19-29 Mart: Türkiye’yi Sarsan 10 Gün

Neoliberal politikaların tıkanmaya başlamasıyla birlikte dünyada bir dizi rejim otoriterleşerek ayakta durmaya çabalıyor. Başlarda birkaç isim sayabildiğimiz istisnai olan otoriter uygulamalar şimdilerde dünyanın yarıya yakınında hâkim hale geldi.

Bu rejimlerin hemen hepsinde göçmenlere, LGBTİ+’lara ve sokakta yaşayan hayvanlara yönelik düşmanlık ortak nokta gibi. Ortak bir düşman yaratarak kitlenin benzer bir duygu haline girmesini sağlıyorlar. Ama yetmiyor. Otoriter liderler; çok çocuk doğurmayı teşvik ediyor, kürtajı yasaklamaya çalışıyor, kadınları, LGBTİ+’ları değersizleştirip cinayete, tacize, tecavüze karşı korunmasız hale getiriyorlar. Bu rejimler, aynı zamanda, pervasızca yatırımları teşvik ederek çevrenin tahrip olmasına sebep oluyorlar. İnsanların, hayvanların ölmesi, öldürülmesi sıradanlaşıyor. Hukuksuzluk, haksızlık, zorbalık, mafyalar, çeteler, mala çökme yaygınlaşıyor, sıradanlaşıyor. Hak aramak zorlaşıyor, sesini çıkaranlar gerekirse devlet mekanizmasıyla susturuluyor. Haberlerin yayılması engellenmeye çalışılıyor. Gazeteciler tutuklanıyor, haberler yasaklanıyor, cezalandırılıyor.

Elbette ki bu durum toplumda bir karşı tepki yaratıyor. Öfke artıyor. Birçok direnişin gelişmesine sebep oluyor. Bu direnişler genellikle bir kesimin, bir grubun hak arayışı şeklinde karşımıza çıkıyor. Kadın, LGBTİ+, sokakta yaşayan hayvan cinayetlerine karşı bir hak arayışı gibi veya Akbelen’deki, Kaz Dağları’ndaki orman katliamlarını durdurma mücadelelerinde olduğu gibi…

Öfke taşarken…

Ancak bazen öyle bir olay oluyor ki toplumdaki öfke taşıyor. Ve kimsenin beklemediği bir anda sokaklar, meydanlar öfkeli kitlelerin kalabalığıyla dolup taşıyor.

Arap Baharında bir seyyar satıcının kendini yakması öfkenin patlamasını tetiklemişti. Gezi’de parktaki ağaçların kesilmeye çalışılması, Sırbistan’da bir tren istasyonundaki çatının insanların üzerine çökmesi neticesinde onlarca insanın ölmesi ve benzeri…

Şimdi de dünyanın en büyük şehirlerinden birinin belediye başkanının, seçilmiş bir kişinin, önce üniversite diplomasının iptal edilmesi ve sonra tutuklanarak belediye başkanlığından uzaklaştırılması öfkeyi taşırdı. Sokağa çağrı yapmakta çekingen davranan CHP’yi sokağa çıkan kalabalıklar cesaretlendirdi. Sokaktaki eylemciler de CHP liderliğinin sokağı sahiplenmesiyle daha da cesaretlendiler. Ve 19 Mart’ta başlayan bu kitlesel hareket büyük boyutlara ulaştı. Bayram tatili 9 güne uzatılarak sokak hareketinin hızı biraz azaltıldı. Ancak Proje okullarındaki öğretmenlerin keyfi olarak başka okullara atanması kararı hareketin liselerde güçlenerek devam etmesine sebep oldu.

Mevcut gelişmeler şimdiden bir dizi kazanımla sonuçlandı. İmamoğlu’na yapılan operasyonun önemli bir nedeni bir sonraki seçimlerde Erdoğan’ın en büyük rakibi olacak kişiyi bir seçenek olmaktan çıkartmakken, bir diğer sebebi de İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’ne kayyım atamaktı. Ancak ne İmamoğlu bir rakip olmaktan çıkarıldı, ne de belediyeye kayyım atanabildi. CHP’ye de kayyım atanması olasılığı vardı. O konuda da iktidara geri adım attırıldı. Gelinen noktada İmamoğlu’nun prestiji ve CHP’nin oyları artarken, iktidar bileşenleri şu anki haliyle oldukça büyük bir yara almış gibi görünüyor. Daha da önemlisi iktidarın meşruiyeti artık sorgulanır hale gelmeye başladı. Artık 19 Mart öncesine göre daha zayıf bir iktidar var. Bu durum sadece muhalefet tarafından değil uzun bir süredir AKP’yi destekleyen kesim tarafından da böyle görülmeye başlandı.

Hareketin sokak ayağı şimdilik yavaşlamış gibi görünse de hareketin içinde ortaya çıkan organlar (forumlar) hala ayaktalar ve bir süre daha devam edecek gibi görünüyorlar.

19 Mart ve sonrasında neler oldu?

Muhtemelen Erdoğan ve bu operasyonun arkasındakiler sürecin bu kadar karmaşık bir hal alacağını tahmin edememişlerdi. Uzun süredir birçok konuda istediklerini yapabilmişler ancak karşılarında anlamlı bir muhalefet, güçlü bir direniş bulamamışlardı. Ancak toplumsal meselelerde taşma noktasına ne zaman gelineceği önceden kestirilemiyor. Ve nitekim bu sefer de sokaktaki tepki iktidarın da muhtemelen muhalefetin de beklemediği kadar güçlü oldu. İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin polis barikatını aşarak yürüyüşlerini devam ettirerek Saraçhane’ye doğru gitmeleri, Ankara, İstanbul ve diğer şehirlerdeki önce üniversite öğrencilerinin ve hemen arkasından diğer örgütlü ve örgütsüz güçlerin sokağa dökülmeleri için gereken moral gücü sağladı. Bundan cesaret alan CHP liderliği de İstanbul’da kendilerini destekleyen herkesi Saraçhane Meydanı’na çağırdı. Diğer illerde de CHP örgütlerinin önüne çağrı yapıldı. Hemen her yerde büyük kalabalıklar toplandı.

Eylemler yasaklanmasına rağmen yüz binlerce insan günlerce Saraçhane Meydanı’nda ve daha birçok merkezde toplandı. Yasakla beraber Newroz kutlamaları için izin almış olan DEM Parti, İmamoğlu ile dayanışan ancak yasaklar sebebiyle sokağa çıkmaya tereddüt eden herkesi Newroz meydanlarına davet ederek önemli bir dayanışma sergiledi. Mansur Yavaş’ın Kürt Hareketini dışlayan ırkçı konuşmasına rağmen, eylemlere katılan Zafer Partililerin ırkçı tacizlerine rağmen desteklerini bir seviyede devam ettirdiler.

29 Mart’a kadar geniş yığınlar sokaklarda kaldılar. Bu süreçte birkaç önemli gelişme yaşandı. CHP, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığı için oylama yaptı. Bu oylamaya dayanışma sandıkları koyarak CHP’li olmayanların da katılabilmesinin önünü açtılar. CHP’nin üye sayısı 1,5 milyon kadar olmasına rağmen sandıklardan 14 milyon 850 bin oy çıktı. 29 Mart günü Maltepe’de düzenlenen CHP’nin çağırıcı olduğu mitinge 2 milyondan fazla kişi katıldı.

CHP’nin Saraçhane mitinglerinden yaptığı çağrıyla başlatılan iktidarı destekleyen sermayenin boykotu da beklenenden çok daha fazla etkili oldu. Boykot çağrıları yapanlar tehdit edilmesine, bazıları gözaltına alınmasına rağmen boykot oldukça başarılı geçti. Birçok marka ve mağaza tek tek olumsuz etkilenirken, uygulandığı ilk gün Türkiye’de ticareti bir günlüğüne 60 milyar lira seviyesinden 28 milyar liraya indirdi, yani yarı yarıya yavaşlattı.

CHP mitinglerini devam ettiriyor. Her hafta bir ilde ve İstanbul’un bir ilçesinde miting yapma kararı aldılar. Yapılan mitingler epeyce katılımlı geçiyor.

Diğer yandan CHP erken seçim için imza kampanyası da yapıyor. Bu yazı kaleme alınırken 10 milyondan fazla insan imzasını vermiş durumdaydı. Hedefi 28 milyon imzaya ulaşmak çünkü Erdoğan, son Cumhurbaşkanı seçimlerinde 27,8 milyon oy almıştı.

CHP’nin Filistin için miting çağrısı yapması da sürecin bir başka olumlu gelişmesi. Bugüne kadar muhalefet tarafından yapılmayan bu çapta bir çağrının yapılması Filistin meselesinde en baştan beri Gazze için gözyaşı döküyormuş gibi yapan ama İsrail’le ilişkilerini devam ettiren iktidarı, güçlü olduğunu düşündüğü bu alanda da köşeye sıkıştırabilecek bir gelişme. Tüm bunlara bakınca sokağa çıkma konusunda uzun bir süredir tereddüt eden CHP’nin bu sürecin neticesinde sürekli sokakta olmaya zorlandığını görebiliyoruz.

19 Mart ekonomisi

Bu operasyonların hemen ardından bir süredir Mehmet Şimşek tarafından egemen sınıf adına yürütülen ekonomi programı büyük bir yara aldı. Şirketlerin vergilerini affederek ama vatandaşa yeni ek vergiler koyarak, doları baskılayarak yürütülen ekonomik program bir günde darmadağın oldu. Doları 38 lirada sabit tutabilmek için (ki hemen öncesinde 36 lira civarındaydı) 50 milyar dolar satmak zorunda kaldılar. On milyarlarca dolar yabancı sermaye yurtdışına kaçtı. Borsa çöktü. Merkez Bankası aylardır yavaş yavaş düşürmeye başladığı faizi 350 puan arttırmak zorunda kaldı. Ve buna rağmen henüz ne dövizin ateşi sönmüş durumda ne de yabancıların kaçışı durdu. Enflasyon hedefleri de yeniden yukarıya doğru revize edildi. Epeyce bir süredir mala çökmenin yaygın olduğu, istikrarsızlığın kural olduğu Türkiye bu operasyon ile bir kere daha malumu ilan ederek yabancı sermaye için ne kadar güvenilmez bir yer olduğunu bir göstermiş oldu. Artık bir grup yerli sermayenin dışındaki yerli sermayenin de yatırım yapmayı güvenli bulamadığı bir ülke haline geldi Türkiye.

Sokak hareketinin durumu

19 Mart gününden itibaren sokağa çıkan kitlelerin en önemli talebi “Hak, hukuk, adalet” idi. Uzun bir süredir umutsuz vaka ilan edilen “Z kuşağı” konuşulanların tam tersine ne kadar politik olduğunu, mücadelenin içine bir kez girdiğinde kendisinden önceki kuşaklardan daha az mücadeleci olmadığını, kararlı olduğunu gösterdi. Geleceğinin çok parlak olmadığını düşünen bu genç kuşak, mücadelenin olmadığı geçtiğimiz yıllarda çareyi yurtdışına gitmekte arıyordu. Yurtdışına gidemeyen milyonlar ise bu süreçte geleceklerini değiştirmek için sokağa aktılar. Hemen her üniversitede eylemler gerçekleşti. İlk günlerde polisle çatışmayı hedefleyen hareket birkaç gün içinde bununla bir yere varamadığını fark edip farklı eylemlilikler geliştirdi. Üniversitelerde boykot örgütlendi. Forumlarda bir araya gelerek kararlar aldılar. Yol keserek boykotu güçlendirmeyi denediler. Boykot günlerinde takas şenlikleri yaptılar. Zincir kitap marketlerinin önlerinde ücretsiz kitap dağıtımı ve takas gerçekleştirdiler. Tutuklanan arkadaşları için adliye önlerine yürüdüler. Mücadele üniversitelerde devam ediyor.

Görebildiğim kadarıyla ağırlıklı olarak örgütsüz bir gençlik kitlesi eylemlere katıldı. Ve önemli ölçüde mevcut örgütlere katılmadan bu mücadele sürecini devam ettiriyorlar. Şimdilik forumlar onların sözlerini söyledikleri, kararlar aldıkları alanlar.

19-29 Mart sürecindeki mücadelenin bir diğer ayağı ise üniversitelerde olmayan sokak hareketiydi. Oldukça geniş yığınlar katıldı bu eylemlere. Ancak çok farklı sloganlar ve hatta birbirlerine karşı sloganların olduğu eylemlerdi bunlar. Kürtleri, lubunyaları, mültecileri hedef alan çok fazla insan ve slogan vardı yürüyüşlerde.

Bu durumun Kürt hareketinin desteğinin önemli ölçüde azalmasına sebep olduğunu düşünebiliriz. Sadece sloganlar nedeniyle rahatsız olmaktan dolayı değil, devam etmekte olan çözüm sürecinin zarar görmesinden de endişe ettiklerinden. Karşı oldukları Erdoğan’la görüştükleri için Kürt hareketi sokaktaki hareketin içindeki bir kesimin gözünde düşmanla işbirliği yapıyor gibi görülüyordu. Yıllardır hakları için mücadele eden Kürt hareketine yönelik bu yaklaşımlara karşı birleşik bir hat inşa edilemedi. Hareketin içinde barış talebi pek fazla ön plana çıkarılamadı.

Daha az olmakla beraber lubunyalara yönelik de olumsuz yaklaşımlar vardı hareketin içinde. Ancak lubunyalar bir arada durarak kendilerine yönelik bu homofobik, transfobik, yaklaşımların olumsuz etkilerini bertaraf etmeye çalıştılar. İzmir’de buna yönelik birleşik davranan bir inisiyatif ortaya çıktı.

Bu hareketin içinde Gezi eylemlerini kat kat aşan bir yoğunlukta ırkçı, milliyetçi gruplar vardı. Bunun başını yıllardır mültecilere yönelik saldırılara varan söylemleri örgütleyen Zafer Partililer çekiyordu. Öcalan’ı Meclise davet eden Bahçeli’nin partisi MHP’yi Kürtçü olmakla suçlayan bu kitle Talat Paşa’nın soykırımcı ruhunu alanlara taşımaya çalışıyordu. Oldukları her yerde bu kişiler özgürlük talepleriyle sokaklara çıkanlarda rahatsızlık yarattılar. Ancak yine de bu gruplara karşı birleşik bir cevap verilemedi. Yukarıda bahsettiğim inisiyatif örneği yaygınlaştırılamadı.

Sol yapılar harekete çok fazla yön veremedi. Her zamanki tarzlarıyla harekete “önderlik” yapma girişimleri kitlelerin gözünde sekterlik olarak görülmekten öteye gidemedi. Yapılabilen yerlerde bu “önderlikler” aşıldı ve daha tabandan karar alma mekanizmaları inşa edildi.

Örgütsüz işçiler, işsizler veya örgütleri bir şey yapmayan işçiler tıpkı Gezi eylemleri sırasında olduğu gibi ‘gündüz iş gece direniş’ şeklinde eylemlere, forumlara katıldılar. Örgütlerin bile büyük çoğunluğu mesai sonrasına sokak çağrısı yaptılar.

Sendikalar üretimden gelen gücünü kullanamadı. DİSK bir gün, birkaç saatlik sembolik bir iş bırakma yaparken, Eğitim Sen üniversitelerde boykot kararı alan öğrencileri desteklemek üzere üniversitelerde bir günlük iş bırakma çağrısı yapabildi. Ve çağrı sebebiyle yöneticileri gözaltına alındı. Sendikaların bu sürece katılımı örgütsüz kitlelerin katılımından çok da farklı olamadı.

Bu durumda elbette ki işçi sınıfının büyük çoğunluğunun halen Türk-İş, Hak-İş, Memur-Sen, Kamu-Sen gibi iktidar yanlısı sendikalarda örgütlü olmasının rolü olsa da diğer sendikalar için yine önemli bir fırsat kaçmış oldu. Çünkü eylemlere katılan işçilerin gözünde bu eylemler meşruydu. Sendikalar çalışanların bu havasını örgütleme konusunda bir kere daha yavaş kaldılar.

Son olarak en başta harekete yeterince katılamayan liseliler de Proje Liseleri’ndeki öğretmenlerin keyfi olarak atanmaları girişimi neticesinde eylemlere başladılar. Türkiye’nin dört bir yanında proje okulları öğrencileri dersleri boykot ettiler. Caddeleri, meydanları tutan TOMA’lar bu sefer de liselerin önlerine yerleştiler. Ama liseliler de bu saldırıyı püskürtmeyi başardılar.

Hareketin kazanımları

AKP iktidara geldiği 2002 yılından bu yana en fazla yenilgi aldığı dönemini yaşıyor. Kitleleri İmamoğlu’nun yolsuzluk yaptığına, teröristlerle iş birliği yaptığına ikna edemedi. Kendi tabanı da dahil… Cumhurbaşkanı ve TRT kanalları dahil AKP’ye yakın medya, halkı İmamoğlu’na yapılanın sıradan bir yolsuzluk operasyonu olduğuna ikna etmeye çalıştı ama edemedi. Yapılan anketlere göre halkın yüzde 69’u İmamoğlu’na operasyonun siyasi olduğunu düşünüyor.1Yaşanan sürecin değerlendirilmesi sorulduğunda, toplumun yüzde 65’i İmamoğlu’nun tutuklanması ve çevresinde gelişen olayları hükümetin muhalefete baskı kurma girişimi olarak tanımlıyor. ‘Yargının bağımsız şekilde yürüttüğü bir süreç’ olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 11, suç işleyen herkes gibi işlem yapıldığını belirtenlerin oranı yüzde 16, muhalefetin mağduriyet yaratma çabası olarak okuyanların oranı ise yüzde 8 olarak görünüyor.

Adaletsizlik duygusunun yanı sıra derin bir güvensizlik hissi var. Halkın yarısından fazlasının demokrasi ve hukuka olan güveni önemli ölçüde sarsılmış durumda. Toplumun beklentilerine dair en önemli işaret şu bulguda görülüyor: “Türkiye’de hangi değişiklikler olsa geleceğe dair umudunuz artardı” sorusuna yüzde 73 “gelir düzeyinin artması”, yüzde 68 “adaletin bağımsız ve adil olması” cevabını vermiş.2 Yani İmamoğlu’nun tutuklanmasından hemen önce yapılmış araştırmada da toplum umutlanmak için refah ve gelir dağılımı ile adalete işaret etmiş.

Tüm bu süreçte iktidar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ve CHP’ye kayyım atama girişiminde başarısız oldu. Proje Liseleri’nde attığı adımdan vazgeçmek zorunda kaldı. Kendi tabanının gözünde giderek prestijini kaybeden bir iktidar var.

Cumhuriyet tarihinin en büyük sokak hareketlerinden biri yaşandı (muhtemelen en büyüğü). Hiç beklenmedik şehirlerde bile büyük kalabalıklar sokağa çıkarak adalet talep ediyorlar. İktidar bloğu önemli ölçüde yara almış görünüyor.

Hem ekonomik olarak hem de politik olarak kendisini toparlayabileceği bir durumda değil. Yönetmekte zorlandıkça iktidar etrafında toplanan çıkar gruplarının da birer birer onları terk edeceği çok açık.

Erken seçim gün geçtikçe önemli bir seçenek olarak önümüzde duruyor. Bu iktidarın bir an önce değişmesi muhakkak ki bu gerçekleştiğinde ezilenler için son derece moral verici olacaktır. Ancak yetmez. Yerine gelecek olan yeni iktidarın söz verdiği adaleti sağlayacağının, hukuku yeniden bağımsız hale getireceğinin, ekonomiyi ezilenler lehine düzelteceğinin hiçbir garantisi yok. Unutmayalım ki AKP de iktidara yolsuzluğu, yoksulluğu ortadan kaldıracağı, adaleti sağlayacağı vaatleri ile gelmişti. Geldiğimiz noktada çok daha gerisine gittik.

Bu daha başlangıç

Bu mücadele dönemi henüz sona ermedi. İktidarı erken seçime zorlamak üzere genelde CHP merkezli bir şekilde örgütleniyor. CHP merkezli örgütlenmesi ise hareketi bir ölçüde merkezi CHP mitinglerine odaklayarak daraltıyor. Oysa milyonlarca insanın bir yanda ekonomik talepleri artarak devam ederken, diğer yandan adalet arayışı sürüyor. Mücadelenin içindeki farklı farklı grupların barış, kadınların, lubunyaların özgürlüğü, sokakta yaşayan hayvanların katliamının durdurulması, İsrail’e tam ambargonun gerçekleştirilmesi, adaletin tesis edilmesi, ekonomik krizin faturasının sorumlulara ödetilmesi, çevre katliamlarının durdurulması, sağlığın, eğitimin bir hak olarak herkes tarafından erişilebilir hale getirilmesi gibi taleplerin birleşik bir şekilde öne çıkarılması, hareketin içindeki aşırı sağcılara, faşistlere karşı güçlü bir birliktelik sergileyerek hareketin bölünmesinin önüne geçilmesi umudun yeniden yeşermeye başlamasına yol açacaktır.

Tüm bu süreç göstermiştir ki hareketin tüm taleplerini samimi bir şekilde sahiplenen, geçmişin deneyimlerini hareketin içindekilere aktaran, ancak onlardan da öğrenen, onlarla birlikte tüm mücadeleyi inşa eden özgürlükçü bir sola ihtiyaç var. Böylesi bir yapının inşasının ne kadar önemli olduğunu gördüğümüz bir dönemden geçiyoruz.

Kaynaklar:

Dipnotlar:

  1. Independent Türkçe, 2025.
  2. Ağırdır, 2025.

sosyalizm