Yasayı Sokakta Biz Yazacağız: Ne Barınak Ne Silivri

Sevcan Çamlıdağ

Tüm yaratıklar mülkiyete dönüştürülmüş;
sudaki balıklar, havadaki kuşlar, yerdeki bitkiler…
– yaratıklar da özgürleşmek zorunda.”

Thomas Müntzer1

19 Mart’tan itibaren CHP’li kitle için esas mesele diploması iptal edilerek tutuklanan Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı olsa da sokağa çıkan milyonlar için mesele, elbette, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı olup olmamasından ibaret değil. CHP haricinde alana katılan örgütlü diğer grupların varlığı, genel bir demokrasi talebini yükseltiyor. Zira gelinen aşamada kitlesel eylemler demokrasi talebini ve buna bağlı her türden itirazı içeriyor. Buna kadınların ve LGBTİ+’ların eşitlik talebi, hayvan hakkı savunucularının hayvanlar için özgürlük talebi, işçilerin emeğe karşılık gelen asgari ücret talebi de dâhil. 

Mevcut durumda İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla başlayan süreci Gezi ile karşılaştırmak sanıyorum doğru olmaz; ancak teşbihte hata olmaz diyerek bir benzerlik kurmak gerekirse Gezi Parkı’nın bulunduğu yere Topçu Kışlası yapılmasına itirazla başlayan direnişte, örgütlü feministlerin de LGBTİ+’ların da varlık gösterdiğini hatırlamak gerek. Bu grupların alanda olmasının sebebi, şüphesiz, salt ekolojik sebepler değil; aynı zamanda kendileri üzerinde süregelen antidemokratik baskılardı. Gezi’den birkaç ay önce, örneğin, hükûmetin kürtaj karşıtı girişimleri olduğunu, gebeliği sonlandırmaya yönelik ilaçların reçeteye bağlanmasına yönelik girişimleri2 olduğunu hatırlayalım. Aynı dönemlerde, benzer şekilde, alkollü içki tüketiminin önüne geçmek için saat 22.00 sonrası içki satışı yasağının getirildiğini3 hatırlayalım. Bu girişimlerin, hak ve özgürlüklere müdahale bakımından, bugün karşı karşıya kaldığımız hayvan katliamı yasası4 ve LGBTİ+’ları hedef alan yasa teklifi5 ile paralellikleri ilk bakışta göze çarpıyor. 

Bireylerin hak ve özgürlüklerine müdahale teşkil eden bu ve benzeri uygulamalar sonucu örgütlü örgütsüz pek çok insanın katıldığı Gezi’ye içkin genel bir demokrasi talebinde olduğu gibi, bugün de alana katılan farklı politik kitlelerin birleştiği yer burası. Alanda farklı politik kitlelerin varlığı o kadar önemli ki bugün kitlesel eylemlerin devamlılığı için CHP’nin bu örgütlü kitlelerin taleplerini dikkate almak zorunda olduğu ve söz konusu talepleri dikkatle takip ettiği, Özgür Özel’in söylemlerindeki değişimlerden gözlemlenebiliyor. 

Saraçhane protestoları başlamadan yaklaşık 7 ay önce yürürlüğe giren hayvan katliamı yasasını hatırlayalım. AKP’nin kendi tabanını konsolide etmek için bu kez sokakta yaşayan köpekleri hedef hâline getirip düşmanlaştırmasıyla başlayan süreçte, önce AKP-MHP bloku tarafından bir yasa teklifiyle 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda değişiklik yapılması gündeme gelmişti. Hayvan hakları alanında çalışan sivil toplum örgütlerinin ve uzman veteriner hekimlerin içeri alınmadığı Komisyon görüşmelerinde, katliam yasasına uzanan yolun taşlarını döşeyen önemli aktörlerden Güvenli Sokaklar Derneği (GÜSODER) kurucularına uzun uzun söz verilmişti. Hatta bu kişiler konuşmaları sırasında çocuk istismarı olarak nitelendirilebilecek biçimde, hayatını kaybeden çocukların fotoğrafları ve ayakkabıları ile yasa yanlısı propaganda yapmaktan da geri kalmamıştı. Sabahlara kadar süren ve yalnızca bazı onurlu milletvekillerinin yaptığı canlı yayınlar ile takip edilebilen Komisyon görüşmelerine benzer şekilde, TBMM’nin tatile girmesinden hemen önce sabaha kadar süren oylamalara da şahit olmuştuk. Bu süreç sonunda AKP-MHP oylarıyla kabul edilen katliam yasası, AKP-MHP milletvekilleri tarafından baklava ile kutlanmıştı. Komisyon görüşmeleri döneminde yapılan ankete6 göre toplumun %85’inin hayır dediği hayvan katliamı yasası, kapalı kapılar ardında yapılan Komisyon görüşmeleri ve apar topar yürütülen TBMM oylamaları ile, toplumdan gizlenerek, işte böyle yürürlüğe girmişti. Bu itibarla, katliam yasasının kabul edilerek yürürlüğe konması aşamalarına bakmak bile sürecin ne kadar antidemokratik ilerlediğini gözler önüne seriyor. Dolayısıyla katliam yasasının, usul bakımından meşru olmadığı rahatlıkla söylenebilir.

Katliam yasasının içeriği bakımından ise yaşam hakkının oylandığına, “hayvanlar öldürülsün mü?” sorusuna evet/hayır cevabı verilerek bir yasa yapılmaya çalışıldığına tanık olmuştuk. Katliam yasasının muhtevasının meşru olmayışı da işte buradan kaynaklanıyor; nasıl ki “Aleviler öldürülsün mü?”, “LGBTİ+’lar öldürülsün mü?”, “Kürtler öldürülsün mü?”, “Çocuklar öldürülsün mü?” diye bir yasa oylaması yapılamazsa hayvanların yaşam hakkı da -tıpkı diğer canlıların yaşam hakkı gibi- oylamaya konu edilemez. Bu nedenle katliam yasasının esası da gayrimeşrudur. 

Hayvan özgürlüğü savunucularının aylardır kullandığı “Yasayı sokakta biz yazacağız” sloganı, tam da yasanın gayrimeşruluğundan yola çıkılarak söylenmiş bir sözdür. Yasal (legal) olan her şeyin meşru (legitimate) olmadığına vurgu yapan hak savunucuları; meşru olmayan, toplum nezdinde bir karşılığı olmayan bu yasayı reddederek gerçek yasanın sokaklardaki eylemlilikle yazıldığına vurgu yapıyor. 10 aydan uzun süredir devam eden sokak eylemleri ve yasanın iptali için Anayasa Mahkemesine götürülen amicus curiae raporu ve ekindeki 70.000 imza7 da bu direncin önemli bir göstergesidir. Gücü elinde bulunduranın “ben yaptım oldu” deyişine karşılık yükselen bu itiraz, hayvan hakları mücadelesinin politik yönü açısından da son derece kıymetlidir. Hayvanların metalaştırıldığı; mülke, kapitalist anlamda değere dönüştürülmeye devam ettiği bir dünyada üretim ilişkilerinin türler arası adalete yaslandığı bir sosyalist dönüşümü mümkün ve zorunlu gören, türe dayalı ayrımcılığın (türcülüğün)8 ve antroposantrizmin (insanmerkezciliğin) maddi dayanaklarını, teknolojilerini ve bunları ayakta tutan ekonomik örgütlenmeleri tartışmaya açan, hayvan ve sermayeyi birbiriyle analiz etme gereği duyan, kimsenin askeri olmayan, hayvanları mülkiyetin konusu9 olarak görmeyen ve dolayısıyla üzerlerinde mülkiyet hakkına bağlı kullanma (usus), semerelerinden faydalanma (fructus) ve tasarrufta bulunma (abusus) yetkilerini kullanmayan, hayvanları hak öznesi10 olarak kabul ederek beslenmede vicdani reddi savunan, hayvanlar üzerinde deney yapmayı reddederek eğitimde vicdani reddi11 savunan politik hayvan özgürlükçülerinin alanda CHP’nin yanı sıra varlık göstermesi, yukarıda ayrıntıları açıklanan bağlamda bir demokrasi talebi bakımından gayet yerinde ve önemlidir.

Hâl böyle iken, İmamoğlu’nun önce diplomasının hukuksuz şekilde iptal edilmesi, ardından gözaltına alınması ve en sonunda tutuklanması şeklinde ilerleyen antidemokratik sürece yönelik itirazı yükseltenlerden birinin de hayvan özgürlüğü savunucuları olması son derece olağandır. Burada kitlelerin sahiplendiği temel müşterek, demokrasi talebidir. İmamoğlu’nun hukuksuzca iptal edilen diploması ile gece yarısı toplumdan kaçırılarak oylanan katliam yasası arasında şüphesiz ki bir ortaklık vardır. Siyasi tutsakların maruz bırakıldığı mahpus hayatı ile insan harici hayvanların maruz bırakıldığı barınak mahpusluğu -insanın kendi kurtuluşunun öznesi olması haricinde- benzerdir. Sokakta yaşayan hayvanları toplayıp barınak denen ölüm kamplarına hapsetmek isteyenlere karşı mücadele veren hayvan özgürlüğü savunucularının “Ne barınak ne Silivri” demesinin anlamı tam da buradadır. Özgürlük talebi bir ve müşterektir.

Yaşasın türlerin dayanışması!

Kaynaklar:

Dipnotlar:

  1. Thomas Müntzer’den aktaran: Marx, 1997, s.49
  2. Sol, 2013, “’Ertesi gün hapı’ da yasak!” (20 Nisan).
  3. Bianet, 2013, “22.00’den Sonra Eve Dönerken İçki Almanız Yasak” (20 Nisan).
  4. Resmî Gazete, 2024, “Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” (20 Nisan).
  5. TBMM, 2025, “Türk Ceza Kanunu, Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun ve Ceza Muhakemesi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” (20 Nisan).
  6. Konda, 2024, “Toplumun Sokak Hayvanları Düzenlemesine Bakışı” (20 Nisan).
  7. T24, 2025, “Yaşatacağız Platformu’ndan AYM’nin Sokak Hayvanları Yasasını İptal Etmemesi Nedeniyle Eylem Kararı: “Esastan İnceleme 200 Gündür Yapılmıyor” (20 Nisan).
  8. Bkz. Singer, 2005, s. 297-298
  9. Bkz. Francione, 2008, s. 166-169
  10. Bkz. Köybaşı, Serkan, 2018, s. 151-152
  11. Bkz. Güven ve Kınıkoğlu, 2020, s. 201-203

sosyalizm