Marx ve Yerli Halklar

John Bellamy Foster, Brett Clark ve Hannah Holleman

Geride bıraktığımız 20-30 yıllık dönemde sosyal teoride yaşanan ve beyaz yerleşimci sömürgeciliğin eleştirisi ile ilişkilendirilen “yerli halklara dönüş” eğilimi, Marksist kuramda uzunca bir süredir var olan bir dizi temayı yeniden gündeme soktu. Öte yandan bu yeni eğilim, şaşırtıcı bir biçimde Karl Marx’ın kapitalizm, sömürgecilik ve emperyalizm eleştirilerine mesafeli bir pozisyon alıyor1. Bu kopukluğun bir nedeni, yerleşimci sömürgeciliğe dair mevcut tartışmaların, tarihsel materyalizme mesafeli postmodern ve postkolonyal kültür kuramı geleneklerinden çıkmış olması2. Bununla birlikte, yerleşimci sömürgeciliğe dair günümüzde yürütülen akademik çalışmalarla Marksizm arasındaki uzaklığın daha derinde yatan başka bir açıklaması daha var. Bu da bazı solcu yazarların Marx’a yönelttiği kimi eleştirilere işaret ediyor. Bu kişilere göre, Marx’ın çalışmaları, (1) kaba bir kalkınmacılık ve ekonomik belirlenimcilik, (2) sömürgecilik yanlısı bir duruş, (3) ilerlemeye dair teleolojik bir kavrayış ve (4) çevreye ilişkin Prometheanism ve aşırı üretkencilik ile şekillenmiştir3. Bu ithamlar sıklıkla tarihsel materyalizmin yerli halkların günümüzde yürüttükleri mücadelelere yabancı ve hatta düşman olduğu yönündeki suçlamaları desteklemek üzere ortaya atılıyor.

Glen Sean Coulthard, Red Skin, White Masks (Kızıl Deri, Beyaz Maskeler) başlıklı kitabında, Marx ve yerli halklar meselesine biraz daha farklı bir açıdan yaklaşıyor ve Marx’ın “ilkel birikim” eleştirisini çıkış noktası olarak alıyor. Coulthard bu bağlamda, “Marx’ın kuramsal çerçevesinin […] yerleşimci sömürgeciliği ve yerli halkların direniş mücadelelerini etraflıca anlamamız için” epey faydalı olacağı konusunda ısrarcı. Öte yandan Coulthard, bunun ancak klasik tarihsel materyalizmin “eleştirel düşünce ve doğrudan yerli hakların kendi pratikleriyle diyaloğa girerek dönüşmesi halinde” mümkün olabileceğini de ekliyor. Yazar esas olarak, Marx’ın yanlış olduğunu ileri sürdüğü şu görüşlerini aşmayı hedefliyor: (1) müsadere/ zorla el koyma, süregiden bir süreç olmaktan ziyade, kapitalizmin oluşma evreleriyle sınırlıdır; (2) [Marx’ın çalışmalarına] ilerleme ile özdeşleştirilebilecek tek yönlü bir kalkınmacılık hakimdir ve (3) çevre, bizlere bedavadan sunulmuş bir hediye gibi görülmelidir, öyle ki [Marx] toprak sömürüsünden değil, yalnızca insan sömürüsünden söz eder4.

Bu eleştirileri de ciddiye alarak, Marksist kuramın klasik kurucu ögelerine döneceğiz ve analizin -varsayanlış taraflarını, bu analizden nasıl dersler alabileceğimizi ve bugünün mücadeleleri için de anlam ifade edecek şekilde sömürgeciliğe dair Marksist bir eleştiriyi nasıl kuracağımızı (ve yeniden kuracağımızı) ortaya koyacağız. İnanıyoruz ki bu değerlendirme sonucunda, klasik tarihsel-materyalist yaklaşımın güçlü yanları açıkça ortaya çıkacak.

Kapitalizm ve sömürgeciliğe dair materyalist bir eleştiri geliştirebilmek için, başlangıç noktasına Marx’ı yerleştirmek çok önemli. Bununla birlikte tarihsel materyalizmde sabit bir ortodoksiden söz edilemez. Tam tersine Marksizm, en başından beri yerel devrimci geleneklerle şekillenmiştir. Tarihsel materyalizm, amacını dünyayı yalnızca anlamak değil, onu değiştirmek olarak tanımlayan bir praksis felsefesi olarak, tarihüstü olmayı ya da ulusal ve popüler mücadeleleri görmezden gelmeyi göze alamaz5. Marksizm’deki “Ortodoksluk”, Georg Lukács’ın bilindik sözlerinde olduğu gibi, “sadece metoda atıfta bulunur.”6 Bu nedenle, günümüzde yerleşimci sömürgecilik de dahil olmak üzere sömürgecilik eleştirisi yapabilmek için gerekli çıkış noktasını oluşturan şey, klasik Marksizmin materyalist, tarihsel ve diyalektik yöntemidir.

 

Sömürgecilik ve Müsadere

Coulthard, Kızıl Deri, Beyaz Maskeler’de Marx’ın kapitalist gelişmenin tarihsel bir koşulu olarak müsadere teorisinin, kendi içinde sömürge ilişkisi ile değil, öncelikle “işçilerin üretim araçlarından sürekli olarak ayrılması” ile ilgilendiğini iddia ediyor. Benzer şekilde, Marx’ın Kapital’in Birinci cildinin son bölümünde “Modern Sömürgecilik Teorisi” üzerine yürüttüğü tartışmanın, sermayenin işçileri topraktan çıkarmasının gerekliliğine işaret ederek, sadece ücretli emek ve sermaye teorisini oluşturmaya adanmış olduğu, yani sömürgecilikle ilgili genel bir endişenin olmadığını söylenir. Bu eleştirilere dayanarak, Coulthard, eleştirinin esas olarak sermaye ilişkisine odaklanmak yerine, sömürge ilişkisini de vurgulayan bir zemine kayması ve böylece Marx’ın bu açıdan tek taraflılığının üstesinden gelmesi gerektiğini ileri sürüyor.7

Öte yandan Marx, Kapital’in “Sanayici Kapitalistin Doğuşu” başlıklı Otuz Birinci Bölümünde, sömürü ilişkisinin sermaye ilişkisinin temelinde yattığını görme gerekliliğine işaret ediyor. Doğrusunu isterseniz, Marx’ın bu konudaki görüşleri oldukça net:

Amerika’da altın ve gümüş madenlerinin keşfi, yerli halkın kökünün kazınması, köleleştirilmesi ve madenlerin bunların mezarı haline getirilmesi, Doğu Hint Adalarının fethine ve yağmalanmasına başlanması, Afrika’nın, siyah derililerin ticari amaçlarla avlandığı alana çevrilmesi, kapitalist üretim döneminin şafağının işaretleriydi. Bu masalımsı süreçler, ilk birikimin ana uğraklarını oluşturur.8

Dolayısıyla Marx için, Kapital’in Sekizinci Kısmındaki ilk bölümlerde tartışılan birincil müsadere ve sanayici kapitalistin ortaya çıkışının köşe taşlarını oluşturan şey, İngiltere’de halkın ortak malı olan meraların çevrelenmesi değil, Avrupa dışındaki tüm dünyanın yağmalanmasıdır. Bu yağma, “yerli halkların kırımı, köleleştirilmesi ve toplu mezara çevrilen madenlere gömülmesine”, yerli halka ait değerli metallerin, toprakların ve bizatihi bu kişilerin bedenlerinin çalınmasına tanıklık etmiştir9. Dahası, İngiliz beyaz yerleşimci sömürgeler, sebep oldukları bu dehşetten ötürü özel olarak eleştirilmişlerdir de:

Yerlilere reva görülen muamelenin en korkunç olduğu yerler doğal olarak, Karayipler gibi sırf ihraç ürünü yetiştiren plantasyon sömürgeleri ile Meksika ve Doğu Hindistan gibi soygun alanı haline getirilmiş zengin ve yoğun nüfuslu ülkelerdi. Bununla beraber, asıl sömürgelerde bile ilk birikimin Hıristiyanca karakteri kendini ortaya koymaktan uzak kalmıyordu. Protestanlığın o aklı başında virtüözleri olan New England’lı püritenler, eyalet meclislerinin kararlarıyla, her Kızılderili kafası ve yakalanmış her Kızılderili için 1703 yılında 40 sterlinlik bir ödül vermeyi kabul etmişti; 1720’de Kızılderili başına verilecek ödül 100 sterline çıkarılmıştı. 1744 yılında, Massachusetts Bay bir kabileyi asi ilan ettikten sonra, şu tarife uygulanmıştı: 12 yaşında ve daha büyük yaşta bir erkek kafası için 100 sterlin (yeni para), erkek tutsak için 105 sterlin, kadın ve çocuk için 50 sterlin, kadın ve çocuk kafası için 50 sterlin! 20-30 yıl sonra sömürgecilik sistemi, sofu hacı babalarının geçen süre içinde isyankâr hale gelmiş torunlarından öcünü aldı. İngiltere’nin kışkırtmasıyla ve İngiltere hesabına, Kızılderililerin baltaları altında canlarından oldular. Britanya parlamentosu, av köpeklerini ve kafa derisi yüzmeyi “Tanrı’nın ve doğanın kendisine vermiş olduğu araçlar” ilan etti10.

Marx, kafa derisi fiyatının mahkumların fiyatına eşdeğer olduğunu fark etmişti, yani hedef kölelik değil soykırımdı. Bu şekilde Marx, Kuzey Amerika’daki İngiliz yerleşimci kolonilerindeki başlıca hedefin yerli halkın mutlak surette “yok edilmesi” olduğunu vurguluyordu.

Gerçekten de William Howitt’in -Marx’ın ilk kez 1852’de üzerine çalıştığıSömürgeleştirme ve Hıristiyanlık: Avrupalıların Kolonilerde Yerli Halklara Ettikleri Muamelenin Popüler Tarihi başlıklı kitabında ifade ettiği gibi, yeni doğmakta olan Amerika Birleşik Devletleri’nin beyaz yerleşimci sömürgeciliği, Kızılderili kabilelerinin imhasını ve sürülmesini hedefliyordu. Howitt burada, Abbé Raynaud’nun, İngiliz ve Fransızların asıl hedefinin Yerli Amerikalıları “yok etmek” olduğu yönündeki sözüne atıfta bulunuyor11. Howitt “General Jackson’ın imha kampanyaları”na da atıf yapıyor ve Andrew Jackson’un 27 Mart 1814’te kaleme aldığı ve güney kabilelerine karşı yürüttüğü askeri harekatlar ile ilgili olarak “[yerli halkları] yok etmeye kararlı” olduğunu ilan ettiği deklarasyonunu da hatırlatıyor. Howitt ayrıca, Yerli Amerikan halklarının “sefalete ve toplu ölüme itildiğini” de ifade ediyor.

Gözyaşı Yolu12 ve Güneydoğulu Yerli Amerikalıların kitlesel olarak ortadan kaldırıldığı bir dönemde yazan Howitt, sözlerini şöyle noktalıyor:

Hiçbir şey bu güneyli kabilelerin en nihayetinde bütünüyle ortadan kaldırılmalarına mani olamayacak: Beyaz nüfus onları Missouri Nehri’ni geçmeye mecbur bırakacak kadar büyüyene dek Mississippi Nehri’ni geçmeleri gerekiyor; sonra kitlesel kıyımla aralarında yalnızca sarp dağlar ve Pasifik Okyanusu kalacak. Bugünlerde bu kabilelerden ne zaman bir haber gelse, ya yeni bir vahşetle karşılaştıklarını -yani bir bölümünün daha kitlesel kıyıma kurban gittiğiniya da keder içinde vahşi batıya doğru yol almakta olduklarını duyuyoruz13.

Marx’ın Kapital’i yazdığı günlerde yalnızca Yerli Amerikalıların değil, dünya genelindeki tüm yerli halkların sömürgeciler tarafından gördüğü muamele ile ilgili başvurduğu ilk kaynak Howitt’in kitabıydı. Öte yandan Marx, Howitt’in çalışmalarıyla ilk kez karşılaştığı dönemde ona ek olarak William Prescott’un Meksika’nın Fethinin Tarihi (1843) ve Peru’nun Fethinin Tarihi (1847) başlıklı kitapları ile Thomas Fowell Buxton’ın “Afrika Köle Ticareti ve Çözüm Yolu” başlıklı çalışmasını ve Hindistan’la ilgili pek çok başka kitabı da okumuştu14. 1850’lerde Herman Merivale’nin Sömürgecilik ve Sömürgeler Üzerine Dersler başlıklı kitabını da epey dikkatli gözlerle okuduğunu biliyoruz15. Marx ayrıca 1853 yılında Thomas Stamford Raffles’ın Java’nın Tarihi (1817) başlıklı kitabını da okumuştu ki bu kitap aynı zamanda Howitt’in de Java’ya ilişkin görüşlerini oluştururken yararlandığı bir eserdi. Bunları kölelikle ilgili pek çok başka çalışma izledi16. Bu çalışmalara Kapital’de de atıf yapılmaktadır.

Howitt’in Sömürgeleşme ve Hıristiyanlık kitabı beş yüz sayfadan uzundur ve dünyanın farklı bölgelerinde sömürgeci güçlerin yerli halklara nasıl muamele ettiğini detaylandıran bölümlerden oluşmaktadır. Bu bölümlerin on ikisi İspanyol ve Portekizlilerin Yeni Dünya’daki yerli halklarla olan ilişkileri, üçü İngiliz yerleşimci sömürgeler ve yerli Kuzey Amerika halkları, ikisi “Amerika Birleşik Devletleri’nde Kızılderililere Edilen Muamele”, beşi Hindistan’daki İngiliz kolonileri, biri Güney Afrika’daki İngiliz kolonisi, biri Hollanda’nın Hindistan ve Endonezya’daki (Java), biri Avustralya ve Pasifik Adaları’ndaki kolonileri, biri de Fransızların kolonilerine ayrılmıştır. Özetle Sömürgeleşme ve Hıristiyanlık, yazıldığı dönemde sömürgeciliğin küresel çaptaki günahlarına dair en kapsamlı döküm niteliğindeydi. Çoğunlukla ticari yazışmalardan ve hükümet belgelerinden hareketle yazılmıştı ve son derece detaylı bir içeriğe sahipti. Marx’ın ifadesiyle: “Hıristiyanlık üzerinde ihtisas sahibi bir yetkili olarak W. Howitt, Hıristiyan sömürgecilik sistemi hakkında şöyle der: ‘Hıristiyan denilen bu insanlar, dünyanın dört bir yanında, boyunduruk altına alabildikleri halka karşı, dünya tarihinin başka hiçbir döneminde ve ne kadar vahşi, ne kadar geri, insaf ve utanmadan ne kadar nasipsiz olursa olsun başka hiçbir kavminde benzerine rastlanmayan barbarlık ve gaddarlığı reva görmüşlerdir’”17.

Marx’ın esas olarak yerli halklara ait toprakların ve bizatihi bu insanların sömürgeci müsaderesinin sanayi kapitalistinin ortaya çıkmasında sahip olduğu role odaklanması sebebiyle, dikkatini çevirdiği başlıca devletler de İngiltere ve Hollanda’dır, zira bunlar sanayi kapitalizminin gelişimine öncülük etmiş ülkelerdir. Marx, örneğin Hollanda’nın gücünün zirvesinde olduğu 1648 yılında, Doğu Hindistan ticaretinin neredeyse tamamına hâkim olduğunu hatırlatır. Kapital’de, Raffles’ın Tarih adlı eserinde detaylıca ele aldığı Hollandalıların Java’da oynadığı role özellikle vurgu yapar, ne var ki bunu yaparken daha çok Howitt’in Sömürgecilik ve Hıristiyanlık kitabında yazılanları temel alır. Bu bölümde, “hırsız, tercüman ve satıcıdan müteşekkil” örgütlü “adam hırsızlarını” anlatır ve bunların sistematik bir biçimde “adam hırsızlığı” ile iştigal ettiğini söyler. Bu adamlar zincirlere vurulmakta, gizli mahpuslarda saklanmakta, sonra da kendilerini bekleyen köle gemilerine zorla taşınmaktadır. Marx’ın ifadesiyle, “1750 yılında 80.000 kişinin yaşadığı Java’nın Banjuwangi şehrinin nüfusu 1811’de 18.000’e düşmüştür”. “İşte buna” diye yazar Marx, “barışçıl ticaret derler!” Marx’a göre on yedinci yüzyılın ortasında Hollanda Cumhuriyeti’nin “toplam sermayesi”, bu sömürgeci müsadere marifetiyle Avrupa’nın diğer tüm ülkelerinin toplamından daha fazla hale gelmiştir18.

Ne var ki Hollanda kapitalizminin sömürgeci barbarlığı, İngilizlerin on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılda girişeceği sömürgeci atılımların yanında küçük kalır. Marx, Howitt’e referansla, Doğu Hindistan Sömürgesinin İngiliz valisinin çay ticareti üzerinde “münhasır tekel” sahibi olmakta ısrarcı olduğunu, ayrıca Çin’le ve Avrupa’yla yapılan bütün ticaretin de İngilizler tarafından kontrol edildiğini yazar. Öte yandan, kayırılan sömürgeci subaylar, tuz, afyon, hurma ve diğer metaların ticaretinde tekel olmuş, bu sayede tüm bir deniz ticaretine el koymuştur. Dönemin en habis müsadere yöntemleri sayesinde, “[sömürgeciler için] cazip fırsatlar mantar gibi türemekteydi”19. Marx, yine Howitt’e referansla şöyle yazar: “İngilizler 1769 ve 1770 yılları arasında, [Hindistan’da] üretilen tüm pirinci satın almış, sonra bunları astronomik fiyatlara satarak bölgede kıtlığa neden olmuştur”20. Dipnotta ise şunları söyler: “1866 yılında, yalnızca Orissa eyaletinde bir milyondan fazla Hintli öldü. Ama buna karşılık İngilizlerin yaptığı, açlıktan kırılan halka hayatta kalmak için gerekli metaları fahiş fiyatlardan satarak Hindistan sömürgesinin hazinesini büyütmek oldu”.21

Yağmanın haddi hesabı yoktu. Marx, “Avrupa dışında kalan yerlerde, aleni bir talan, köleleştirme ve cinayetle el konan zenginlikler” diye yazar, “anavatana akıtılmıştır”. Sömürgeci sistem, “kâr etmeyi insanlığın yegâne ve nihai amacı olarak görmüştür”. Özellikle de köle ticareti, İngiltere’nin sanayileşmesinde ve pamuk imalatının büyümesinde merkezi bir rol oynamıştır. Sanayi Devrimi öncesindeki yıllarda, Liverpool limanına yanaşan gemileri sayan Marx şu gözlemlerde bulunur: “1730 yılında Liverpool’da köle ticaretinde kullanılan 15 gemi vardı; bu sayı 1751’de 53’e, 1760’ta 74’e, 1770’te 96’ya, 1792’de 132’ye çıkmıştır.”22

Marx, “Sanayici Kapitalistin Doğuşu” başlıklı bu bölümü, “Eğer para, Augier’e göre ‘bir yanağında doğuştan bir kan lekesi olduğu halde dünyaya geliyor’ ise, bu durumda sermaye tepeden tırnağa kana ve pisliğe bulanmış olarak gelir”23 diyerek noktalar. Bu pasaj, insana ister istemez Marx üzerinde muazzam bir etki yaratmış olan Howitt’in Sömürgecilik ve Hıristiyanlık’ta ettiği şu sözleri anımsatıyor:

Yeni keşfedilen bölgelerdeki bütün toprakların yolsuzlukla ya da şiddetle iç edilmesi yeterli değildi; bu toprakların meşru sahiplerinin katledilmesi ya da köleleştirilmesi yeterli değildi; varlıkların en safını arkalarına katmış insanların en iğrenç günahlarının böcek ilacı gibi bu yeni ülkelere boca edilmesi yeterli değildi. Milyonlarca günahsız insanın silahlarla, kılıçlarla, ağır yükler altında, çıplak şiddetle, zehirli madenlerde ve köpeklerin, kelle avcılarının bilinmedik mezalimiyle, acı ve kederle canlarından olmaları yeterli değildi. Bütün bunlara bir de Avrupalıları kötülükler müsabakasının tartışılmaz şampiyonu yapacak son bir adımın daha eklenmesi gerekiyordu: bu yanına yaklaşılamaz iğrençlikteki uygulamanın adı köle ticaretiydi. Neredeyse diğer tüm ülkeleri boyundurukları altına almış olmalarına rağmen, Afrika’nın kavurucu topraklarına el koyamamışlardı. Toprakları ele geçiremediler ama insanları ele geçirdiler… Bundan dolayı bu insanları Amerikalıların gömülü olduğu mezarlarda yakmaya karar verdiler. Kan üzerine kan, kemik üzerine kemik, lanet üzerine lanet koydular. Ne fikirdi ama bu! Ellerinde köleliğin kırbacıyla Avrupalılar, bir yarımkürede milyonlarca insanın kemikleri üzerinde durmuş, başka bir yarımküreden zorla sökülüp alınan kurbanları acımasız gözlerle izliyordu. Aslında cinayete kurban gitmiş nesillerin tozlarından başka bir şey olmayan toprakları, sırtlarından akan terle değil, kalplerinden süzülen kanla süren o insanları… İşte size Avrupa sömürgesinin kısa tarihi.24

Marx’ın eleştirisi, kırım ve köleleştirmenin ötesinde, merkantilist çağda ve devamında sermaye birikimine zemin hazırlayan müsadereyi karakterize eden yaygın hırsızlığı merkezine almaktaydı, zira bu, kapitalizmin gelişimi açısından merkezi bir öneme sahipti. Bu müsadere, beyaz yerleşimci sömürgelerde, yerli halkların soykırımı ve köle ticareti ile yürütülmüştü. Bunun sonucunda da Coulthard’ın “yapılandırılmış mülksüzleştirme” dediği durum ortaya çıkmıştı25. Yerli halklar soykırımla ortadan kaldırılır ve onlardan boşalan topraklara beyaz göçmenler/yerleşimciler doldurulurken, nihayetinde yerleşimcilerin de mülksüzleştirilmesi sermayenin başlıca sorunlarından biri haline geldi.

Dolayısıyla, toprağın yerli sahipleri kırım ve kıyımlarla ortadan kaldırıldıktan sonra, beyaz yerleşimci sömürgeler ile ilgili olarak yüksek toprak/nüfus oranının sermaye için yarattığı olumsuz sonuçları merkezine alan ve bütün klasik İngiliz politik iktisatçıların müdahil olduğu bir tartışma alevlendi. Toprakta yeterince insan bulunmaması -ki bunun doğal sonucu toprak bolluğuydu-, toprağın doğrudan buralara getirilen göçmen çiftçiler tarafından işlenmesi sonucunu beraberinde getirmişti. Bu ise, kapitalist sanayileşme için gerekli olan mülksüz proletaryanın oluşumunu engelliyordu26.

Marx burada, Edward Gibbon Wakefield ve başta Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda olmak üzere İngiliz beyaz yerleşimci sömürgelerinde “sistematik kolonizasyon”u savunan diğer yazarların çalışmalarına odaklandı. Örneğin Wakefield, devletin toprak satışı ve spekülasyon yoluyla arazi fiyatlarını yükseltmesini, böylece yeni gelecek göçmenlerin kendi ekip biçtiğiyle geçinmelerini veya küçük toprak sahibi olmalarını engellemesini, nihayetinde yeni gelen kişileri proleterlere dönüştürmesini hararetle savunuyordu27. Klasik politik iktisatçıların İngiliz yerleşimci sömürgeleri ile ilgili yürüttükleri bu tartışmalarda yerli halklardan neredeyse hiç söz edilmemesinin sebebi, 1830’lar itibariyle Yerli Amerikalıların Kuzey Amerika topraklarından çıkarılmaları işinin tamamlanmış olduğunun düşünülmesiydi. Batı yönünde ise bu çabalar sürmekteydi; öte yandan Avustralya’da ve Yeni Zelanda’da da aborjin halk büyük oranda devre dışı bırakılmıştı28.

Marx’ın Kapital’in Birinci cildinin sonundaki sözleri, işte bu Wakefield tarafından savunulan “modern sömürgeleştirme teorisi” ve yerleşimci sömürgeciliğin ekonomi politiği bağlamında anlam kazanıyordu:

“Ne var ki bizim burada üzerinde durduğumuz, sömürgelerin durumu değil. Bizi ilgilendiren tek şey, eski dünyanın ekonomi politiği tarafından Yeni Dünya’da keşfedilmiş ve gürültüyle ilan edilmiş olan sırdır: Kapitalist üretim ve birikim tarzı, dolayısıyla aynı zamanda kapitalist özel mülkiyet, kişinin kendi emeğine dayanan özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasını, yani işçinin mülksüzleştirilmesini gerektirir”29

Coulthard anlaşılır sebeplerle bu satırları Marx’ın aslında sömürgeci kurumların gerçeklikleri ve yerli halklara edilen muamelelerle çok da ilgilenmediği şeklinde yorumluyor. Ne var ki bu doğru değil, zira Marx hem Kapital’de hem de diğer yazılarında, böylesi bir yorumu haksız çıkaracak pek çok söz de ediyor30. Doğrusu Marx’ın Wakefield üzerinden getirdiği eleştiri, yerli halkların topraklarından sürülüp bunların yerine küçük çiftçilerin yerleştirilmesinin, sanayi kapitalizminin ortaya çıkmasının bir koşulu olarak, zaman içinde beyaz yerleşimci sömürgelerde yaşayan küçük çiftçilerin de kademeli olarak mülksüzleştirilmesine yol açacağını ileri sürüyordu.

 

Marx’ın Yerlilerin Doğal Ekonomilerine İlişkin Çalışmaları

Aslında Marx’ın sömürgeciliğe ve yerli halklara dair yaklaşımı, yalnızca aralarında Howitt’in de yer aldığı çağdaşı yazarlar tarafından yapılmış analizlerin çok daha ötesine geçmekteydi. Howitt’in birincil kaygısı, “Hıristiyan” Batılı sömürgecilerin yerli halklar üzerindeki etkileri ve bunun ahlaki boyutlarıydı. Bunun aksine Marx, yerkürede sömürgecilik çağından evvel yerli halkları karakterize eden mülkiyet, üretim, mübadele, cinsiyet, dil ve maddi kültür gibi veçheleri inceliyordu. Dolayısıyla örneğin Amerika kıtası hakkında yaptığı çalışmalar esas olarak Kolumbus öncesi dönemde yerli halkların yapısı ile ilgilidir. Tam da bu sebeple, Prescott’un Peru’nun Fethinin Tarihi başlıklı yapıtı, İnka ekonomisine dair analizleri içermesi sebebiyle, Marx’ın düşünce yapısında önemli etkiler bırakmıştır. Marx Grundrisse’de ve Kapital’de bu kitaba çokça atıf yapar ve bu kitabın, kendisinin çok önem atfettiği ve gelişmiş, büyük oranda komünal, mübadele öncesi ve metasız ekonomi olarak tanımladığı “doğal ekonomi” analizlerinin başyapıtlarından olduğunu söyler31. İnka toplumunda bir bireyin toplumun ortak malı kabul edilen ve her yıl yeniden pay edilen toprağı “devretme ya da özel mülküne alma” hakkı yoktur32. Marx, Kapital’in artı değer üreten toplumları tartıştığı Üçüncü cildinde “Peruluların (İnkalar) yapay olarak geliştirdikleri komünizm[den]” söz eder33.

Marx ve Frederick Engels’in, ne kadar vahşi bir sistem olursa olsun, kapitalizmin kapitalist olmayan topluluklarla ilişkisi ve “[yazılı] tarihi olmayan toplumlar” üzerindeki sömürgeci uygulamaları ele alındığında tarihsel olarak ilerici bir rol üstlendiğini ileri süren tek yönlü kalkınmacı bir perspektif bellediği eleştirisi sıklıkla yapılır. İkilinin otuzlu yaşlarına kadar uzanan sömürgeciliğe ilişkin bu ikircikli görüşleri, yerini daha net bir perspektife bırakmıştır. 1850’li yılların sonuna gelindiğinde, Marx daha Kapital’i yazmadan hem kendisinin hem de Engels’in yazılarında vurgunun hissedilir biçimde yerli halkların haklarına ve anti sömürgeci mücadelenin haklılığına kaydığı görülür. Her ikisi de kapitalist olmayan kültürel formasyonları ve üretim biçimlerini dikkatlice incelemiş, bunların uzun erimli etkileri konusunda hem fikir olmuştur. İkilinin perspektifindeki bu değişimi tetikleyen en önemli etkenlerden biri, yerli halkların sömürgecilere karşı verdikleri antikolonyal savaş ve direnişlerin artmasıydı. Bunlar arasında 1830 ve 1840’lı yıllarda Emir Abdelkader öncülüğünde Fransız yerleşimcilere baş kaldıran Cezayir halkı; 1850-64 Taiping İsyanı; Marx’ın “Sepoy İsyanı” olarak adlandırdığı1857-59 yılları arasındaki “Hint İsyanı”; 1860’lı yıllarda ve sonrasında Fenians tarafından verilen milliyetçi mücadele ve 1879 yılında İngilizlere karşı verilen Zulu Savaşı sayılabilir. Marx ve Engels, bu örneklerin her birinde yerli sömürgecilik karşıtı güçlerden yana tutum almıştır.

Tabii Marx 1853 yılında (otuz beş yaşındayken) New York Daily Tribune’e yazdığı ve devrimci iyimserlikle dolu “Hindistan’daki İngiliz Yönetiminin Gelecekteki Sonuçları” başlıklı yazısında, Hegelci geleneğin izinden giderek İngiliz sömürgeciliğini “tarihin bilinçsiz bir aracı” olarak tanımlamış ve ne kadar çelişkili görünse de bunun genel olarak tarih içinde evrensel anlamda ileri doğru atılmış bir adım olduğunu söylemiştir. Bununla beraber, sömürgeciliğe yönelik eleştirileri yine de keskindir: “Burjuva uygarlığının köklü ikiyüzlülüğü ve özündeki barbarlığı” diye yazar Marx, “gözümüzün önünde tüm çıplaklığıyla beliriyor. Kendi memleketindeki saygın sureti, sömürgelerde kayboluyor ve özü ortaya çıkıyor.” Dahası değişen tarihsel koşullar, Marx’ın sömürgeciliğe dair devrimci eleştirisinin ancak dört yıl sonra olgunluğa erişmesine imkân sağlamıştır. 1857 yılında, Birinci Hindistan Bağımsızlık Savaşı olarak adlandırılan çatışmalar ışığında İngiliz sömürgeciliğini sert bir dille topa tutan Marx, İngilizleri Hindistan’dan defetmeyi amaçlayan “devrimci grupların” öncülüğündeki “ulusal bağımsızlık” savaşını desteklemiştir. Ona göre İngilizlerin sömürge yönetimi, zor gücüyle yıkım ve diğer yöntemler aracılığıyla “milliyetin parçalanması ilkesine” göre oluşturulmuştur. Bu noktadan itibaren analizinin esas vurgusu, Avrupalı sömürgeci yönetimlerle ilişkilendirilen “bilinçsiz” ilerleme değil, aksine gerileme olmuştur34.

Marx son yıllarında Kapital’in İkinci ve Üçüncü cildi üzerine çalışmalarını askıya almıştır. Bunun tek sebebi, yerli halkların öncülük ettiği isyan dalgası değil, aynı zamanda kapitalist olmayan toplumlar ve mülkiyet biçimleri ile ilgili çalışmalarını bir an önce tamamlama isteğidir. Marx için Charles Darwin’in Türlerin Kökeni kitabının yayınlanması ve bununla eş zamanlı olarak “etnolojik zamanda devrim” olarak adlandırılagelmiş geleneksel, yerli kültürlere ve insanın tarihöncesine yönelik antropolojik çalışmaların artışı, kapitalist toplumun daha bütünlüklü ve daha devrimci bir eleştirisini yapmayı zorunlu kılıyordu. Bu yeni bakış açısı, dünyaya dair bütünüyle yeni, radikal ve dünyayı değiştirmeye olanak sağlayacak bir potansiyeli de açığa çıkarıyordu35. Marx’ın Rusya’nın popülist yazınını ve obshchina ya da mir denen köy komününü etüt etmek için Rusça öğrenmesi de bu döneme rastlar. Marx ayrıca, Kapital’in Birinci cildi yayınlandıktan sonra ekoloji çalışmalarına da ağırlık vermiş, özellikle tarım üzerine daha fazla düşünmüştür36. Öte yandan, Etnolojik Defterler adını verdiği ve neredeyse umutsuzca giriştiği kapsamlı çalışmaları, giderek daha fazla zamanını almıştır37. Marx için bu çalışmalar yalnızca geçmişi değil, geleceği de anlamak için ipuçları sunuyordu.

Marx’ın Etnolojik Defterler başlıklı çalışması Lewis Henry Morgan, John Budd Phear, Henry Sumner Maine ve John Lubbock gibi isimlerin çalışmalarından 1880 ve 1882 yılları arasında derlenmiş parçaları ve alıntıları içeriyordu. 1879 yılında, -gelişimine bizzat katkı verdiğigenç Rus sosyolog Maxim Kovalevsky’nin kendisine yolladığı Komünal Toprak Sahipliği: Nedenleri, Gelişimi ve Ortadan Kalkışı başlıklı çalışmasında yer alan etnolojik çalışmalardan da alıntılar yaptı. Bu çalışmalara ek olarak, defterlerini Rus komünü, Hindistan tarihi ve dünya tarihi ile ilgili alınmış notlarla doldurmaya devam ediyordu. (Marx’ın 1880-81 yılları arasında Carlo Giuseppe Guglielmo Botta ve Friedrich Christoph Schlosser’in çalışmaları ile ilgili aldığı notları içeren dört defterin toplam uzunluğu 1,700 sayfa civarındadır)38. Yine 1880-81 yıllarında James William B. Money’nin Java ya da Bir Sömürge Nasıl Yönetilir? (1861) başlıklı çalışmasından da pek çok pasaj almıştır. Marx ve Engels ayrıca, Hubert Howe Bancroft’un Kuzey Amerika Pasifik Eyaletlerinin Yerli Halkları (beş cilt) başlıklı çalışmasını da incelemiş, özellikle güneydoğu Alaska ve Pasifik kuzeybatı halkları üzerine yoğunlaşmışlardır39.

Marx ayrıca, Morgan’ın Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Amerikan Yerlileri üzerine (özellikle de Morgan’ın daha önceden League of the Ho-De’-No-Sau-Nee, or Iroquois başlıklı kitabında özellikle ele aldığı İrokualarla ilgili) yaptığı çalışmaları içeren başyapıtı Antik Toplum’dan da uzun alıntılar yapar40. Takip eden yıllarda Engels, Morgan’ın Antik Toplum adlı eserini, Marx’ın bu eserle ilgili notlarını ve diğer kaynakları kullanarak Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni (1884) başlıklı kitabını kaleme alacaktır41. Marx, Morgan’ın eserleri üzerine çalışırken – not defterlerinde dikkate değer bulduğu paragrafları işaretlemek üzere kullandığı dikey çizgilerden de anlaşılacağı üzere – öncelikli olarak şu konulara odaklanmıştır: (1) komünal, kan bağına sahip topluluk, bunların topluluğun bilgi birikimi ya da klandaki temelleri, demokratik formu ve kadınların göreli eşitliği ve (2) bunlarla bağlantılı komünal mülkiyet biçimleri, bunların metadışı ticaretle ortaya çıkan doğal ekonomileri. Marx ayrıca, yetiştirilen ekinleri ve tarım biçimlerini de incelemiştir.42 Marx, Morgan’ın çalışmalarından hareketle “İrokua topluluğunun bütün üyeleri” diye yazıyor, “kişisel olarak özgür kimselerdir ve birbirlerinin özgürlüklerini savunma zorunlulukları vardır”43.

Franklin Rosemont’un “Karl Marx ve İrokualar” başlıklı yazısında ifade ettiği gibi, Marx, sayfalar ilerledikçe genel olarak çalışmalarının “standart temalarından” oldukça uzak denebilecek yerlerin altını çizer. Böylece onu Venezuela’nın kıyı kabilelerinin çan şeklindeki evlerinden; “karaağaç liflerinden yapılma incecik sicimlerle ve ıhlamur ağacı kabuklarıyla örülmüş” İrokua kemerlerinin nasıl yapıldığından; “Peruluların Manco Capac ve Mama Ocllo efsanelerinden, güneşin çocuklarından”; Tuskarora kabilesinin defin ritüellerinden; Şavnilerin ruhgöçü inanışlarından; “yazılmamış mitler, efsaneler ve gelenekler[den]”; güney batılı Kızılderililerin yeni gelişen bilimlerinden; antik Kiçelerin kutsal kitabından; kirpi oklarının süs eşyası olarak kullanılmasından; Kızılderili oyunlarından ve “bir ibadet biçimi olarak dans[tan]” bahsederken buluruz44.

Marx, Morgan’ın kitabından İrokualarla ilgili aldığı uzun notlara ek olarak Delaware, Mohegan, Cree, Şavni, Creek, Chickasaw, Choctaw, Cherokee, Seminole, Dakota, Pawnee, Fox, Blackfoot ve diğer pek çok kabile ile ilgili de detaylı notlar almıştır. Her bir örnekte, çeşitli Amerikan Yerli kabilelerinin/milletlerinin “sanatsal uğraşlarına” yoğun bir ilgi duymuştur45. Marx, katı bir biçimde tek yönlü olarak tanımlanmış evrimsel gelişim fikrini reddeder. Gerçekten de çalışmalarında düzenli olarak antik yerli ve kapitalizm-dışı toplum formasyonlarının, daha ileri bir tarihsel düzlemde, eski kültürler/ kültürel formlar temelinde yeniden kurulmasına odaklanmıştır46. Rosemont’a göre, “Morgan’ın İrokualarla ilgili canlı tasvirleri [Marx’a] yerli halkların yaşam koşullarına dair berrak bir farkındalık, hatta belki de o zamana kadar kimsenin hayal etmediği bir şekilde, bu halkların insan özgürleşmesine yönelik küresel mücadeleye kendi katkılarını nasıl yapacaklarına ilişkin bir tahayyül vermiştir”47.

Gerçekten de Marx, Morgan’ın İrokualar örneğinde de görüldüğü gibi, bu antik bilgi dağarcığının komünal çekirdeği meydana getirdiği ve bunun geleceğin birlikte inşa edilecek toplumlarının özünü oluşturacağı fikrinden oldukça etkilenmiştir. Morgan’ın Marx tarafından da altı çizilmiş olan sözleriyle ifade edecek olursak: “[gelecekte birlikte inşa edilecek toplum] akrabalığa dayalı antik toplulukların özgürlüğünün, eşitliğinin ve kardeşliğinin daha ileri bir düzeyde yeniden doğuşuna sahne olacaktır.”48 Bu, Marx’ın 1868 yılında Engels’e yazdığı bir mektupta söylediği, “Orta Çağın da gerisine gidip tüm halkların ilkel çağlarına bakmak” gerektiği yönündeki sözlerini hatırlatıyor: “bu da bir sosyalist eğilime işaret ediyor, her ne kadar bu bilge insanlar [erken dönem komünal Alman toplumunu inceleyen Georg Ludwig von Mauer ve filolog ve kültür tarihçisi Jakob Grimm] [sosyalist eğilime] sahip olduklarının farkında olmasalar da. Sonra da bu topluluklara bakıp, en yeniyi en eskide bulmalarına şaşıyorlar.”49

Aynı genel tarihsel mantık, Marx’ın Kovalevsky’nin Komünal Toprak Sahipliği kitabının Latin Amerika’daki yerli kültürlerle ilgili bölümlerinden yapmış olduğu alıntılarda da kendini ele verir. Marx burada özellikle yerli komünal üretim ve bu sistemin İspanyollar ve takip eden dönemdeki çeşitli kültürel tahakküm biçimleri aracılığıyla nasıl ortadan kaldırıldığına ilgi duyar.50 Bu sebeple de, İspanyol sömürge yönetiminin Amerikan yerlilerine nasıl muamele ettiğine ilişkin notlarında, Marx şu ifadeleri kullanır (italik yazılmış kelimeler Marx’ın ilaveleridir): “İspanyolların en başta benimsediği Kızılderilileri yok etme politikası. Kızılderililer, bulunan altın yağmalandıktan sonra, madenlerde çalışmaya mahkûm ediliyor. Altın ve gümüşün değerinin düşmesi sonucunda, İspanyollar bu kez tarıma yöneliyor ve toprağı işlemeleri için Kızılderilileri köleleştiriyor.”51

Sömürgeleştirmenin komünal üretim biçimleri üzerindeki etkilerine dair benzer bir incelemeye, Marx’ın Cezayir ve Hindistan üzerine aldığı notlarda ve yazdığı yazılarda da rastlamak mümkündür. Marx, Kovalevsky’nin Cezayir üzerine çalışmalarından yaptığı alıntılardan yola çıkarak “yüzyıllar boyunca süren Arap, Türk ve Fransız hakimiyeti, yakın dönemi saymazsak, akrabalık (kan) bağlarına dayalı toplumsal örgütlenme yerinden edilememiş, toprağın bölünmesini ve el değiştirmesini yasaklayan kurallar varlığını sürdürmüştür.”52 Buna rağmen, Fransızların Cezayir’in bir bölümünü ele geçirdikten sonraki ilk hedefleri, fethedilen toprakların büyük bir bölümünün [Fransız] hükümetinin özel mülkü olduğunun ilan edilmesiydi… Louis-Philippe İmamın halefi olarak yalnızca gayrimenkullerin değil, komünal meralar, ormanlar ve tarım yapılmayan diğer araziler de dahil olmak üzere işlenmemiş bütün toprakların da yeni sahibi olarak kabul ediliyordu… Böylece, bir yandan geçmişin komünal toprak sahipleri [Fransız] hükümetine ait toprakların geçici kiraları konumuna düşüyor, öte yandan aşiretlere ait toprakların çok büyük bir kısmı, eli silahlı hırsızlarca ele geçiriliyor ve buralara Avrupalı sömürgeciler yerleştiriliyorduKomünal araziler Louis Philippe yönetiminde Cezayir sömürgesinde oluşturulan askeri-sivil idarenin tasarrufuna bırakılmış oluyordu.53

Komünal toprakların Fransızlarca müsaderesi, 1873 tarihli o meşhur yasa ile resmi hale getirilmiştir. Yasaya göre, “nihayet toprakta özel mülkiyet yasal hale gelmiştir; artık her bir Arap, özel mülk olarak kendisine ayrılmış toprak parçasını dilediği gibi elinden çıkarabilecektir. Bunun sonucunda da yerli halka ait topraklar, Avrupalı sömürgeciler ve spekülatörler tarafından müsadere edilecektir.” Marx’ın notlarında ifade ettiği üzere hem Marx hem de Kovalevsky, bu yasanın “düpedüz hırsızlık!” olduğu konusunda hemfikirdi: “Arap [topraklarının] bu kanun yoluyla müsaderesi ile amaçlanan şey 1) Fransızlara mümkün olduğunda çok toprak vermek ve 2) Arapların toprakla olan bağlarını keserek, aşiretlerin son direncini ve olası bir isyan tehdidini ortadan kaldırmaktı.”54

Kovalevsky ve Marx, Fransız hükümetinin Cezayirlilerin komünal arazilerini ele geçirmek ve bunları özel mülklere çevirmek için monarşi ya da sömürge yönetiminin tüm komünal arazilerin, ormanların ve işlenmemiş toprakların doğal varisi olduğu fikrini savunmuştur. Bu, İngilizlerin Hindistan’da benimsedikleri politikanın bir benzeridir. Bu politikanın en bilindik savunucularından biri, Marx’ın da çalışmalarına epey aşina olduğu James Mill’dir.55

Marx, kötüye giden sağlık durumunu düzeltmek üzere 1882 yılında Cezayir’de iki ay kalmıştır. Ölümünden bir yıl önce, Kovalevsky’nin Cezayir ile ilgili yazılarını incelemesinden birkaç yıl sonra gerçekleştirdiği bu ziyaret sırasında kızı Laura Lafargue’ye yazdığı mektupta Cezayir Müslümanlarının “sosyal ilişkilerindeki mutlak eşitlik[ten]” hayranlıkla söz etmiş, ancak “DEVRİMCİ BİR HAREKET OLMAKSIZIN bu eşitlik pratiğinin heba olacağını” eklemiştir56.

Marx’ın Kovalevsky’den aldığı notlarda, Hindistan’ın  kuzeyindeki Pencap’ta  “İngiliz hükümetinin kanunla tasdik edilmiş‘ipotek’ ve ‘devir’ gibi yöntemlerle… köylülerin ortak mülkiyetinin parçalanması, nihayetinde bu mülklere el konması ve komünal arazilerin işgalcilerin özel mülküne çevrilmesi için uğraştığına” yönelik gözlemlere de rastlıyoruz57. Not defterlerinde Kovalevsky’nin notlarından hareketle “köylülerin komünal ve özel mülklerinin çalınması” üzerine de yazan Marx, bu hırsızlığın “köylülerin çeşitli bölgelerde ‘toprak sahibine’ karşı ayaklanmasına rol açtığını” söyler.58

Marx, “Vera Zasulich’e Taslak Mektuplar”da İngilizlerin Hindistan’daki sömürge politikaları ile ilgili olarak, “komünal toprak mülkiyetinin ortadan kaldırılması, İngilizlerin yerli halkları ileri değil geri götüren vandallığından başka bir şey değildi” ifadelerini kullanır.59 Marx, sulama sistemi, kanallar, barajlar, rezervuarlar, drenaj sistemleri, tahıl depolama alanları ve diğer kamu altyapısı hizmetleri ile ilgili olarak kılını kıpırdatmayan ve kitlesel kıtlıklara zemin hazırlayan İngilizlerin Hindistan’ı daha evvelden işgal etmiş diğer tüm ülkelerden ayrılması gerektiğini fark etmişti. Orissa’da yaşanan kıtlıkla ilgili Avam Kamarası’na sunulmak üzere hazırlanan özel rapor üzerinde 1867 yılında aldığı notlarda “toprağa dayalı üretimi artırma eğiliminin doğal ormanların yok edilmesine yol açtığını” vurgular ve bunun sonucunda “mevsimlerin daha sert geçtiğini, sellerin çok daha hızlı ve kapsamlı yaşandığını” söyler60.

Marx doğal ekonomiler ve yerli kültürel formasyonlar üzerine yazdığı tüm yazılarda -özellikle de Rus köylü komünü ya da obshchinaların gelecekte arz edeceği önemle ilgili satırlarındabu yerli ve kapitalist olmayan toplulukları özgür insani gelişim için verilmiş uzun erimli mücadelenin bir yansıması olarak görür. Bu mücadele, yerli toplulukların var oluş savaşını ve toprakları ve hayatlarının denetimini kendi ellerine alma uğraşlarını da bünyesinde barındırır.

Gerald Vizenor, Jacques Derrida’nın Marx’ın Hayaletleri kitabına, yani dolaylı olarak Marx’a atıf yaparak, yerli halkların deneyimini karakterize eden terör ve soykırım karşısında survivance (var kalış) kavramını vurgular. “Yerlilerin var kalışı, namevcudiyet karşısında aktif bir mevcudiyet hissidir… Var kalış hikâyeleri, tahakkümün, eksiltmenin, dayatmanın, dayanılamaz trajedi duygularının, kurbanlık (victimry) mirasının reddedilişidir… Aktif bir direniş ve yadsıma halidir.”61

 

Marksizm ve Yerliler

Marksizm’in yerli kültürleri ve mücadeleleri yeterince dikkate almadığı yönündeki eleştirilerin çoğu belli bir örneğe dayanmaz, daha ziyade tarihsel materyalizmin ekonomik ve teknolojik determinist olduğunu, kalkınmacılık düşüncesini eleştiri süzgecinden geçirmeden benimsediğini, sürekli artan üretimi her şeyin üzerinde tuttuğunu (yani üretkenci olduğunu), köylüleri ve yerlileri dışarıda bırakacak şekilde proleteryayı teorinin merkezine oturttuğunu söyler. Bu tespitlerin belli Marksist gelenekler -ki bu gelenekler bazıları zaman zaman hâkim konumda da olmuşturiçin doğru olduğu su götürmese de anılan fikirlerin Marx ya da Engels’in veya daha genel anlamda eleştirel devrimci Marksist geleneklerin görüşlerini karakterize ettiğini söylemek hatalı olur.

Şunu da ifade etmek gerekiyor: Engels, yerli topluluklara karşı trajik denebilecek bir duruş bellemiş ve bu toplulukları övmede Marx’ın dahi önüne geçmiştir. Öte yandan, kendi sınırlılıklarına hapsolmuş ve İrokua Konfederasyonunda çelişkili bir biçimine şahit olduğumuz gibi yerini başka kültürel örgütlenmelere bırakmak zorunda olan aşiretlere dayalı toplum sisteminin kendine has zayıf yönleri sebebiyle bu toplulukların çöküşünün kaçınılmaz olduğunu da söyler62. Bunun tersine daha incelikli yaklaşımıyla Marx, hem yerli kültürlere ilişkin daha şüpheci -söz gelimi Marx, İrokualar arasında dört başı mahmur bir cinsiyet eşitliğinin var olduğuna dair yaklaşımı sorgulamadan kabul etmezhem de yerli kültürlerin tarihsel mücadeleler neticesinde ayakta kalabileceği ve kendilerini yeniden var edebileceği fikrine daha açıktır63. Ne olursa olsun, Etnolojik Defterler de dahil olmak üzere Marx’ın yerlilerle ilgili yazılarının çoğu henüz bilinmiyordu ve Paul Lafargue, Karl Kautsky ve Georgi Plekhabnov gibi ikinci nesil Marksistlerin kimi çalışmalarında da görüleceği üzere, İkinci Enternasyonalin yerlilerle ilgili fikirleri çok daha teknolojik determinist ve sıkı sıkıya kalkınmacı bir eksene kaymıştır. Bu eksen Engels’e, hele hele Marx’a atfedilemez64. Yine de günümüzde bu isimlerin hiçbiri, klasik Marksist düşüncenin timsali olarak görülmüyor. Rosa Luxemburg’un yerli halkları hararetle müdafaa etmesi, V. I. Lenin’in tüm halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkı olduğunu ısrarla vurgulaması, José Carlos Mariátegui’nin Marksizm ve yerlilik çalışmalarını zengin bir içerikle harmanlaması, [klasik Marksizm geleneğinde] çok daha etkili olmuş yaklaşımlardır. Bunların hepsi, Avrupa merkezli kapitalist gelişmeye karşı çok daha eleştirel bir tutum benimsemiştir65.

Marksizm yalnızca kapitalist dünya ekonomisinin periferisinde yaşanan ulusal kurtuluş hareketlerine ilham vermemiş, aynı zamanda özellikle 1950’li yıllarda başlayıp 1970’lere kadar süren dönemde, Eleanor Burke Leacock, Patricia Albers, Bruce Johansen, Roberto Maestas, Lawrence David Weiss, Howard Adams ve başka yazarların çalışmalarında Marksçı teori ile Amerikan yerlilerinin kurtuluş mücadelesini bağdaştırmaya yönelik önemli girişimlerde bulunulmuştur66. Johansen’in de vurguladığı gibi, Marx ve Engels’in Morgan’ın çalışmalarından esinle İrokua halkı üzerine çalışmalar yapması nedeniyle, bizzat Marksizm yerli kültürlere çok şey borçludur67. Daha yakın zamanlarda Bolivya Devrimi’nin Sosyalizme Gidiş Hareketi gibi hareketlere hayat veren şey, kökleri hem Marksizm’de hem de yerlilik çalışmalarında bulunan anadilde devrimcilik geleneğidir68.

Şimdilerde hem Marksist hem de yerli devrimci geleneklerden filizlenen yeni bir külliyat oluşmakta. Coulthard’ın Kızıl Deriler, Beyaz Maskeler başlıklı çığır açan kitabı, “sömürgeci tanıma pratiklerini” radikal bir biçimde reddederek Marx, Frantz Fanon ve yerli perspektiflerin zengin bir sentezini ortaya koyuyor. Allan Greer’ın erken dönem Kuzey Amerika’da Amerikan Yerlilerinde mülkiyet biçimleri ve sömürgeci mülksüzleştirme pratikleri üzerine yaptığı Propoerty and Dispossession [Mülkiyet ve Mülksüzleştirme] başlıklı parlak çalışma, Morgan, Marx ve Engels gibi isimlerin araştırmalarıyla organik bir bağa sahiptir69. Roxanne Dunbar-Ortiz ise, Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşunun ve günümüzde de devam eden yayılmacılığının kökeninde yatan “beyazların üstünlüğü ideolojisini, Afrikalıların yaygın bir biçimde köleleştirilmesini ve soykırım ve toprak hırsızlığı politikalarını” Marksist ve yerlici bir analize tabi tutar70. Gerald Horne, The Apocalypse of Settler Colonialism [Yerleşimci Sömürgecilik Vahyi] başlıklı kitabında, yerli hakların soykırımının ve en az bunun kadar dehşet verici köle ticaretinin kapitalist dünya hakimiyeti sisteminin oluşumunda kurucu bir rol oynadığını anlatır. Nick Estes, yerli halkların yüzyıllarca süren mücadelelerinin ve devrimci direnişlerinin eşsiz bir tarihini sunduğu kitabında, “tarihin derinliklerinde” Marx’ın köstebeği gibi, “çukurlar kazarak ilerler”71. Bugün örneklerine sık sık rastladığımız yerleşimci sömürgecilikle ilgili eleştirilerin berisinde, Marx, Engels, Luxemburg, Arghiri Emmanuel, Harry Magdoff, Dunbar-Ortiz ve Moshé Machover gibi düşünürlerin emperyalizm teorisi üzerine yaptığı çalışmaların olduğunu da hatırda tutmak gerekir72.

Kökeninde tarihsel materyalizmin yer aldığı bu çalışmaların tamamında, yerli kültürlere yönelik zorla müsadere/mülksüzleştirme pratiklerinin halen sürdüğü vurgulanır. Buna göre sömürgecilik, tarih olmak şöyle dursun, dünya halkları ve toprakları üzerinde kurulan kapitalist egemenliğin ayrılmaz bir parçası olmaya devam ediyor. Bu durum, pek çok farklı biçim alan, fakat ne olursa olsun boyun eğmeyi reddeden, bastırılamaz bir direnişe kaynak oluşturuyor.

 

Sonuç: Antisömürgeci/Antikapitalist Devrim

Coulthard, Kızıl Deriler, Beyaz Maskeler’de “sömürgecilik üzerine yazdıklarının yerli halklar ve liberal yerleşimci politikalar arasındaki ilişkinin incelenmesi için bir zemin oluşturabilmesi için Marx’la ilgili analizleri[ne] dair üç noktanın altının çizilmesi gerek[tiğini]” ifade eder: 1) “Marx’ın ilkel birikim tezi”, bu tezi yalnızca kapitalist gelişmenin erken evreleriyle sınırlandıran “zamansal [dönemsel, geçici – çev.] karakterinden arındırılmalıdır”. 2) Marx’ın görüşleri, “normatif kalkınmacı karakterinden arındırılmalıdır”. 3) Sömürgeci kapitalizme dair Marksist yaklaşım, sömürgeci kapitalizmi yalnızca zor ve şiddetle özdeşleştiren bakış açısından arındırılmalı ve sömürgeci kapitalizmi sistemin “yerleşimci sömürgeciliğin kurucu hiyerarşilerini doğal göstermeye yarayan yaşam biçimleri üretme konusundaki mahareti[ni]” merkeze almalıdır73. Aslında Coulthard’ın burada altını çizdiği bu üç konu, yerleşimci sömürgecilik (ya da daha genel anlamıyla sömürgecilik ya da sömürgecilik sonrası [postkolonyal]) bağlamında yerli halkların yaşadığı deneyimlere dair tutarlı bir tarihsel materyalist analizin de koşullarını oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu argüman, klasik Marksist kuramın yeniden kurulması ve eksikliklerin giderilmesi yönündeki çağrının da cevaplanmakta olduğunu göstermeli74.

Bu bakımdan, yakın zamanda yapılmış akademik çalışmaların ortaya koyduğu gibi, Marx’ın “ilkel birikim tezi” yoktur; onunki daha ziyade, burjuva iktisadı karakterize eden ve Marx’ın müsadere kavramı yerine kullandığı imtinaya dayalı ilkel birikim “masalının” eleştirisidir75. Marx’ın müsadere ile ilgili yaklaşımının zamansal olarak sabit olduğu da ileri sürülemez. Aksine Marx’a göre müsadere, sermaye işleyişinin arka planını oluşturan koşulları üretmekte ve yeniden üretmektedir. Dolayısıyla, Kapital’in Birinci cildinin “İlkel Birikim” başlıklı sekizinci bölümünde müsadere sürecini tartışırken yalnızca uzak geçmişe değil, aynı zamanda yaşadığı döneme ait gözlemlere de yer vermiştir. Bunlar arasında İskoçya’da 1814-48 yılları arasında Sutherland Düşesinin liderliğinde uygulanan çevirmeler, İngiltere’de 1860’lı yıllarda koyun meralarının (ağaçsız) geyik ormanlarına dönüştürülmesi, 1866 yılında İngiliz yönetiminin uygulamaları neticesinde Hindistan’ın Orissa eyaletinde yaşanan kuraklık gibi örnekler sayılabilir76. Yani Marx’ta müsadere hiçbir zaman yalnızca sanayi öncesi dönem ya da sanayileşmenin erken evreleri ile sınırlandırılarak kavranmamıştır.

Bundan daha önemlisi ise, Marx’ın sömürgecilikle ilgili basit, tek yönlü bir “normatif kalkınmacılık” perspektifini reddetmiş olmasıdır. Marx, özellikle 1850’li yıllardan sonra, Amerika, Afrika ve Asya’daki yerli halklara dair analizlerinde tarihin basitçe tek bir doğrultuda ilerlediği fikrini reddetmiş, sürekli olarak komünal mülkiyet biçimlerini, bu toplulukların kültürel ve dilsel kökenlerini incelemiştir. Marx için sömürgeciliğin kendisi, yaşadığı dönemde yerli kültürlerin ve mülkiyet biçimlerinin halen varlığını sürdürüyor olması sebebiyle, ikincil bir öneme sahipti. Marx ve Engels’in otuzlu yaşlarının sonlarından itibaren dünyanın pek çok yerinde yaşanan yerli ayaklanmalarında yerlilerin tarafını tutmalarının, bu halkların devrimlerini savunmalarının ve yerli halkların kültürel anlamda hayati öneme sahip ve insan toplulukları ve mülkiyet biçimleri bakımından kapitalizmin meta ekonomisine tezat oluşturan bir yapının temsilcisi olduklarını düşünmelerinin temelinde yatan sebep de buydu. Her ne kadar Marx ve Engels yirmili yaşlarında “normatif kalkınmacılık” eğilimi göstermişlerse de otuzlu yaşlarına geldiklerinde köprünün altından çok sular akmıştı.

Engels’in 1890’da yazdığı gibi, tarihe dair materyalist görüşleri hem Marx’ın hem de kendisinin yazılarında zaman içinde geliştirilmişti. Zira ikili, “bir bütün olarak tarihin sil baştan ele alınması” gerektiğini fark etmişti. Bu aynı zamanda Avrupalı olmayan toplulukların tarihini de içeriyordu. Sosyolog Michael R. Krätke’nin sözleriyle:

Marx, Avrupa merkezciliğe pabuç bırakmamış, hiçbir zaman dünya tarihinin “Avrupa tarihi” ile bir ve eş şeyler olduğunu düşünmemiştir… Küçük Asya’nın, Yakın ve Orta Doğu’nun, İslam dünyasının Amerika kıtasının ve Asya’nın (özellikle de Hindistan, Çin ve Orta Asya’nın) tarihini de incelemiştir… En büyük sömürgeci güçlerin sömürgeci tarihlerini, ayrıca da Avrupalılar tarafından sömürgeleştirilmiş bölgelerin (Kuzey Amerika, Latin Amerika, Endonezya, Kuzey Afrika) tarihlerini etüt etmiştir.77

Marx bütün çalışmalarında Avrupa merkezli ve kalkınmacı bakış açılarını reddetmiştir. Yerleşimci sömürgeciliği anlamaya yönelik uğraşları, onu yerli toplulukların tarihlerini ve kültürlerini incelemeye, bu halkların direnişleriyle hemhal olmaya ve halkların geçmişlerinde ve bugünlerinde daha geniş anlamda dünyanın geleceğine dair işaretler bulmaya itmiştir.

Coulthard’ın da dediği gibi, Fanon, sömürgeci ilişkilerin bir kez yerleştikten sonra, ““yerleşimci sömürgeciliğin kurucu hiyerarşilerini doğal göstermeye yarayan yaşam biçimleri üretme konusundaki mahareti” sayesinde kendisini ideolojik olarak nasıl güçlendirdiğini anlamak için Marx’a nazaran daha faydalı bir kılavuz sunar.78 Öte yandan, Marx’ın Kovalevsky’nin çalışmalarından hareketle Fransız yerleşimci sömürgeciliğinin Cezayir halkının “klan[ların sahibi olduğu] komünal” topraklarının müsaderesini meşrulaştırmak üzere İslam hukukunu “utanç verici!” bir şekilde manipüle etmesi ve tanımamasına yönelik öfkesi ile, Fanon’un 1950’li yıllarda bütün gücüyle süren Cezayir ulusal kurtuluş mücadelesi arka planında tanımanın devrimci dönüştürücülüğüne ısrarla vurgu yapması (ve bunu yaparken Hegel ve Marx’ın adlarını anması) arasında çok büyük bir mesafe olmadığı da ileri sürülebilir.

Arzuladığım andan itibaren dikkate alınmayı talep ederim. Sadece burada-ve-şimdi olan şeyliğe mahkûm bir varlık değilimdir. Başka yerler ve başka şeyler içinim ben. Sadece yaşamaktan başka şeylerin de peşinde olduğum sürece, insanca bir dünya yani bir karşılıklı tanıma dünyası için mücadele ettiğim sürece olumsuzlama faaliyetimin dikkate alınmasını talep ederim.

Beni tanımakta tereddüt gösteren kimse, benim karşımda yer alıyor demektir. Böyle amansız bir kavgada ölümün dondurucu soluğunu hissediyor, alt edilemez katılıkları göze alıyorum, ama imkansızın mümkün olduğunu da görüyorum.79

Çeviren: Melih Mol

 

Dipnotlar

1 Kerstin Knopf, 2016

2 Sanyal, 2019.

3 Örneğin Churchill, 1999; Barsh, 1988; Coulthard, 2014, s. 9–10.

4 Coulthard, g.e., 6–15. Marksist kuramda toprağın sömürü/ imhadan bağımsız olarak “bedavadan gelen bir hediye” olarak görüldüğü tezine verilmiş oldukça kapsamlı bir yanıt için bkz. Foster ve Clark, 2020.

5 Marx’ın tarihsel materyalizmi tarihüstü görme eğilimine karşı uyarısı için bkz. Marx, 1983, s.

6 Lukács, 1968, s. 1.

7 Coulthard, g.e., 9–11.

8 Marx, 1976, s. 915, vurgu sonradan eklenmiştir. Kapital’den yapılan bu ve diğer alıntılarda Marx, 2011’den yararlanılmıştır. (çevirenin notu)

9 a.g.e., 871, 915; Foster ve Clark, 2018.

10 Marx, a.g.e., s. 917–918; Howitt, 1838, s. 346–49, 378–79. Marx gibi Engels de, “Avrupalı nüfus tarafından işgal edilmiş ülkeleri”, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya ve Güney Afrika’daki Cape kolonisini ifade etmek için “colonies proper” ifadesini kullanır. Engels ayrıca, beyaz yerleşimci sömürgelerin sömürgeci devletlerden bağımsızlığını ilan edenler arasında başı çekeceğini de söylemiştir. Bkz. Marx ve Engels, 1975.

11   Howitt, a.g.e., 403–5.

12 Gözyaşı Yolu (İng. Trail of Tears): 1830›lu yıllardan itibaren Georgia, Tennessee, Alabama, Kuzey Carolina ve Florida’da bulunan yerli Amerikalıların ülkenin batısında kendileri için tayin edilmiş yeni topraklara zorla sürülmesi olayı. Yaklaşık 125.000 Amerikalı, 8.000 kilometre uzunluğundaki bu yola koyulmuştur. Bugün 9 eyaletten geçen bu yolda, yerli Amerikalıların anılarını ve acılarını yad etmeye yönelik anma gezileri düzenlenmektedir ç.n.

13 Howitt, g.e., 403-4, 414. Merivale, beyaz yerleşimci sömürgeciliğin görüşlerini yansıtan “Yabani Irklar” başlığını taşıyan bölümde Amerikan Yerlilerinin “ortadan kaldırılmasının” kaçınılmaz olarak kalıcı şeytaniliğe bulunmuş geçici bir çözüm olduğunu ve sürekli tekrarlanması gerektiğini yazar. Herman Merivale, 1841, s. 508-509 buradaki alıntılar, 1928 yılında Oxford Üniversitesi Yayınları tarafından yeniden basılan 1861 tarihli ikinci baskıya aittir.

14 Prescott, tarih yok; Buxton, 1840); Draper, 1986, s. 36,

15 Marx, 1973, s. 833.

16 Raffles, 1830.

17  Marx, 1976, s. 916.

18 a.g.e., s. 916, 918; Raffles, a.g.e., s. 194–201. Marx Kapital’de, doğrudan (aslında kendisinin de okuduğuRaffles’ın History of Java adlı eserine atıf yapmaktansa, Howitt’in Raffles’ın History of Java adlı eserine referansla kaleme aldığı Hollandalıların Java’daki varlığına dair bölüme atıfta bulunur, zira Raffles’ın işaret ettiği tüm veriler Howitt tarafından benzer bir dille alıntılanmıştır.

19 British East India Company üzerine eleştirel bir tarih için Bkz Mukherjee, 1974.

20 Marx, 1976, s. 917; Howitt, a.g.e., 255–56, 268–71.

21 Marx, a.g.e., s. 917; Marx ve Engels,2019, s. 670–674, 731 Davis, 2001.

22 Marx, 1976, s. 918, 924–925; ayrıca bkz. Beckert, 2014.

23 Marx, a.g.e., s. 925–26.

24 Howitt, a.g.e., 501–3.

25 Coulthard, a.g.e., 7.

26 Bkz. Winch, 1965; Shaw, 1970.

27 Merivale, Lectures on Colonization and Colonies, 387–89; Edward Gibbon Wakefield, (der.), A View of the Art of Colonization (Oxford: Oxford University Press, 1814); Edward Gibbon Wakefield, (der.), England and America (New York: Harper and Brothers, 1834).

28 An Indigenous Timeline,” New South Wales Government: http://teachingheritage.nsw.edu.au; Moshé Machover, yerli halklar üzerindeki etkileri vurgulamak amacıyla “dışlamaya dayalı sömürgecilik” tanımını kullanır. Machover, 2015.

29 Marx, 1976, s. 940.

30 Coulthard, a.g.e., s. 10–11.

31 “Doğal Ekonomiye Karşı Mücadele” Rosa Luxemburg’un Sermaye Birikimi başlıklı çalışmasında yer alan bölümlerden birinin başlığıdır. Luxemburg burada, Marx ve Maxim Kovalesvky’nin doğal ekonomilerin sömürgeleştirilmesine dair görüşleri ile ilgili tezleri içerir. Luxemburg, 1951, s. 368-385. Marx ve Luxemburg’da doğal ekonomi kavramı ile ilgili bkz. Cook, 2004, s. 114, 130–31, 151.

32 Prescott, tarih

33 Karl Marx, 1978, s. 196, 226; Marx, 1981, s. 1017.

34 Ghosh, 1984, s. 39–53; Marx ve Engels, 1968, s. 20, 35, 47, 92–93, 140; Marx, tarih yok, s. 150; Marx ve Engels, Collected Works, Cilt 18, s. 60–70, 212–13; Engels, 1970, s. 159–60. Ayrıca bkz. Mohri, 1979, s. 32–42; Davis, 1967, s, 63–69; Foster, 2000, s. 11–13; Melotti, 1977; Wolf, 1982. Her ne kadar Engels yirmili yaşlarında Fransa’nın Cezayir’i işgalini uygarlığın ilerlemesi olarak görmüşse de, otuzlu yaşlarında bu görüşünü değiştirmiş 1857 yılında New American Cyclopedia için yazdığı bir yazıda Abdelkader’den övgüyle söz etmiş ve Cezayir’de süren bağımsızlık direnişi hesaba katıldığında, bu ülkede “Fransız Hakimiyeti[nin] yanılsama[dan]” ibaret olduğunu söylemiştir. Marx ve Engels, Collected Works, Cilt 18, 60–70. Marx’ın 1859 yılından sonra kullanmadığı Asya Tipi Üretim Tarzı kavramı, James Mill, John Stuart Mill ve Richard Jones gibi isimlerin daha erken dönemki klasik ekonomi politik yazılarına dayanmaktadır. Bu kavram takip eden yıllarda,  Hindistan  başta  olmak  üzere  Asya’da  gözlemlenen üretim tarzlarının spesifik niteliklerine ilişkin daha karmaşık bir kurama evrilmiş ve bu ülkelerin duraklama ile karakterize edildiği yönündeki daha eski görüşleri yerinden etmiştir. Dahası, Marx’ın geliştirdiği anlamıyla Asya Tipi Üretim Tarzı fikrinin kendisi, kalkınmaya ilişkin tek doğrultulu bir teorinin olamayacağını, alternatif yollar aranıp bulunması gerektiğini göstermiştir. Bkz. Krader, 1975, s. 183, 292; Foster ve Holleman, 2012, s. 1640-1641.

35 “Etnolojik zamanda devrim” ile ilgili bkz. Trautmann, 1987, 35, 197, 220, 227, 264; Foster, 2000, s. 212–21. Marx’ın etnolojik zamanda devrimle ilgili kendi cevapları için bkz. Marx ve Engels, Collected Works, Cilt 42, 557.

36 Saito, 2017.

37 Marx, Marx’ın etnoloji defterlerini oluşturan yazıların önemli bir bölümü hâlen basılmamıştır.

38 Marx, 1975; Hudis, 2004, s. 58; Krätke, 2018, s. 91–125. Bu yazıda Kovalevsky’nin çalışmasının başlığı için White,1996, s. 260’taki çeviri dikkate alınmıştır. Ayrıca bkz. Gamayunov ve Ulyanovsky, 1960.

39 Anderson, 2010, s. 218–219. Marx, 1974, s. 183, 431; Marx ve Engels, Collected Works, Cilt 46, s. 394–395; Bancroft, 1875, özellikle bkz. Cilt 1, s. 109; Engels, 1970, s. 218.

40 Morgan, 1963; Morgan, 1962. Morgan League of the Iroquois başlıklı eserinde, Ogden Land Company’nin İrokuaların topraklarına el koymasıyla ilgili şu sözlere yer verir: “Bütün bir topluluğun ocaklarına ve mallarına, üstelik de karşılığında hiçbir şey vermeden ve onların rızasını da almadan el koymak, insanlığa karşı işlenmiş büyük bir suçtur”.

41 Engels, a.g.e., s. 71–73.

42 Krader, Ethnological Notebooks için yazılmış önsöz, 24-28.

43 Marx, 1974, 150. Marx’ın burada ifade ettiği gibi, İrokualar kendilerine “Uzun Evin Halkı” der ( s. 168).

44 Rosemont, 1989, s. 205.

45 Marx, 1974, s. 174–86.

46 Krader, Ethnological Notebooks için yazılmış önsöz, 14.

47 Rosemont, 1989, s. 207.

48 Marx, 1974, s. 139.

49 Marx and Engels, Collected Works, Cilt 42, 557–59.

50 Marx’ın Kovalevsky’le olan uzun yazışmaları, Kovalevsky’nin bir yurtdışı seyahati sırasında mektupları emanet ettiği iktisatçı arkadaşı I. Ivanyukov tarafından yakılmıştır. Ivanyukov evinin polis tarafından basılacağı korkusuyla mektupları imha etmiştir. Sonradan bu korkunun yersiz olduğu ortaya çıkmıştır. White, 1996, s. 262.

51 Marx’tan Anderson, 2010, s. 221.

52 Marx, 1975, s. 400.

53 Marx, a.g.e., 406–407. İtalik ve parantezle özgün metinden.

54 Marx, a.g.e., 411–12.

55 Draper, 1986, s. 142. James Mill’in Hindistan’la ilgili çarpık görüşleri için bkz. Mukherjee,

56 Karl Marx to Laura Lafargue, 13 Nisan 1882, Collected Works, Cilt 46, 242; Hudis, 2003, 67; Dunayevskaya, 1991, s. 191.

57  Marx, 1975, s. 410.

58  Marx, a.g.e., s. 387.

59 Karl Marx, 1983, s. 118.

60 Marx, 1975, s. 387; Marx ve Engels, 1968, s. 34–35; Marx ve Engels, MEGA, IV, 18, 670–74; Marx, Capital, Cilt 1, 650; Marx ve Engels, Collected Works, Cilt 46, 63–64.

61  Vizenor, 2008, s. 1, 11, 20–21; Mackay, 2008, s. 256–57; Derrida, 2006, s. xviii. Var kalış meselesi, yerli ulusların uğradığı kültür soykırımına işaret eder. Bu, soykırımla kol kola ilerleyen bir süreçtir ve süregiden sömürgeleştirme pratiğinin bir parçası olarak varlığını sürdürür. Özellikle bkz. Fenelon, 1998.

62 Engels, 1970, s. 159–160; Bedford ve Irving, 2001, s. 76–78. İlkesel olarak Marx ve Engesl’in görüşleri arasında çok az fark vardı. Her ikisi de yerli komünal kültürlerin direnişi, hayatta kalması ve yeniden inşasından yanaydı.

63 Anderson, g.e., s. 201–202, 226–30; Dunayevskaya, a.g.e., s. 180–83; Rosemont, a.g.e., 205–206.

64 Bloch, 1983, s. 99–107.

65 Luxemburg, a.g.e., s. 368–85; Lenin, 1975; Mariátegui, 2011; Amin, 2009.

66 Eleanor Leacock, Morgan, Ancient Society için yazılan önsöz, Ii–Ixx; Leacock, 1982; Albers,1985; Johansen ve Maestas, 1979; Weiss, 1984; Adams, 1989; Bedford ve Irving, 2001. Irka dayalı kapitalizm ve yerleşimci sömürgecilikle ilgili daha yakın tarihli çalışmalar için bkz. Dunbar-Ortiz, 2014; Horne, 2018. 1950’lerde ve 1970’lerde antropoloji alanında Marksçı çalışmaların yeniden ortaya çıkmasıyla ilgili bkz. Albers, 2004, s. 269–286; Rose, 2015.

67 Johansen, 1979, s. 33.

68 Linera, 2008.

69 Greer, 2018.

70 Dunbar-Ortiz, 2014, s 7–18.

71 Nick Estes, 2019, s.

72 Emmanuel, 1978, s. 19–20; Dunbar-Ortiz, 1992, Machover,

73 Coulthard, a.g.e., s. 151–52.

74 Bu bizi, Coulthard’ın Marksizm ve ekoloji ile ilgili dördüncü vurgusuna götürüyor. Coulthard burada (farklı yorumların varlığını da kabul ederek), “Marx’ın doğa ile ilgili perspektifleri[nin] toprağa içkin bir değer atfetmeyen araçsal bir rasyonaliteye bağlı [olduğunu] ve bu durum[un] Marx’ı herhangi bir eleştiri getirmeden üretkencilik ve sürdürülebilir olmayan bir ekonomik ilerlemenin savunucusu konumuna getir[diğini]” söylüyor. Coulthard, a.g.e., s. 13–14. Öte yandan, son yirmi yılda Marksçı ekoloji alanında yapılan araştırmalar Marx’ın kuramıyla ilgili bu efsanelerin yanlış olduğun kesin bir şekilde ortaya koymuştur. Bu çalışmalar, Marksçı ekoloji teorisi ve pratiği üzerine yapılmış en iyi araştırmaların çoğunun Coulthard’la aynı perspektifte olduğunu göstermektedir. Bu konu ile ilgili olarak Burkett, 1999; Foster, 2000; Foster, Clark ve York, 2010 ; Saito,; Holleman, 2018 ve Foster ve Clark, 2020.

75 Marx, 1976, 871, 874. Marx “ilkel birikime” atıf yaparak, burada sözü edilenin birikim değil, toprak, mülkiyet hatta insan bedenleri üzerindeki hak ve iddiaların müsaderesi – yani düpedüz hırsızlık olduğunu söyler. “İlkel” ifadesi de bir çeviri hatasıdır; daha doğrusu, “ilksel birikim” olarak ifade edilebilir. Bkz. Foster, Clark ve Holleman, 2019, s. 1–5.

76 Marx, a.g.e., s. 891–92, 894, 917.

77 Krätke, 2018, s. 104.

78 Coulthard, a.g.e., s. 152.

79 Marx, 1975, s. 407; Fanon, 2008, s. 191–198. (Türkçesi için bkz. Siyah Deri Beyaz Maskeler, İstanbul, Encore, 2016, Çev. Cahit Koytak). Fanon’un burada alıntılanan pasajı, “Siyah Adam ve Hegel” başlıklı bölümden alınmıştır. Bir sonraki bölümün girişinde yer alan özdeyişse Marx’a aittir.

 

Kaynakça

Shaw, A. G. L., 1970, Great Britain and the Colonies, London, Methuen and Co.

Greer, Allan, 2018, Property and Dispossession: Natives, Empires and Land in Early Modern America, Cambridge: Cambridge University Press.

Linera, Álvaro García, 2008, “Indianismo and Marxism: The Missed Encounter of Two Revolutionary Principles,” MR Online.

An Indigenous Timeline,” New South Wales Government: http:// teachingheritage.nsw.edu.au;

Emmanuel, Arghiri, 1972, “White Settler Colonialism and the Myth of Investment Imperialism,” New Left Review 73.

Johansen, Bruce ve Maestas, Roberto, 1979, Wasi’chu: The Continuing Indian Wars, New York, Monthly Review Press.

Bedford, David and Irving, Danielle, 2001, The Tragedy of Progress: Marxism, Modernity and the Abanal Question, Halifax, Nova Scotia: Fernwood.

Winch, Donald, 1965, Classical Political Economy and Colonies, Cambridge, MA: Harvard University Press.

Wakefield, Edward Gibbon (der.), 1814, A View of the Art of Colonization, Oxford: Oxford University Press, 1814.

Wakefield, Edward Gibbon (der.), 1834, England and America, New York: Harper and Brothers.

Eleanor Leacock, Morgan, Ancient Society için yazılan önsöz

Wolf, Eric. R., 1982, Europe and the People Without History, Berkeley, University of California Press.

Rosemont, Franklin, 1989, “Karl Marx and the Iroquois,” Arsenal: Surrealist Subversion, Nelson Algren vd. Içinde, Chicago: Black Swan,

Fanon, Frantz, 2008, Black Skin, White Masks, New York: Grove.

Engels, Frederick, 1970, The Origin of the Family, Private Property, and the State, New York, International Publishers.

Lukács, Georg, 1968, History and Class Consciousness, Cambridge, MA: MIT Press.

Horne, Gerald 2018, The Apocalypse of Settler Colonialism, New York: Monthly Review Press.

Vizenor, Gerald, 2008, “Aesthetics of Survivance,” Survivance: Narratives of Native Presence içinde, der. Gerald Vizenor, Lincoln: University of Nebraska Press.

Coulthard, Glen Sean, 2014, Red Skins, White Masks: Rejecting the Colonial Politics of Recognition, Minneapolis: University of Minnesota Press.

Draper, Hal (der.), 1986, The Marx-Engels Glossary, New York: Schocken.

Holleman, Hannah, 2018, Dust Bowls of Empire, New Haven: Yale University Press.

Magdoff, Harry, 1978, Imperialism: From the Colonial Age to the Present, New York: Monthly Review Press.

Herman Merivale, 1841, Lectures on Colonization and Colonies, London: Longman, Orme, Brown, Green, and Longmans.

Davis, Horace B., 1967, Nationalism and Socialism, New York: Monthly Review Press.

Adams, Howard, 1989, Prison of Grass, Saskatoon: Fifth House.

Bancroft, Hubert Howe, 1875, The Native Races of the Pacific States of North America (beş cilt).

Derrida, Jacques, 2006, Spectres of Marx, London: Routledge.

White, James D., 1996, Karl Marx and the Origins of Dialectical Materialism, New York: St. Martin’s.

Mackay, James, 2008, “Ghosts in the Gaps,” ,” Survivance: Narratives of Native Presence içinde, der. Gerald Vizenor, Lincoln: University of Nebraska Press.

Fenelon, James V., 1998, Culturicide, Resistance, and Survival of the Lakota (“Sioux Nation”), New York: Garland.

Foster, John Bellamy ve Clark, Brett, 2018, “The Expropriation of Nature,” Monthly Review 69, no. 10, s. 1–27.

Foster, John Bellamy ve Clark, Brett, 2020, The Robbery of Nature, New York, Monthly Review Press.

Foster, John Bellamy ve Holleman, Hannah, 2012, “Weber and the Environment,” American Journal of Sociology 117, no. 8, s. 1640–41.

Foster, John Bellamy, 2000, “Marx and Internationalism,” Monthly Review 52, no. 3.

Foster, John Bellamy, Clark, Brett ve Holleman, Hannah, 2019, “Capitalism and Robbery,” Monthly Review 71, no. 7.

Foster, John Bellamy, Clark, Brett ve York, Richard, 2010, The Ecological Rift, New York: Monthly Review Press.

Foster, John Bellamy, 2000, Marx’s Ecology, New York: Monthly Review Press.

Mariátegui, José Carlos, 2011, José Carlos Mariátegui: An Anthology, der. Harry E. Vanden ve Marc Becker, New York: Monthly Review Press.

Marx, Karl ve Engels, Frederick, 1975, Collected Works, New York: International Publishers.

Marx, Karl ve Engels, Frederick, 2019,, Marx/Engels Gesamtausgabe

(MEGA), IV, 18, Berlin: Walter de Gruyter.

Marx Karl, 1882, “Karl Marx to Laura Lafargue”, 13 Nisan 1882,

Collected Works, Cilt 46.

Marx, Karl ve Engels, Frederick, 1968, The First Indian War of Independence, 1857–1859, Moskova: Progress Publishers.

Marx, Karl, 1983, “A Letter to the Editorial Board of Otechestvennye Zapiski,” Late Marx and the Russian Road, Teodor Shanin (der.) içinde New York: Monthly Review Press.

Marx, Karl, 2011, Kapital, Cilt 1, çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan, İstanbul: Yordam.

Marx, Karl,, 1975, “Excerpts from M. M. Kovalevsky,” Lawrence Krader, The Asiatic Mode of Production’a ek, Assen, Netherlands: Van Gorcum and Co.

Marx, Karl, 1978, Capital, Cilt 2, London: Penguin. Marx, Karl, 1981, Capital, Cilt 3, London: Penguin. Marx, Karl, 1976, Capital, Cilt 1, London: Penguin.

Marx, Karl, 1974, Ethnological Notebooks, (der.) Lawrence Krader, Assen, Netherlands: Van Gorcum and Co.

Marx, Karl, 1973, Grundrisse, London: Penguin.

Marx, Karl, tarih yok, Notes on Indian History (664–1858), Moskova: Progress Publishers.

Mohri, Kenzo, 1979, “Marx and ‘Underdevelopment,’” Monthly Review 30, no. 11.

Anderson, Kevin B., 2010, Marx at the Margins, Chicago: University of Chicago Press.

Knopf, Kerstin, 2016, “The Turn Toward the Indigenous,” American Studies 60, no. 2/3, s. 179–200.

Krader, Lawrence, 1975, The Asian Mode of Production, The Netherlands: Van Gorcum Press.

Gamayunov, L. S. ve Ulyanovsky, R. A., 1960, The Work of the Russian Sociologist M. M. Kovalevsky, “Communal Landholding, the Causes, Ways and Consequences of Its Disintegration,” and Marx’s Criticism of the Work, Moskova: Oriental Literature Publishing House.

Weiss, Lawrence David, 1984, The Development of Capitalism in the Navajo Nation: A Political-Economic History, Minneapolis: MEP Publications.

Leacock, Eleanor, 1982, Myths of Male Dominance, New York: Monthly Review Press.

Morgan, Lewis Henry, 1962, League of the Iroquois, New York: Carol Communications.

Bloch, Maurice, 1983, Marxism and Anthropology, Oxford: Oxford University Press.

Krätke, Michael R., 2018, “Marx and World History,” International Review of Social History 63.

Davis, Mike, 2001, Late Victorian Holocausts, London: Verso.

Machover, Moshé, 2015, “Colonialism and the Natives,” Weekly Worker 1087.

Estes, Nick, 2019, Our History Is the Future: Standing Rock versus the Dakota Access Pipeline, and the Long Tradition of Indigenous Resistance, New York: Verso.

Albers, Patricia C., 1985, “Autonomy and Dependency in the Lives of Dakota Women,” Review of Radical Political Economics 17, no. 3.

Albers, Patricia C., 2004, “Labor and Exchange in American Indian History” in A Companion to American Indian History, (der.) Philip J. Deloria ve Neal Salisbury, Oxford: Blackwell.

Burkett, Paul, 1999, Marx and Nature, New York: St. Martin’s.

Hudis, Peter, 2004, “Marx Among the Muslims,” Capitalism Nature Socialism 15, no. 4.

Mukherjee, Ramkrishna, 1974, The Rise and Fall of the East India Company, New York: Monthly Review Press.

Dunayevskaya, Raya, 1991, Rosa Luxemburg, Women’s Liberation, and Marx’s Philosophy of Revolution, Urbana, IL: University of Illinois Press.

Luxemburg, Rosa, 1951, The Accumulation of Capital, New York: Monthly Review Press.

Dunbar-Ortiz, Roxanne, 1992, “Aboriginal People and Imperialism in the Western Hemisphere,” Monthly Review 44, no. 4.

Dunbar-Ortiz, Roxanne, 2014, An Indigenous Peoples’ History of America, Boston: Beacon.

Barsh, Russell Lawrence, 1988, “Contemporary Marxist Theory and Native American Reality,” American Indian Quarterly 12, no. 3.s. 187–211.

Sanyal, Sagar, 2019, “Marxism and Post-Colonial Theory,” Marxist Left Review 18.

Saito, Kohei, 2017, Karl Marx’s Ecosocialism, New York: Monthly Review Press.

Amin, Samir, 2009, Eurocentrism, New York: Monthly Review Press.

Rose, Samuel W., 2015, “Marxism and Mode of Production in the Anthropology of Native North America,” Focaal Blog.

Cook, Scott, 2004, Understanding Commodity Economies, New York: Rowman and Littlefield.

Raffles, Sir Thomas Stamford, 1830, The History of Java (iki cilt), London; John Murray.

Ghosh, Sunti Kumar, 1984, “Marx on India,” Monthly Review 35, no. 8.

Beckert, Sven, 2014, Empire of Cotton, New York: Vintage.

Buxton, Thomas Fowell , 1840, The African Slave Trade and Its Remedy, London: John Murray.

Trautmann, Thomas , 1987, Lewis Henry Morgan and the Invention of Kinship, Berkeley: University of California Press.

Melotti, Umberto, 1977, Marx and the Third World, London: Macmillan Press,

Lenin, V. I., 1975, The Right of Nations to Self-Determination, Moskova: Progress Publishers.

Churchill, Ward (der.), Marxism and Native Americans, Boston: South End.

Prescott, William H., tarih yok, History of the Conquest of Mexico/ History of the Conquest of Peru, New York: Modern Library.

Howitt, William, 1838, Colonization and Christianity: A Popular History of the Treatment of the Natives by Europeans in All Their Colonies, London: Longman, Orme, Brown, Green, and Longmans.

Enternasyonal Sosyalizm