Sayı 6

Enternasyonal Sosyalizm sayı 6, Nisan 2020.

COVİD-19 ve Otoriterizm Şovu – Şenol Karakaş
Maskeler Düştü “Felaket Kapitalizmi” Ateşe Odun Taşıyor – Tuna Emren
Pandemiler Zamanında Sosyalizm – Joseph Choonara
Koronavirüs Krizi Değil, Neoliberalizmin Krizi – Bülent Somay
Zizek’in Koronavirüs Hakkında Neredeyse Gelişigüzel Konuşması Üzerine – Sinan Özbek
Kapitalizmin Enerji İhtiyacı ve İklim Krizi- Erkin Erdoğan
Gezegende Çok Fazla İnsan mı Var? – Martin Empson
Ekonomik Kriz, İklim Krizi, Salgın Krizi ve Biriken Öfke – Özdeş Özbay
Eşitlik Arayışının İki Uğrağındaki Göçmenler ve Mezar Kazıcıları Olarak Milliyetçiler – Polat S. Alpman
Putin ve Günden Güne Otoriterleşen Rusya – Melike Işık
Trump, Bolsonaro, Orban: Otoriter Dehşet – Çağla Oflas
Lenin’den Kaçmak mı? Neden? – Şenol Karakaş
Tarihten Yapraklar: Tek Ülkede Sosyalizm – Dilek Fırat
Chris Harman ve Siyasal İktisadın Eleştirisi – Alex Callinicos
Marx ve Yerli Halklar – John Bellamy Foster, Brett Clark ve Hannah Holleman
AKP ve Kemalizm – Roni Margulies
Türkiye’de ve Dünyada İşçi Hareketleri – Faruk Sevim
Teknoloji Bizim Ne Kadar Dışımızda? – Sibel Erduman
Marx’ın Din Eleştirisi: Sinan Özbek’in Son Kitabı Üzerine – Z.Soner Dinç
Dört Kitap: Malcolm X, Eleanor Marx, Gramsci, Rosa Luxemburg – Akın Deniz Sorucu

 

 

“Kapitalist toplum düzeni, çare bulunması gereken kötülükleri yeniden ve yeniden üretiyor.”

Friedrich Engels.

 

Küresel salgın hepimizi bir ölüm kalım mücadelesinin içine çekti. Bir yandan bu mücadeleyi verirken bir yandan da 1800’lü yılların başından beri sosyalistlerin kapitalist üretim tarzı hakkında anlattıkları, bugün gözlerden saklanamaz ve yıkıcı gerçekler olarak milyarlarca insan tarafından gözlemleniyor, deneyimleniyor. Üretim, beslenme, barınma, sağlık, eğitim, güvenlik gibi alanlarda tüm insanlığın yaşamını rahatça sürdürmesine yetecek kaynaklara sahip olmamıza rağmen, kapitalizm, gezegeni, üzerindeki tüm canlı yaşamıyla mahvediyor. Tüm olanakları sermayenin kullanımına açan bir sistem olarak, yaşamı emen saf kötülük olduğu her geçen gün berraklaşıyor.

Küresel bir yıkım ve bu yıkımı durdurmak için işbirliğiyle, dayanışmayla ayakta durmaya çalışan, en çok hasarı almasına rağmen insanlığın tümünü salgından sakınmak için varını yoğunu ortaya koyan işçi sınıfı, 2019 yılını öfkeli eylemlerle tamamlamışken, salgınla birlikte daha da öfkelenmiş bir halde.

Kaynakları har vurup harman savuran, sadece zenginleri kollayan sistem, ekonomik krizlerle, derinleşen iklim kriziyle, salgın kriziyle insanlığı bir karar aşamasına getirdi: Ya insanlığın toptan çöküşüne sessiz kalınacak ve bildiğimiz yaşamın sonu gelecek ya da kapitalizme son verilecek!

Enternasyonal Sosyalizm, sesi olmayan tüm canlıların da yaşama hakkını savunarak, ikinci tercihin örgütlenmesine küçük de olsa bir katkı yapmak için 6. sayısıyla karşınızda.

Derginin ilk yazısı “Covid-19 ve Otoriterizm Şovu” başlığını taşıyor. Şenol Karakaş, yazıda dünyada öfke birikirken, Türkiye’de hükümetin salgın karşısındaki tutumunun da ayrıca bir öfke biriktirdiğini ve yerli-milli otoriter rejimin adaletsizlikleri derinleştirdiğini savunuyor.

Tuna Emren, “Maskeler Düştü – ‘Felaket Kapitalizmi’ Ateşe Odun Taşıyor” başlıklı makalesinde Covid-19 salgınının, kapitalist üretim tarzıyla köklü ilişkisini bir dizi tarihsel referansla ele alıyor. Yazıda salgın ve genel olarak insanın doğayla ilişkisine dair güncel teorik bir tartışma da sürdürülüyor.

“Pandemiler Zamanında Sosyalizm” makalesinde Joseph Choonara salgınların insanlık tarihinde ortaya çıkışlarını, içinde ifade oldukları toplumsal örgütlenmeyle bağlarını ele aldıktan sonra, son pandeminin kapitalist üretimin doğrudan bir sonucu olduğunu gösterip, kapitalist tarım, çiftçilik ve hayvancılık üzerine düşünceleri, güncel referanslarla birlikte kapsamlı bir şekilde ele alıyor.

“Koronavirüs Krizi Değil, Neoliberalizmin Krizi” başlıklı yazısında Bülent Somay, salgın başlar başlamaz sol çevrelerde ortaya çıkan tartışmaların bazılarını değerlendiriyor ve bu tartışmaların hem salgını hem de salgın karşısında alınacak kolektif tedbirleri doğru bir şekilde tayin etmesi için en sağlam zemini tarif ediyor.

Sinan Özbek, “Zizek’in Koronavirüs Hakkında Neredeyse Gelişigüzel Konuşması Üzerine” başlıklı makalesinde, salgının başlamasıyla bu konu hakkında hızla yorumlar yapan ve bir tartışma yaratan Zizek’in devlet, salgın, ulusötesi ve salgının önlenmesi gibi başlıklarda dile getirdiği iddialara ve önerilere karşı iddialar ve önerilerle yanıt veriyor.

“Kapitalizmin Enerji İhtiyacı ve İklim Krizi” başlıklı makalesinde Erkin Erdoğan, küresel ısınmanın baş aktörlerinden biri olan enerji sektörü ve sermayenin enerji ihtiyacı üzerinden, iklim krizine kalıcı bir çözüm bulunmasını sağlayabilecek büyük dönüşümün ne tür temellere dayanması gerektiğini ele alıyor ve öte yandan ekolojik ekonomi akımı içerisindeki bir dizi güncel tartışmaya ve bireysel çözümlerin iklim adaleti mücadelesi içindeki yerine değiniyor.

Martin Empson “Gezegende Çok Fazla İnsan mı Var?” başlıklı makalesinde iklim krizini nüfus yoğunluğuyla açıklayan tezlerle tartışıyor. Salgından önce kaleme alınan yazı Trump, Bolsonaro ve Boris Johnson gibi, bir açıdan sürü bağışıklığı stratejisiyle özellikle yaşlı nüfusun salgından ölmesine kapı aralayan otoriter siyasetçilerle birlikte ele alındığında güncelliğini koruyor.

Özdeş Özbay, “Ekonomik Kriz, İklim Krizi, Salgın Krizi ve Biriken Öfke” başlıklı yazısında salgının sadece ekonomi üzerinde değil iklim krizi üzerinde de bir etkiye sahip olduğunu, salgına karşı egemen sınıf temsilcilerinin aldığı önlemlerin, ne küresel iklim krizini ne de yoksulların çektiği sıkıntıları engelleme potansiyeli taşıdığını savunuyor.

“Eşitlik Arayışının İki Uğrağındaki Göçmenler ve Mezar Kazıcıları Olarak Milliyetçiler” başlıklı yazısında Polat Alpman, ırkçılığın ele alınışındaki farklılıkları, bilimsellik iddiasındaki analitik inşa olarak ortaya atılan ırk kavramına folklorik bir malzeme olarak eklenen kültürcülüğün millet kategorisi haline dönüşmesini, bu milletin popülizm marifetiyle nefret ekseninde yeniden örgütlenmesini ve yurttaşlık ile evrensel insan hakları arasındaki boşluk tarafından mücrim ilan edilen göçmenlerin dünyayı nasıl değiştirdiğini tartışıyor.

Melike Işık, “Putin ve Günden Güne Otoriterleşen Rusya” başlıklı makalesinde, iktidar yılları boyunca Putin’in otoriter rejimi nasıl inşa ettiğini, milliyetçilik gibi ideolojileri nasıl farklılaştırıp kullandığını, Stalinizm’in mirasıyla kurduğu gerilimli ilişkiyi ve rejimin Rusya’da özgürlük isteyenler açısından taşıdığı anlamı ele alıyor.

Çağla Oflas, “Trump, Bolsonaro, Orban: Otoriter Dehşet” başlıklı yazısında ABD, Brezilya ve Macaristan’da otoriter siyasi figürlerin iktidara gelişlerine ve ekonomik, politik uygulamalarıyla ideolojik alanda yarattıkları tahribatlara değiniyor..

“Lenin’den Kaçmak Mı? Neden?” yazısında Şenol Karakaş, Lenin’in 150. doğum yılında bugünün mücadeleleri için Bolşevik Devrimi’nin deneyimlerinden faydalanmanın olanaklarını tartışıyor. Yazı, Lenin hakkında yaratılan yanıltıcı efsanelerin, onun fikirlerine en çok ihtiyaç duyanlarla arasına duvar ördüğünün altını çiziyor.

Dilek Fırat tarafından 1980’li yılların sonunda kaleme alınan “Tarihten Yapraklar: Tek Ülkede Sosyalizm” başlıklı makale ise bugün de belirleyici olan çok önemli bir tartışmaya yapılan etkili bir müdahale. 12 Eylül darbesinden sonra yurtdışında sürgünde yaşamak zorunda kalan Doğan Tarkan ve Dilek Fırat gibi sosyalistlerin o zamanlar sürdürdüğü tartışmalar, süreklilik içerisinde bugün okuduğunuz dergiyi çıkartan aktivistlerin siyasal geleneği olarak şekillendi. Yazı, bu açıdan başka bir anlam daha taşıyor.

“Chris Harman ve Siyasal İktisadın Eleştirisi”, Alex Callinicos’un arkadaşı ve ölene kadar teorik bir diyalog sürdürdüğü yoldaşı Chris Harman’ın ölüm yıldönümü için kaleme aldığı bir makale. Callinicos, Harman’ın özellikle Marksist ekonomi teorisine katkılarını ele alıyor.

“Marx ve Yerli Halklar” yazısı, John Bellamy Foster, Brett Clark ve Hannah Holleman tarafından kaleme alındı. Yazarlar, sömürgecilik ve emperyalizm tartışmaları güncelleşirken bazı diğer yazarların Karl Marx’ın kapitalizm, sömürgecilik ve emperyalizm eleştirilerine mesafeli bir pozisyon almalarının arka planını tartışıyorlar. Makale Marx ve Engels’in bu alandaki çok önemli tartışmalarını da açığa seriyor.

Roni Margulies, “AKP ve Kemalizm” başlıklı makalesinde bir yandan AKP’nin siyasal evriminin uğrak

noktalarını, öte yandan bir devlet ideolojisi olarak Kemalizm’le ve devletle etkileşimini tartışıyor.

“Türkiye’de ve Dünyada İşçi Hareketleri” yazısında Faruk Sevim işçi hareketinin şekillenmesinin kapitalist üretim süreçlerindeki değişime bağlı olarak nasıl değiştiğini, bunun dünyada ve Türkiye’de işçi sınıfı eylemlerine nasıl yansıdığını, grev hareketlerinden sokak hareketlerine kadar küresel işçi eylemlerinin bir dökümünü yaparak inceliyor.

Sibel Erduman “Teknoloji ‘Bizim’ Ne Kadar Dışımızda?” başlıklı makalesinde Mustafa Arslantunalı’nın yazdığı Teknopolis kitabını ele alıyor. Yapay zekâ, bilinç, teknolojiinin sınırlarını etkilediği ve etkilendiği toplumsal örgütlenmenin biçimi arasındaki ilişkiler, kitabın geniş değinme alanlarından bazıları.

“Marx’ın Din Eleştirisi: Sinan Özbek’in Son Kitabı Üzerine” başlıklı yazısında Z. Soner Dinç, Sinan Özbek’in aynı anda yayınlanan iki yeni kitabından Marx’ın Din Felsefesi’ni ele alıyor. Kitabın, din tartışmalarında kaba Marksist yaklaşımın yarattığı yanlış algılara nitelikli bir müdahale olduğu vurgulanıyor.

Akın Deniz Sorucu, “Dört Kitap: Malcolm X, Eleanor Marx, Gramsci, Rosa Luxemburg” başlıklı makalesinde, Z Yayınları tarafından aktvistler için kılavuz niteliğinde hazırlanan kitapları tanıtıyor. Bu dört isim de mücadeleleriyle içinde yaşadıkları dönemin tartışmaları ve eylemlerine çok önemli katkılar yaptılar.

Bu sayıda kapsamlı makaleleri çok kısa bir süre içinde çeviren, Arife Köse, Onur Devrim Üçbaş ve Melih Mol’a teşekkür etmeyi bir borç biliyoruz. Onların emeği dergimizin yayına hazırlanmasında son derece önemli bir rol oynadı.

Derginin makalelerine geçmeden önce küresel salgın başlar başlamaz Türkiye’den Enternasyonal Sosyalizm dergisini yayına hazırlayan DSİP üyelerinin de bir parçası olduğu Uluslararası Sosyalist Akım’ın yaptığı açıklamayı burada yayınlamayı gerekli gördük.

Ekim 2020 sayısında buluşmak üzere.

Uluslararası Sosyalist Akım’ın çağrısı:

  1. Covid-19 coronavirüs salgınından genellikle bir “doğal afet”, kapitalist sistemin normal işleyişine bir “dış şok” olarak söz ediliyor. Bu doğru değil. Yakın geçmişte bir dizi coronavirüs ve grip salgını yaşandı (SARS, MERS, H5N1) ve daha da ciddi yeni bir küresel salgın olabileceği bilim insanları tarafından defalarca öngörüldü. Bu salgınlara yol açan koşulları, Marksist biyolog Rob Wallace’ın gösterdiği gibi, yoğun fabrika tarımının yayılması ve yabani kuş nüfusları arasında yeni virüslerin geliştiği ücra köşelere piyasanın ve sermayenin girmesi yaratıyor.¹ Bu durum, Marx’ın ifadesiyle, kapitalist tarımın yarattığı “toplumsal metabolizma ile doğal metabolizma arasındaki karşılıklı bağımlı süreçte yaşanan onarılamaz yarılma”nın (daha genel anlamda da doğanın iklim değişikliğine yol açan imhasının) bir örneği. Yaşamakta olduğumuz, gerçek anlamda kapitalist bir salgın; mücadele edilmediği takdirde (Londra Üniversitesi’nde Imperial College’ta yapılan hesaplara göre) 40 milyon kişinin ölümüne yol açacak olan bir salgın.
  2. Devletlerin salgın karşısında yaptıkları da yine sermayenin önceliklerini yansıtıyor. Gelişmiş kapitalist ülkelerde, neoliberal kemer sıkma politikalarının sonucunda hemen hemen hiç acil durum planlaması yapılmadı (ve hatta Trump hükümeti salgınlara karşı hazırlık yapmakla görevli ekibi dağıttı) ve sağlık sistemleri yıllardır kuşa çevrildi. Hükümetler iki ayrı tepki arasında gidip geliyor: Bir yanda, ekonominin etkilenmemesini amaçlayan asgari tepki (örneğin İngiltere’de Boris Johnson hükümetinin başlangıçta denediği, Hollanda ile İsveç’in hâlâ uygulamakta olduğu ve hastalığın yayılmasına göz yumarak zayıf olanlarımızın hayatıyla kumar oynayan “sürü bağışıklığı” stratejisi), öte yanda, otoriter yöntemlerle dayatılan Plan ve hazırlıkların yapılmamış olması bazı Asya ülkelerinin uyguladığı izle-test yap-tedavi et stratejisinin uygulanmasını çok daha zorlaştırdı. Ve bunun maliyetini, son derece zor koşullarda yoğun bakım ünitelerinde çalışan sağlık görevlileri başta olmak üzere, binlerce kişi hayatıyla ödüyor.
  3. Salgın, ayrıca, büyük bir ekonomik resesyona (büyük olasılıkla 2008-9 Büyük Resesyonu’ndan daha derin bir resesyona) yol açıyor. Bu da hiçbir anlamda “doğal” değil; kâr mantığına göre işleyen bir sistemin doğasını yansıtıyor. Sokağa çıkma yasakları kaçınılmaz olarak üretimi kesintiye uğratıyor: Yılın başında Çin ekonomisinin kapanması küresel tedarik zincirlerini hâlâ etkiliyor ve salgının yayılması dünyanın geri kalanında ekonominin başka sektörlerinin de kapanmasına yol açıyor. Oysa farklı bir toplum düzeninde bu durum küresel işsizlikte şimdi görmekte olduğumuz muazzam yükselmeye yol açmayabilirdi. Finans piyasalarındaki büyük panik, on yıldır aşırı ucuz merkez bankası paralarıyla ve muazzam artmış olan şirket borçlanmalarıyla ancak ayakta durabilen dünya ekonomisinin ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. (Rusya ile Suudi Arabistan’ın başlatmış olduğu petrol fiyatları savaşı bu durumu daha da sarsıntılı hâle getiriyor). 2007-8 krizinde olduğu gibi, tüm yatırımcıların nakite (özellikle dolara) kaçması piyasaları dondurdu ve tüm varlık fiyatlarını düşürdü. Devletler 2007-8’de yaptıklarından da daha büyük ölçüde finans sistemini nakit paraya boğuyorlar ve şirketlere (özellikle de dev şirketlere) çeşitli destekler sunuyorlar. Bu önlemler çoğu durumda işten atılmış olan işçiler için gelir desteği de içeriyor, ama bu destek hem miktar hem kapsam olarak sınırlı. Üstelik genellikle enformel (gayrı resmi) sektör işçileri (örneğin, geçici ve kısa vadeli kontratlarla veya freelance çalışan ve kendilerine serbest meslek sahibi demek zorunda bırakılan işçiler) ve göçmenler bu desteğin dışında tutuluyor. Burada da yine, öncelik çalışanların hayatını ve gelirini değil kârları korumak.
  4. Hükümetler salgın karşısında çok zaman savaş söylemine başvuruyor ve sözde “hepimizin paylaştığı” millî çıkarlardan söz Oysa krizin yükü işçilerin omuzlarına biniyor. Sağlık çalışanları gerekli korunma teçhizatı olmadan hayatlarını tehlikeye atmak zorunda kalıyor. Bazı işçiler evden çalışabiliyor olmakla birlikte, pek çokları, özellikle kol işçileri, çalışmaya devam etmek zorunda bırakılıyor. Üstelik fabrikalarda ve çiftliklerde, süpermarket ve eczanelerde, ambarlarda, teslimat kamyonlarında, çöp kamyonlarında, otobüs ve trenlerde, temel ihtiyaçları üreten, mesafelenmenin mümkün olmadığı koşullarda çalışan işçiler, daha yoğun ve daha büyük çapta üretime devam ediyor. Küresel güneyin kentsel nüfusunda egemen olan enformel sektörde çalışan işçiler, sokağa çıkma yasaklarından fena hâlde etkileniyor, bir anda gelirlerinin tümünü kaybediyorlar. Hindistan’da şahit olduğumuz milyonlarca göçmen işçinin şehirlerden çaresizce kaçması bu durumu işaret ediyor. Covid-19 çok açıkça gösterdi ki, 21. yüzyılın küresel kapitalizminin temelinde hâlâ emek yatıyor; şimdi yeni tehlikelerle karşı karşıya olan emek.
  5. Kendini korumak için sistem her zamanki böl ve yönet taktiklerine başvuruyor. Trump’ın ısrarla “Çin virüsü” ifadesini kullanması Doğu Asyalılara karşı ırkçı saldırıları ve hakaretleri meşrulaştırıyor. Göçmenler ve sığınmacılar, Türkiye-Yunanistan sınırında gördüğümüz dehşet verici sahnelerde olduğu gibi, özellikle korunmasız. Devletler yeni baskıcı yetkilerle donanıyor ve krizi geride bıraktığımızda bu yetkileri terk etmek Ve Amerika Birleşik Devletleri’yle Çin arasındaki birbirini suçlama yarışı ile Avrupa Birliği’nin felç durumu, emperyalistler arası rekabeti daha da derinleştirecektir.
  6. Kısacası, Coronavirüs krizi günümüzün sermaye birikimi biçimlerinin yarattığı koşullardan kaynaklanıyor ve bu krizin sonuçları kapitalist toplumu biçimlendiren sınıf çelişkileri ve emperyalistler arası rekabet aracılığıyla gerçekleşiyor. Ne var ki, solun ve işçi sınıfı hareketinin resmî liderleri, hükümetlerin milli birlik çağrılarının ardına dizildiler. Sosyal demokrat politikacılar ve sendika liderleri büyük ölçüde hükümet politikalarını tekrar etmekle yetiniyor ve ekonomileri desteklemeye yönelik önlemlere (bu önlemler insan hayatını değil şirket kârlarını desteklemeyi amaçlıyor olmasına rağmen) destek veriyor. Ama bu yaklaşımın olumsuz ve pasifleştirici etkilerine rağmen, özellikle Fransa ve İtalya’da çeşitli işçi kesimleri eylemler gerçekleştirdi; temel ihtiyaçları üretmeyen işyerlerinin kapanmasını sağladılar, çalışmaya devam etmenin gerekli olduğu yerlerde koruyucu teçhizat talep ettiler. İşçi sınıfının bu temel tepkisinin genelleştirilmesi ve bir mücadele ekseni oluşturacak bir programa dönüştürülmesi gereklidir.
  7. Böylesi bir program şu tür talepler içermelidir:
    • Ekonominin devlet tarafından yönetilmesi ve bu sayede sağlık sektörüne gerekli kaynakların aktarılması, hastaları tedavi etmek ve onlara bakanları korumak için gerekli ekipmanın üretilmesi ve nüfusun temel ihtiyaçlarının karşılanması;
    • Zenginlerden daha çok alınan vergilerle gereğince fonlandırılmış kalıcı ve ücretsiz bir sağlık sisteminin yaratılması;
    • Kaynakların yeniden dağıtımı için gerekli fonların askerî harcamaları çok büyük ölçüde keserek yaratılması;
    • Nüfusun sağlık ve refahına temel katkılarda bulunan işçilerin işe gidebilmesi ve işlerini yapabilmesi için güvenli koşulların yaratılması;
    • Temel işlerde çalışmayan ve evden çalışmaları mümkün olmayan tüm işçilere, yasal konumları ne olursa olsun, yaşamak için gerekli düzeyde bir ücret ödenmesi;
    • Korunmasız ve zayıf olanların desteklenebilmesi ve yeterli gıda, ilaç ve diğer ihtiyaç kalemlerinin dağıtımının yapılabilmesi için yerel toplumlara (yerel belediyelerin de desteğiyle) devlet tarafından finansal destek verilmesi;
    • Vurgunculuk yapan şirketlerin (hiçbir tazminat ödenmeden) kamulaştırılması;
    • Günah keçisi göstermeye son verilmesi: Göçmen merkezlerinin kapatılması ve burada yaşayanlara güvenli olacakları konutların sağlanması; Portekiz’de uygulanan politikanın (ve daha iyilerinin) uygulanması, yani tüm göçmenlere oturum hakkının verilmesi;
    • Tüm özgürlüklerin korunması: polise özel yetkiler verilmemesi; hareket ve seyahat kısıtlamalarının yerel toplumlar tarafından uygulanması.
  8. Covid-19 salgını sermayenin tüm sınırlarını gözler önüne serdi. Trump, Merkel ve Johnson’unkiler gibi sağcı hükümetler neoliberalizm uyarınca devletin hiç girmemesi gereken alanlara dalmak zorunda kaldılar: Ekonomik faaliyetin birçok alanını denetim altına aldılar, sağlık krizinin gerektirdiği teçhizatı üretebilmek için sanayi üretimine müdahale ettiler. Bu politikalar, yetersiz de olsalar, kapitalizmi korumak amacıyla uygulanmış da olsalar, yukarıdan dayatılmış da olsalar, neoliberal kapitalizmin bir alternatifinin mevcut olduğunu gösteriyor. Ve bu alternatif tam da bizzat salgının kendisi (aynen geçen yılın Doğu Afrika selleri, Amazon ormanlarının yanması ve Avustralya yangınları gibi) kapitalizmin doğayı nasıl imha ettiğini kanıtlarken ortaya çıkıyor. Kısacası, gerçek sosyalizm (çalışan insanların dünyayı ve kaynaklarını demokratik kontrol altına aldığı ve kâr için değil ihtiyaçlarımızı karşılamak için üretim yaptığı bir sistem) hem mümkün hem gerekli. Bu felaketleri yaratan “normal” duruma geri dönmemeliyiz. Salgın, kapitalizmin gerçek yıkıcı gücünü gösteren korkutucu bir olay. Ama soldan gelecek olan güçlü bir siyasî tepki başka bir dünyanın, insanın geleceği olan bir dünyanın temellerini atabilir.Uluslararası Sosyalist Akım Koordinasyonu[1] Örneğin bkz. Rob Wallace, Alex Liebman, Luiz Fernando Chaves, and Roderick Wallace, “Covid-19 and the Circuits of Capital”, Monthly Review (27 March 2020) https://monthlyreview. org/2020/03/27/covid-19-and-circuits-of-capital/?mc_ cid=a45d929946&mc_eid=987128174a, Rob Wallace, “Coronavirus: ‘Agribusiness would Risk Millions of De-aths’” (11 March 2020) https://www.marx21.de/coro-navirus-agribusiness-would-risk-millions-of-deaths/ ve Joseph Choonara, “Socialism in a Time of Pandemics”, International Socialism 166 (Spring 2020), http://isj. org.uk/socialism-in-a-time-of-pandemics/