Çözüm sürecine bir bakış

Şenol Karakaş

2013 Newroz’unda Abdullah Öcalan’ın demokratik siyaset çağrısı okundu. Bu çağrı sosyal, ekonomik ve mekânsal anlamda büyük yıkımlara neden olan 30 yıllık bir çatışma döneminden sonra, devletin bilgisiyle, Diyarbakır gibi sembolik bir merkezde, sembolik bir günde ve bir milyona yakın insanın huzurunda yaptı. Tarihi nitelikteki bu çağrıyı ve sadece 5 sene önce yapılmış olduğunu hatırlayınca, toplumsal bir şans olarak çözüm sürecinin elimizden kaçmış olmasına hayıflanmamak mümkün değil.

Çözüm Süreci (2013-2015), Türkiye Cumhuriyeti tarihinde “Kürt Sorunu” olarak tanımlanan, Türkiye’de yaşayan Kürtlerin haklarının tanınıp, anayasal garanti altına alınması sorununun çözümü açısından en sistematik ve kapsamlı barış girişimiydi. Bu girişim nitelikleri itibarı ile uluslararası literatürdeki barış süreci tanımlamasına uymaktadır ve barış süreçlerinin temel özelliklerini taşımaktadır. Bu yazıda sürecin sona ermesi veya kesintiye uğramasının nedenlerine ve yeniden bir Çözüm Süreci başlamasının imkânlarına değinmeye çalışacağım. Çözüm Süreci Mart 2013’te başlayıp 2015 yılının Temmuz ayına kadar sürdü. Ancak Suriye’de Arap Baharı’nın ardından başlayan ve hızla bir iç savaşa doğru evrimleşen sürecin Kürt Hareketi açısından oluşturduğu yeni imkânlar, Türkiye açısından oluşturduğu belirsizlikler ve fırsatlar; Kürt hareketinin siyasi tercihleri ve Türkiye siyaseti içerisinde değişen güçler dengeleri sürecin temel açmazları oldu. 

Sürecin başlangıcı

Çözüm süreci Kürt sorununun çözümünde çatışmaların artık taşınamaz bir boyuta evrilmesi nedeniyle diyalog yönteminin devreye girmesi gerektiği fikrinin hakimiyet kazanmasıyla gündeme geldi. 2009 yılında daha sonra adı Oslo Süreci olacak dönem, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Kürt sorunuyla ilgili ilerleyen günlerde çok iyi şeyler olacağını söylemesiyle başladı.1 Gül, bir hafta sonra Kuzey Irak’a giderken “Kürdistan”  kelimesini kullandı. Mayıs ayında PKK ateşkesi uzattığını açıklarken İçişleri Bakanı Beşir Atalay “Bir aylık süre zarfında yaptığım görüşme ve toplantılar süreç açısından son derece olumlu olmuştur” diyerek Oslo sürecinin resmen başladığını duyurdu. Görüşmeler sürerken, 2011 yılının Eylül ayının başlarında görüşmelerin ses kaydı, süreci sabote etmek için sızdırıldı.

Fakat bu olay görüşmeleri sızdıranların beklentilerinin tersine milliyetçi bir infial yaratmadı. Ulusalcı CHP ve faşist MHP bile görüşmelere doğrudan karşı çıkamadı. Sokakta tek bir şovenist gösteri dahi olmadı. “Toplum buna hazır değil” denmedi. 12 Eylül 2010’da gerçekleşen anayasa değişikliği referandumunda halkın yüzde 58’i Kürt sorununu çözümü için adım atmaya hazır olan Erdoğan’ın önerdiği demokratik değişikliklere “evet” demişti.2 Dönemin aşağıdan demokratik basıncının da etkisiyle Oslo Süreci görüşme kayıtlarının sızdırılmasıyla çökmemiş oldu.3

Oslo Süreci yine de hükümetin tüm süreç karşıtı eylemleri ve basıncı göğüsleyememesi nedeniyle sonlandırıldı. 2012 yılında ise devletin süreci durdurması ve Abdullah Öcalan üzerinde tecrit uygulaması gelişmeleri yeniden gerginleştirdi. Bu arada, devlet içinde apaçık fraksiyonların oluğunu gösteren bir gelişme yaşandı ve MİT Başkanı Hakan Fidan hakkında yasal bir süreç başlatıldı.4

Devlet içinde çözüm sürecine başından beri karşı olan güçlerden birisi olan Fethullahçı darbecilerin de dahil olduğu bir girişim olan MİT Başkanı’nın ve Oslo Süreci’nde görev alan devlet yetkililerinin yargılanma girişiminin püskürtülmesi, bir süre sonra başlayan Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin derinleşmesini engellememişti. Tecridin son bulması için 2012 yılının sonbahar aylarında PKK üyesi olduğu için tutuklu bulunan mahkumlar da açlık grevlerine başlamıştı. Gelişmelerin çok daha kötü bir yöne evrileceği ve yüzlerce insanın açlık grevlerinde yaşamını kaybedeceği duygusu karamsar bir hava yaratmışken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 29 Aralık 2012’de devletin Abdullah Öcalan’la görüştüğünü açıkladı.5 Yılbaşından bir gün önce yapılan bu açıklamanın ardından gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Açlık grevleri sona erdi. Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Başkanı ve Mardin Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk ile BDP Batman Milletvekili Ayla Akat İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan’la görüştü. Toplumun bütününe müthiş bir umut yayıldı. Öyle ki MHP ve CHP Oslo Süreci’ne karşı çıkarken ve Oslo’nun mimarlarının yargılanacağını dağlara taşlara yazarken, CHP lideri Kılıçdaroğlu Öcalan’la yapılan görüşmelere ilişkin hükümete destek verdi: “Geçmişteki bütün hatalara karşın, AKP’ye yeni bir kredi açıyoruz. Çözün sorunu”.6  Görüşmelerin başlamasının, açlık grevlerinin sona ermesinin üzerinden bir ay geçmeden, 24 Ocak 2013’te anadilde savunma yapma hakkı yasalaştı. “Çözüm Süreci” olarak isimlendirilen bu yeni barış girişimi, Abdullah Öcalan’la bir istişare ekseninde koordine edilmiş ve bu yüzden bazılarınca İmralı Süreci olarak da isimlendirilmiştir.

Çözüm Süreci iki yıl boyunca umut vererek, gerileyerek, sona erecekmiş izlenimi vererek, sonra yeniden umut veren hamlelerle gelgitler halinde devam etti. Süreç fiilen sona erdi, ama yeni bir sürecin hangi şartlar altında tekrar başlayabileceği de tartışılmaya devam ediyor. Türkiye’de Kürt sorunu çözülmeden kaldığı sürece şiddet, resmi ideoloji, milliyetçilik, yaygınlaşan anti demokratik uygulamalar, siyasal demokrasinin alanının daraltılması gibi hadiseler hayatımızın bir parçası olmaya devam ediyor, edecek. Toplumsal kutuplaşma, toplum içindeki ırkçı milliyetçi eğilimlerin güçlenmesinin önüne geçmek için de Kürt orununun çözümü ilk şart olarak öne çıkıyor. Bu yüzden 2013-2015 yılları arasında yaşanan Çözüm Süreci’nden dersler çıkararak yeni bir Çözüm Süreci için çaba göstermemiz gerekir. 

Barış ve Çözüm Süreci

Öncelikle, ulusal sorunun çözümü konusunda çatışmasızlık araştırmaları yapan, değişik çözüm süreç ve girişimlerini ele alan analizlerin ortak noktalarının altını çizmekte fayda var. Buna göre, barış süreçlerinin asgari şartları, çatışmaların birincil taraflarının çözüm sürecine katılımı, çatışmanın ve şiddetin durdurulması, siyasi düzenlemelerin hayata geçirilmesi ve şiddetin yeniden alevlenmesini engelleyecek siyasi hamlelerin yapılmasıdır.

Bir barış sürecinin başarısı için beş önemli koşul sayılabilir:

1. Liderler iyi niyet çerçevesinde müzakere etmeli,
2. Sorunun kilit aktörleri sürece dâhil edilmeli,
3. Temel meseleler müzakere edilmeli,
4. Taraflar süreç esnasında güç kullanmaktan kaçınmalı,
5. Sürdürülebilir bir barışa ulaşmak için kararlı olmalıdırlar.

Gerçekten de bütün deneyimlerin analizi bu şartlara sahip olmayan bir barış sürecinin başarılı olma ihtimalinin oldukça düşük olduğunu gösteriyor. Gerçek bir barış süreci, silahlı çatışmaların veya şiddetin durmasından farklıdır. Barış süreci, çatışmanın sosyal, ekonomik, psikolojik ve güvenlikle alakalı yönleriyle ilgilenmeyi amaçlayan kapsamlı bir süreçtir. Sadece şiddetin sona erdirilmesi, barış sürecinin nihai amacı olarak düşünülemez.

Çatışmaların bütün boyutlarıyla ilgilenmek ve üstesinden gelmek uzun zaman alabilir. Çoğu çatışmada, kapsamlı bir sonuca hiçbir zaman ulaşılamaz. Doğrudan şiddet içeren çatışmalar devam ettiği müddetçe, diğer alanlarda da ilerleme sağlamaya uygun bir zemin oluşması zorlaşır. Sosyal adalet, ahenk ve çatışan tarafların temel ihtiyaç ve beklentilerini tatmin edecek bir sonuca müzakereler sonucu ulaşılması ideal bir çözüm olabilir, ancak müzakere edilen pek çok barış süreci bu ideal duruma ulaşamadan sona ermektedir.

Kürt Meselesi gibi zorlu bir konuda da Çözüm Süreci, hukuki, sosyal ve ekonomik boyutları içeren kapsamlı bir süreç olarak ortaya çıkmıştır. Çözüm Süreci’nin başında fiili bir ateşkes durumu söz konusuydu. Pozitif bir hava vardı, sürece toplumsal destek yüzde 70’leri aşıyordu.

Çözüm Süreci’nde taraflar birbirlerini özellikle iki konuda eleştirdi. Hükümet tarafı, taahhütlerine rağmen silahlı güçlerin geri çekilmesinin ve tasfiyesinin hiçbir zaman gerçekleşmediğini söyledi. Kürtler ise bazı hukuki düzenlemeler yapılsa da, arttırılmış yerel özerklik, anadilde (Kürtçe) eğitim ve Kürt kimliğinin kabulüne yönelik anayasal değişikliklerin yapılmadığını söyledi. Bütün bu eksikliklere rağmen kapsamlı bir barışın önündeki psikolojik ve bürokratik engeller Çözüm Süreci boyunca epeyce azaltıldı. Bu dönemde tecrübe edilen barış ve istikrar ortamı başta bölge halkı olmak üzere Türkiye’deki hemen birçok kesimin belleğinde olumlu izler bıraktı.

Sürecin Gelişmesi

21 Mart 2013 Newroz gününü, Çözüm Sürecinin resmi olmayan başlangıç günü olarak kabul edebiliriz. Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümünü anlatan mektubu, Diyarbakır’daki Newroz kutlamaları sırasında Sırrı Süreyya Önder tarafında okundu. Öcalan mektubunda: “’Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun’ noktasına geldik. Yok sayan, inkar eden, dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu. Akan kan Türküne, Kürdüne, Lazına, Çerkezine bakmadan insandan, bu coğrafyanın bağrından akıyor. Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.7 dedi. 

Bu mektupta Türklerle Kürtler arasındaki kardeşliğe çokça atıf yapılmıştır.8 Öcalan’ın mektubunun ardından PKK 23 Mart’ta tek taraflı ateşkes ilan etti. PKK unsurlarının Türkiye topraklarının geri çekilmesi ise aynı yılın Mayıs ayında başladı.

Geri çekilme süreci, hükümetin reformlar konusunda yavaş ve yetersiz hareket ettiği gerekçesi ile PKK tarafından aynı yılın Eylül ayında durduruldu.9

Çözüm Süreci, Kürt hareketinin lideri Öcalan ile doğrudan ve dolaylı temaslar üzerine kuruluydu. Öcalan bütün sürecin birincil paydaşıydı. Bütün ilgili aktörler bir şekilde sürece dâhil edilmişti. Askeri operasyonlar ya durdurulmuş ya da özel harekât polisleri ile askeri personeli harekete geçirme yetkisi sivil otoritelere, valilere devredilmişti. 3 Nisan 2013’te Başbakan Erdoğan 63 kişilik (41 erkek ve 12 kadın) bir komisyonu Akil İnsanlar Komisyonu olarak atadı. Kamuoyu, Akil İnsanlar Komisyonu (AİK) aracılığıyla tartışmaya dâhil edilmişti. AİK, Çözüm Süreci’nin ayrıntılarını kamuoyuyla paylaşmak ve sürece kamuoyu desteğini arttırmak amacıyla oluşturulmuştu. Sanatçılar, yazarlar, akademisyenler, sivil toplum liderleri, aktivistler vb. gibi kamuoyunda olumlu açıdan tanınırlığa sahip insanlardan oluşan sivil bir girişim olarak planlanmıştı. Komisyondan 7 grup, Türkiye’nin 7 farklı coğrafi bölgesinde iki aydan fazla bir süre yoğun bir şekilde çalıştı. Komisyon, insanların Çözüm Süreci’nden beklentilerini anlamaya çalışan bir istişare mekanizması gibi çalışmış, çekinceleri ve eleştirileri kaydetmişti. Komisyon, çalıştığı süre boyunca kamuoyunda geniş bir görünürlüğe sahip oldu. AİK’in 7 grubu, nihai raporlarını başbakana sundu ve bu raporların bazıları kamuoyunun da erişimine açık. 

Süreç devam ederken KCK tutukluları hapishanelerden çıkarıldı.10 Siyasi çözümün yolunu açmak için bazı önemli yasal düzenlemeler yapıldı. Çözüm sürecinde turizm ve diğer ekonomik faaliyetlerde artış görüldü.11 Fakat bir süre sonra oluşan heyecanlı hava, umut dolu atmosfer, yavaş yavaş sürece iyimser de olsa sessiz bir mesafelenmeye bıraktı yerini.

Çözüm Sürecinin Zayıflaması

Çözüm Süreci’nin zayıflamasının arkasında üç önemli sebep vardı:

Birincisi ve uluslararası en büyük etken Suriye’de olanlardı. PKK, Suriye ve Irak’ta yaşanan iç savaşlar nedeni ile ortaya çıkan güç boşluğunu ve Batı’nın IŞİD konusunda artan kaygılarını kendisi için yeni bir fırsat alanı olarak gördü. Bu bakış açısı PKK’nın Ortadoğu’da kendini bölgesel bir aktör olarak konumlandırmasına neden oldu. Rojava’nın kurulmasıyla Kürtler Güney Kürdistan’dan sonra ikinci bir yönetim yeri kazanmış oldular. Bu Türkiye’de çözüm sürecinin bir an önce bitirilmesi ve hakların tanınması konusunda bir baskı yarattı. Türkiye ise güneyde bir Kürt yönetimine zor alışmışken batıda bir başka yönetime tahammül edemedi. Uluslararası ilişkilerini kullanarak Suriye’de olup bitenlere müdahil olmak için askeri müdahale dâhil tüm yöntemleri denedi.

Bu, başka bir açıdan, beka kaygısı olarak adlandırılan ve siyasal ifadesini “yerli-milli koalisyonun” kurulmasında bulan dönemi kavramak açısından da önemli. Sadece çözüm sürecinin sonlanmasının değil, son dört yıldır yaşanan esaslı tüm gelişmelerinin temelinde, Suriye’de yaşanan geniş çaplı hadiselerin değerlendirilmesindeki farklılaşma yatıyor. Bugün neredeyse bütünüyle unutulmuş durumda ama “Yerli-milli” koalisyonun küçük ortağı Devlet Bahçeli AKP’yi Salih Müslim Türkiye’de devlet töreniyle karşıladığı için eleştiriyor, köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Bugün Salih Müslim bırakalım Türkiye’ye gelmeyi, Türkiye’nin Kırmızı Bülten’le yakalanması için uluslararası polis teşkilatını harekete geçmeye davet ettiği bir aranan durumunda.

2015 7 Haziran seçimlerine kadar çözüm süreci bir dizi sorununa rağmen ilerliyordu. Seçimlerde HDP’nin aldığı yüksek oy, devlet yöneticilerinin zihninde yeni bir şemanın belirmesine neden oldu. Bu şema, çözüm sürecinin devletin değil HDP’nin, Kürtlerin işine yaramasının sorun olarak kodlandığı bir odağa sahipti. Odak böyle belirlenince, yakın tarihi de bu odağa göre anlatmak kolaylaştı. Türkiye’nin Suriye politikasının değişmesiyle Kürt sorununda geleneksel devlet yaklaşımının devreye girmesi mi önce gerçekleşti yoksa Kürt sorununda diyalog yerine askeri çözümün girmesi mi Suriye’ye yönelik politikanın değişmesine neden oldu sorusunun yanıtını “her ikisi birden” diyerek verebiliriz.

Suriye’de Kobanê’de IŞİD kuşatmasının ABD yardımıyla aşılması, PYD-ABD arasında derin bir muhabbetin başlaması, Suriye’nin kuzeyinde uçsuz bucaksız bir bölgenin Kürtlerin denetimi altına girmesi Suriye’de ve Kürt sorununun çözümünde kontrolün Türkiye’nin elinden kayıp gitmesi anlamına gelmiyordu sadece. Bu aynı zamanda, gelişmelerin Türkiye’de Kürt illerinde yaşayan Kürtleri ayrılıkçılık temelinde etkileyeceği paniğini yarattı. Devletin uzun bir süredir dile getirdiği ‘beka sorunu’ bu anlama geliyor.

Devlet giderek bu türden bir beka sorunu kavrayışını geliştirirken Türkiye’de Kobanê eylemleri, hendekler süreci olarak simgeleşen çatışma sürecinin yeniden devreye girmesi, HDP’nin 2015 7 Haziran’da üçüncü parti olması, devlet aklı denilen yapının zihnine, “benim karım ne?” sorusunu tüm ağırlığıyla oturttu.12

Öte yandan hükümet Kürt hareketinin taleplerini karşılamada yavaş davranırken, diğer yandan seçimler ve sonrasında iki tarafın birbirine karşı kullandığı dil sertleşti. Kürt Hareketi süreç içinde gelişti, ancak hükümet tarafından vaat edilen konularda adımlar atılmadı. Kandil’den, sık sık hükümete son tarih koyan yaklaşımlar, Öcalan’ın yaklaşımının bu son gün belirleme eğiliminden farklı olarak sürecin sonuna kadar devam etmesi yönünde olması, başlı başına tartışılabilecek geniş bir konu. Fakat önemli olan, tarihsel, ideolojik, siyasal, kültürel, ekonomik, etnik, dini aklımıza gelen tüm bu sorunların birikmiş halleriyle yüklü bir şekilde gündeme gelen Kürt sorununun çözümünde hiç de azımsanmayacak adımların, küçümsenmesine neden olan yaklaşımların siyasal alanda giderek hegemonya kurmaya başlamış olmasıdır.

Bu konuyla ilgili Alper Görmüş’ün katıldığı bir toplantı sonrası görüşlerini aktardığı yazısında dile getirdiklerinin üzerinde durmakta fayda var. Görmüş şunları yazıyor:

“Konuşmacılara göre, barış sürecinin kesildiği, çatışmaların bir daha kesilmeyecekmişçesine yeniden başladığı koşullarda genellikle yapılan bir hata, bir süre önce oturup barışın imkânlarını konuştuğunuz insanları şeytanlaştırmak… Konuşmacılardan biri bu hatayı, ‘onları insan olmaktan çıkarmak’ diye ifade etti. Nedeni açık: Çünkü böyle yaptığınız takdirde, koşullar yeniden olgunlaşıp da onlarla konuşmaya karar verdiğinizde, bu girişiminizi kamuoyuna izah etmekte çok zorlanırsınız, onları ikna edemezsiniz.”13

Bırakalım çözüm sürecinin bitmesinin ardından tarafların yaptığı sert açıklamaları, henüz sürecin en canlı olduğu dönemde bile taraflar karşısındakini ‘insan olmaktan çıkaran’ bir söylemi geliştirmeye başlamıştı bile. Sürecin sonlanmasından hemen önce Kobanê eylemlerinin yaşandığı günlerde her iki tarafın da bir diğerini IŞİD’le işbirliği yapmakla suçlaması, en kötüyle, en insanlık dışı olduğu varsayımı üzerinde hemen herkesin fikir birliği içinde olduğu, küresel şeytanlaştırma aracına dönüşen bu örgütle benzeştirmesi durum hakkında çok net bir manzara sunuyor.

Görmüş’ün Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün (Democratic Progress Institute – DPI) Eylül ayında Ankara’da düzenlediği “Zor Zamanlarda Türkiye’de Kapsayıcı Bir Diyaloğu Güçlendirmek” başlıklı toplantıyı yorumlarken aktardığı şu görüş de çok önemli: “Konuşmacılara göre, bir barış sürecini zehirlemek için muhatabın yerine getiremeyeceği, bir yandan da onu kamuoyunun bir kesiminin gözünde zor durumda bırakacak taleplerde bulunmaktan daha iyi bir yol yoktur. Böyle bir şey, ilaveten, talep sahibinin uzlaşma konusunda samimiyetsiz olduğunu gösterir ve muhatabın psikolojisi üzerinde derin olumsuz izler bırakır.”14

Bu açıdan da süreç ısrarla dile getirilen karşılıklı taleplerin, hemen gerçekleştirilmesi mümkün olmayan talepler olması, dile getirildiği ölçüde muhatabını seslendiği, oyunu ya da aktif desteğini aldığı kamuoyu nezdinde zor durumda bırakmaktan başka bir işlev görmüyor.

Kürtler Çözüm Süreci’nde kazanım elde etti

HDP’nin Çözüm sürecindeki ilk önemli başarısı Eş başkan Selahattin Demirtaş’ın Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki kampanyasıydı. Demirtaş demokratik mücadele yöntemlerini iyi kullanarak metropol kentlerden önemli oranda genç oyu toplayarak toplam oyun yaklaşık yüzde 10’una denk gelen 4 milyon oy elde etti. Demirtaş’ın popülaritesi partisi adına yarıştığı cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından yükseldi. Demirtaş özellikle genç kuşak seçmenlerin ilgisini çekti. Demirtaş daha önce AK Parti’ye oy vermiş Kürt seçmenlerin desteğini aldı. Özellikle ülkenin batı bölgelerinde yaşayan Kürtler, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 10 seçim barajı kısıtlaması olmadığı için Demirtaş’ı destekledi. Kürtlerin 7 Haziran 2015 seçimlerinde AK Parti’ye desteği sadece Türkiye’nin Kürt illerinde değil, İstanbul, İzmir ve Adana gibi büyükşehirlerde de düştü. Çözüm Süreci bu dönüşümün yaşanmasında merkezi bir rol oynadı ve HDP’nin Kürtlerin en meşru, en yaygın ve en örgütlü temsilcisi konumunu pekiştirdi.

Türkiye’deki seçim süreci, barışçıl müzakereler için gerekli olan atmosferi zora soktu; zira siyasi kutuplaşmayı daha da artırdı. Seçim süreçleri siyaseten tartışmalı konuların daha yoğun gündeme geldiği süreçler olduğu için siyasi gerilimleri tırmandırma işlevi de görüyor. Bu nedenle dünyanın birçok ülkesindeki siyasi aktörler barış girişimleri gibi ihtilaflı konuları seçim süreçlerinde gündeme getirmekten kaçınırlar. Halbuki 7 Haziran 2015 seçim kampanyasında Demirtaş’ın mottosu “Seni başkan yaptırmayacağız” oldu. AKP de benzer bir siyaset izledi. Bir yandan çözüm süreci devam ederken bir yandan HDP’ye yönelik sert eleştirilere, bugünlerde artık ifrada varan bir şekilde dile getirilmesi neredeyse alışkanlık halini alan HDP’yi kriminalize eden açıklamalar seçim kampanyası sırasında popülerleşti.

Bu gelişme, barış süreçlerinde yapılan en önemli hatalardan birisinin, sürece birlikte başlayan aktörlerin birbirlerini gayri meşru hale getirme çabaları olduğu tezini doğruluyor. Ak Parti ve HDP, Çözüm Süreci’nde temel muhataplar oldukları halde, seçim süreçlerinde birbirlerini gayri meşru hale getirmeye çabaladılar. Böylece çözüm süreci parametrelerinin dışına çıkmış oldular.

Çözüm Süreci’nin neden başarısız olduğuyla ilgili üçüncü bir konuya değinip yazıyı sonlandırmadan önce, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, o vakitler örgütlenen bir platform olan Çözüme Evet Platformu gibi bu konuda samimi ve kararlı bir şekilde çabalayan Barış Vakfı’nın hazırladığı bir broşürde dile getirilen görüşlere değinmek de önemli.

Çözüm Süreci Neden Başarısız Oldu?

Cuma Çiçek ve Vahap Coşkun, 2016 yılında “Dolmabahçe’den Günümüze Çözüm Süreci” adlı broşürde15 Çözüm Süreci’nin başarısız olması ile ilgili üç temel yapısal hatanın altını özellikle çizmekteler:

  • Zamanın kullanımı,

  • Aşırı muğlaklık ve

  • Taahhütlere uyulmaması.

Çözüm Süreci doğası gereği birçok zorluğu içeriyordu. Yapısal hatalar da buna eklenince süreç akamete uğradı.

Zamanın kullanımı

Zamanın kullanımıyla bağlantılı olarak iki büyük yanlış yapıldı: İlki, sürecin ucunun açık bir zamana yayılmasıydı. İlk etapta bu tavır anlayışla karşılanabilirdi. Fakat belli bir yere geldikten sonra bir ‘zaman çizelgesi’nin oluşturulması, hangi adımların ne kadar süre içinde atılacağının tespit edilmesi lazımdı. Bu süre zarfında önemli hadiseler meydana geldi. Rojava, süreçle irtibatlı bir meseleye dönüştü. PYD, IŞİD ve onların bağlantıları sürece doğrudan müdahil olmaya başladı. Bir tarihle kayıtlı olmaması nedeniyle süreç bu olayların etkisine daha açık hale geldi. Zamana dair ikinci hata, sürecin siyasi takvime aşırı duyarlı bir şekilde ele alınmasıydı. Taraflar kısa vadeli politik hedeflerini sürecin önüne koydular.

Aşırı muğlaklık

Türkiye’deki Çözüm Süreci herkesin kabul edeceği genel bir söylem (“Analar ağlamasın”, “Kan dökülmesin”, “Sorun vurarak kırarak çözülmez”) üzerinden başladı ve belli bir merhaleye geldi. 28 Şubat’ta önemli bir viraj dönüldü. İki taraf birlikte fotoğraf verdiler ve sürecin izleyeceği güzergâhı açıkladılar. Toplantıda iki metin okundu: AKP adına Yalçın Akdoğan, genel bir demokratikleşme perspektifini seslendirdi. HDP adına ise Sırrı Süreyya Önder, Öcalan’ın önerdiği 10 maddeyi okudu. Sürecin bu aşamasında şüpheli noktaların asgariye indirilmesi ve belli bir yol haritasının oluşturulması gerekiyordu. Ancak her iki metinde de bunun izi yoktu. Aslında 28 Şubat’ın ertesinde Türkiye’de de yapılması gereken tarafların muğlaklığı gidermesi ve sürece açıklık kazandırmasıydı. Karşılıklı olarak birbirlerinden ne istediklerini net bir şekilde masaya koymalıydılar. Silahlar ne zaman ve nasıl bırakılacak? PKK üyelerinin hukuki durumu ne olacak? Siyasi hayata geçiş nasıl düzenlenecek? Hangi yasalar değişecek? Hangi alanda yeni yasalar çıkarılacak? Bunlar ne zamana kadar bitirilecek? Bu ve benzerleri, cevabını herkesin merakla beklediği somut sorulardı. Ve bunlara, üzerinde mutabık kalınan, gerçekçi ve somut cevaplar üretilmeliydi.

Taahhütlere uyulmaması

Zamanın doğru kullanılmaması ve muğlaklığın giderilmemesinin yanı sıra süreci çıkmaza sokan bir diğer önemli hata da tarafların birbirlerine verdikleri sözlere uymamaları ve/veya uymakta gönülsüz davranmalarıydı.

Tarafların birbirini yerine getirmemekle suçladığı sözler şöyleydi: Sınır dışına çıkışın tamamlanmaması, kamu güvenliğini tahrip eden eylemlerin sonlandırılmaması ve Dolmabahçe Açıklaması’na riayet edilmemesi. Taraflar bu üç konuya ilişkin farklı öyküler anlatıyor. Örneğin, hükümet, PKK’nin silahlı unsurlarını sınır dışına çekme sözü verdiğini ama daha sonra bazı gelişmelere bakıp bu sözünden caydığını belirtiyor. PKK ise geri çekilmenin gerçekleşmesi için hükümetin bir yasa çıkarma sözü verdiğini fakat bunu tutmadığını söylüyor. Yine, Dolmabahçe ortak açıklaması konusunda PKK, hükümetin seçimleri hesaba katarak Dolmabahçe’yi rafa kaldırdığını ileri sürüyor. Hükümet ise, Dolmabahçe’de geri çekilme için kesin bir tarihin kararlaştırıldığını ancak PKK’nin bu tarihe uymadığını iddia ediyor.

Üçüncü neden: Soldan destek bulunamadı 

Çözüm süreci ikili bir tepkiyle karşılaştı. Bu tepkilerden birisi, sağdan yükselen itirazlardı. Özellikle Perinçek hareketi çözüm sürecinde toplumsal ikna açısından düşünülen Akil İnsanlar toplantılarını basarak, toplantılarda tartışma yaratarak çözüm sürecine karşı bir itiraz örgütlemeye çalıştı. Bu hareketin en sağında ise Bahçeli’nin MHP’si yer aldı. Devlet çözüm sürecinin arkasında kısmen durduğu için MHP sokak gösterileriyle çözüm sürecini sekteye uğratmaya çalışmadıysa da itirazını sürekli olarak dile getirdi. Milliyetçi tüm odaklar, sağ güçler ellerinden geleni artlarına koymadılar ve çözüm sürecinin akamete uğraması için çalıştılar.

Çözüm sürecine karşı çıkan ikinci odak ise kendisini solda tanımlayan ya da CHP örneğinde olduğu gibi kamuoyu tarafından sol bilinen çevrelerden geldi. CHP Oslo sürecinden itibaren Kürt sorununun çözümüne yönelik her girişimi sabote etmek için çabaladı. Çözüm sürecini “ihanet” olarak adlandıran koronun “solda” en önde duran parçası oldu.16 Ama sadece CHP değil, kategorik AKP karşıtlığını, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin belki de en önemli siyasi açılım sürecini küçümsemek için elverişli bir araca dönüştüren ve özetle “AKP’yle barış mı olur” sorusunu öne çıkartan bir eğilim daha özellikle parlamento dışı solda hakim oldu.

Çözüm süreciyle demokrasi ilişkisi elbette tartışılabilir ve genel demokratik hamlelerle el ele gitmesinin önemine vurgu yapılabilirdi. Ama yaşadığımız, esas olarak çözüm sürecini olumlayan böyle bir eleştirel yaklaşım değil, bir ucunda AKP’nin olduğu çözüm sürecini kategorik olarak reddedenlerin siyasi alanı domine etmesiydi.

Yine, yeniden, bıkmadan

“Bir çatışma, Kürt meselesinde olduğu gibi on yıllarca sürmüşse, çözümünün birden çok girişim gerektirmesi muhtemeldir. Geçmişte çözüm bulunamamış olması, çözümlenemez olduğu anlamına değil, yalnızca daha fazla çaba gösterilmesi gerektiği anlamına gelir.”17

Yukarıdaki sözler 1997-2007 yılları arasında İngiltere Baş Müzakerecisi olarak Kuzey İrlanda çözümünde büyük rol oynamış Jonathan Powell’e ait. Teröristlerle Konuşmak: Silahlı çatışmalar nasıl sona erdirilir? adıyla Türkçeye çevrilen ve barış ile çatışmaların çözümüne dair zengin deneyimlerini paylaştığı kitabın önsözünde Powell, ilk ders olarak sabrın altını çiziyor. Bu bölümde, çok kritik bir hatırlatmada da bulunuyor: 1998 yılında İngiltere ile IRA arasında imzalan Belfast Anlaşması ya da daha popüler ismiyle Hayırlı Cuma Anlaşması, 1973 yılında imzalanan ve iktidar paylaşımı hükümlerini içeren Sunningdale Anlaşması’na çok benziyordu. 25 yıllık kanlı bir dönemden sonra taraflar çok benzer bir çerçevede mutabakata varmıştı.

30 yıllık bir çatışma döneminden sonra 2013- 2015 Çözüm Süreci’yle birlikte Kürt meselesinin siyasi bir çözüme kavuşturulması konusunda çok önemli mesafeler alınmıştı. Silahların bir bütün olarak gündemden çıkışını sağlayacak bir siyasi çözüme geçmişte olmadığı kadar yaklaşılmışken, 1990’lı yıllardan bu yana süregelen “iç çözüm siyasetini” bir bütün olarak ortadan kaldıracak büyük bir şiddet dalgasıyla karşı karşıyayız. Kuzey İrlanda’daki gibi 25 yıl kaybetmemek, yaşanan can kayıplarından ve büyük yıkımlardan çok daha fazlasını yaşamamak için bir yol bulmak zorundayız.

Barış ve çözüm için önemli bir zemin oluşturmak üzere atılması gereken iki önemli adım var. Birincisi yeniden çözüm yönünde adımlar atılabilmesi için bir an önce sürecin muhataplarıyla görüşmeler yeniden başlatılmalıdır. İkincisi HDP üzerindeki baskılara son verilmelidir. Tutuklu milletvekileri, belediye başkanları, parti üyeleri serbest bırakılmalıdır. Dolayısıyla çözüm sürecinin muhatapları ile görüşmeler başlatılabilmelidir. Bugün henüz birkaç sene öncesine yaşananlara bakınca, Çözüm Süreci’ni küçümseyen, AKP’nin ekmeğine yağ sürmek olarak gören, çözümü, Kürt halkının temel haklarını garanti altına alması sürecini devrimden sonra ertelemeye ya da bu süreci AKP dışında bir güçle halletmeye meyilli siyasi anlayışların ve tüm bu eğilimlerin, yaşamakta olduğumuz gelişmelerde ne kadar belirleyici bir paya sahip olduğunu görmek mümkün. Ölümlerin durmasının, bir diyalog kapısının aralanmış olmasının önemi beka kaygısını öner süren milliyetçi hezeyanlar nedeniyle kaçırılırken yanlış AKP analizleri nedeniyle de barış sürecinin kaçırılmasına karşı aşağıdan siyasal, kitlesel bir basınç örgütlenemedi.18 Türkiye’nin kadim sorunları arasında en köklüsü olan ve çözüm kapısı aralandığında diğer sorunların çözümü için de işaret fişeği rolünü oynayacak Kürt sorununda 2013-2015 yılları arasında yakalanan çözüm şansı, karşımıza her zaman çıkacak bir fırsat değildi. Çözüm Süreci’nin bitmesi ve yeniden silahların konuşmaya başlamasıyla içine yuvarlandığımız koşullar Kürt sorununun diyalog yöntemiyle çözülmesinin, böyle bir yeni sürecin başlaması için çabalamanın bir zorunluluk olduğunu gösterdi.

Bu, en başta Türkiye işçi sınıfı açısından kaçınılmaz bir gereklilik. İşçi sınıfı özgür olacaksa, ezilen halkın özgürlüğü konusunda adımlar atılmış olmalı. Türkiye işçi sınıfını milliyetçilikle egemen sınıfa bağlayan bağlar ancak böyle kopartılabilir. Çözüm Süreci’nin 24 ayı, özgürlükler ve bir dizi alanda mücadelenin gelişmesi açısından Kürt sorununun demokratik yöntemlerle ve siyasal alanda çözülmesi yoluna girilmesinin nefes aldıran ve benzersiz önemini gösterdi. Çözüm Süreci’nin önce rafa kaldırıldığı, sonra bütünüyle çöpe atıldığı koşullarla sürecin aksayarak da olsa ilerlediği siyasal koşullar arasındaki farklılığı açıklamaya gerek yok. Yeni bir çözüm hamlesi için çabalarken, bu kez böyle bir fırsatı siyasal faaliyetinin odağı ilan edecek sol güçler “Çözüm Süreci’nden şüphe yaratma odağı” gibi çalışanların sol adına hegemonya kurmasına da cevaz vermemeli.

Kitap ve Makaleler

Cuma Çiçek ve Vahap Coşkun, 2016, Dolmabahçe’den Günümüze Çözüm Süreci, Metin Gürcan, “PKK Looks to The Future With Creation of Youth Militia”, Al Monitor, 31 Ağustos 2015.

Vahap Coşkun, “The Kurdish Peace Process: Oct 6-8 Evets and Beyond”, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2015, c. 20, sy. 32), pp.1-12.

Vahap Coşkun, “What Demirtaş Achieved in the Presidential Election”, Daily Sabah, August 20, 2014. 

Jonathan Powell, “Teröristlerle Konuşmak: Silahlı çatışmalar nasıl sona erdirilir?”

Dipnotlar

1 https://www.cnnturk.com/fotogaleri/turkiye/baslangictan-bugune-gun-gun-cozum-sureci?page=4

2. Yetmez ama evet kampanyasına ulusalcı saiklerle saldıranlar, bir yandan da çözüm sürecinin bütün dinamiklerine, başlamasına, gelişmesine ve süreci akamete uğratacak girişimlerin püskürtülmesine de karşıydı.

3 https://www.sosyalistisci.org/index.php/arsiv/84-420-19-eyluel- 2011/1021-savama-goerue

4 https://www.haberturk.com/gundem/haber/713829-mit-mustesari- ifadeye-cagrildi

5 https://www.haberturk.com/gundem/haber/807198-imraliyla-gorusuyoruz. TRT’de yayınlanan bir basın sohbetinde Erdoğan MİT Başkanı’nın tutuklanma girişimine de değinen şu açıklamaları yaptı: “Bir istihbarat görevi gereği bir adım atacak ve soruşturma açılacak. Bu çok ciddi bir yargı vesayetiydi. Vesayetçiliği ortadan kaldırmadan bireye varamazsınız. Ben risk alıyorum, müsteşarım risk alıyor. Başına her şey gelebilir. Görüştükleri kişiler malum. Ben siyasetçi olarak bu görüşmeyi yapamam, ama onların eli ayağı durumu olan devletteki ajanları, temsilcileri vardır ve bunları yapar. Ada ile de görüşür, adanın kanaatlerini, düşüncelerini arar, sorgular. Neymiş, anlaşmalar yapılıyormuş. Adadaki bırakılacakmış, böyle bir şey sözkonusu değil. Bizler mesafe almak istiyoruz. Terörle mücadelede mesafe alma noktasında adayla asla bir görüşme yapmayız ama görüşme yaptırmayız. Adayla görüşmeler halen var. Çünkü netice almamız lazım. Bunun ışığını görüyorsak adımı atmaya devam ederiz.”

6 https://bianet.org/kurdi/siyaset/160243-cozum-surecinin-kronolojisi

7 https://tr.euronews.com/2013/03/22/abdullah-ocalan-in-mektubunun- tam-metni

8 Bu mektuba özellikle “sol”dan gelen eleştiriler, Çözüm Süreci’ne aktif bir destek hareketi örgütlemek üzere neredeyse hemen hemen DSİP üyelerinin tek başına kolları sıvadığını da açıklıyor. O dönemde daha sonra giderek yaygınlaşan tabirle “farklı mahallelerden” siyasal aktivistlerin, gazetecilerin, kanaat önderlerinin ve çok sayıda meslek örgütünden insanın bir araya geldiği Çözüme Evet Platformu, istisnaları dışında sol siyasal yapıların ilgisine mazhar olamadı. Mektubun hemen ardından oluşan asli eğilim, “AKP’yle barış mı olur?” sorusu etrafında çözüm hamleleri hakkında şüphe yaratan siyasal kavrayış oldu. Aşağıda bu konuda bazı değinmelerimiz olacak.

9 (PKK ‘çekilmeyi durdurdu’, BBC, 9 Eylül 2013, https://www. bbc.com/turkce/haberler/2013/09/130909_pkk_update, erişim tarihi: 2 Eylül 2018)

10 DTK Sonuç bildirgesi açıklandı”, imctv.com, December 27, 2015, http://www.imctv. com.tr/dtk-kongresinin-sonuc-bildirgesi- aciklandi-tam-metni/, erişim tarihi: 2 Eylül 2018

11 “Çözüm Süreci İhracatı Artırdı”, Hürriyet, 9 Nisan 2014, http:// www.hurriyet.com.tr/ekonomi/cozum-sureci-ihracati-artirdi- 26177492, erişim tarihi: 2 Eylül 2018

12 Şenol Karakaş, “Odak noktası: Suriye’ye bakış”, Sosyalist İşçi, Sayı 625, sf2.

13 http://www.serbestiyet.com/yazarlar/alper-gormus/zor-zamanlarin- en-faydali-mesaisi-hatalar-uzerinde-dusunmek-847512

14 Alper Görmüş, agy.

15 Cuma Çiçek ve Vahap Çoşkun, Dolmabahçe’den Günümüze Çözüm Süreci , 2016, Barış Vakfı Yayınları.

16 Kılıçdaroğlu’nun sürece en başta destek verdiğini biz de yazdık ama sürecin önünü açacak hiçbir pratik adımla güçlendirilmeyen bir destekti ve giderek, köstek olmaya dönüştü.

17 Jonathan Powell, Teröristlerle Konuşmak: Silahlı çatışmalar nasıl sona erdirilir, Aykırı Yayınları, Çev. Nuray Önoğlu.

18 “AKP’yle barış mı olur” sorusu iki noktayı es geçmekteydi: Birisi, insan küstüğüyle barışır, canının istediğiyle barışma diye bir lüksü yoktur, kavga ettiğine barış elini uzatır. İkincisi, çözüm süreci gibi gerilimli gelişmeler, karşısında görmek istediğin muhatap iktidara gelinceye kadar ertelenemez. Devletin bütün fraksiyonlarının çözüm sürecinin muhatabı olan örgüte karşı birleşmesi birkaç haftayı bile bulmayabilir.    

Enternasyonal Sosyalizm