Marksizm ve Savaş

Çağla Oflas

 

Kapitalizmin krizi derinleştikçe, emperyalist güçler arasındaki rekabet ve çatışmalar çok daha yıkıcı boyutlara ulaştı. Putin’in “Ukrayna’nın Nazilere karşı savaşmak” ve “NATO’nun ilerleyişini durdurmak”, Donbas ve Luhansk’da “ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunmak” gibi sahte argümanlarla başlattığı işgal yıkımlar içinde devam ediyor. Öte yandan ABD’nin Çin’in yükselişini durdurmak için Asya-Pasifik bölgesini kuşatacak yeni hamleler gerçekleştirmesi, Çin ve Rusya’nın nüfus alanlarını genişletme çabaları, bölgesel güç olmak isteyen altemperyalist güçleri de jeopolitik rekabetin içine çekmesi, tüm dünyayı topyekûn yok oluşa sürükleyecek bir dünya savaşının eşiğine getirmiş durumda.

Emperyalizmin krizinin biriktirdiği çelişkileri düşündüğümüzde Ukrayna savaşı yeni bir aşamaya tekabül ediyor. Ukrayna, ABD ile Rusya ve diğer birçok bölgesel güç arasındaki emperyalist rekabetin çok daha büyük bir bölgesinin merkezinde yer alıyor. Bu fay hattı kuzey Avrupa’da Rusya ile Baltık devletleri-Estonya, Letonya, Litvanya arasındaki sınırda başlayıp, Ukrayna’ya giriyor, Rusya’nın güney ucundaki petrol zengini Kafkasya bölgesinden geçiyor ve Orta Asya’ya uzanıyor. Ukrayna toprakları birbiriyle rekabet eden iki emperyalist kamp arasındaki mücadele alanına dönüşmüşmüş vaziyette. Alex Callinicos’un “vekalet savaşı” olarak tarif ettiği emperyalist bir savaş yaşanıyor. Ancak I. Dünya savaşındaki gibi küçük bir kıvılcım büyük bir savaş başlatabilir.

 

“Savaş devrimlerin döl yatağıdır”

Savaşın kitlesel ölüm, göç, açlık, salgın hastalıklar gibi pek çok dramatik sonuçları olduğu gibi egemen sınıfların kendi arasındaki ve egemen ve ezilen sınıflar arasındaki çelişkileri göstermesi gibi bir turnusol işlevi de vardır. Ukrayna savaşı yıkımlarla dolu dokuz ayı geride bıraktı. Suriye’nin şehirleri gibi, Irpın, Mariupol, Bucha, Çernihiv ve pek çok kent Rus bombalamaları sonrasında yerle bir oldu. Uluslararası Göç Örgütü Ukrayna’da 10 milyon insanın zorla yerinden edindiğini, 6 milyonun insanın göçmen statüsünde olduğunu belirtiyor. İnsani kayıpların yanı ıra savaşın yol açtığı gıda ve enerji krizi, yüksek enflasyon nedeniyle zaten zor olan gıda ve enerjiye ulaşımı iyice zorlaştırdı. Gıda fiyatlarının “tüm zamanların en yüksek seviyesine” ulaştığı belirtilen Oxfam raporu, milyarderlerin servetinde şimdiye kadarki en yüksek artışın yaşandığına da dikkat çekiyor. Rapora göre savaş ve iklim kaynaklı felaketler Doğu Afrika, Orta Doğu ve Batı Afrika’nın bazı bölgelerinde var olan açlık krizlerinin şiddetlendirmekte. Milyonlar açlıkla kıvranırken gıda ve enerji milyarderleri iki yıl öncesine kıyasla 453 milyar dolar daha zenginleştiler ve son iki yılda 62 yeni gıda milyarderi ortaya çıktı.1 Enflasyon rakamlarındaki artış, enerji ve gıda krizi şimdiden, kitlesel mücadeleler ve grevlere yol açmakta. Sri Lanka’da krizin yol açtığı kitlesel mücadele iktidarı devirdi. Panama’da da gıda ve akar yakıt fiyatlarındaki fahiş artışlar tarihinin en büyük kitlesel işçi mücadelesine yol açtı. İngiltere, Almanya, İtalya, Güney Afrika ve Sudan’da başlayan grev dalgası, işçi sınıfının dünya çapında mücadeleye atılmakta olduğunu gösteriyor.

 

Reformizmin ve Stalinizm’in krizi

Ukrayna savaşı aynı zamanda “sosyalist” hareketin yaşadığı uzun soluklu depresyonun kaynağını açığa çıkarması açısından da turnusol işlevi gördü. I. Dünya Savaşı esnasında “Anayurt savunusu” ekseninde burjuva devletlerini destekleyen sosyal demokrasinin krizi bu kez Rusya, Çin ile ABD-NATO arasındaki rekabet ve hegemonya mücadelesi tartışmaları üzerinden şekillenmekte. Stalinizm’e sadakatini sürdüren bir kesim, Putin’in Çar Nikolay ve Stalin’in izinde büyük Rus şovenizmini yeniden diriltmeye çalıştığı, emperyalist yayılmacılığın karşısında tamamen gözlerini kapamış vaziyette. İşgali, NATO’nun Avrupa’da yayılmasının gerekçesi görüyor. Bu kesime göre Rusya, Çin emperyalist değil. Oligarkların, tekellerin ve finans kapitalin hükmettiği Rusya dünyanın 8. ekonomik gücü, devasa bir askeri gücü var. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üyesinden biri olarak yaptırım gücüne sahip. Rusya’nın Çeçenistan’daki ulusal hareketi şiddetle ezmesi, 2008’de Gürcistan ile savaşı, 2014 yılında Kırım’ı işgal etmesinin yanında, Kazakistan ve Belarus’un bastırılmasındaki katkısı, bugün Ukrayna’da kullandığı en acımasız askeri gücünü Esad’ın rejimini kurtarmak için kullanması, Libya’nın paylaşımındaki aktif rolü gibi bir dizi müdahalesi emperyalizm kapsamında değerlendirilmiyor2. Çin ise, 2021 yılı itibarıyla 17,7 trilyon (dünya GYSH’sının yaklaşık yüzde 18,3’ü) dolarlık servetiyle dünyanın ikinci ekonomik gücü. Çin’in “Kültür Devrimi” adı al tında milyonları açlığa ve sefalete sürüklemesi, kadınları kürtaja zorlayan “tek çocuk” politikası, Tiananmen katliamı, Tibet’in işgali, Sincan Uygurlarına yönelik etnik temizlik, Hon Kong ve Tayvan’da müdahaleleri görmezden gelinmekte3.

Reformistler içinde merkezci yaklaşımlara sahip bir kesim Rusya’nın işgaline karşı çıkmakla birlikte, işgali durdurmak için diplomasinin devreye girmesini, olmadı yaptırımların uygulanmasını istiyor. Daha sağdan bir yaklaşım ise Rusya’nın karşısında AB ve NATO’nun yanında taraf olunması gerektiğini savunuyor. Örneğin: Paul Mason Ukrayna’nın kendini savunma hakkını gerekçe göstererek Avrupa’nın ve NATO’nun Ukrayna’ya silah tedarikini ve NATO’nun yaptırımlarını savunuyor. Mason’a göre “Ukrayna savunusu ulusal egemenlik hakları ve uluslararası hukukun dışında demokrasi ile ilgilidir ve Avrupa’da demokrasinin ön cephesidir. Bu demokrasi ne kadar kusurlu olursa olsun onu savunmak gerekir.”4

 

Sosyalistlerin tutumu

Birçok ülkede örgütlenen Uluslararası Sosyalizm Akımı, Ukrayna savaşının, dünyadaki en güçlü emperyalist blok olan ABD ve onun Avrupalı müttefikleriyle, zayıf da olsa emperyalist bir güç olan Rusya arasındaki emperyalist bir savaşın yansıdığı alan olarak görüyor. İşçi sınıfının bu çatışmanın hiçbir tarafında olmakta çıkarının olmadığını savunuyor. Bu açıdan Rusya’nın Ukrayna’dan askeri güçlerini çekmesini, NATO’nun dağıtılmasını, Rusya’da savaşa karşı çıktıkları için devlet baskısına maruz kalanlarla ve Ukrayna halkıyla dayanışma çağrısı yapması Uluslararası Sosyalizm Akımı’nın önemini ortaya koydu. Avrupa’nın silahsızlandırılmasını, kaynakların silahlanmaya değil, iklim değişikliği ve yoksulluk mücadele aktarılmasını talebi bu açıdan oldukça önemlidir.5 I. Dünya Savaşı sırasında Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in “esas düşman içerdedir” formülünden hareket eden bu yaklaşım, “modası geçmiş” ve “tarafsız” olmakla eleştirildi.

ABD Temsilciler Kurulu Başkanı Nancy Polesi “Washinton Post”’da yayınladığı bir yazıda Tayvan’a yaptığı ziyaretinin nedenlerini açıkladı. Çin’in Tayvan ve Hong Kong’u ele geçirme politikalarında bir değişiklik olmadığını söyleyerek, Ukrayna işgaline bağladı ve bu ziyaretini demokrasilere destek vermek için yaptığını açıkladı. Pelosi “bu yolculuğu dünyanın otokrasi ve demokrasi arasında bir seçimle karşı karşıya kaldığı bir zamanda yapıyoruz.”6 dedi.

Kendisini Ulusal egemenlik hakları ve demokrasi savunusu şampiyonu ilan eden ABD, 1980-88 İran-Irak savaşında Saddam’ı destekledi. Saddam’ın Kuveyt’e saldırınca, 1993’de Irak’ı bombaladı. Uluslararası yaptırımlar Irak halkına ağır bedeller ödetti. 2003’de Irak’ı işgal edip, Saddam’ı ortadan kaldırdı. Rusya’nın 1979’da Afganistan’ı işgali esnasında da Taliban’ı silahlandırdı. 11 Eylül 2001 saldırısı sonrasında Taliban’ı gerekçe göstererek Afganistan’ ı işgal etti. 2020’de Afganistan’ı Taliban’a bıraktı. Irak ve Afganistan’da milyonlar hala “özgürlük ve demokrasi için” yapılan işgalin bedelini ödemeye devam ediyor. ABD’nin emperyalist saldırganlığını destekleyen İngiltere ve Fransa gibi Avrupa ülkeleri iki yüzlü bir tutum sergilemekte.

“Ulusal egemenlik hakları” demişken “Uluslararası hukuk” ve “ulusal egemenlik hakları” savunucuları 2011’de Arap devrimlerinde, değişim isteyen milyonların egemenlik haklarını çiğnediler. Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Suriye’de halklar diktatörleri yıkmak için ayaklandığında ABD, Avrupa ve bölgesel emperyalist güçler devrimleri ezmek için yan yana geldiler. Mısır’da devrim Diktatör Mübarek’i devirdi. Sonra iktidara gelen Mursi’ye karşı hoşnutsuzluk ortamından yararlanan Sisi, batının da desteğiyle darbe yaptı. Libya’da ise taban hareketleriyle önemli ölçüde çoğunluk sağladı ve yönetimi ele geçirdi. Kaddafi protestolara büyük bir şiddetle yanıt verdi. Sonra NATO öncülüğünde Libya bombalanmaya başladı. Böylece hem devrimden hem de istemedikleri Kaddafi’den kurtuldular. Suriye’de ise halk baskıcı Baas rejimine karşı ayaklandı. Esad muazzam bir şiddet kullandı ve Rusya, İran, Türkiye ve ABD gibi bölgesel ve büyük güçlerin dahil olduğu bir iç savaş dönüştü. Rusya en acımasız askeri gücünü Esad’a destek için kullandı. Yemen’e Suudi Arabistan müdahale etti7. Milyonlarca insan göç etmek zorunda kaldığı, açlık, salgın hastalıkların kol gezdiği, yıkıma uğramış bölgede korkunç bir insani kriz yaşanmakta.

Öte yandan kapitalizmin derin krizinin yaşandığı 2008 yılından beri krizin faturası işçi sınıfına çıkarılıyor. Bankalar, şirketler kurtarılırken, emekçiler kesinti programlarıyla sefalete mahkûm edildi. COVID-19 sürecinde yeni liberal politikalar büyük bir sağlık krizine yol açtı, yetersiz hastaneler ve ekipman nedeniyle milyonlarca insan hayatını kaybetti. Şirketlerin karı uğruna maske, mesafe gibi en basit kurallar uygulanmaktan kaçınıldı. Milyonların öldüğü koşullarda bile devletler şirketlere para pompaladılar. Pandemi süreci ekonomik kriz derinleşirken bedelini işçi sınıfının ödeyeceği emperyalist yeni savaşlara hazırlık yapılıyor.

Sosyalistler ile emperyalistler arasındaki rekabette işçi sınıfını egemen sınıfın bir kesiminin peşine takan anlayışlar arasında keskin bir mesafe var. Ne Rusya ve Çin ne de ABD, NATO güçleri savaşı durdurabilir. Savaşı işçi sınıfının kitlesel mücadelesi durdurabilir.

 

Kapitalizmde savaş zorunluluktur

1989’da Rusya ve Doğu Bloku ülkelerinin yıkıldığı soğuk savaş döneminden itibaren son 30 yıldır dünyanın çeşitli yerlerinde sürmekte olan savaş ve çatışmalar emperyalist savaşın bir parçasıdır. 2003 yılında ABD Irak ve Afganistan’ı işgal ettiğinde hemen herkes “emperyalizm”den söz etmekteydi. 2008’de finansal çöküş sonrası zayıflayan ABD’nin hegemonyası karşısında Çin ve Rusya’nın birbiriyle rekabet eden hegemonik odaklar olarak ortaya çıkmasıyla birlikte emperyalizme bakışta “kısmı bir körlük” meydana geldi.

Lenin 20. yüzyılın başında emperyalizmi sermayenin ve üretimin yoğunlaşmasıyla ortaya çıkan kapitalizmin bir aşaması olarak tanımladı. Buharin de Dünya Ekonomisi adlı kitabında yoğunlaşan, merkezileşen sermayenin devletle iç içe geçmesi sonuncunda dünya pazarlarında birbiriyle rekabet eden devletler sisteminden sözeder8. Sermayenin ve büyük güçler arasındaki jeopolitik rekabetin hakimiyeti altındaki kapitalist dünya ekonomisi içindeki karşılıklı ilişkilerdir söz konusu olan.

Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da “kapitalizmde modern devlet burjuvazinin genel işlerini yöneten bir komitede ibarettir”9 cümlesini emperyalizm bağlamında ele alırsak, Colin Baker’ın sözünü ettiği tekil devletler değil birden çok devletleler sistemi çıkar ortaya: “Kapitalizm devletlerin oluşturduğu bir dünya sistemidir ve kapitalist devlet bu sistem içinde ulus devlet biçimini almaktadır. Bu nedenle kapitalist devlet biçimine ilişkin herhangi bir tartışma, devleti hem sınıf hakimiyeti aygıtı hem de sermayenin farklı kesimleri arasındaki rekabet olarak hesaba katmak zorundadır.”10 Alex Callinicos da devlet ve sermaye arasındaki giderek artan karşılıklı bir ilişki olduğu bağlamından hareket ile emperyalizmi devletler arasında içi içe geçen ekonomik ve jeopolitik rekabet olarak tanımlar.

Giovanni Arrigi de “sermayenin devlet ile zafer kazandığını” söylerken asıl olarak sermaye birikiminde devletin oynadığı merkezi role dikkat çeker. Tepeden tırnağa silahlanmış asker ve bürokrasi aygıtından oluşan devlet aygıtı toplumun tüm varlığını kuşatır. Bu nedenle savaş ve kapitalizm sözcüğü yan yana kurulmak zorundadır. Nitekim, sanayi devrimi sonrasından bugüne neredeyse savaşsız bir tek gün geçmedi; 18. yüzyılda 68 savaşta 4 milyon, 19. yüzyılda 205 savaşta 8 milyon, İnsanlık tarihinin en kanlı dönemi olan 20. yüzyılda I. Dünya ve II. Dünya Savaşı dahil 300 civarında savaşta 110 milyon insani kayıp yaşandı.11 Teknolojik gelişmelerin yarattığı yıkımla birlikte savaşlarda ölen sayısı devasa boyutlara ulaştı. Rakamları güne bölersek, kapitalizmin tarihinin savaşsız ve çatışmasız geçmediğini görürüz.

 

Militarizm

Savaş kapitalizmin örgütlü, kurumsal şiddetinin en vahşi halidir. Ekonomik ve sosyal ve siyasal hayatın tamamı devletin omurgasını oluşturan ordunun ihtiyaçları doğrultusunda hareket eder. Toplantı, gösteri, grevler yasaklanır. Siyasal partilerin faaliyetleri, ifade özgürlüğü, parlamento, kadınların ve LGBTİ+’ların özgürlüğü; bunların tamamı militarizmin kapsamı altında değerlendirilir. İşçi sınıfı daha uzun saatler daha düşük ücret ile çalıştırılır. Ukrayna Başbakanı Zelensky’in de yaptığı ilk şey sıkıyönetim ilan edip, grevleri yasaklamak oldu. Milyonlar ölüm, açlık ve sefalet çukuruna itilirken, petrol ve silah şirketleri olmak üzere birbirine bağlı halkalar içerisinde faaliyet gösteren kapitalistler savaşın ekonomide yarattığı canlanmadan muazzam karlar elde ederler. Kapitalizmin yapısal parçası olan ırkçılık savaş zamanlarında tırmanışa geçer. Kapitalistler, yerinden zorla göç ettirilen milyonlarca göçmen işçinin iş gücü neredeyse bedavaya kullanılırken, milyonlarca insanın ölümünü “normalleştirmeye” çalışırlar.

Kapitalist sistemin krize girmesiyle uluslararası siyasal statüko da çatlamaya başlar, dengelerin bozulmasıyla beraber kapitalist devletler arasında hegemonya mücadelesi başlar. Bu mücadele nihai anlamda dünya ekonomisini hangi devletin yöneteceğinin tayin edildiği bir süreçtir. Giovanni Arrigi bugüne kadar her biri bir devletin egemen olduğu dört sistemik birim döngülerinden bahseder: Cenova (1340-1939), Hollanda (1560-1780), İngiltere (1740-1930), ABD için ise 1870’lerde başlayan döngünün bitiş tarihi halen belirsizliğini korumaktadır12. Savaş kapitalist devletlerin nüfus alanlarını genişletmek üzere, ekonomik, hammadde kaynaklarının ve pazarların ele geçirmek üzere gerçekleşmektedir. Bu nedenle savaşa karşı etkili bir mücadele antikapitalist temelde olmak zorundadır.

 

Savaşa ve enternasyonal

1914 dünya savaşı arifesinde dünya nüfus alanları yüzde 85 oranında paylaşılmıştı. Ele geçirilen nüfus alanları içinde İngiltere aslan payına sahipti. İngiltere jeopolitik üstünlüğün yanı sıra 18. yüzyılda gerçekleşen sanayi devriminin yarattığı üretim avantajına sahip ülke olarak “dünya üzerinde güneşe batmayan bir imparatorluk” gücüne sahipti. Ancak, 20. yüzyılın başında İngiltere’nin sanayi verimliliği artmasına rağmen üretimdeki payı nispi olarak azaldı. Bununla birlikte Almanya ve Japonya askeri ve sanayi açıdan yükselişe geçti. Atlantik tarafında ise ABD olağan üstü yükselişe geçti. Fransa, Japonya ve İtalya hâkimiyet alanlarını genişletme mücadelesine girdiler. Asıl çelişki İngiltere ve ABD arasındaki mücadeleydi.

Kapitalist devletler 20. yüzyılın başında (19141945) nüfus alanlarını ele geçirmek ve dünya ekonomisinin başına geçmek için iki korkunç dünya savaşı gerçekleştirdiler. Savaşlar milyonlarca insanın ölümü dışında, büyük alt üst oluşlara, büyük nüfus hareketlerine, imparatorlukların yıkılmasına, haritaların değişmesine yol açtı.

 

Sosyal şovenizme karşı mücadele

I.Dünya Savaşı esnasında Avrupa’nın sosyal demokrat partileri burjuvazinin yanında saf tutarak savaşı desteklediler. 1871’de Paris Komünü yenilgisinden sonra sosyalist hareketin merkezi Almanya’ya taşınmıştı. Bismark’ın baskıcı anti sosyalist yasalarına karşı başarılı bir mücadele vermiş, yaklaşık 1 milyon üyeye 4 milyon desteğe sahip SPD, savaş kredilerini destekledi. SPD yöneticileri “Özgürlüğe ve kültüre aşık, çar despotizminin tehdit ettiği bir halkın ulusal savunma kaygısı ve Almanya’nın güvenliğinin silah yoluyla garanti altına alan daimi bir barışa en kısa sürede ulaşabileceği”13 gerekçesiyle burjuvazinin yanında yer aldı. Bugün Ukrayna’yı savunmak adına Avrupa’yı, NATO’nun müdahalesini destekleyenlerin açıklamalarını, Almanya yerine Avrupa’yı koyarak okuyunca aynı sosyal şovenizmin izlerini görmek mümkün. Savaşta önce hakikatler öldürülür. Avrupa devletleri “anavatan savunusu” gerekçe gösterirken, burjuvazi, işçi sınıfının partisi ve sendika yöneticilerine işçilerin ve patronların ortak “ulusal” çıkarlarını birleştirme rolü biçti. Merkezciler “anayurt savunusu”nu engelleyemedik, destekleyelim bahanesi haline getirdiler. “Savaşı önleyemediğimiz için, bize rağmen çıktığı için ve ülkemiz işgalle karşı karşıya olduğu için ülkemizi savunmasız mı bırakacağız? Ev yanarken, kundakçıyı belirlemeden önce yangını söndürmeyecek miyiz?”14

Savaş esnasında Rosa Luxemburg tutuklu bulunduğu hapishanede Sosyal Demokrasi’nin Krizi (Junius) adlı broşürünü yazdı. Savaşa karşı çıkan az sayıda sosyalistten birisi olan Rosa Luxemburg “Ulusal Savunma” sorununu emperyalizmin çelişkileri bağlamında ele aldı.

“Emperyalizm, bir devletin ya da herhangi bir devleti grubunun eseri değildir. Sermayenin dünyadaki gelişmesinin belli bir olgunlaşma aşamasının ürünüdür: özündeki uluslararası koşul yalnızca bütün ilişkilerine görülebilen ve hiçbir ülkenin kendi isteğiyle dışında kalmadığı bölünmez bir bütündür.”15 Rosa Luxemburg iyi temenniler ile uluslararası kuruluşlar nezdinde gerçekleşecek kısmi reformlarla emperyalizmi zayıflatmaya yönelik reformizmi eleştiri yağmuruna tuttu. Rosa’ya göre dünya savaşının sosyalistlerin önüne koyduğu asıl problem işçi sınıfının savaşa hazır olup olmadığıydı.16 Savaşı ancak işçi sınıfının kitle grevlerinden oluşan mücadelesi durdurabilirdi. Ancak sosyal demokrasi her şeyi parlamentarizme tabi kılmıştı. Kautsky kitle grevlerine karşı çıkmıyordu ama grevlerin parlamenter faaliyetin bir parçası olması gerektiğin düşünüyordu.17 Rosa’ya göre, kitleler partilerin bir işaretiyle harekete geçmezdi. Partinin asıl yapması gereken geniş işçi kitleler içerisindeki “burjuva ulusal kurgu”sunun yarattığı illüzyonu ortadan kaldırmak için mücadele etmekti. Savaşın insanlığı yok oluşun eşiğe getirdiği koşullarda Rosa insanlığın önüne tek bir ikilem koydu: “Ya emperyalizmin zaferi ve kültürün tamamının yok olması, antik Roma’da olduğu gibi nüfusun tırpanlanması, ıssızlaştırma, yozlaşma, çok büyük bir mezarlık. Ya da sosyalizmin zaferi”.18

 

Tek yol devrim

Troçki de Savaş ve Enternasyonal adlı broşüründe emperyalizmin krizinin tüm ulusal ekonomilerin çöküşüne yol açtığı koşullarda gerçekleşen savaşın, dünya ekonomik gücüne sahip olan ülkenin savaş aracılığıyla büyük güç olmaktan dünya gücüne yükseleceğinin altını çizdi. Bu ülkenin kapitalist sınıfının sömürüsünü yaygınlaştırma ve yoğunlaştırmayı hedeflediğini açıklayan Troçki, emperyalizmin uluslararası kaosa yol açtığını, bu kaostan tek çıkışın uluslararası işçi devrimi olduğuna anlattı: “Savaş, kapitalizmin gelişmesinin doruğunda çözümsüz çelişkilerini çözme arayışının yöntemidir. Bu yönteme proleterya kendi yöntemiyle toplumsal devrim yöntemiyle karşı koymalıdır.”19

 

“Esas düşman içeridedir”

“Lenin’e göre de emperyalist savaş kapitalizmin ürünüydü ve kapitalizm yıkılmadan savaşa son verilemezdi:

Mevcut ilişkilerin, yani burjuva toplumsal ilişkilerin temeli olduğu gibi kaldığı sürece, emperyalist bir savaş ancak emperyalist bir barışa yol açabilir; bu ise zayıf ulus ve ülkelerin yalnızca savaşa ön gelen dönemde değil, fakat savaş boyunca da muazzam bir büyüklüğe erişmiş mali sermaye tarafından daha büyük, daha geniş ve daha yoğun bir şekilde sömürülmesi anlamına gelir.

Lenin, aynı noktadan hareketle çok daha etkili bir mücadele perspektifini savundu. Lenin’in tutumu çok basitti: Savaşı kapitalistler ile işçi sınıfı arasında iç savaşa çevirmek. Bu anlamda Karl Liebknecht’in “asıl düşman içeridedir” perspektifi mükemmel bir formülasyondu.

Herhangi bir “barış programı” temel amacı: kitlelere devrimin gerekliliğini anlatmak, her tarafta patlak vermiş kitlesel devrimci mücadeleleri (kitlelerdeki galeyan, yükselen protestolar, cephede kurulan kardeşçe ilişkiler, grevler vb.) desteklemek yardımcı olmak ve geliştirmek olmadığı sürece iki yüzlülükten başka bir şey olmayacaktır. …Sloganımız burjuvaziyi yenilgiye uğratmak, onu mülksüzleştirmek ve silahsızlandırmak üzere işçi sınıfını silahlandırmak olmalıdır.20

 

Maskeler düştü

Rosa Luxemburg’un Junius’da yazdığı gibi “dünya savaşı değişiklik” demekti. Fırtınaların geçmesini beklemek, her şeyin eskisi gibi olacağını düşünmek naif bir yanılsamaydı. Nitekim, savaş kapitalistlerin maskesini düşürdüğünde sosyal demokrasinin de maskesi düştü. Avrupa’da bedeli işçilere ödetilen savaş ekonomileri hayata geçirildi. Almanya’da enflasyon işçilerin cebini boşalttı. Maaşlar bloke edildi.

Tüm bunlar yaşanırken sendika yöneticisi Winning “Ulusal bağımsızlık ve bütün bir halkın ekonomi ruhu, ücretlerin çıkarlarının üzerindedir”21 diyordu.

Gıda maddelerinin fiyatı yılda yüzde 50 arttı. Önce ekmek karneye bağlandı. Sonra, yağ, et, patates. Tayın kartları ve dükkânlar tedarik ederse, haftada 1,5 kg ekmek, 2,5 kg patates, 80 gr tereyağ, 250 gr et, 180 gr şeker ve bir yarım yumurta hakkı vardı. Açlık orduları büyürken, sosyal demokrat Paul Lensch tayına bağlamanın “savaş sosyalizminin” bir önlemi olduğunu söylüyordu.22 Rusya’da da benzer kıtlık manzaraları, yiyecek sıkıntısı nedeniyle uzayıp giden kuyruklar vardı. Öte yandan soğuğa ve çamura gömülü siper savaşı, cephelerde milyonlarca askerin çürümesine yol açmıştı.

 

Hava barıştan yana döndü

Açlık, salgın hastalıklar, giderek uzayan ölüm ve kayıp listeleri savaşa karşı seslerin yükselmesine yol açtı.

Almanya’da Mayıs 1915’de bin kadının katıldığı bir gösteri gerçekleşti. Kasım ayında ise kadınlar hayat pahalılığına karşı yürüdü. Savaş karşı çıkan birkaç SPD’li milletvekilinden biri olan Liebknecht dönemin en popüler figürüydü. Kautsy Victor Adler’e yazığı mektup da havanın değiştiğinin gösteriyordu. “Ayrılıkçılık, eğitimsiz kitlelerin günlük ihtiyaçlarına tekabül ediyor. Liebknecht bugün siperlerin en popüler adamıdır.”23 1 Mayıs 1916’da enternasyonalist sosyalistlerin yaptığı çağrıya binlerce işçi katıldı. Liebknecht’in tutuklanması üzerine 55 bin işçi grev gitti. Eylemler ve grevler yaz boyunca sanayi bölgesi Ruhr’de devam etti.

 

Dünya savaşını bitiren devrim

Rusya’da da benzer gelişmeler yaşandı. Savaşa karşı faaliyet gösteren Bolşeviklerin hareket içinde etkisi artmaya başladı. 1915’de Putilov fabrikasında işçiler Sibirya’ya gönderilen beş Bolşevik’in serbest bırakılması ve ekonomik taleple iş yavaşlattılar. 1916’da Petersburg’da 100 bin işçi greve çıktı. Askerler içinde de huzursuzluk artmaya başladı, işçilere ateş açma emrinin verilmesi halinde emre uyulmaması gerektiğine ilişkin propaganda yaygınlaştı. Şubat ayında Putilov fabrikasında yeni bir grev dalgası başladı. 1916’da grev nedeniyle 9 matbaa greve çıktı.24 1917’de Kanlı Pazar’ı anma gününde 114 iş yerinde 137.500 işçi greve çıktı.25 Onu Putilov işletmelerindeki işçilerin oturma eylemi izledi. Grev diğer işyerlerine yayıldı. 23 Şubat 1917’de Uluslararası Kadınlar Günü’nde kadınların başlattıkları gösterilere ve grevlere, askerlerin ayaklanması eklendi. İşçiler öz yönetim organları Sovyetleri kurdular. 1917 Ekim’inde iktidarı alan işçi sınıfı bir yıl sonra da Almanya ile Brest Litovks barış anlaşmasını imzaladı. Ekim devriminin etkisi tüm Avrupa’ya yayıldı.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda benzer gelişmeler yaşandı. Budapeşte’de cephane fabrikalarında işçiler iş bıraktı. Viyana’da gerçekleşen grevlere 250 bin işçi katıldı. Rusya’daki gibi işçi konseyleri kuruldu. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yıkıldı. Yerine konseyler cumhuriyeti kuruldu. Almanya’da da grev dalgası yayıldı. Birinci gün 400 işçinin katılımıyla gerçekleşen greve ikinci gün 100 bin işçi daha katıldı. Berlin’de grev Hamburg, Kiel, Nürmberg, Köln, Manheim gibi şehirlere yayıldı.26 Kasım 1918’de Kiel’de 20 bin askerin katıldığı kitlesel mitingde asker konseyleri ilan edildi. Sonrasında da konseyler tüm şehirlere yayıldı. İtalya’da 1920-21 yıllarında Torino, Milona gibi sanayi bölgelerinde genel grevler gerçekleşti. İşçilerin taban örgütleri kuruldu. Avrupa’da devrimler savaşa son verirken, imparatorlukları tarihin çöplüğüne attı. Devrim Rusya dışında başarılı olamadı ama sosyalist bir dünyanın kapılarını zorladı.

 

Ekonomik çöküş ve silahlanma

Birinci Dünya Savaşı 8 milyon askerin ölümüne, 7 milyonunun sakatlanmasına, 15 milyon insanın yaralanmasına, salgın ve kıtlık ve yoksulluk nedeniyle 5 milyon sivilin ölümüne yol açtı.27 Jeopolitik krizi derinleştirdi. İmparatorlukların yıkılması sonucunda Avrupa’da Çekoslavakya, Yugoslavaya, Estonya, Letonya ve Litvanya gibi yeni devletler ortaya çıktı. Almanya savaş tazminatı ve askeri yaptırımları dışında sömürge bölgesinde kayıplar yaşadı. Asya-pasifik bölgesinde de Japonya işgal ettiği Çin’i geri verdi. İtalya galip devletler arasında olmasına rağmen savaştan istediği sonucu elde edemedi.

Ayrıca dünya ekonomisinde üstünlüğün hangi ülkenin eline geçeceği de henüz belirleniyordu. Savaşın yarattığı tahribatın yarattığı ekonomik daralma, savaşın maliyetinin karşılanması sorunu, ekonomileri çok daha kırılgan hale getirdi. Savaşın uluslararası borçların artmasına yol açtığı 1914-19 yıllarında ABD en büyük alacaklı ülke olarak dünya ekonomisinin merkezi haline geldi. Savaş sonrasında da Avrupa devletlerini finansal açıdan destekledi. 1929’da Wall Street’in iflas etmesi dünya çapında zincirleme ekonomik çöküşe yol açtı. Krize giren devletler silahlanmaya hız verdiler.

Rosa Luxemburg Sermaye Birikimi adlı kitabında militarizmin kapitalizmin her aşamasında sermayeye eşlik ettiğini anlatırken, silahlanmanın ekonomik açıdan kendi başına bir birikim alanı açtığının altını çizer. İşçilerin sınırlı tüketime yol açan “vergi” adı altında toplanan dolaylı ya da dolaysız kesintiler devlet bürokrasinin maaşlarını ödemek ve düzenli orduya bakmanın dışında, devletin meta (silahlanma) talep etmesiyle artı değerin yeniden realize edilebilmesi açısından yeni bir alan sağlar. Rosa’dan devam edersek;

sermayenin dolaşıma soktuğu bu para önce işgücüyle değişim işlevini yerine getirir, sonra devletin aracılığıyla yepyeni bir yaşama başlar. İşgücüne ya da sermayeye bağlı yeni bir satın alma gücü olmadığı gibi, ne kapitaliste ne de işçi sınıfına hizmet eden özel üretim dallarına gitmeyecek sadece sermayeye artı değer yaratma ve reaileze etme açısından yeni fırsatlar sağlayacaktır.28

İkinci Dünya Savaşı sonrası kapitalizmin “altın çağ” olarak adlandırılan uzun genişlemesinde devam eden silahlanma ekonomisinin etkisine dikkat çeken Micheal Kidron da Marx’ın azalan kar oranları krizi teorisinden hareketle, silahlanmanın sistemin aşırı sermaye birikimine yol açarak kar oranları azaltma eğilimini telafi ettiğine dikkat çeker.29

Devletler savaş öncesinde silahlanmaya muazzam bütçeler ayırdılar. 1930’da İtalya ulusal gelirin yüzde 10’dan fazlasını, devlet gelirlerinin üçte birini silahlı kuvvetlere ayırdı.30 Japonya 1931-32’de bütçenin yüzde 31 iken bu rakam 1936-37’de yüzde 47’ye çıktı.31 Nazi Almanya’sı ise bütçenin yüzde 52’sini aktardı.32 Fransa, 1937-38’de bütçenin yüzde 30’unu ayırdı.33 İngiltere silahlanma harcamalarında GSMH’nın 1937’de yüz 5,5’ini, 1938’de yüzde 8,5 ve 1939’da ise yüzde 12’sini ayırdı.34 ABD’de New Deal politikalarının yetersiz olması silahlanma programıyla değişimine yol açtı. Devlet ile sermaye arasındaki karşılıklı ilişkinin güçlenmesi, savaş sonrası da devam eden uzun dönemli ekonomik planlara yol açtı. Devletin ulusal kapitalist grupları desteklemesiyle, ulusal sınırları dışındaki kaynaklara sahip olma ihtiyacı arasındaki dinamik yeni dünya savaşının yolunu açtı. 55 milyon insanın yaşamı pahasına yapılan II. Dünya Savaşı, güçler dengesini değiştirdiği gibi, ekonomik krizinin aşılmasının da temel kaldıracı oldu.

 

Politik atmosfer tamamen sağa yattı

Neredeyse tüm kaynakların silahlanma için harcandığı koşullar keskin sınıf mücadelesine de yol açan koşullardı. Siyasal demokrasinin tüm imkanları ortadan kaldırılmadan, işçi sınıfının örgütlerinin kökü kazınmadan böylesi bir seferberlik gerçekleşemezdi. Nitekim, İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler, ekonomik kriz ve savaşın getirdiği yıkım koşullarında çökmekte olan küçük burjuvaziyi ve orta sınıfları işçi sınıfına karşı mobilize ederek iktidara geldi. Sonrasında demokratik her tür kazanım, işçilerin tüm örgütleri ortadan kaldırıldı. Rusya’da devrim işçi sınıfını iktidara getirmiş savaşa son vermişti. Ancak, iç savaş ve Alman devriminin yenilgisi Rusya’nın izolasyonuna yol açtı. 1928’de gerçekleşen karşı devrim ile Stalin’in etrafında kümelenen bürokrasinin yönetici i sınıf olarak hâkim olduğu, tek bir işletme gibi işleyen, işçilerin ve köylülerin sömürüsüne dayanan devlet kapitalisti bir rejim kuruldu. Stalin dünya devrimi savunusu terk edip “tek ülkede sosyalizm” fikrini savundu. Batıyla arasındaki mesafeyi kapatmak istiyordu. Bunun için 1928’de ilk beş yıllık kalkınma planını ilan etti. Batıda 150 yılda gerçekleşen sanayileşme hedefinin çok kısa bir sürede gerçekleşmesi için muazzam bir baskı mekanizması devreye girdi. İşçilerin üretim sürecinde baskılandığı, bir yerden bir yere gitmek için pasopart almak zorunda kaldığı, rejim muhaliflerinin “çalışma kamplarına” gönderilmek suretiyle yok edildiği otoriter bir rejimdi söz konusu olan.

Stalin savaş öncesinde silahlanma kapsamında tahılın satılması için “zorunlu kolektifleştirme” programı başlattı. 1931-32’de Ukrayna’dan Orta Asya’ya kadar uzanan geniş topraklarda tahıla el koydu. 70 milyon insanın hayatını etkileyen bu adımın 3 ila 4 milyon arasında insanın ölümüne yol açtığı düşünülüyor. İkinci adım da 1936 yılında kurulan Moskova Mahkemeleri’yle devrimin önde gelen figürlerinin türlü işkencelerle önce itibarsızlaştırılması sonra yok edilmesiydi.

 

Konformizmin dayanılmaz rahatlığı

  1. Dünya Savaşı esnasında Avrupa ve Kuzey Amerika’daki sol kanat, liberaller savaşı demokrasi ve faşizm arasında bir savaş olarak görüyorlardı. Bugün de bu görüşün alıcısı hem sağda hem de solda oldukça yaygın. Ukrayna savaşına bakış da aynı politik süzgeçten geçmekte. Türkiye’de egemen olan Stalinist cephe, “Büyük Rus şovenisti” Stalin’den anti-faşist bir kahraman yaratma çabası içinde; bugünün NATO ülkeleri Polonya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’nın yanı sıra Balkanlar ve Alman İmparatorluğu’nun doğu bölümlerinin zamanında Stalin tarafından kurtarılmış bölgeler oldukları iddia ediyor.35 Bu ülkelerin Kızıl Ordu tarafından işgal edilmesini, yöneticilerinin toplama kamplarında yok edilmesini, Rusya benzeri kurulan kukla devletlerin kurulmasını, “kurtarılmış bölgeler” ilan edilmesini hatırlamamanın tarihsel bir unutkanlıktan kaynaklanmadığı, daha çok Putin’in işgalini meşrulaştırmayı hedeflediği açık.
  2. Dünya Savaşı’nda her biri birbiriyle mücadele eden kapitalist güçlerin odaklandığı faşizmden kurtulmak, demokrasiyi kurmak değil, birbirleriyle rekabette üstünlük sağlayacağını düşündükleri nüfus alanlarının genişletilmesi ve kendi sınır güvenliklerinin sağlanmasıydı. İşçi sınıfı perspektifinden uzaklaşan, Lenin, Troçki ve Rosa’nın fikirlerini unutanlar o günkü gerçeklikleri çarpıtırken, işçi sınıfını kapitalist kamplardan birinin peşine sürüklemeye çalışıyorlar ne yazık ki!

 

Hitler’e karşı savaş!

  1. Dünya Savaşı arifesinde işçi örgütleri dağıtılmıştı. Ne sosyal demokrasi ne de komünist partileri vardı. 1936 Komünist Partileri tarafından desteklenen Halk Cephesi politikaları nedeniyle, İspanya’da devrim yenilgiye uğradı. Fransa’da oluşan devrimci durumu tersine çevirdi. Böylece son umutlar da tüketildi. Bu sefer Ulusal birlik çağrısını yapmak Churchill’e düştü. Yeni savaşın konsepti “Hitler’e karşı savaş”tı. Sosyalistler Hitler’in yenilgiye uğratılması konusunda hemfikirdi. Ancak Fransa ve İngiltere devletleri, solu ve işçi sınıfını ezen Nazilere daha fazla sempati duymaktaydı. Almanya, İtalya, Japonya’dan çok Rusya’yı düşman olarak gördüler. Churchill Mussolini hayranıydı. İngiliz hükümeti faşist İtalya ile ilişkilerine özen gösteriyordu. Nitekim, İspanya iç savaşında Franco’yu bir tehdit olarak algılamadıkları için Hitler ve Mussolini arasında bir saldırmazlık anlaşmasını görmezden geldiler. Hitler Avusturya’yı işgal edip, Çekoslavakya’nın Almanların yaşadığı sınır bölgelerini talep ettiğinde Britanya ve Fransa egemen sınıfı savaş çıkartmak için herhangi bir neden görmediler. Hitler ve Stalin 1939’da Polonya’yı işgal ettiğinde de aynı rasyonaliteye sahiptiler.36

Savaşın ikinci “anti-faşist cephesi Stalin” ise Nazilerin yükselişe geçtiği 1930’lu yılların başında “sosyal faşist” ilan ettiği sosyal demokratları Nazilerden daha büyük bir tehdit olarak gördü. 1939 yılında Almanya ile gizlice “Molotov-Ribentrop Anlaşması” saldırmazlık paktı imzaladı. Bu anlaşma Almanya’nın stratejik konumunu güçlendirmekle birlikte Polonya’nın işgalini kaçınılmaz hale getirdi. Nitekim, Hitler ile birlikte Polonya’yı işgal etti. Çarlık öncesi “Büyük Rus şovenizmine” döndü. Rus olmayan halklar büyük bedeller ödediler. 1917’de Ekim devriminde ulusal özgürlüğüne kavuşan Baltık devletleri Estonya ve Litvanya’yı işgal etti. Hitler’in Rusya’ya karşı “yıldırım harekâtı” başlattığı 1941 tarihine kadar Stalin için sorun değildi. Hitler’e karşı savaşını da “Büyük anti-faşist Savaş” değil, “Büyük vatanseverlik savaşı” olarak adlandırdı.37 Stalin’in ordusu Hitler’in saldırısı karşısında önce bozguna uğradı. Daha sonra birden çok etkenin etkileşiminin yarattığı politik-askeri şartların sayesinde Hitler’i püskürttü.

Üçüncü anti-faşist cephenin lideri ABD’yi bu cepheye sürükleyen şey Asya-pasifik bölgesindeki çıkarlarıydı. Japonya savaş öncesinde Kore ve Tayvan’ı kolonileştirmişti ve kuzey Çin’de hatırı sayılır imtiyazlar elde etmişti. Dünya ekonomisinin krize girdiği 1931’de Çin’in Mançurya bölgesini işgal etti. Savaş esnasında Fransız Çinhindi’ne doğru ilerlemeye başladı. ABD Japonya’nın ihtiyaç duyduğu hammadde kaynaklarını abluka altına aldığında, Japonya Amerikan donanmasına Pearl Harbour saldırısını düzenledi. ABD Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine birkaç gün arayla iki atom bombası attı. Şehirlerin haritadan silindiği saldırı 226 bin insanın ölmesine neden oldu. Böylece ABD dünya gücü olmak için çok kritik olan Asya-Pasifik bölgesinde egemenliğini kazanmış oldu.

 

Süper güçlerin emperyalizmi

Savaş bittiğinde Churchill, Roosevelt ve Stalin Yalta’da bir araya geldiler ve dünyayı paylaştılar. Batı ABD ve İngiltere’nin, Doğu Rusya’nın hegemonyası tarafından belirlendi. Polonya, Macaristan, Çekoslavakya, Doğu, Almanya, Bulgaristan, Yugoslavya ve Rusya 198991’de aşağıdan kitlesel mücadelelerle yıkılana kadar, Rusya’daki gibi tek parti diktatörlükleriyle yönetildiler. Ekonomik ve siyasal açıdan tamamen Rusya’ya bağlıydılar. Rusya, 1953’te Doğu Almanya’da, 1956’da Macaristan’da meydana gelen işçi ayaklanmalarını bastırdı. 1968’de Çekoslovakya’yı, 1979’da Afganistan’ı işgal etti.

ABD ise tüm Avrupa’yı ve Doğu Asya’yı yıkan savaşta elde ettiği elde ettiği birikim sayesinde, neredeyse savaştan yara almadan çıkan tek ülke olarak, dünya ekonomisinin başına geçti. Böylelikle dünya iki süper güçten oluşan yeni bir emperyalist döneme girdi. “Soğuk savaş” olarak adlandırılan iki merkezli dünyada siyasal alana kampçı fikirler egemen oldu. Bu iki emperyalist merkez her ne kadar birbirlerini “düşman” kamp ilan etseler de 1953’te Berlin ablukası, 1950-53 Kore Savaşı ve 1962’deki Küba krizi dışında ‘sonuç olarak her şey aynı kaldı’, mevcut statükoyu sarsacak pek bir şey yapmadılar. Rusya’nın bir aparatına dönüşmüş olan Komünist partileri de ne zaman kitleler mücadele etmeye başlasa, ne zaman devrimci bir durum oluşsa rüzgârı tersine çevirmek, statükoyu korumak için ellerinden geleni yaptılar.

 

Sömürgecilerin sonu

Lenin savaşa karşı net bir tutum alırken, ezilen ulusların mücadelesini sahiplendi ve hayatının son gününe kadar ulusların kendi kaderini tayin hakkını savundu. Emperyalist ilişkilerinin bir sonucu olan “ulusal baskı”ya karşı çıkmadan, işçi sınıfını kuşatan egemen sınıf milliyetçiliği geriletilemezdi. Savaş sonrasında büyük kapitalist devletlerin sömürgesi olan bölgelerde pek çok ulusal kurtuluş mücadelesi gerçekleşti. 1930’larda hız kazanan Hindistan Ulusal Hareketi İngiltere’nin Hindistan’dan çekilmesiyle sona erdi. Savaştan yenilgiyle çıkan Japonya Kore ve Çin’den çekildi. Çin’de Japon orduları tarafından yıpratılan batı destekli Komintang orduları köylüler ve orta sınıflar arasında prestijli Mao’nun ordusu karşısında yenik düştüler. Sömürgeci güçler kurtuluş hareketlerini makineli tüfekler, toplama kampları, katliamlar ile baskılamaya çalıştılar. Fransa’nın Vietnam, Madagaskar, Cezayir ve Batı Afrika’daki sömürgelerinde, İngiltere’nin sömürdüğü Malaya, Kenya, Kıbrıs, Aden ve Rodezya’da ve Portekiz’in sömürgeleri olan Angola, Mozambik ve Gine Bissau’da benzer süreçler işledi. Sömürgeciler kazanamayacakları savaşlar için büyük kaynaklar harcadılar. Çok sayıda insan öldürdüler. Ama ulusların egemenlik haklarını tanımak zorunda kaldılar. Ulusları baskı altına alan milliyetçiliğin, işçi sınıfını da baskı altına aldığı sayısız mücadele yaşandı. Örneğin, Cezayir’in ulusal kurtuluş mücadelesini baskı altına alan zorbalık, Fransa’da işçi sınıfının demokratik haklarının kısıtlanmasına yol açtı. 1958’de ulusal meclis General De Gaulle’e geniş yetkiler verdi. Portekiz’in sömürgecilikte ısrarı ise sömürge topraklarında başlayan bir devrimi başlattı. 1974-75’de Portekiz bu toprakları terk etmek zorunda kaldı.

 

Dünya’ya sosyal patlamalara yol açan savaş: Vietnam

Dünyanın süper gücü 1964’de, Vietnam’ı işgal etti. Bütçenin yüzde 30’unu bu savaşa aktaran ABD’nin, üst düzeyde bir askeri çaba ile atom bombası hariç her türlü bombayı kullanmasına rağmen küçük bir köylü ülkesine yenilmesi hem dünya dengeleri hem de sınıflar mücadelesindeki dengeler açısından değişime yol açtı. Vietnam’daki direniş ABD’nin yenilmesine yol açmıştı. Ama asıl yenilgiye yol açan, savaşan cephede başlayan savaş karşıtı mücadeleydi. Ordu içinde başlayan isyan, savaş gazilerine oradan da tüm ülkeyi saran büyük bir isyana dönüştü. Vietnam’daki yenilgi ABD’nin hegemonyasını sarstı. Ama asıl değişim milyonların aşağıdan hareketiyle geldi. Vietnam Savaşı’na karşı hoşnutsuzluk tüm dünyada büyük çalkantılara, hareketlere, eylemlere, grevlere ve isyanlara yol açtı. Vietnam savaşına karşı yükselen öfke, Çekoslavakya işgaline karşı öfke, Cezayir sorunu ve ekonomik taleplerle birleşti. Kitlesel mücadelelerin hedefinde her iki emperyalist kamp vardı. Fransa’da milyonluk grevler ve öğrenci işgalleri De Gaulle’nin kaçmasına yol açtı. İtalya’da dünya savaşından beri tarihin en büyük grevleri gerçekleşti. Polonya’da işçiler 1970-71 yıllarında öfkelerini “kahrolsun kızıl burjuvazi” sloganlarıyla gösterdiler. 1974’de İspanya’daki grev dalgası Franco diktatörlüğüne son verdi. 1970-79 arasında İngiltere’de sınıf mücadelesi sonucunda iki kez başbakan değişti. Dünyanın öteki yakasında da durum farklı değildi. Arjantin’den Şili’ye bir çok ülkede işçi sınıfının öz örgütlenmelerinin ortaya çıktığı devrimci durumlar yaşandı.

ABD hegemonyasının çöküşü: 11 Eylül 2001 1989’da  Rusya  ve  Doğu  Bloku  ülkelerinin  yıkıldığı yıllarda  sermayenin  zaferi  ilan  edilmiş,  tek  kutuplu bir dünyada yaşadığımız iddia edilmiş, “küreselleşme” kavramı  her  tür  çelişkiyi  çözen  bir  anahtara  dönüşmüştü. Bugün hemen herkes çok merkezli bir dünyada yaşadığımız konusunda hem fikir. O günden bugüne yaşanan pek çok savaş, ABD’nin hegemonik gücünün gerilediğine  açıklık  kazandırdı.  Nitekim,  ABD’nin 1989’da Panama’yı işgal etmesi, 1990-91 Körfez Krizi,1992’de BM Güvenlik Gücü’nün Somali’ye yaptığı “insani”  müdahale,  1999’da  Yugoslavya’nın  NATO tarafından  bombalanması;  tüm  bunlar  iki  merkezli dünyanın çözülmesiyle yeni savaşlar ve kargaşalar dönemine girildiğine ilişkin ilk işaretlerdi.

1945’te savaş sonrasında başlayan kapitalizmin kar oranlarının yükseldiği altın yıllar 1970’lerde yaşanan petrol kriziyle birlikte yapısal krize girilmesiyle son buldu. ABD dünya ekonomisinin yarısını oluşturan güçtü ve uzun soğuk savaş dönemi boyunca askeri gücünü tahkim etti. Batı Avrupa ve Japonya’nın yeniden toparlanıp, genişlemesi ABD’nin dünya piyasalarında karlılığında sert düşüşe yol açtı. Doğu Almanya’nın Batı Almanya ile birleşmesinden sonra nüfus alanını genişleten Almanya Avrupa Birliği’nin hegemonik gücüne dönüştü. Çin ve Rusya henüz toparlanmamış olmalarına rağmen bu yine de ABD açısından potansiyel bir riskti. ABD şirketlerinin dünya piyasalarında yeniden yükselişe geçmesi için elindeki muazzam savaş mekanizmasını hareket geçirdi. 11 Eylül 2001’de El-Kaide’nin İkiz Kuleler ve Pentogon’a yaptığı saldırılar dönemin Bush ve Neoconlardan oluşan iktidarına fırsat verdi. Bush “Terörizme karşı sonsuz özgürlük savaşını” başlattıklarını ilan edip, tüm dünyaya “ya benden yanasınız ya teröristten” ikilemini dayatırken, rakiplerine meydan okuyordu. Irak ve Afganistan savaşı emperyalizmin krizini derinleştiren yeni bir aşamaydı. Aynı zamanda ABD’nin hegemonik çözülüşünü hızlandıran gelişmelerdi. Afganistan’a işgal ettiği 2001’den, Irak’ a girdiği 2003 tarihine kadar savaşa karşı dünya çapında 36 milyon insan sokağa çıktı. Irak’ta ise işgale karşı kitlesel mücadeleler yaşandı. Hareket savaşı bitiremedi ama ABD hegemonyasında muazzam gedikler açtı. Irak ABD’nin hedefleri açısından tam bir başarısızlık oldu. Irak’a aktardığı muazzam kaynaklara rağmen istikrar gelmedi. Afganistan’da ise Taliban en popüler güç haline geldi. Nitekim ABD 2020 yılında Afganistan’dan çekilmek zorunda kaldı. 2008’de yaşanan ekonomik krizle birlikte ABD’nin ekonomik gerileyişi hızlandı. Rusya ve Çin ekonomilerinin güçlenmesiyle birlikte ABD tamamen bu yükselişe yanıt vermeye odaklandı. 2011’de Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de gerçekleşen devrimlerin karşı devrimlerle yenilgisi sonrasında coğrafyada hem bölgesel güçler hem de büyük güçler arasında keskin bir mücadele sürüyor.

Çatışmaların merkezi Avrupa ve Asya’ya kaydı Ukrayna savaşıyla çatışmaların merkezi Avrupa’ya ve Asya’ya taşındı. Ukrayna savaşı sonrasında Almanya 50 milyar Euro olan savunma bütçesini 100 milyar Euro daha arttırarak toplamda 150 milyarlık bir bütçeye ulaştı. Bu Almanya’nın II. Dünya Savaşı’ndan sonra ulaştığı en yüksek rakam. Japonya bölgesel komşusu Çin ile çatışma hazırlıkları doğrultusunda askeri gücünü arttırmaya çalışıyor. Japonya eski Başbakanı Shinzo Abe’nin suikastle öldürülmesinden sonra sağ emperyalist saldırganlığı tırmandırmak için çabalıyor. Başbakan Fumio Kishida, Japonya’nın “pasifist anayasa” olarak adlandırılan II. Dünya Savaşı sonrası anayasasını revize etmek isteğini şöyle ifade etti: “Önümüzdeki beş yıl içinde Japonya’nın savunma yeteneklerini temelden güçlendirmeye ve bunu gerçekleştirmek için Japonya’nın savunma bütçesinde önemli bir artış sağlamaya kararlıyım.”38 Bu sözler bölgede çatışmalı bir sürece gidildiğine ilişkin önemli bir işaret. Öte yandan SIPRI 2022 raporuna göre; Avrupa son beş yılda silahlanma bütçesinde yüzde 19 artış gösterdi. Avrupa’nın küresel silah ticaretindeki silah ithalatının Rusya’nın 2014 yılında Kırım’ı ilhak etmesinin ardından artmaya başladığına dikkat çekilmekte. Rapora göre Çin’in Asya ve Okyanusya ülkeleriyle yaşadığı gerilimler ABD’nin bölgeye önemli ölçüde silah tedarik etmesine yol açıyor. Küresel silah transferlerin yüzde 43’ünün gerçekleştiği Asya ve Okyanusya silah ithal eden en büyük bölge konumuna ulaşmış vaziyette39.

Ukrayna Savaşı ABD, Çin arasındaki gerilimi de Tayvan etrafında derinleştirdi. Mart ayında ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi adaya askeri uçakla gitti. Çin Tayvan’ın eyaleti olduğunu savundu ve bu ziyaret sırasında askeri tatbikat yaptı. Xi Jinping gerekirse güç kullanabileceğini söyledi. Ukrayna savaşı Türkiye’nin hem Ortadoğu’da bölgesel bir güç olmak hem de Kürtlerin bir statü elde etmesini engelleme çabalarının güçlenmesi için zemin yarattı. Ukrayna’nın işgalinden sonra Türkiye Kuzey Irak’a girdi. Suriye’nin Kuzey’ine girmek için Rusya ve ABD ile pazarlıklar sürdürmekte. Öte yandan Yunanistan ile gerilimi tırmandırmakta. Süregelen savaşlar ve çatışmalar, derin bir ekonomik kriz ve buna eşlik eden silahlanma oranlarındaki artış; tüm bunlar büyük güçler ve bölgesel güçler arasındaki ekonomik, jeopolitik mücadelenin askeri bir karşılaşmaya dönüşebileceğine ilişkin işaretler.

Sosyalistler her zaman doğruları söylemeli. Clausewitz’in “Savaş, siyasetin başka yollarla devamıdır.” ünlü sözü hala güncelliğini koruyor. Kapitalist devletler arasındaki güç mücadelesi, etki alanları ve pazarlar üzerinde gerilimler belli bir eşiğe ulaştığında, siyasal ve ekonomik rekabette kimin egemen olacağını belirlemek için savaş seçenek haline gelir. Temenniler ve diplomatik girişimler, kapitalistleri caydıramaz.

Nitekim, Joe Biden, iş dünyasıyla yaptığı bir toplantıda, dünyanın, her üç veya dört nesilde bir yaşanan bir ‘dönüm noktası’ndan geçtiğini, bundan doğacak sonuçları belirlemenin ABD’ye bağlı olduğunu iddia ederek, “dışarıda yeni bir dünya düzeni kurulacak ve biz buna öncülük etmeliyiz. Bunu yaparken özgür dünyanın geri kalanını birleştirmemiz gerekir”40 dedi. Biden “özgür dünya” derken, kapitalist sömürü ilişkilerin devam ettiği, ABD’li şirketlerin dünya piyasalarının hâkimi olacağı yeni dünya düzeninden söz ediyor. Savaşa karşı etkili bir mücadele sürdürmek için öncelikle birbiriyle mücadele eden emperyalist kamplaşmalar karşısında bir bütün olarak işçi sınıfının çıkarlarını savunmak gerekiyor. Emperyalistlerin işçi sınıfının önüne koyduğu ikilem, birbiriyle rekabet eden emperyalist kamplardan hangisinin zaferle çıkacağından ibaret. Oysa işçi sınıfının önünde duran temel sorun, gezegeni yok oluşa sürükleyen kapitalizmi ortadan kaldıracak, dünya çapında işçi devrimlerinin gerçekleşip, gerçekleşmeyeceğidir. Savaşı işçi sınıfının grevler ve dev kitle hareketleri üzerinde yükselen sosyal ve politik mücadelesi durdurabilir. Kitlesel grevlerin eşlik ettiği kitlesel muhalefet savaşı durdurmakla kalmaz, kapitalist sömürü ilişkilerinin sona erdiği yepyeni bir dünyanın da kapılarını açar.

 

Dipnotlar:

1             Emren, 2022.

2             Ukrayna Savaşıyla ilgili kapsamlı tartışmalar için bakınız Karakaş, 2022, s.7-24)

3             Şensever, Levent, 2022, s.40 4 Mason, 2022

5             Dsip.org.tr,2022

6             Artıgerçek,2022

7             Tekin, 2019, s.74-75-76

8             Bukharin, 2009, s.126-127

9             Marx, Engels, 2011, s.109

10           Baker’dan aktaran: Callinicos, 2014, s.140

11           Tilly, 2001, s.123-124

12           Arrighi’den aktaran: Callinicos, Alex, 2014, S.200

13           Broue, S.49

14           Luxemburg, Rosa, 2010, S.486

15           A.g.e, 486

16           A.g.e, 501

17           Cliff, Tony, 1994, S.22

18           Luxemburg, Rosa, 2004, S.478 19 Cliff, Tony, 2013, S.202

20          Cliff, Tony, 1994, S.16 21 Broue, 1971, s.61

22           A.g.e, 62

23           A.g.e, 63

24           Cliff, 1994, s.56

25           A.g.e, s.99

26           Harman, 2011, s.39, 40

27           Kennedy, 1990, s.327

28           Luxemburg, 2002, s.356

29           Kidron, 2013.

30           Kennedy, 1990, s. 343

31           A.g.e, 353

32           A.g.e, 357

33           A.g.e, 365

34           A.g.e, 375

35           Schneider, 2022

36           Harman, 2008, S.500

37           A.g.e, 502

38           Socialist Worker, 2022

39           Gazete Duvar, 2022

40           Sputniknews,2022

 

KAYNAKÇA

Broue, Pierre, 1971, Almanya’da Devrim, Çev. Şule Çiltaş, Ayrıntı yayınları, S.49

Bukharin, Nikolai, I., 2009, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi,Kalkedon Yayınevi, Çev. Uğur Selçuk Akalın,

Callinicos, Alex, 2014, Emperyalizm Küresel Ekonomi Politik, Phoenix yayıncılık, Çev. İlkay Ata,

Cliff, Tony, 1994, Lenin, Bütün İktidar Sovyetlere, Cilt 2, Z Yayıncılık, Çev. Tarık Kaya, Bernar Kutlu,

Cliff, Tony, 2013, Troçki, Cilt 2, Marx 21, Çev. Ali Çakıroğlu,

Emren, Tuna, 2022, “Oxfam ve SIPRI raporlarında günümüz kapitalizmi: Servet eşitsizliği artıyor, Silahlanma yarışı tırmanıyor”

Gazete Duvar, 2022, https://www.gazeteduvar.com.tr/sipri-avrupa-son-bes-yildir-rekor-oranda-silahlaniyor-haber-1556573, erişim tarihi:14.03.2022

Harman, Chris, 2011, Kaybedilmiş Devrim, Pencere Yayınları, Çev. Cengiz Algan,

Harman,Chris, 2009, Halkların Dünya Tarihi, Yordam Kitap, Çev. Uygur Kocabaşoğlu,

https://Marxist.org/eski/icerik/Yazar/17886/Oxfam-ve-SIPRI-raporlarinda-gunumuz-kapitalizmi-Servet-esitsizligi-artiyor,-silahlanma-yarisi-tirmaniyor) Erişim Tarihi: 31.5.2022

https://paulmasonnews.medium.com/ukraine-outli-nes-of-a-marxist-position-8410859acfc7, erişim tarihi: 22.03.2022

Karakaş, Şenol, 2022, “İşgal, Emperyalizm ve Sol Alternatif”, Enternasyonal Sosyalizm, Sayı:10, S.7-24

Kennedy, Paul, 1990, Büyük Güçlerin Yükselişi ve Çöküşü, İş Bankası Kültür Yayınları, Çev. Birtane Karanakçı.

Kidron, Michael, 2013, https://www.dsip.org.tr/index.php/kutuphane/93-brosurler/586-michael-kidron-suerekli-silahlanma-ekonomisi

Luxemburg, Rosa, 2002, Sermaye Birikimi, Belge Yayınları, Çev. Tayfun Ertan,

Luxemburg, Rosa, 2010, Seçme Yazılar, Dipnot, Hazırlayan: Peter Hudis-Kevin B. Anderson, Çev. Tunç Tayanç

Marx,Karl, Engels, Friedrich, 2011, Komünist Manifesto, Belge Yayınları, Çev. Tektaş Ağaoğlu,

Mason, Paul, 2022, “Ukraine: Outlines of a Marxist Position

Pelosi, Nancy, 2022, “Neden Tayvan’da Bir Kongre Heyetine Liderlik Ediyorum?”  https://artigercek.com/haberler/nancy-pelosi-yazdi-neden-tayvan-da-bir-kongre-heyetine-liderlik-ediyorum, erişim tarihi: 2.6.2022

Scheider, Ulrich, 2022, https://www.evrensel.net/haber/461214/schneider-fasizmin-yenilgisi-buyuk-umutlar-uzerinde-dusunmek-icin-bir-firsat, erişim tarihi:11.5.2022

Socialist Worker, 2022, https://socialistworker.co.uk/international/ right-drive-japan-to-military-escalation-after-assassination/, 12.5.2022

Sputniknews, 2022,https://sputniknews.com.tr/20220322/ abd-baskani-biden-yeni-dunya-duzenine-onderlik-etmeliyiz-1054962133.html, erişim tarihi:22.03.2022

Şensever, Levent, 2022 “Çin’in Devlet Kapitalizmi Rejimi Türkiye İçin Örnek Alınacak bir Model midir?”, Enternasyonal Sosyalizm, Sayı:10, S.40

Tekin, Ozan, 2019, “Emperyalizm,Savaş ve Direniş, Enternasyonal Sosyalizm, Sayı:4, Sayfa: 74-75-76

Tilly, Charles, 2001, Zor, Sermaye ve Avrupa Devletlerinin Oluşumu, İmge Yayınları, Çev. Kudret Emiroğlu.

Ukrayna Krizi Hakkında Uluslararası Sosyalist Akımın Açıklaması, https://www.dsip.org.tr/index.php/haberler/83-dunya/1431-ukrayna-krizi-hakkinda-uluslararasi-sosyalist-akimin-aciklamasi, erişim tarihi:23.02.2022

 

Enternasyonal Sosyalizm