer politikaların uygulanmaya başlaması üzerine partiye geri alınmak üzere başvurdular ve önemli mevkilere getirildiler. 1930’da toplanan 16. Kongre’de Stalin ‘artık Troçkizmin öneminin kalmadığını’ belirti- yordu. 1930’da partiye geri alınan Sol Muhalefet’in bütün bu üyeleri 1936-39 arasında ya idam edildiler ya da sürgüne, toplama kamplarına gönderildiler. 16. Kongre’ye Bukharin katılamadı. Diğer ikisi ise tüm kongre boyunca aşağılandılar. Rykov hariç diğerleri mevkilerini kaybettiler. 17. Kongre öncesinde Rykov da Halk Komiserleri Konseyi Başkanlığı’ndan istifa etti. Böylece SBKP içinde, ufak tefek gruplar dışında hiçbir muhalif grup kalmamış oldu.

Fakat asıl temizlik 1936’da başladı. Şubat 1934’te toplanan ‘Muzafferler Kongresi’nde (17. Kongre), bir dizi eski ‘sağ’ ve ‘sol’ muhalif konuşturuldu. Her biri geçmiş “hatalarını” anlattılar. Parti yanılmazdı. Her biri konuşmasının sonunda lidere övgüler düzdüler. Bu kongrenin asıl ilginç olan yanı ise, Politbüro üyesi ve OGPU terörünün aşırılığına karşı olduğu bilinen, Leningrad Parti örgütünün başındaki Kirov’un seçimlerde Stalin’den daha fazla oy almasıydı. Aynı yılın sonunda Kirov, Nikolayev adlı bir öğrenci tarafından öldürüldü. Böylece 1936-39 arasında doruk noktasına ulaşan katliam başladı. İlk önce Kirov’un korunmasından sorumlu gizli polis şefi, sorgulanmasından önce tuhaf bir “kaza”da öldü, diğer sorumlular ise derhal kurşuna dizildiler.

1936-1938 döneminde yok edilenlerin hikayesi çok uzun. Burada sadece belli başlı noktalara değineceğiz. 1936’da ‘seçim sisteminin daha da demokratikleştirilmesi’ sloganı ile yeni anayasa tartışmaları başlatıldı. Yıl sonunda yeni anayasa Olağanüstü 8. Sovyetler Kongresi’nde onaylandı. Tüm SSCB yurttaşlarına ‘eşit oy hakkı’ tanındı.* Sovyetler işyeri, askeri birlik, köydeki üretim birimleri temelli olmaktan çıkarılarak coğrafi temelli bir hale getirildi. Eski Beyaz Muhafızlara, sabotajcılara, ‘geçmişteki eylemi ve mülkiyeti ne olursa olsun’ herkese oy hakkı verildi. Oy hakkı verilmeyenler sadece ‘akıl hastaları ve mahkemece kamu haklarından menedilmiş’ olanlardı. 1930-1939 arasında kamu haklarından menedilenler ise sadece bir zamanların SBKP üyeleriydi.

Anayasa tartışmaları sürerken parti Merkez Komitesi üye yenilenmesi karan aldı. Ağustos ayında ise Kirov’un öldürülmesi bahane edilerek, Zinovyev ve Kamenev’i içeren bir grup tutuklandı. Onları 1937’de Sokolnikov, Radek, ve Preobrazftenski ve diğerlerinin tutuklanması ve mahkemeleri izledi. Baskı bu kez Bukharin, Tomski ve Rykov’a döndü. Tomski intihar etti, Radek ve Sokholnikov hariç hepsi kurşuna dizildi, bu ikisi ise çalışma kamplarında öldüler.

İkinci göstermelik mahkeme sürerken Bukharin ve Rykov tutuklandılar ve mahkemenin sonunda yok edildiler. Her 3 büyük göstermelik mahkemenin de savcısı eski sağ Sosyalist Devrimci ve 1917 Yazı’nda Geçici Hükümet’in Lenin’in tutuklanması için çıkardığı emrin altında imzası bulunan Vischinsky idi. Aynı dönemin iki gizli polis şefi Yagoda ve Yazhov 3 büyük göstermelik mahkemenin sonunda ‘temizlendiler’.

1917-29 arasında partinin, 3. Enternasyonal’in ve Sovyet Devleti’nin en önemli yerlerinde bulunanların temizliği böyle oldu.

1917 Ekim Devrimi sırasında Politbüro Lenin, Troçki, Stalin, Zinovyev, Kamanev, Sokolnikov ve Bubnov’dan oluşuyordu. 1920’de Preobrazhensky, Bukharin ve Serebriakov eklendi. Daha sonra Tomski Politbüro’ya girdi. 1923’te Rykov, Bukharin’in yerini aldı. 1923’e kadar Politbüro’ da görev alan bu Bolşevikler’den sadece Lenin ve Stalin ‘halkın düşmanı’ unvanını almadılar. 5’i idam edildi, biri GPU ajanları tarafından öldürüldü, biri tutuklanması öncesinde intihar etti daha sonra “halkın düşmanı” ilan edildi, biri toplama kampında öldü, ikisi 1936-39 temizliğinde “kayboldu”, Troçki Meksika’da öldürüldü. Aynı şekilde 1917 sonrasının ilk Halk Komiserleri Konseyi üyelerinden, Stalin hariç 4 kişi, temizlik öncesinde öldükleri için “temizlik- ten” kurtuldular. 10’u 1936-39 arasında “hain” ilan edildi. 1924’e kadarki tüm halk komiserlerinin yüzde 75’i idam edildi. Ancak ‘temizliğin’ boyutları bu kadar da değil. Muzafferler Kongresi olarak adlandırılan 1934’deki 17. Kongre’de seçilen 139 Merkez Komitesi üyesinin 98’i 1936-38 arasında imha edildi. Aynı kongreye katılan 1961 delegeden 1108’i de imha edildi.

Olanların boyutları ile ilgili olarak bahsedilmesi gereken son nokta ise top- lama kamplarıdır. 1924’e kadar politik tutuklular hiçbir biçimde çalıştırılmazlardı. Çalışma zorunluluğu 1928’de getirildi. O tarihte kamplarda çoğu Sol Muhalefet ’ten olan 30 bin kişi vardı. Bu rakam 1930’da 600 bine, 1935’de 5 milyona, 1942’de 8 ile 15 milyon arasındaki bir sayıya ulaştı.49 Toplama kampları ile ilgili sayıyı seçmen kütüklerinden hesaplayabilmek mümkün. 1936 Anayasası’na göre 18 yaşını bitiren ve akıl hastanesinde olmayan ya da mahkemece kamu haklarından men edilmemiş olan herkes oy kullanabilmekteydi. 1939’da 193 milyon olan toplam nüfusun 112,7 milyonu 18 yaşından yukarı idi. Ancak aynı yılki seçmenlerin sayısı sadece 101.7 milyondu. Kısacası en iyimser tahminlerle 11 milyon kişinin toplama kamplarında olması gerekir.50

Parti içinde, devlet mekanizmasında, orduda, sendikalarda süren temizlik, 1939 yılında tamamlandı. Bu sürecin sonuçları, Sovyetlerin imhası, sendikaların özerkliklerini yitirmeleri, işçi sınıfının atomize edilmesi, zorla sanayileşme ve sermaye birikimidir. 1927’de Sol Muhalefetin yenilgisi bürokrasiye kapıları açtı. 1929’da Birinci Beş Yıllık Plan’ın ilanı Sol Muhalefetin bazı elemanlarını Stalin’le uzlaştırdı. 1927-36 arasındaki 5 yıllık planların yanı sıra bürokrasi kendisini yeniden şekillendirdi ve tam anlamı ile devlete ve partiye egemen oldu. 1936’daki yeni anayasa ile birlikte Sovyet devleti bitti. “Temizlik” hareketi ile de Bolşevik Partisi bitti.

4. Bürokrasinin İktidarı ve İşçi Sınıfı

23 Haziran 1931’de Sanayi Yöneticileri Konferansında yaptığı konuşma da Stalin, bazı sanayi dallarında bir önceki yıla göre yüzde 40-50’lik artışlar olmasına rağmen diğer bazı sanayi dallarındaki artışın sadece yüzde 6 ila 10 arasında kaldığını belirtiyor ve bunun nedenlerinin giderilmesinin yollarını açıklıyordu. Stalin’in hemen hepsi parti üyesi olan bu sanayi yöneticilerine anlattıkları adeta bürokrasinin işçi sınıfına karşı olan ekonomik programıdır, önerilenler işçi sınıfının atomize edilmesi, ücret mücadelesinin durdurulması, dolaşma özgürlüğünün kaldırılması, işçilerin fabrika yönetiminden tamamen çıkarılması, eski sabotajcıların yeniden sorumlu mevkilere getirilmesi ve sermaye birikiminin hızlandırılması için olan tedbirlerdir.51

Tek Kişi Yönetimi

1929 yılına kadar fabrika ve tekeller Troika denen yöntemle yönetilmekteydiler. Troika sendika, fabrika komitesi ve fabrika teknik yönetiminden oluşmaktaydı. Bürokrasinin ilk tedbiri Troika’yı yıkmak ve tüm sanayi işletmelerinin ‘kolektif yönetimden, tekelci bir yönetime geçmesini sağlamak’ oldu.52

Fabrika komitelerinin ve sendikaların fabrika yönetimine katılması 1919‘da toplanan 8. Parti Kongresi tarafından “Sovyet ekonomik aygıtının bürokratikleşmesine karşı bir önlem” olarak tanımlanmaktaydı. Fabrikalardaki parti komiteleri de fabrika yönetimine katılmaktaydılar. Stalin’in 1930 konuşma- sına gelene kadar bürokrasi çoktan epey yol almıştı. Eylül 1929’da Parti Merkez Komitesi

İşçi komiteleri işletmenin yürütülmesine doğrudan katılmamalı… Her anlamda tek adam yönetimine yardımcı olmalı ve böylece işçi sınıfının yaşam koşullarının iyileşmesine yardımcı olmalıdır” demekteydi.53

Merkez Komitesi üyesi Kaganoviç ise:

Ustabaşı atölyenin otoriter lideridir, fabrika müdürü fabrikanın otoriter lideridir ve her birinin bu mevkilerine eşlik eden hakları, görevleri ve sorumlulukları vardır diyordu.54

1935’de yayınlanan bir ekonomi el kitabında “tek adam yönetimi sosyalist ekonominin örgütlenmesinin en önemli prensibidir” deniliyordu.55

İşçi Sınıfı ve Ücret Silahı

Tek adam yönetimine verilen en önemli yetki ücretlerin saptanmasıydı. Yine 1929’a kadar (1923’ten itibaren giderek zayıflayarak da olsa) ücretler sendika tarafından saptanmaktaydı. 1917-21 arasında Bolşevikler birçok kez sendikalar sorununu tartıştılar. Lenin en açık bir biçimde (daha önce de aktardığımız gibi) işçilerin devletine karşı, işçilerin kendi örgütleri yani sendikaları aracılığı ile kendilerini savunmaları gerektiğini anlatmaktaydı. 11. Parti Kongresi grevlerin sınırlanmaması kararını al- makta, Parti Merkez Komitesi grev fonuna katkıda bulunmakta ve sadece 1923 yılında 165 bin işçi greve çıkmaktaydı. Bürokrasinin sendikalardaki sözcüsü ise şöyle demekteydi:

…İşçiler kendilerini kendi devletlerine karşı savunmamalıdırlar. Böyle bir şey tamamen yanlıştır. Bu yönetici organların yerini almaktır. Bu sol oportünist bir sapmadır, bireysel yönetimi imha etmektir…56

Ağır sanayi bakanı ise:

…Müdürler, yöneticiler, ustabaşıları olarak ücretler ve ayrıntılarını kişisel olarak elinize almalı ve bu çok önemli sorunu hiç kimseye bırakmamalısınız. Ücretler elinizdeki en önemli silahtır.” diyordu.57

Hemen belirtmekte yarar var ki, ücret sorununun sendikalar ve fabrika komitelerinden alarak ‘tek adam yönetimine’ verildiği günlerde sendikalar daha hala işçi sınıfını temsil edebilme şansına sahipti. 1932’de toplanan 10. Sendikalar Kongresi’nde delegelerin yüzde 84,9’u fabrika işçisiydi. 17 yıl sonra toplanan 11. Kongre’de ise delegelerin sadece yüzde 23,5’i işçi, yüzde 9,4’ü teknisyen, geri kalanı ise sendika bürokratı idi.

Kısa bir süre sonra ise ücretlerin saptanması tamamen plana bağlandı ve tüm ücretleri, ‘bu en önemli silahı’, hükümet kullanmaya başladı. Bürokrasinin işçi sınıfına karşı en önemli silahı olan ücretler konusunda ise Stalin kalifiye elemanlara yüksek ücret verilmesini savunmaktaydı. Bolşevikler’in 1917-24 arasındaki “eşitlikçi” anlayışına sertçe çatan ve bunu ‘köylü sosyalizmi’ olarak saptayan Stalin teknisyenleri işletmelere bağlamak için ücretlerinin yükseltilmesini savunmaktaydı.58 Aynı konuşmasında Stalin, ücretlerinin yükseltilmesini istediği teknik elemanların kimler olduğunu da açıklıyordu:

Eski kararlı sabotajcılardan çoğunun da bugün işyerlerinde, fabrikalarda, işçi sınıfının yanı başında çalışmaları, eski aydınların dönüşünün başlamış olduğunun kesin bir kanıtıdır.59

Eşitçilik anlayışına karşı olan 17. Kongre kararı ise şöyle diyordu:

Bolşevik politika eşitlikçiliğe karşı sınıf düşmanı, sosyalizme yabancı bir olgu olarak sürekli savaşılmasını öngörür.60

Gerçekten de eşitlikçiliğe karşı yaman bir savaş verildi. Parti üyelerinin ortalama bir kalifiye işçi ücretinden daha fazla ücret almaması ilkesi kaldırıldı. Ücretler arasında öylesine bir fark yaratıldı ki çok zaman ABD’de bile aynı türden farkları bulmak imkânsız hale geldi. Bürokratların maaşları artarken, işçi ücretleri hızla düştü.

Örneğin 1937’de bir fabrika yöneticisi 1500 Ruble, bir müdür 2000 Ruble alırken (ki çoğu kez daha fazla ücret alınmaktaydı) kalifiye bir işçi 200-300 Ruble, asgari ücret alan bir işçi ise 110 Ruble almaktaydı. Maaşlarının yanı sıra fabrika müdürleri ve tekel yöneticileri ikramiye almaktaydılar. Plan he- deflerini aşan işletmelerin kârları müdürlere dağıtılmaktaydı. Örneğin, plan hedefini yüzde 30 aşan bir fabrikanın müdürü her yüzdelik artış için kardan yüzde 4 almaktaydı. Plan hedefini aşma oranı yükseldikçe, müdürlerin kârdan aldıkları pay da artmaktaydı. Müdürlerin bir başka gelir kaynağı ise 19 Nisan 1936’da oluşturulan ‘Müdürler Fonu’ idi. Yasaya göre plan hedefine ulaşan işletmelerin kârlarının yüzde 4’ü bunu asanların kârlarının ise yüzde 50’si ‘Müdürler Fonu’na gitmekte ve daha sonra bu fon müdürlere dağıtılmaktaydı. Bütün bu tedbirlerle işletmelerin yöneticilerine aktarılan fonlar milyarlarca Rubleyi bulmaktaydı. Bu arada belirtelim ki, ortalama işçi ücreti 254 Rubleydi. Sadece bir fabrikada (Kharkov kentindeki Porchen fabrikası) müdür kârdan 20 bin ruble, parti sekreteri 10 bin, üretim bölümü başkanı 8 bin, baş muhasebeci 6 bin, sendika komitesi başkanı 4 bin ve usta başı 5 bin Ruble almışlardı. Özetle bir işçinin yıllık toplam ücretinin 2 ila 8 misli. Buna aldıkları normal ücretler dahil değildi.

Bütün bunlara ek olarak Stalin’in 60. yaş gününde “Stalin ödülleri” kondu. Başarılı işletme müdürlerine, parti ve sendika bürokratlarına her yıl binlerce adet ‘Stalin ödülü’ dağıtılmaya başlandı. ‘Stalin ödülleri’ vergiden muaf olmak üzere 50 bin ila 300 bin Ruble arasında değişmekteydi. 1938’de Sovyet 1. ve 2. başkanları 300 bin Ruble maaş almaktaydılar. Yüksek Sovyet’in her üyesi 12 bin Ruble, her toplantı günü için ise 150 Ruble (aylık işçi ücretinin üçte ikisi) almaktaydılar. Bir ilginç nokta da gelir vergisine ilişkin olandır. Gelir vergisi dilimleri yılda 180 ila 300 bin Ruble arasındaydı. Oysa, l918’de 10 bin Ruble’den fazlasına el konmaktaydı.

Bir de Kızıl Ordu’ya ilişkin rakamlar var. Sanayi için geçerli olan anlayış Kızıl Ordu’da da uygulandı. 1929’da erlerin ve subayların birlikte kullandıkları ‘Kızıl Ordu Evleri’ subay kulüpleri haline getirildi. 1934’te bir teğmen yılda 3120, bir albay 4800, bir general ise 6600 Ruble alıyordu. 1939’da bir teğmen 7500 Ruble, bir albay 14400, bir general ise 24 bin Ruble almaya başladılar. 2. Dünya Savaşı yıllarında ise bir er ayda 10 Ruble alırken, bir teğmen 1000, bir albay 2400 Ruble almaya başladı. Aynı dönemde ABD ordusunda ise bir er 50 Dolar, bir teğmen 150, albay ise 333 Dolar almaktaydı.

Sonuç olarak 1917-24 arasının ilkeleri ve Lenin’in görüşleri 1929 yılı ile birlikte bu en keskin “Leninistler’ tarafından tepe taklak edildi. Lenin’in kendi açık ifadelerine ‘en iyi Leninistler olarak’ saldırıldı, görüşleri aşağılandı. Grevler yasaklandı, sendikalar bağımsızlığını yitirdi, işçi sınıfı silahsızlandırıldı. Bundan sonrası ise artık oldukça kolaydı.

5. Tek ülkede sosyalizm

Sovyet Rusya’nın işçi iktidarından, bürokrasinin diktatörlüğüne gidişinde en önemli ve belirleyici faktör kuşkusuz ki devrimin yalnız kalışıdır. 1919 Macar Sovyetleri, 1919 Alman Devrimi, İtalya, yeniden Almanya ve bir dizi Avrupa ülkesindeki devrimci durumlar başarıyla sonuçlanmadı. Sonunda Alman Devrimi 1923’te liderliğinin deneyimsizliğinden ve Komintern’in müdahale etmekteki savsaklığından mağlup oldu.

Alman Devrimi’nin yenilgisi Sovyetler Birliği’nde bürokrasinin yeni yeni kendi gücünün farkına varmaya başladığı günlerde oldu. Bürokrasi yenilgiyi iyi kullandı. O, ulusal şuurlara kapanmaktan, ulusal sınırlar içinde sermaye birikiminden yanaydı. Çok geçmeden dünya partisine de egemen olduğunda ‘tek ülkede sosyalizm’ teorisi tüm uluslararası hareketi belirlemeye başladı. 1928’de toplanan 3. Enternasyonal’in 6. Kongresi temel çelişkiyi SSCB ile emperyalizm arasında belirledi. Artık bütün ülkelerin partilerinin görevi SSCB’de inşa olmakta olan sosyalizmi korumaktı. Bu anlayıştan Enternasyonal’in tüm politik önerileri fena halde etkilendi. Enternasyonal’e üye bütün partileri ‘Bolşevikleştirme’ adı altında bir kampanya başlatıldı. Bu partilerin içindeki tüm muhalif insanlar ve gruplar Troçkist, Luksemburgist vb. olma suçlamaları ile tasfiye edildiler. Kısa zamanda bu partilerde de ‘tek seslilik’ hâkim oldu.

Yukarıda bürokrasinin Sovyet Rusya’da iktidara gelmesini sağlayan olgunun dünya devriminin gerilemesi olduğunu söylemiştik. Ancak dünya devriminin gerilemesi geçici bir durumdu. ‘Tek ülkede sosyalizm’ teorisinin resmileştiği yıldan bir yıl sonra Çin’de, kısa bir süre sonra ise bir dizi ülkede koşullar yeniden olgunlaştı, fakat artık Enternasyonalin ulusal örgütleri tam anlamı ile sınıf uzlaşmacısıydılar. Artık resmi sosyalizm (veya Stalinizm) Rusya özgülünde bürokrasinin iktidara gelişinin, uluslararası ölçekte ise sınıf uzlaşmacılığının bir ifadesi oldu.

6. Sonuç

Bu yazıda kısa da olsa, kaba hatları ile bir dönemin gelişmelerinin verilerini sunmaya çalıştım. Sunulan malzemelerden de anlaşılacağı gibi bu süreçteki gelişmeler gerek ekonomik gerekse sosyal ve politik alanlara yayılmışlardı. Devlet kurumlarının ve partinin işleyişi, üretim sürecinin, yani çalışma yaşamının örgütlenmesi bu gelişmelerin etkisinde şekillenmişlerdir. Böylelikle bunlar geçici ve kısmi gelişmeler olmaktan çıkmışlar, sistemleşmiş ve yapısal özellikler kazanmışlardır. Dün ve bugün karşılaşılan ve karşılaşılacak olan sorunları ve gelişmeleri anlayabilmenin yolu bu yapısal özelliklerin yerleşme koşullarını ve biçimlerini bilmekten geçer. Ancak o takdirde tarihsel yorumlar ezbere olmaktan çıkıp, maddi temeller üzerine oturabilirler.

Yukarıda değinilen konuşmasında Stalin, işgücünün sabitleştirilmesi gerektiğini anlatıyordu. Bir tedbir kalifiye işçiler için ücretlerin arttırılması, eşitsizliğin yükseltilmesi idi. Ancak ücretleri arttırılmayacak, aksine düşürülecek olan işçiler nasıl sabitleştirilecekti? Çözüm kısa zamanda bulundu: İç pasaport.

1930 yılına kadar Sovyetler Birliği’nde iç pasaport Çarlık otokrasisinin işçi sınıfı ve tüm ezilenler üzerindeki baskı aracı olarak lanetlenmekteydi. Ancak bir yıl sonra, 1931’de işçilerin izinsiz olarak Leningrad’ı terk etmeleri ya- saklandı. 1932’de bu sistem her yerde uygulanmaya başlandı. Yeni sistem son derece baskıcıydı. Çünkü iç pasaport sistemi sadece işçilerin bulundukları kenti terk etmelerini değil, çalıştıkları fabrikayı da terk etmelerini engelli- yordu. Hiçbir işçi izinsiz çalıştığı fabrikayı terk edemezdi. İşte Stalin ve şürekasının bulduğu ‘işgücünü sabitleştirme’ yöntemi buydu.

İç pasaportun yanı sıra 1922’deki iş yasası da büyük ölçüde değiştirildi. Yeni yasa bir gün geçerli bir gerekçesi olmadan işe gelmeyen bir işçinin işinden ve bu arada evinden atılmasını öngörüyordu. İşe geç gelenler, işten erken ayrılanlar ya da iyi çalışmayanlar bir alt ücret kademesine indirildi. Bu üç kere tekrarlandığı takdirde ise, işçi işten ve evinden atılırdı. İşten atılmak ise iç pasaport yasası nedeni ile yeniden iş bulamamak demekti. Aynı şekilde savaş sanayisini terk eden işçiler 5 ila 8 yıl hapse mahkûm edilmekteydi. Grev ise müebbet hapis ile cezalandırılmaktaydı. Fakat ilginç olanı yasada grev sözcüğü kullanılmıyor, onun yerine ‘iş bırakma, yani sabotaj’ deniliyordu.

Alınan bütün bu tedbirlerin yanı sıra işçi sınıfını atomize eden bir başka yön- tem ise parça başına iş idi. Parça başına iş bir yandan işçileri atomize ederken diğer yandan da üretimi olağanüstü bir hızla arttırmaktaydı. 1930’da tüm işçilerin yüzde 29’u, 1931’de yüzde 65’i, 1932’de yüzde 68’i parça başına çalışmaktaydı. 1944’te parça başına çalışan ve ‘sosyalist rekabet’ içinde olan işçilerin sayısı yüzde 80 ila 90 arasındaydı. İşçiler için ‘sosyalist rekabet’ gönüllü olarak seçilen bir olgu değil, bir zorunluluktu. Ve bütün işçilerin bildiği gibi parça başına çalışma sürekli olarak normun arttırılması ile insani olmaktan çıkar. Bu nedenle 1937-38 arasında tüm işçilerin yüzde 60’ı normun altında kaldı ve böylece asgari ücretin altına düştü. Rus işçi sınıfı parça başına iş ile makina tarafından köleleştirildi.

1936 ve sonrasında bir başka emek deposu daha ortaya çıktı. Sayıları milyonları bulan politik tutuklular en ağır koşullar altında ücretsiz köleler olarak çalıştırıldılar. Bütün bunların yanı sıra 1929’dan itibaren yaşam pahalılaştı.

Gerçek ücretler düzenli olarak düştü. 1929 sonrasında SSCB’de sosyalizm ‘sanayileşme’ ‘gelişme’, ‘teknik açıdan ilerleme’ olarak algılandı. 5 Yıllık Plan’ın temel hedefi ülkeyi sanayileştirmekti. Kabul etmek gerekir ki, Rusya bu politikaların sonucu olarak hızla sanayileşti. Ancak bu hızlı sanayileşmenin yöntemleri dünyanın birçok başka ülkesinde rastlanan türde idi: işçi ücretlerinin kısılması, işçi sınıfının zorla, baskı ile daha fazla çalıştırılması ve böylece sermaye birikiminin hızlandırılması. Bürokratik devlet mekanizması polis, gizli polis ve ordusu ve bütün bunları harmonize eden partisi ile bir baskı ve terör ortamı içinde bunları gerçekleştirmekte güçlük çekmedi.

 

* 1936 Anayasası’na kadar Sovyetler işyeri temelliydi. Böylece Sovyetler istediği an toplanın “Geri çağırma hakkını” kullanabilmekteydi. Pratikte bu hak 1922-24 arasında gerilemiş, 1924-29 arasında sönme noktasına gelmiş, 1929 sonrasında ise işlemez olmuştu. Yine de 1936 Anayasası’na kadar “eşit oy hakkı” yoktu.

 

Dipnotlar:

  1. Marcel Liebman, Leninism Under Lenin, Londra 1975, s. 348.
  2. O. H. Radkey, The Elections to the Russian Constituent Assembly of 1917, Cambridge (Mass.) 1950, s. 16-17
  3. Radkey, age, s. 20
  4. The Bolsheviks and the October Revolution, Minutes of the Central Committee of the RSDLP (Bolsheviks), Auqust 1917 – February 1918. Londra 1974, s. 173 (Bundan böyle kısaca Tutanaklar olarak adlandırılacak.)
  5. V. I. Lenin. Bütün Eserler, İngilizce 3. baskı, c. 26, s. 451 (Bundan böyle kısaca Eserler olarak adlandırılacak)
  6. Tutanaklar, s. 177
  7. Tutanaklar, s. 177-178
  8. J. Bünyan ve H. H. Fisher, The Bolshevik Revolution, 1917-18, Docnments and Materials, Stanford, s. 148. (Aktaran: Tony Cliff, Lenin: Revolution Besieged, Londra 1976, s. 146 (Bundan sonra kısaca Lenin – 3 olarak adlandırılacak.)
  9. Lenin – 3, s. 172
  10. Lenin – 3, s. 174
  11. W. H. Chamberlein, The Rnssian Revolution, Nevv York, 1965, c. 1, s. 355
  12. Eserler, c. 27. s. 301
  13. Eserler, c. 27, s- 248
  14. Eserler, c. 27, s. 248-50
  15. Eserler, c. 27, s. 349
  16. Eserler, c. 26, s. 500
  17. Eserler, c 29, s. 159
  18. Eserler, c 33, s. 169
  19. Lenin – 3, s. 118
  20. Eserler, s. 18
  21. Eserler, c. 32, s. 24-25
  22. Eserler, c. 33, s. 186
  23. Eserler, c. 26, s. 476-77
  24. Eserler, c. 27, s. 135-136
  25. Eserler, c. 27, s. 133
  26. Eserler, c. 27. s. 272
  27. Eserler, c 27, s. 305
  28. Lenin – 3, s. 149
  29. Eserler, c. 33, s. 176
  30. Lenin – 3, s. 158
  31. Eserler, c. 29. s. 3233
  32. Eserler, c 29. s. 391
  33. Troçki. The First 5 Years of Communist International, c, 1, s. 99-100
  34. Eserler, c 29, s. 375
  35. Eserler, c. 29. s. 394
  36. Leonard Schapiro, The Communist Party of the Soviet Union, Londra 1963, s. 238 (Bundan böyle kısaca Schapiro diye adlandırılacak.)
  37. Schapiro. s. 239-240
  38. Lenin – 3, s. 187
  39. Eserler, c 29. s. 194
  40. Aktaran P. Pipes, The Formation of Soviet Union, Massachusets 1957, s. 21
  41. Aktaran; M. Levin. Lenin’s Last Struggle. Londra 1973. s. 148
  42. Eserler, c. 36, s- 591-611
  43. M. Levin. age, s. 99
  44. Eserler, c. 36. s. 595-596
  45. Eserler, c. 33, s. 488
  46. Maurice Dobb, Soviet Economic Devclopment Since 1917, Londra 1948, s. 143. Aktaran Lenin – 3, s- 147
  47. Schapiro, s. 313
  48. Schapiro, s. 316
  49. Tony Cliff, State Capitalism in Russia, Londra 1974, s. 30 (Bundan böyle kısaca Russia diye adlandırılacak.)
  50. Lenin – 3, s. 31
  51. J. Stalin, Kapitalizmin Büyük Bunalımı, Ankara 1976, Yeni Aşama Yayınlan, s. 185-214 (Bundan böyle kısaca Buhran diye adlandırılacak.)
  52. J. Stalin, Buhran, s. 212
  53. Komünist Partisi Merkez Komitesi Önerileri ve Kararları, Moskova 1941, Aktaran Russia, s. 13
  54. Aktaran Russia, s. 13
  55. L. Gintsburg ve E. Pashunaks, Sovyet Ekonomi Yasaları Kursu, Moskova 1935, c. 1, s. 50. Aktaran Russia, s. 13
  56. Sendika Gazetesi Trud’dan aktaran; M. Gordon, Workers Before and After Lenin, New York 1941, s. 104-5
  57. G. K. Ordhonİkidze, Seçme Eserler ve Konuşmalar, Moskova 1939, s. 359. Aktaran Russia, s. 15
  58. Buhran, s. 191
  59. Buhran, s. 191
  60. Kongre Tutanakları, aktaran Russia, s. 69

sosyalizm