Sayı 15

Enternasyonal Sosyalizm sayı 15, Mayıs 2025.

 

 

 

Kapitalizmin çoklu krizi büyük git gellere neden olmaya devam ediyor. Gezegenin en sıcak yılı olan 2024 ilk kez bütün bir yılın ortalaması olarak sanayi öncesi dönemi 1,5 derece aştı. 2025’in ilk ayları da dünya genelinde rekor sıcaklıklarla geçiyor. Avrupa Birliği’nin Copernicus İklim Değişikliği Servisi’nin Mart ayında yayınladığı raporda, dünyanın en zengin bölgelerinden biri olan Avrupa’da geçen yıl iklim değişimi kaynaklı fırtınalar, seller ve orman yangınlarından dolayı 413 bin kişinin etkilendiği ve en az 335 kişinin hayatını kaybettiği belirtiliyordu. Ocak ayında ABD Başkanlık koltuğuna oturan aşırı sağcı ve iklim inkarcısı Donald Trump ilk iş ABD’yi Paris İklim Anlaşması’ndan çıkarmış ve Ulusal Enerji Acil Durumu ilan etmişti. Fosil yakıt şirketlerinin önündeki engelleri eşi görülmemiş bir hızla kaldırdı ve Başkanlığının ilk 100 gününde suyu ve doğayı koruyan 145 yasayı iptal etti veya değiştirdi.

Trump’ın Başkan olur olmaz ABD’yi sadece Paris İklim Anlaşması’ndan değil Dünya Sağlık Örgütü’nden de çıkarması, Kanada için 51. eyalet demesi, Grönland ve Panama’yı alacağını söylemesi, gümrük vergileri savaşı başlatması, tüm dünyanın gözü önünde Gazze’de bir soykırım gerçekleşirken Batı dünyasının ve uluslararası örgütlerin hiçbir şey yapamıyor oluşu ve Rusya’nın da Ukrayna işgalinin durdurulamıyor oluşu, 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel düzenin çöktüğünü göstermiş oldu.

2008 küresel finans krizi sonrası trilyonlarca dolarlık müdahale ile yapılan banka kurtarmalar, Trump’ın önceki başkanlık döneminde olduğu gibi ve daha radikal bir biçimde gümrük vergilerini artırması, her yerde aşırı sağ partilerin yükselişte olması neoliberal konsensüsün dağıldığını gösteriyor. Ancak neoliberalizme karşı kapitalistlerin kârlılık krizini düzeltebilecek yeni bir sermaye birikim rejimi de ortaya konabilmiş değil.

Gazze’de ve Ukrayna’da işgaller devam ediyor. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) yayımladığı rapora göre, dünya genelinde askeri harcamalar 2024 yılında yeni bir rekor kırarak 2,72 trilyon dolara çıktı ve 2023’e göre yüzde 9,4 oranında artış gösterdi.

Uluslararası Af Örgütü’nün 150 ülkeyi değerlendirdiği “2024-25 Dünya İnsan Haklarının Durumu” raporuna göre ise 2024 yılı İsrail’in Gazze’deki soykırımının canlı yayında izlendiği bir yıl oldu. İfade, örgütlenme ve barışçıl toplanma özgürlüğü Avrupa da dahil tüm dünyada kısıtlandı. Almanya, ABD, Fransa ve Britanya gibi demokrasisi ile övünen ülkelerde özellikle Filistin’le dayanışma eylemleri ve iklim aktivistleri ağır saldırılara maruz kaldı. Avrupa ve Orta Asya’da, din ve inanç özgürlüğü geriledi. Afrika’da çatışmalar ve kıtlık milyonlarca insanı göçe zorladı. Amerika kıtasında insan hakları savunucuları zorla kaybetmeler, öldürmeler ve haksız yargılamalarla saldırılara uğradı. İnsan haklarının küresel krizde olduğu belirtilen raporda, “Trump etkisi”nin yıkıcı eğilimleri hızlandırdığı vurgulandı.

Bu ürkütücü tablo kaçınılmaz olarak toplumsal patlamalara, büyük mücadele dalgalarına neden oluyor. Kapitalizmin çoklu krizi sonuçta politik bir hegemonya krizine de dönüşmüş durumda. Artık kapitalizmi sorgulamak radikal bir politik görüş değil ancak gerçekçi bir antikapitalist alternatif de ortaya konabilmiş değil. Başta ekonomik kriz olmak üzere tüm bu krizlerin altında ezilen en önemli toplumsal kesim gençler. Son iki yılda yaşanan tüm büyük toplumsal patlamaların tetikleyici ve çoğu zaman sürükleyici gücü gençler oldu. ABD kampüslerinde başlayan Filistin Dayanışma Kampları dünya çapında bir kampüs hareketine dönüştü. Bangladeş’te öğrencilerin tetiklediği eylemler yüzbinleri sokağa döktü ve 15 yıldır iktidarda olan Başbakan Şeyh Hasina istifa etmek zorunda kalarak ülkeyi terk etti. Gürcistan’da ve Sırbistan’da otoriter iktidarlara karşı demokrasi ve özgürlük hareketleri ortaya çıktı. Yunanistan’da öğrencilerin tren kazasında yaşanan ölümlere karşı tepkisi genel grevleri tetikledi.

Türkiye’de de Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilerek tutuklanması üzerine öğrencilerin başlattığı eylemler 19-29 Mart arasında Türkiye’yi sarsan 10 günün yaşanmasını sağladı. Sokaktan uzak durarak ve neredeyse hiçbir şey yapmayarak seçimleri kazanacağına inanan CHP sokağa çağrı yapmak zorunda kaldı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel tüm bu süreçte milliyetçi söylemlerden vazgeçmemiş olmakla birlikte biraz daha sola doğru dümeni kırdı.

23 yıllık neoliberal AKP iktidarı ki bunun son sekiz yılı AKP-MHP bloğu şeklinde aşırı sağcı bir iktidar bloğu altında yaşanırken yüksek enflasyon, reel ücretlerdeki düşüş, kiralardaki radikal artış, yatak odalarına kadar giren iktidar müdahalesi, polis baskısı, adalet sisteminin çalışmıyor olması, nefret ve kutuplaşma siyasetinin verdiği bıkkınlık Türkiye’de 2013 Gezi Direnişi’nden bu yana yaşanan en büyük toplumsal patlamaya yol açmış oldu. Bu kadar geniş çaplı bir isyanla karşılaşacağını AKP-MHP bloğunun da beklemediği çok açık.

Saraçhane eylemleri, kampüs boykotları, genel tüketim boykotları, mitingler ve sokak eylemleri birçok çelişkiyi içerisinde barındırıyor. Hem iktidar bloğuyla hem de hareket içerisindeki sağ ve hatta aşırı sağ ile mücadele etmek, hareketi sandığa evriltmeye çalışan CHP ile sokakta mücadeleyi büyütmeyi istemek gibi çelişkiler birlikte var olmaya devam ediyor.

Öte yandan Gazze’de süren soykırımcı İsrail işgali bütün acımasızlığıyla sürüyor. 19 aydır süren İsrail saldırılarında ölen Filistinli sayısı 52 bini aştı. Üstelik bu sayının 18 binden fazlası çocuklardan oluşuyor. On binlerce çocuk ise kopan uzuvları nedeniyle sakat kalmış durumda. “Dünyanın en ahlaklı ordusu” olmak gibi büyük bir yalan söylemeye devam eden İsrail, hiçbir ahlaki kural tanımaksızın sivilleri öldürüyor, ilan ettiği güvenli bölgeleri vuruyor, gıda erişimini engelliyor, tarlaları bombalıyor, hapishanelerde ağır işkenceler uyguluyor ve yaygın tecavüzler yaşanıyor. Gazze’de vurulmayan tek bir hastane kalmadı, Birleşmiş Milletler (BM) binaları ve okulları da vuruluyor. BM’nin Filistinli mültecilere yardım etmek için oluşturulan örgütü UNRWA, İsrail tarafından teröre destek vermek gibi absürt bir suçlamayla kapatıldı. Trump’ın verdiği tam destek sayesinde İsrail açıkça Gazze’de etnik temizlik yapacağını söylüyor. Trump buna destek olmak için Gazze’de yaşayan herkesi başka Arap ülkelerine göndereceğini ve Gazze’yi lüks bir Riviera’ya çevireceğini söyleyebiliyor. Üstelik kendi sosyal medya hesabından paylaştığı yapay zeka videosuyla hayalindeki Gazze Rivierasını da göstermişti: Dansözler, lüks arabalar ve havuzda Elon Musk ile beraber kadeh tokuşturması. Son olarak Malta’da Gazze’ye doğru yola çıkmaya hazırlanan Vicdan isimli insani yardım gemisi iki İsrail drone’u tarafından vurulmuştu. Bu İsrail’in saldırganlığının ve uluslararası kuralları hiçe saymasının en son örneği oldu.

İsrail bütün acımasızlığına rağmen dünya genelinde izole edilmeye devam ediliyor. Halan birçok ülkede yüzbinlerce kişi Filistin için eylemler düzenliyor. Uluslararası Adalet Divanı, daha önce İsrail’in soykırımla sonuçlanabilecek uygulamalarına son vermesi kararı vermiş ve Başbakan Netanyahu hakkında da yakala kararı vermişken, İsrail’in başta UNRWA olmak üzere uluslararası kuruluşlara yönelik işlediği suçlar hakkında bir başka hukuki sürecin duruşmalarına da başlamış durumda.

Gazze’de 1,5 yılı aşan işgal Yemen’e, Suriye’ye ve Lübnan’a sıçramış durumda. İsrail tüm bu ülkeleri vurmaya devam ediyor. İran ise hedefte. İsrail açıkça İran’ın vurulması gerektiğini söylüyor ama seçimlerde 3. Dünya Savaşı’nı durduracak tek kişi olduğunu söyleyen Donald Trump, henüz buna ikna olmuş değil. Öncelikle İran ile müzakereyi deniyor. Trump, Rusya’yı Çin’den koparmak için de Rusya ile Ukrayna işgali konusunda benzer bir müzakere sürecini deniyor ama bir yere varabilmiş durumda değil. İran ile müzakereler olumsuz sonuçlanırsa İran’a yönelik bir askeri operasyon kesin gibi duruyor. İran savaşı da büyük bir bölgesel savaş riski anlamına geliyor. Bu risk o derece büyük ve gerçekçi ki Türkiye’yi Kürt hareketiyle yeni bir çözüm sürecine başlamak zorunda bırakıyor. Gittikçe otoriterleşen, aşırı sağcı AKP-MHP iktidar bloğu Irak, Suriye ve Türkiye Kürtleri ile bir uzlaşma, rahatlama ve hatta Suriye’deki silahlı Kürt güçleriyle bir tür ortaklık kurmazsa savaşın kendi sınırlarına dayanacağını biliyor. Bu nedenle Türkiye’deki otoriterleşme ile çelişkili görünen bir İmralı süreci ilerliyor.

2025 yılının ilk Enternasyonal Sosyalizm dergisinde tüm bu konuları teorik bir çerçevede analiz etmeye, bu koşullar içerisinde nasıl bir mücadele vermek gerektiğini tartışmaya çalışan makaleler bulacaksınız.

19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla ilgili süreci tartışan Bekir Ersin, hareketin parlamenter sınırlar içinde kalmaması gerektiğini ve bu hareketin tüm taleplerini sahiplenen antikapitalist bir solun gerekliliğini tartışıyor.

Dila Ak ise Kemalizmin altı oku etrafında sol ile ilişkisini tartışıyor. Ak şöyle diyor: “Kemalizmin sol bir ideoloji olmadığını teşhir etmenin yanı sıra, sol adına konuşma refleksinin de önünü tıkamak gerekir. Solun mücadelesi, ulus devlet ya da bayrak liderliğinde ilerleyemez, sınıf mücadelesi ile anlam kazanır. Marx’ın Komünist Manifesto’da dediği gibi ‘işçi sınıfının vatanı yoktur’ ve sosyalizm yalnızca işçi sınıfının kendi eseri olabilir.”

Özdeş Özbay, hareketin içinde devlete ilişkin tartışmaları ele alarak Marksist devlet teorisinin nasıl bir yaklaşımı olduğunu anlatıyor. Özbay, devlete ait sembollerin hareketi ileri taşımak yerine gerilettiğini söyleyerek şöyle diyor: “Kitle eylemlerinde görülen bu semboller, sloganlar ve talepler hareketi radikalleştirmek yerine başka türlüsünü hiç düşünmemiş olan insanları devlete ve kendi egemen sınıfına doğru kaydırıyor. Hareketin politik ufkunu daraltarak sistem için bir muhalefet olmasını ve zamanla kontrol altına alınarak sönümlenmesini sağlıyor.”

Öğrenci hareketinin sokağa çıkması 19 Mart’ta başlayan hareketin ortaya çıkardığı yeni bir dinamik. 2006 yılında dünyayı sarsan öğrenci hareketinin deneyimlerini İngiliz Marksist Chris Harman’ın o dönemde yazdığı bir yazıyla hatırlatıyoruz.

Şenol Karakaş, Kürt sorunundaki yeni çözüm sürecini değerlendiriyor. Barışı kazanmak için Kürtleri masada yalnız bırakmamak gerektiğini söyleyen Karakaş barış için mücadele için tavizsiz bir odak inşa edilmesini şöyle savunuyor: “Bu yüzden, yeni çözüm sürecinden Kürtlerin en temel haklarının garanti altına alınarak çıkmasını, ırkçılığa ve milliyetçiliğe hiçbir taviz verilmemesini savunan ve otoriter saldırılara karşı kitle mücadelesi içinde ırkçılık ve milliyetçilik karşıtı kitlesel bir odağı inşa etmeyi temel hedef olarak koyan bir mücadeleye ihtiyaç var.”

İngiltere’deki kardeş yayınımız International Socialism Journal’dan Suda Sim Meriç’in çevirdiği Sheila McGregor makalesinde aşırı sağın transfobisi ele alınırken aynı zamanda sol içinden toplumsal cinsiyet rollerini biyolojiyle eşitleyen yaklaşımların da Marksist bir eleştirisi yapılıyor.

Sevcan Çamlıdağ, sokakta yaşayan hayvanlara dönük katliam yasasını ele aldığı yazısında, özgürlük talebinin hayvanları da kapsaması gerektiğini savunarak daha genel bir havyan özgürlüğü tartışmasının kapısını aralıyor.

Can Irmak Özinanır, dergimizin geçen sayısında başlayan kültür savaşları tartışmasını Türkiye çerçevesine taşıyarak toplumsal cinsiyet karşıtlığının AKP’nin kültür savaşının önemli bir parçası olduğunu savunuyor. Özinanır, yazısını şöyle bitiriyor: “Bugün iktidarda veya muhalefette kültür savaşı veren otoriter, aşırı sağ bir sınıf mücadelesi yürütüyor. Buna verilecek yanıt kültür savaşına karşı sınıf savaşı değil, işçi sınıfının sınıf savaşı olarak ezilenlerin etrafında verilecek olan kültür savaşıdır.”

Dergimizin son yazısı Doğan Tarkan’ın 1988 yılında Enternasyonal Sosyalizm’in öncülü olan İşçiler ve Toplum dergisine yazdığı “Stalin ve Bürokrasinin İktidarı” başlıklı makalesi. Tarkan, Stalin öncülüğünde Ekim Devrimi’nin kazanımlarının nasıl yok edildiğini ve parti ile devletin iç içe geçmesiyle bürokrasinin iktidarı nasıl ele geçirdiğini tartışıyor.

Enternasyonal Sosyalizm Yayın Kurulu