Öğrenciler ve İşçi Sınıfı

Chris Harman

2006 yılında dünya çapında öğrenci hareketinin yükselişi sonrasında Chris Harman, Socialist Review dergisine bu yazıyı yazmıştı. Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasından sonra Türkiye’de yükselen öğrenci hareketi konusunda da ilham veren bu yazıyı okuyucularımızla paylaşmak istedik.

Geçtiğimiz yıl bazı ülkelerde eski bir şey gerçekleşti ve çoğunlukla yeni gibi göründü. Öğrenci grevleri, eylemleri ve işgalleri İtalya, Fransa, Şili ve Yunanistan’ı  sardı.

Medyanın tepkisi bu eylemlerin imtiyazlı bir sosyal tabakanın eylemleri olduğunu ve zaferlerinin bir üniversitenin yakınından bile geçemeyecek olan  işçi sınıfı gençliğine bir yük getireceğini iddia etmek oldu. Yani Fransa’da öğrencilerin Yeni İş Yasası’nı durdurma taleplerinin, genç işçilerin istihdam haklarını ellerinden almak, banliyölerdeki işsizlerin işe girmesini daha da zorlaştırmak anlamına geldiğini iddia ettiler.

Öğrenci mücadelelerine bu türden tepkiler yeni değil. Mayıs 1968’in ilk haftasında Fransa’dan fışkıran öğrenci mücadelelerine bazı solcu politik liderlerin verdiği ilk tepki öğrencileri üst sınıf çocuklar, “fils de papa”(babalarının çocukları) olarak suçlamak oldu.

Bu tür iddialar 1960’larda ve 1970’lerin başlarında tamamen yanlışlandı. Öğrencilerin bir çoğu orta sınıftan ve orta sınıfın aşağı kesimlerinden geliyordu ve bunlarla beraber işçi sınıfı altyapısından gelen bir çok öğrenci de vardı.

Daha da önemlisi, bu mücadelelerin deneyimleri gençlerin büyük bir kısmının toplumun yerleşik görüşlerine meydan okumalarını sağladı. ABD’de Vietnam savaşına ve siyahların ezilmesine karşı mücadelenin en önünde yer alıyorlardı. Fransa, İtalya ve Arjantin gibi ülkelerde ise öğrenci protestoları, daha sonra gerçekleşen işçi mücadelelerine müthiş bir coşku verdi.

Öğrencilerin imtiyazlı olduğu iddiası bugün daha da hatalı. Geçtiğimiz bir kaç on yıl içinde yüksek eğitimde kitlesel bir genişleme yaşandı. 1960’larda  Britanya’daki gençlerin sadece yüzde 8’i üniversiteye gidiyordu. Bugün bu rakam yüzde 40. Bunların büyük bir kısmı muhtemelen beyaz yakalı işçi olacaklar. İmtiyazlı mesleklerden biri olan öğretmenlik bile ödeme sistemleri ve eskiden sadece endüstriyel emekle sınırlı tutulan idari sistem şekilleriyle “proleterleştirildi”.

Bugün öğrencilerin bir çoğu yarı-zamanlı “Mc işler”de çalışmak zorunda. Üniversiteler her gün daha fazla bilgi fabrikalarına dönüşüyor ve öğrenciler fabrikalardaki bant sistemi üstünde birer nesneye benzemeye başlıyor.

Bütün bunlar bu yıl Fransa, Şili ve Yunanistan’da mücadele eden öğrencilerin işçilerle nasıl kolaylıkla doğrudan bağlantılar kurduklarını ve işçilerden, önceki kuşak öğrencilere göre nasıl daha fazla destek aldıklarını açıklamaya yardımcı oluyor.

Stathis Kouvelakis, Fransa’da bu yılki  hareket üzerine önemli bir analitik değerlendirme yazmış. Yaşam koşulları ve ilgi alanları giderek işçilerinkine benzemeye başlayan bir öğrenci kitlesinin ortaya çıkışına şahit olduğumuzdan bahsetmiş.

Kouvelakis’in öğrenci hareketinin önemine dair temel vurgusu doğru fakat önemli bir noktayı atlıyor. Bir yandan öğrencilerin büyük bir öğrenci popülasyonu tartışmasız işçi sınıfı nüfusundan, özellikle de beyaz yakalı işçilerden, gelirken bir yandan da hala imtiyazlı bir altyapıdan gelen kalabalık bir öğrenci nüfusu da mevcut.

Britanya’da öğrencilerin yüzde 22’si özel okullardan geliyor. Russel grubundaki 19 prestijli üniversitenin öğrencilerinin neredeyse üçte biri nüfusun üst idari ve profesyonel tabakasından, yüzde 12’si ise daha düşük idari pozisyonlardan.  Yani mevcut öğrencilerin üçte biri ila dörtte biri arasında bir bölümü, okulu bitirdiklerinde “yeni orta sınıf”ın mensubu olacaklar, idari pozisyonlardan herhangi birinde yer alacaklar.

Kolejler hâlâ farklı sınıflardan genç insanların bir arada bulundukları yerler. Bu sebepten, öğrenciler, işçi sınıfının yeni bir kategorisi olarak değerlendirilemez. Hâlen çok az öğrenci dar ekonomik talepler karşısında heyecanlanıyor.

Öğrencilerin günlük deneyimleri, işçi sınıfından gelenlerininki bile, üretim sürecinde emeklerinin sömürülmesi ile ilgili değil, daha çok her öğrencinin sınav denilen at yarışındaki durumu hakkında endişelenmesi gibi uzaklaşma, anlamsız atomizasyon ve parçalanma ile ilgili. Fakat tek bir konuyu protesto etmek bazen bu uzaklaşmayı tam tersine, daha iyi bir dünya için mücadele eden bir topluluk duygusuna çevirebiliyor.

Kapitalizm altında eğitim, birçok şeyin yanında, varolan toplumun ideolojik değerlerini  yeni kuşağa kabul ettirme işlemini de içeriyor. Üniversiteler bunda merkezi bir rol oynuyor. Üniversitelerdeki bir çok ürün sadece bunu kabul ettirmeyi değil, başka insanlara yaymayı da amaçlamakta. Fakat bu fikirlerin kendisine meydan okunmaya başlandığı zaman üniversiteler ideolojik kargaşanın merkezi olabilir.

Bu 1960’larda Vietnam savaşı ve ırkçılığa karşı mücadelenin etkisiyle oldu, bugünse Ortadoğu’daki savaşlar ve neo-liberalizm karşıtlığıyla oluyor. Britanya’da öğrenci hareketleri genelde “eski üniversiteler”de başlıyor, bu üniversitelerin daha iyi koşulları olmasına, bir çoğu orta sınıfa mensup olmalarına, mezun olduklarında daha iyi işler bulabilecek olmalarına rağmen böyle oluyor. Bu öğrenciler üzerindeki baskı daha az oluyor ve bu da baskı altında tutulan, fazla fon ayırılmayan “yeni üniversiteler”den daha çok politika tartışma ve bunu duyurma şansı tanıyor. Ama kısa sürede eskilerden yenilere yayılabilir.

1960’larda ve 70’lerde küçük bir sosyalist öğrenci grubu daha büyük kitleleri mücadeleye çekebilmek için nasıl insiyatif alınabileceğini keşfetmişti. İtalya’da, Fransa’da. Şili’de ve Yunanistan’da olan budur. Şimdi bunun başka yerlerde olmaması için hiçbir sebep yok.

Çeviren: Can Irmak Özinanır

sosyalizm