Maskeler Düştü “Felaket Kapitalizmi”* Ateşe Odun Taşıyor

Tuna Emren

Varoluşsal sancılarımızı dindirip, yerine hayatta kalma içgüdüsünü ikâme eden bir krizin içinde bulduk kendimizi. Geride bıraktığımız yılın son günlerinde, Çin’in Wuhan kentinde zuhur eden, önceleri zatürre sanılmış olup, takip eden günlerde yeni bir virüs olduğu anlaşılan Wuhan koronavirüsü, nam-ı diğer SARS-CoV2 tüm dünyayı öyle bir silkeledi ki artık o eski “normal” zamanlara geri dönüş pek mümkün görünmüyor.

Aşırı sağın popülist liderleri ve onlar aracılığıyla hayata geçirilen neoliberal politikaların maskelerini düşürüp, felaketler zincirine sürüklenen dünyanın çoktan çıkmış çivisini elimize tutuşturan, tüm klişeleri yerle bir eden ve her şeyi yeni baştan sorgulatan bu patojen, tıpkı SARS ve MERS gibi koronavirüs familyasından geliyor.

Nisan’ın ortalarındayız ve toplam vaka sayısı 2 milyonu aşmış bulunuyor.1 İlk ölüm haberinin duyurulduğu günlerde Çin’den gelen haberler ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından paylaşılan veriler, yüzlerce parçadan ibaret bir yapbozun gelişigüzel iliştirilmiş az sayıdaki parçalarına benziyordu. Hep beraber ona bakıyor fakat büyük resmin neye benzeyeceğini anlamakta güçlük çekiyorduk. Ocak’ın ortalarında, önce Tayland’da, akabinde Japonya ve Güney Kore’de, sadece birkaç gün sonra da ABD ve Avrupa’da tespit edilen vakalarla birlikte virüsün Çin sınırını aşıp küresel dolaşıma çıktığı anlaşıldı. Aynı günlerde Wuhan kenti karantinaya alındı; hayatını kaybedenlerin sayısı 200’ün üzerindeydi. Salgının kısa süre sonra küresel bir krize dönüşebileceği üzerine konuşulmaya başlanmış olsa da hayatın ilerleyen günlerde nasıl değişeceğinden bihaber, olan biteni anlamaya, resmi zihnimizde tamamlamaya çabalıyorduk.

Şubat’ın ilk haftasında 800’den fazla kişiyi öldürmüş bir virüs olarak, bir yılda 774 kişinin ölümüne neden olan SARS’ı geride bıraktığında, sadece bir aydır ortalardaydı. Bundan birkaç gün sonra Covid-19 adıyla anılmaya başlandı. Şubat sonuna gelindiğinde, İtalya salgının yeni merkezine dönüşmüştü. DSÖ’nün 1 Mart tarihli açıklamasında, virüsün 50’den fazla ülkeye sıçradığı, vaka sayısının 100 binlere yaklaştığı bildirildi.

İtalya’daki durum herkeste endişe yaratmaya başlamıştı ki aynı hafta tüm ülke karantinaya alındı. Türkiye 10 Mart’ta dünyanın geri kalanına katıldı. Bir gün sonra da Covid-19’un küresel salgına dönüştüğü ilan edildi. Avrupa salgının yeni merkezi haline gelince toplu etkinlikler iptal edildi, okullarda uzaktan eğitime geçildi, sınırlar birbirinin peşi sıra kapandı ve hayat durdu. 2 Nisan’da dünya genelindeki vaka sayısı 1 milyonu, hayatını kaybedenlerin sayısı 50 bini geçmişti. Bu sayıların ikiye katlanmasıysa 10 gün bile sürmedi.

Salgın hastalıklar üzerinde çalışan araştırmacılar, böyle bir pandeminin eninde sonunda geleceğini, hatta bunun eşi benzeri görülmemiş bir kriz yaratacağını yıllardır dile getiriyorlardı zaten. Artık resmin tamamını görüyoruz. Ve büyük resim, karşı karşıya kaldığımız krizin asıl sorumlularını tüm sarihliğiyle seriyor ortaya.

 

Canlı Değil Ama Dirayetli

Virüsler ve pandemi ilişkisi, yaklaşık 20 yıl önce tamamlanmış olan İnsan Genom Projesi’ne kadar tam manasıyla anlaşılabilmiş değildi. Örneğin, üst basamaklardaki canlılara nasıl ve ne sıklıkta atlayabildiklerini bilmiyorduk. İnsanı oluşturan 37 trilyon hücreden her biri, yaşamın başlangıcından bu yana tutulan muazzam bir kaydın verilerini taşıyor. Bu veritabanına DNA diyoruz. Yaşamın DNA’da saklı şifrelerini açığa çıkaran genom araştırmaları, bizi biz yapan formülün beraberinde, şaşkınlık verici bazı veriler de sundu. Bunların ilki, yalnızca 23 bin genden ibaret bir canlı olduğumuz gerçeğiydi. Çok daha fazlasını görmeyi beklerken bu kadar az sayıda gene sahip olduğumuzu öğrenmenin şokunu henüz atlatamamışken, insana dair tasviri altüst edecek bir şeyin daha farkına vardık: Türümüze özgü hücreler, hayatta kalmak için gerekenleri tek başlarına yerine getiremiyor. Haliyle dışarıdan, yani prokaryotlardan yardım almak zorunda kalıyor; her bir “insan hücresine” karşılık 10 bakteri hücresi taşıyoruz.2 Kabaca bir hesapla, toplamda 100 trilyon civarında bakteriye sahip olduğumuz söylenebilir. Hücresel işbirliği içinde olduğumuz prokaryotlar, zararlı bakterilerin yerleşebileceği boşlukları doldurup hem bağışıklık sistemimizi destekliyor hem de patojenlerin saldırılarına karşı koruma sağlıyorlar. 2012 yılında tamamlanan İnsan Mikrobiyom Projesi ise, her bir insanın yüzde 90 oranında, asgari 8 milyon gen içerdiği tahmin edilen bu yabancılardan ibaret olduğunu meydana çıkardı. Vücudumuzda 10 binden fazla yabancı hücre türü var ve bunların toplam gen sayıları, insan genlerinin 400 katı kadar.3 Buradan çıkan sonuç şu; insana özgü malzememiz, toplam malzemenin içine yüzde 0,25’lik eser miktardaki bir oranla dağılmış. Diğer bir deyişle; yüzde 97,5 oranında mikroorganizmayız. Fakat hücresel işbirliği oyunu burada sonlanmıyor. Genomumuzun yüzde 8’i, yani baz çiftlerimizin çeyrek milyarı virüs genlerinden ibaret. İnsan genleri, toplam DNA malzemesinin sadece yüzde 2’sini oluşturduğuna göre, bilim yazarı Sam Kean’in ifadesiyle; “Bu da insan olduğumuzdan dört kat fazla virüs olduğumuz anlamına gelir.”4

Aslında mikroorganizmaların hüküm sürdüğü bir gezegende yaşıyoruz. Virüsler her yerde ve bilinen her canlıda mevcut. Evrimsel süreçleri ise küresel ölçekli dolaşımlarında şekilleniyor; bitkilerden böceklere, oradan kuşlara, ardından memelilere ve insana, insandan diğer türlere, karadan denize, denizden karaya…

Koronavirüs familyasından gelen SARS-CoV2, RNA virüsleri kategorisinde. Virüsler teknik olarak “canlı” sayılmazlar. Kendilerini kopyalayabilmek için, sağlıklı hücrelerin protein moleküllerini düzenlemek amacıyla kesintisiz yürüttükleri RNA planı stratejisini kullanıyorlar. Virüs vücuda giriyor, gözüne kestirdiği ilk sağlıklı hücreye yöneliyor ve içeri sızabilmek için hücrenin ihtiyaç duyduğu besinlerden birinin şekline bürünüyor. Onu besin sanarak tutup çeken hücre, bu andan itibaren bütünüyle yeni görevine adanmaya hazır: Virüsün sunduğu genetik şablonu alıyor ve bir virüs yazıcısı gibi davranıp hızla çok sayıda kopya çıkarıyor.

 

“Yarasa Çorbası İçen Çinli” Miti ve Zoonotik Bağlantı

Sosyal medyada paylaşılan bazı asılsız görsellerden yola çıkarak SARS-CoV2’nin genom araştırmalarını kendilerine göre yorumlayanların işaret ettiği ilk “suçlu”, pazardan satın alınan yarasayı çorba olarak tüketen bir Çinli oldu. Çin’deki hayvan pazarlarının küresel bir salgına yol açma potansiyeli taşıdığı, bazılarımızın ders kitaplarından aşina olduğu, üzerinde mutabık kalınan sağlam bir argüman. Ne var ki gündem, bilimsel bir temeli bulunmadığı halde defaatle zikredilerek nefret nesnesi biçiminde sunulan bu efsanevi figürle meşgul edilince, gerçekler bulandırılıp tahrif edilmiş oluyor. Ana-akım sağ popülist yaklaşımların izlediği bu mutat örüntü, yani suçu hayali bir düşmana atma refleksi, yadsınamaz bir şekilde ırkçı söylemlerle koşutluk içinde. Ne de olsa suçun isnat edildiği kişi ya da kişilerin her türlü nefreti hak ettiğini göstermenin en etkili yolu bu. Mamafih, kritik öneme sahip gerçekler iskandil edilmeyi beklerken, dikkatimizi başka yöne çekmek için harekete geçirilen bu kolektif önyargılar yüzünden yeterince vakit kaybettik zaten.

SARS-CoV2, insana bulaşan yedinci koronovirüs; 2003’te Çin’de görülmeye başlanan SARS-CoV, 2004’te Hollanda’da ortaya çıkan NL63, bir yıl sonra Hong Kong’ta sudur eden ve insan koronavirüsü olarak bildiğimiz HKU1, soğuk algınlığı virüsü olarak tanınan HCoV-OC43, yine aynı gruptaki HCoV-229E ve 2012’de Suudi Arabistan’da tanımlanan MERS-CoV. Koronavirüsler MÖ 8.000’den bu yana dünyayı turladıkları için 10 bin yıldır mutasyon geçiriyorlar. Fakat bir türden diğerine atlayabilmek için, yeni konak türe adaptasyon kazandırabilen anlamlı mutasyonlara uğramaları gerekir. SARS-CoV2 zoonotik bir virüs; insanlardan hayvanlara, hayvanlardan insanlara bulaşabilir. Aynı familyadan gelen SARS-CoV ve MERS-CoV’da olduğu gibi, bunun da yarasalar ile bağlantısı olabileceği düşünüldü; çünkü virüsün genomu, yarasalarda görülen BatCoV RaTG13 adlı bir koronavirüs türünün genomuyla yüzde 96 oranında eşleşiyor. BatCoV, Güney Asya ve Çin’e özgü endemik bir tür olan nalburunlu yarasalarda (Rhinolophus affinis) mevcut. Bununla beraber, geçmişte SARS ve MERS’ten elde edilen bulgular, virüsün yarasadan insana doğrudan geçemediğini, ara türlere ihtiyaç duyduğunu gösterdi. Bu iki hastalıkta türler arası nakledici görevi üstlenen ara türün ya Asya’ya özgü kısa bacaklı bir memeli olan miskler ya da develer olabileceği anlaşıldı.5

Son derece rasyonel bir argüman olduğu için üzerinde hemen mutabık kaldığımız hayvan pazarı bağlantısı, daha açık ifadesiyle; ilk SARS-CoV2 vakalarının Wuhan’daki Huanan pazarında bulundukları yönündeki iddia halen havada asılı duruyor aslında.6 Yarasa çorbası gibi gülünç bir önermenin temelleri de buna dayanıyordu. Oysa virüsün oradan çıktığına emin değiliz. Menşeine yönelik muğlak durum elbette hayvan pazarlarının hemen aklanabileceği anlamına gelmemeli. Bilakis, yabani türleri şehirlere taşıyan pazarların hangi amaçla var oldukları, nasıl ortaya çıktıkları gibi konuların da aydınlatılması gerekiyor. Lakin öncelikle bilimin ortaya serdiği epidemiyolojik bağlantının hatırlanmasında fayda var. Nitekim bunun yokluğunda peyda olan tüm o irrasyonel iddiaların çöpe atılma vakti geldi.

Geçtiğimiz Ekim ayında, yani pandemiden çok önce, Guangdong Yaban Hayatı Kurtarma Merkezi’nde tuhaf bir şeyler oldu. Kendilerine özgü bir salgın hastalıktan öldükleri tahmin edilen iki pangolinin ciğerleri incelendi ve SARS-CoV benzeri bir virüs tespit edildi.7 Genom araştırmaları, pandemiye sebep olanın, pangolinlerdeki virüsle yüzde 91,02 oranında eşlettiğini, yarasadan insana pangolin aracılığıyla atlamış olabileceğini gösteriyor. Bunu destekleyen bir başka araştırmada SARS-CoV2’nin menşei için iki olasılık bulunduğu sonucuna varıldı.8 İlki, zoonotik transfer öncesi gerçekleşmiş olan evrimsel bir mekanizma; yani doğal seçilim. İkincisi ise evrimsel sürecin transfer sonrasında, virüs insandayken gerçekleşmiş olması ihtimali:

Başka bir hayvanda bulunan virüsün, türler arası bariyeri aşarak insanlara nasıl bulaşmış olduğunun anlaşılması, gelecekteki zoonotik transferlerin önlenmesine yardımcı olur. Örneğin, SARS-CoV2 farklı bir hayvan türüne ön adaptasyon sağlamışsa, bunun gelecekte tekrar meydana gelme riski de var demektir. Ancak uyarlanma sürecinin insanda vuku bulduğu anlaşılırsa, gelecekte yeni zoonotik transferler ile karşılaşsak bile, bunların aynı mutasyon dizisini tekrarlama olasılığı çok düşük olur. SARS-CoV2’nin diğer hayvanlarda dolaşan viral akrabalarının tanımlanması, virüs araştırmalarının desteklenmesine yönelik bir atılımdır.

Çin’in ünlü hayvan pazarları neoliberal politikaların acımasız dayatmalarıyla şekillenen ekonomik dönüşümün bir sonucuydu. Yabani türlerin ziyafet sofralarına dâhil olmasına hoşgörü gösterilmesinde de keza gıda üretiminin endüstriyelleşmesi sonucunda ortaya çıkan bu pazarların büyük payı var. Antropologlar Lyle Fearnley ve Christos Lynteris, Çin’deki dönüşümün, küçük çiftlik sahiplerini hayvancılık endüstrisinin dışına ittiğini, çaresiz kalan çiftlik sahiplerinin yeni geçim faaliyetleri aramak zorunda kaldıklarını söylüyor.9 Bunların bazıları, yabani türlerin yer edinebildiği Çin mutfağına yeni egzotik tatlar sunmaya yöneldiler. Ve böyle bir sektör gelişti. İşin aslı, Çinliler ağırlıklı olarak tahıl ürünleri ve deniz ürünleri tüketiyor, beraberinde sebze ve meyvelere yöneliyorlar. Bu egzotik tatlar gündelik tüketim alışkanlıklarının bir parçası değil. Kaldı ki lüks tüketime girdiği için, yalnızca zenginler tarafından ilgi görüyor ve genellikle özel günlerde tercih ediliyor.

Endüstriyel çiftçiliğin baskısıyla dışarıya itilen küçük çiftlik sahipleri, coğrafi olarak da harekete zorlandılar. Süreci iyi okuduğumuzda, sistemin onları yaban hayatına doğru ittiğini görüyoruz. Dahası, artık ekonominin bir parçası haline gelmiş olan bu hayvan pazarlarının kapatılması, sektörün karaborsaya dönüşmesine yol açarsa, kamu sağlığı açısından çok daha yıkıcı sonuçlar doğurabilir.

Brown Üniversitesi araştırmacıları, sonuçları altı yıl önce açıklanan çalışmalarında; Ebola, SARS ya da kuş gribi gibi, hayvanlardan bulaşan virüslerin yakın gelecekte büyük tehlike yaratabileceğini bildirmişti.10 1980 ve 2013 yılları arasındaki 33 yıllık dönemi, küresel ölçekte bir incelemeyle ele alıp toplamda 215 salgın hastalığa dair önemli veriler paylaştıkları araştırma, salgınların sadece sayısının değil, nedenselliklerinin de artacağını tanıtlıyor. Nedensellik, risk faktörüyle bağlantılı bir kavram. Hastalık riski ile nedensel anlamda pozitif ilişkili faktörlerin artması, zoonotik virüslerin önüne geçilmesini zorlaştırıp küresel ölçekli pandemilere dönüşmelerine sebebiyet verebiliyor. İngiliz biyolojik çeşitlilik uzmanı Katherine Elizabeth Jones da 2008’de benzer bir araştırma yürütmüş ve incelediği 335 bulaşıcı hastalığın yüzde 60’ında zoonotik patojenlerle karşılaşmıştı.11 Jones’un araştırmaları, zoonotik hastalıkların insan faaliyetleri ve doğa ilişkisi sonucunda ortaya çıktığını gösterdi. Özetle bu virüsler, varlıklarını hiçbir türe zarar vermeden sürdürürken, kendi habitatlarında yaşanan ekolojik yıkım nedeniyle değişmeye başlıyor, bir takım girift bağlantılar sonucunda ölümcül patojenlere dönüşüyorlar.

 

Bir Pandemi Daveti: Ekolojik Tahribat

Kendilerini kopyalamak için hücrelerin biyokimyasal süreçlerini kullanan virüsler gezegendeki tüm ekosistemlerin, her bir ekolojik oyuğuna sızmış durumdalar. Ekosistemler; ormansızlaştırma, kentleşme, endüstriyel etkinlikler, kırsal kalkınma projeleri, yoğun tarım, kültür balıkçılığı, nehir sistemlerine müdahale, santraller ve barajların inşası gibi beşerî faaliyetler yüzünden zarar gördüğünde habitat kaybı denilen durum baş gösteriyor. Kayıp, yüzölçümünün peyderpey azalmasıyla başlayabileceği gibi, yalnızca kenar oranlarının küçülmesi veya habitatı oluşturan arazinin parçalanması ve her bir parçanın bir diğerinden yalıtılması sonucunda da ortaya çıkabilir. Biyolojik çeşitliliğin korunması gereken alanlar ile insan etkinlikleri arasında sınır görevi gören tampon bölgeler de zamanla yok oldukça (ve bazen buna, endemik türlerin kullandığı habitatlar-arası bağlantıları sunan ekolojik koridorların değişime uğraması da eklenir) insan, iç içe geçmemesi gereken türlerle tehlikeli bir yakınlaşma yaşadı. Beşerî unsurlar ve yaban hayatının birleşmeye başladığı bölgelerin tamamı, potansiyel birer salgın merkezi.

Tüm pandemiler, tabiatları gereği ekolojik birer meseledir. Habitat kaybı ya da bozunumunda, fosil yakıt endüstrisinin desteklenmeye devam edilmesi yüzünden yaşanan iklim krizinin de büyük payı bulunuyor. Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) Yaşayan Gezegen Raporu; 1970’ten bu yana memeliler, kuşlar, balıklar ve sürüngenlerdeki kaybın yüzde 60 gibi korkutucu bir seviyeye ulaştığını duyurdu.12 Yerkürenin kendini yenileme kapasitesi olarak özetlenebilecek olan biyokapasiteyi, ekolojik limit aşımıyla kullanıyoruz. İnsanların bir yılda tükettiği yenilenebilir kaynakların, gezegenimiz tarafından yerine konulması için gereken süre bundan çok daha fazla.13 Yerkürenin kendini yenilemesine izin vermiyor, doğal kaynakları, yenilenme miktarından fazlasını talep ederek istismar edince habitat bozunumlarına sebep oluyor, ekosistemler üzerinde baskı oluşturup kimini de çökme noktasına kadar zorladığımız için biyolojik çeşitlilik kaybına yol açıyoruz. Gelgelelim hiçbir şeyin eşit bölüşülemediği böyle bir dünya düzeninde sorumluluğu da herkese eşit oranda dağıtamayız. İşin aslı şöyle; yüksek gelirli ülkelerde kişi başına düşen Ekolojik Ayak İzi, orta ve düşük gelirli ülkelerinkini gölgede bırakacak kadar fazla. Hatta daha net bir tablo sunmak da mümkün; “Yerküre biyokapasitesinin yüzde 20’si, küresel nüfusun sadece yüzde yedisini temsil eden AB devletleri tarafından kullanılmaktadır.”14 Hepimiz bu eşsiz gezegenin doğal kaynaklarını bir AB vatandaşı gibi tüketsek 2,8 dünyaya ihtiyaç duyulurdu. Üstelik ekosistemlerin ve biyolojik çeşitliliğin kaybı, yaşamları doğrudan bu kaynaklara bağlı olan yoksul toplumları doğrudan ve çok daha olumsuz şekillerde etkiliyor.

İnsandan uzakta, kendi dünyasında yaşamakta olan yabani türler, alışkın oldukları koşulların ellerinden alınmasıyla yer değiştirmeye zorlanırsa ya da biz onların yaşam alanlarına doğru yayılmaya devam edersek, insanlar ve diğer türler arasında zaruri bir mikroorganizma alışverişi vuku buluyor. Onlara zarar vermeyen virüsler, öncesinde hiç karşılaşmadıkları yeni bir türe atlama aşamasına geçip insanlara bulaştığında, ölümcül birer patojen niteliği kazanabilirler. Doğal habitatlarından muhreç mikropları kendi dünyamıza davet eden biziz. Zira kapitalizmin sınırsızca büyüme arzusunun kanıksanması hasebiyle, kendimizi, çeşit çeşit ekolojik krizle baş başa kaldığımız bir dünyada bulmamız kaçınılmazdı. Örneğin yine bir yarasa türüyle bağlantılı olan ve primatlar ile insanlarda ölümcül seviyeye ulaşabilen Ebola’nın Sahra Altı Afrika’da yol açtığı yıkım da bölgedeki ormansızlaşmanın bir sonucuydu.15 Yarasaların evini yok ederseniz, kendilerine yeni yaşam alanları aramaya mecbur kalır, çözümü genelde en yakınlardaki insan yerleşimlerine ilişmekte bulurlar. Arka bahçenize göç edebilecekleri gibi, meyve ağaçları barındıran çiftliklere de yerleşme ihtimalleri var. Yarasalarda taşınan virüslerin insana atlayabilmesi için onlarla doğrudan temasa geçmiş olmak bile şart değil. Öyle ki arka bahçenizdeki yarasalardan bihaber olsanız bile, salyasının bulaştığı meyveden bir ısırık almak kâfi.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı UNEP’in İcra Direktörü Inger Andersen geçtiğimiz günlerde verdiği bir röportajda bu meseleye dikkat çekmeye çalışıyordu; “Yabani türler üzerindeki süregelen baskımız nedeniyle, türlü bulaşıcı hastalıklar barındıran bitki ve hayvanlarla, aramızdaki sağlıklı sınırları yok edecek kadar yakınlaşmış olduk. Böylece insana atlayabilecek seviyeye eriştiler.”16 Pandemi krizi karşısındaki önceliğimiz virüsün yayılmasını yavaşlatma çabası olsa da uzun vadeli tepkimiz değişmiş değil: Bu yıkımın durdurulması için acilen önlem alınmalı.

 

“Doğal Felaket Diye Bir Şey Yoktur”

Evrimsel epidemiyolog Rob Wallace “Büyük Çiftlikler, Büyük Gripler Yaratır” adlı kitabında SARS’tan Ebola’ya uzanan yelpazede, tüm yeni salgınların etiyolojisini kapitalist tarımsal işletmeler perspektifinden değerlendiriyor.17 Wallace’ın “fabrika çiftçiliği” olarak tanımlamayı tercih ettiği sistemin, bilhassa anormal kümes hayvanı popülasyonundan ötürü son derece riskli bir girişim olduğu ortada. Bu hayvan fabrikalarındaki tavuklar, evrimin insan tarafından yönlendiren mekanizmasıyla, birbirlerinin genetik kopyaları olacak şekilde üretildiler. Charles Darwin, “Türlerin Kökeni” adlı eserinde konuya tam da buradan başlıyordu, çünkü insanın gerçekleştirdiği seçilim deneylerine o zamanlarda bile herkes aşinaydı. Yapay seçilim denilen bu evrimsel mekanizmanın doğal seçilimden farkı, bir hedefinin olması. Tavukların küçük, az yağlı ve daha lezzetli olmasını hedefliyorsanız, bu özelliklere sahip olanların çoğalmasına izin verirsiniz. Buna on yıllar boyunca devam ederseniz ateşle oynamış olursunuz, çünkü her dizgenin zorlanmaması gereken bir üst sınırı vardır ve artık hepsi birbirine benzeyen kümes hayvanlarıyla dolu bir fabrika da bu sığanın aşıldığı noktayı temsil eder. Zoonotik bir virüs, kendisini yüz binlerce genetik kopyayla dolu bir çiftlikte bulursa, popülasyon içinde genetik çeşitlilik bulunmadığı için, adeta cennete düşmüş olur.18 İşte virüsün patojene dönüşme yolculuğu tam olarak burada başlıyor. En ufak bir dirençle karşılaşmadan yayıldığı, farklı konaklar arasında, evinin bir odasından diğerine geçiyormuşcasına rahat dolaştığı bu olağanüstü elverişli ortam sayesinde, kısa süre sonra insanda sergileyeceği becerilerini de geliştiriyor. Virülansın artması, pandeminin önüne geçilmesini zorlaştırır.19 Çin’in hayvan pazarları pandemiye giden yolda başat aktörlerden biri olan fabrika çiftliklerinden rol çalmış olsa da, hayvan endüstrisinin şahikası sayılan bu fabrikaların dünyanın her yerinde işlemeye devam ettikleri unutulmamalı.

Marksist antropolog David Harvey, sermaye güdümlü tandansın pandemileri kaçınılmaz kıldığını dile getiren makalesinde şöyle diyor; Bu “kırk yılı aşkın bir süredir neoliberalizmin eliyle yapılan doğa kıyımının intikamıdır.” Ancak bu “doğal” bir felaket değil:

Kültürden, ekonomiden ve günlük yaşamdan ayrı ve bunların dışında bir ‘doğa’ anlayışını ne zamandır reddetmiştim. Doğa ile olan metabolik ilişkiye dair daha diyalektik ve ilişkisel bir görüşü benimsiyorum. Sermaye, kendi yeniden üretiminin çevresel koşullarını değiştirir, ancak bunu (iklim değişikliği gibi) istenmeyen sonuçlar bağlamında ve çevresel koşulları sürekli olarak yeniden şekillendiren özerk ve bağımsız evrimsel güçler dâhilinde yapar. Bu açıdan, gerçekten doğal felaket diye bir şey yoktur. Şüphesiz virüsler sürekli mutasyona uğruyor. Ancak bir mutasyonun, hayatı tehdit eder hale gelmesinin koşullarını insanlar yaratır.20

Tıpkı fabrika çiftliklerinde olduğu gibi, virüslerin, nüfusun yüksek yoğunluklu olduğu insan topluluklarında da bayram ettiğini hatırlatıyor Harvey; “Örneğin, kızamık salgınlarının sadece daha büyük kentsel nüfus merkezlerinde geliştiği, seyrek nüfuslu bölgelerdeyse hızla öldüğü iyi bilinmektedir.”

Wallace, salgınların iki gruba ayrılabileceğini gösterdi.21 Yoksul ülkelerdeki kırsal peyzajların düzenlemesiz tarımsal işletmelere dönüşüp, kentlerin çevresinde konumlanmış banliyöler üzerinde baskı yaratmaları, kuş gribi olarak tanınan H5N1’i insana uyum kazanacak şekilde mutasyona uğratan faktörlerden biriydi. Virüs diğer kıtalara da yayılmaya başlayınca, her ulaştığı yerde, kapitalist ekonomik coğrafyanın sunduğu elverişli koşulları kullanıp çok kısa zamanda kendisini yenilmez kılmayı başardı. Bu, küreselleşmenin virüslerin işini nasıl kolaylaştırdığını gösteren mükemmel bir örnek: Sadece yayılımı hızlandırmakla kalmıyor, dolaşımı sırasında onu hayvan fabrikaları, çarpık ve demografik kentleşme, plansız yapılaşma ya da toplum sağlığının hiçe sayıldığı koşullarda yaşamaya zorlanma gibi faktörlerle uyarıyor. Velhasıl, başka bir türde bulunan yalıtılmış bir virüse (ve bu genelde görece zararsız bir virüs oluyor) konak hücreleri ele geçirme, kendini kopyalama, yeni konak arama evrelerinden oluşan viral yaşam döngüsünü en ufak bir sorun yaşamadan sürdürüp, türler arasındaki zoonotik transferini gerçekleştirme kapasitesini artıracağı ortamı sağlarsanız, kendi elinizle bir canavar yaratmış olursunuz.

Ancak fabrika hayvancılığıyla bağlantılarını açıkça görebileceğimiz önceki salgınlardan farklı olarak, bu kez kapitalizmin SARS-CoV2 virüsüne yeni bir yakıt daha sunduğuna tanık oluyoruz. Bu, Wallace’ın sözünü ettiği ikinci grup: Varlığından bihaber olduğumuz bir virüsü, hiç farkında bile olmadan insana adaptasyon sağlayacağı seviyeye getirdik.

SARS-CoV2 bir RNA virüsü olduğu için, konağını öldürmeye değil, onunla mümkün mertebe uyumlu bir ortak yaşamda kalıp çoğalmaya bakacak kadar itidalli. Tek derdi, kendinden çok sayıda kopya üretmek. Ne var ki bir virüs, aynı türün birçok bireyini uygun koşullar altında bir araya toplanmış bulur ve bu bireylerin bağışıklık sisteminin kendisini durduramayacak kadar zayıfladığını “görürse”, yakaladığı bu fırsatlar karşısında virülans şiddetini artırıp öldürücü olmaya başlaması da onun için evrimsel bir avantaja dönüşebilir. Wallace, hayvan fabrikalarında yaratılan genetik monokültürlerin, yayılımı yavaşlatacak bağışıklık engelini ortadan kaldırmakla kalmayıp, bağışıklığın diğer bireylerde verebileceği tepkiyi baskılayarak virülansa yönelik evrimsel bir süreç başlattığını, kuş gribinin de tam olarak böyle bir adaptasyona uğradığını gösteriyor.22 Ayrıca bu hayvanların gelişim sürecinin hızlandırıldığı, çabuk büyüyüp erkenden öldürüldükleri gibi gerçekler de gözden kaçmamalı. Konağını vaktinden önce yitirme riskiyle karşı karşıya kalan bir virüsün, işini hızlıca görmeye zorlanması kaçınılmaz. Bunun anlamı, kısa zamanda çok sayıda kopya çıkarmak zorunda kalması. “Virüsler ne kadar hızlı çoğalırsa, o kadar fazla zarar verirler,” diyor Wallace.

 

Sermaye Girdabı ve Neoliberal Çözümler

Covid-19 salgını, sermaye girdabının içe çökmesine neden oldu. Harvey’e göre, kapitalizmin bu çöküşe sunabileceği tek çözüm, yeni bir kitlesel tüketim çılgınlığı yaratmak olacak ve bu, sosyalizm olarak adlandırılamayacak bir sosyalleştirme görünümüne bürünecek:

Dünyanın birçok yerinde, işgücü ‘makbul neoliberal özneler’ olarak davranmak üzere epeyce bir zamandır sosyalleştirilmiş durumda. Makbul neoliberal özneler olarak davranmak şu demek: Ters giden bir şey olursa kendini ya da Tanrı’yı suçlamak, kapitalizmin sorun olabileceğini öne sürmeyi ise asla göze alamamak. Ancak makbul neoliberal özneler bile, bu salgına yanıt verme biçiminde yanlış bir şeylerin olduğunu görebiliyorlar.23

Piyasalar 2008 krizine sürüklendiğinde tanık olunan büyük çöküş, kapitalizmin, iddia edildiğinin aksine küresel istikrarı sağlamak şöyle dursun, Amerikalı iktisatçı James Buchanan’ın ifadesiyle; “Doğası gereği fırtınalı kaosa yatkın” olduğunu göstermişti.24 Ve o zaman anlaşıldı ki bu küresel sistem aslında hiç hesapta olmayan krizlerden nasıl kâr edilebileceğine odaklanıp, üstüne de bu yaklaşımını yeni “piyasaya normalleri” olarak pazarlayabiliyor. Onun kontrolsüz ve çalkantılı doğasını “türbülans” kavramından daha iyi betimleyebilecek bir metafor yoktu ve 2008 kriziyle birlikte bir anda her yerde bu terim kullanılmaya başlandı. Nick Dyer-Witheford “Siber Proletarya: Dijital Girdapta Küresel Emek” adlı kitabında, “insanların ve doğanın enerjilerini emerek” her ikisini de küresel dolaşımda alınıp satılan metalara çeviren bu türbülans karşısında ihtiyaç duyulan Doppler radarının Marx’ın Kapital’i ile Grundrisse notlarında bulunabileceğini söyler.25 Türbülansın oluşmasından çok önce yazılmış bu iki eser, geleceği benzersiz bir öngörüyle tarif ederken tam manasıyla bir Doppler radarı gibi davranıp fırtınanın kalbini görüyor, hem de mükemmel bir ölçüm netliğiyle.26

Kapitalist girdap kabaca şöyle özetlenebilir: Para kazanan para. Girdap, insan eylemleri de dâhil olmak üzere kapabildiği her şeyi kendine katıp meta formunu alana dek döndürüyor. Besini ise üç aşamalı bir enerji gradyanı; fırtınanın bacası sayılabilecek üretim, dairesel hareketi olan dolaşım ve türbülansın oluştuğu finansallaştırma. Metalar, emek gücünün üretim araçlarına katıldığı bu bacada yaratılıyor. Girdaba işçi olarak katılan insan, bunların alınıp satıldığı dairesel döngüde müşteri olarak tekrar belirince, üretimde ücretleri aşağıya çekme yönündeki eğilim, dolaşımda tüketimi sınırlayan bir engel yaratıyor. Bu ve buna bağlı diğer bazı faktörler finansallaşmayı doğurup üretim ve tüketimi yok sayan spekülatif girişimlere olanak tanıdığında; “Fırtına nasıl atmosferdeki su taneciklerini gaz halinden sıvı ve katı hallerine geçmeye zorluyorsa, sermayenin hortumu da yaşayan emeği teknolojik kristalleşmeye öyle zorlar.”27

Girdap, sermayedarların artık-değer denilen, karşılığı ödenmemiş bir kazanıma girmelerine müsaade ettiği için, emeğin sömürülmesinin, insanın dayanıklılık sınırlarını aşacak seviyeye vardığı noktada, istikrarın çalışma saatlerini artırmadan sağlanması gibi bir zorunluluk doğar. Yani makineler emeğe eklenir, yeni artık-değerler yaratılır ve bunlar da hortumlanır. Kapitalizmin devamlılığı tamamen bu sömürüye bağlı. Neticede üretimin, insan sınırlarını aşacak kadar artırılabilmesi, sermayenin mekanizasyonu gibi bir zorunluluğu da beraberinde getirdiği için, kapitalizmin emek sömürüsüne dayanan rekabet yasasının yeni teknolojilere yönelik çalışmaya başlaması da kaçınılmazdır. Çünkü artık rekabet üstünlüğü sağlayan şey otomasyonun devamlılığı olmuştur.

Bu salgının pandemi boyutuna ulaşmış olmasının tek sorumlusu, geride bıraktığımız 40 yılda ulus devletleri güçlendirip ekonomik ve sosyal ilişkileri yeniden yapılandıran neoliberal politikalar. Neoliberalizm yoksullar ve varsılların arasını açıp az sayıda süper-zengine karşılık milyarlarca fakir yaratırken, yani hepimizi ve her şeyi bir avuç insanı kalkındırmak uğruna feda ederken, kemer sıkma politikaları ile özelleştirmeleri bir arada sunuyordu. Kapitalizmin bu otoriter hali ekonomik büyümenin önünde tek bir engel kalsın istemiyor. İnsanların gerçek ihtiyaçlarının karşılanması bir tarafa, yaşamın, doğanın ve sosyal hakların gaspına dayalı bu politikalar, devletleri kemer sıkma politikalarıyla küçülmeye zorlarken, sağlık gibi yaşamsal önemdeki bir sistemi bile patronların masasına meze olarak sunmaktan imtina etmedi. DSÖ’nün salgının önünü kesebilmek için donör ülke arayışına çıkması, Genel Direktör Tedros Adhonam Ghbreyesus’un uluslara seslenerek sağlık sistemlerinin zayıf olduğu bilinen ülkeler için bağış kampanyasına ihtiyaç duyulduğunu dile getirmesi de zaten malûmun ilâmı değil miydi?28

Gerçekten işleyen bir sağlık sisteminde, kamu sağlığının hiçe sayıldığı bir düzene riayet edilmesi beklenmez, hasta etmeyen bir dünya yaratmaya odaklanılır. Soluduğumuz havanın, içtiğimiz suyun, masamıza gelen gıdanın sağlığı tehdit etmediği bir dünyayı hayal etmekte zorlanıyor, böylesi optimum bir yaşam standardını bile ütopya sayıyoruz. Sağlık hizmetlerine erişim hakkı yasalar tarafından güvence altına alınmalıydı. Oysa sağlık harcamalarından kurtulma şansını bulunca özelleştirme girişimlerini fırsata çeviren devletlerin artık böyle bir zorunluluğu bulunmuyor. Bu sistemlerin işler halde kalmasını sağlamaktan başka da bir sorumlulukları yok artık. Kapitalizm, kaygan zeminde yol almak anlamına geliyorsa, neoliberal politikalar bu zemine yeniden cila attı. Dengeyi yitirmeden durmanın, kayıp düşmeden yürümenin olanaksızlaştığı böylesi bir zeminde ayakta kalmaya çalışırken, üstüne bir de onun pandemi patojenlerine dönüştürdüğü virüslerle karşılaştık.

 

Nasıl Sonlanır?

Covid-19’un küresel bir tehdit olmaktan çıkması için ya aşının üretilmesi gerek ya da nüfusun önemli bir bölümünün bağışıklık kazanmış olması. Kitle bağışıklığı için net bir oran verilemiyor olsa da nüfusun yarısından fazlasının bağışıklık geliştirmiş olması bekleniyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün 13 Nisan’da yaptığı açıklamada, bunun çok yeni bir virüs olduğu, ilk kez korona familyasından bir virüsün pandemiye yol açtığı belirtiliyordu; “Hep birlikte öğrenmeye ve stratejimizi de elde ettiğimiz en yeni bulgular doğrultusunda güncellemeye devam ediyoruz.”29 DSÖ bu virüsün hızlı yayıldığını, 2009’daki domuz gribi salgınından 10 kat daha ölümcül olduğunu, ivmeli yükselişine karşın aynı şekilde yavaşlamayacağını, bunun çok daha fazla zaman alacağını bildirdi.

Ülkelerin yıllardır beklenen bir pandemiye hazırlıklı olma derecesini veren Küresel Sağlık Güvenliği Endeksi’ne (GHS) göre, Türkiye’nin bu pandemiden korunma şansı yüzde 48, tespit etme başarısı yüzde 45,6 ve yanıt verebilme ihtimali yüzde 49. Genel puanı ise 52,4. Diğerlerine baktığımızda, örneğin ABD’nin puanı 83,5 iken; İngiltere’de 77,9; İtalya’da 56,2; İran’da 37,7; Çin’de 48,2 olduğunu görüyoruz.30 Anlaşılabileceği üzere, sağlık sistemlerinin durumuna pek bakılmaksızın, kalkınmış, varlıklı, güçlü ülkelerin böyle bir pandemiyi atlatma şansının daha fazla olacağı varsayılmış. Oysa genel puanı en yüksek olan ülkeler arasında yer alan ABD’nin gerçekte en fazla vaka görülen ülke (763 bin 510) haline geldiğine şahit olduk. Onu İspanya, İtalya, Fransa, Almanya ve İngiltere takip ediyor.31

ABD’nin bu başarısızlığının sorumlusu, tek derdi ekonomiyi canlandırmak olan Trump. Trump’ın ve Brezilya devlet başkanı Bolsonaro’nun ilk tepkileri, salgının “uydurma” olduğunu söyleyerek küçümsemek olmuştu. ABD’nin elinde yeterli sayıda test kiti bulunabilirdi aslında ama Trump’ın süreci geciktirmesi yüzünden utanç verici bir test fiyaskosu yaşandı. Sonuç olarak salgının yayılımı kontrol altına alınamadı, hâlihazırda kapasitesini zorlayan sağlık sistemi bir de bu pandemiyle aşırı yüklenmeye maruz kalınca maske ve önlük gibi temel koruyucu ekipmanların temini bile büyük bir mesele haline geldi. Nisan ayının başında Rob Wallace’ın veri bilimci Alex Liebman, salgın çevrebilimcisi Luis Fernando Chaves ve epidemiyoloji uzmanı Rodrick Wallace ile ortaklaşa yayımladığı makalede şu satırlar yer alıyor:

Sırf dünya tarihinin en zengin ülkesi olması itibariyle seri başı olan ABD’de yakın gelecek kasvetli görünüyor. Salgının Mayıs’a değin düşüşe geçmesi beklenmiyor ve sağlık görevlileriyle hasta ziyaretçileri giderek azalan kişisel korunma malzemelerine erişmek için şimdiden yumruk yumruğa kapışıyorlar. Hastalık Kontrol ve Koruma Merkezleri’nin (CDC) bandana ve eşarpları maske olarak kullanmalarını açıkça önerdiği hemşireler de ‘sistemin battığını’ ilan ettiler.32

Salgına dair en doğru bilimsel öngörüleri paylaşmasıyla öne çıkan Imperial College’ın epidemiyoloji ekibi, ABD’de ılımlı ihtimalle 1,1 milyon kişinin yaşamını kaybedeceğini, hastanelerdeki yatak sayısının sekiz kat aşılacağını raporladı.

İngiltere’de ise Boris Johnson’ın bilime sırtını dönerek sürü bağışıklığı stratejisine yönelmesi, virüse serbestiyet tanıdı. Trump 100 ila 240 bin arası ölümün kabul edilebilir olduğunu dile getirirken, Johnson 60 yaş üstünü bir an bile düşünmeden feda etti. Hulasa gördük ki aşırı sağın liderleri, ekonomiyi kurtarma pahasına her şeyi göze alabiliyor.

Yapılması gerekenler ortadaydı aslında. İspanya’nın başvurduğu çözüm, yani sağlık sisteminin ivedilikle kamulaştırılması bunların başında geliyor. Böylece herkesin sağlık hizmetlerinden eşit ve ücretsiz faydalanması sağlanır. Sermayenin değil kamu sağlığının öncelikli olduğu bir dünyada, her mantıklı insanın onaylayacağı üzere; zorunlu faaliyetler dışındaki tüm sektörler ve işyerlerinin tatil edilmesi gerekir ki nüfusun büyük bölümü sosyal mesafelendirmeye katılabilsin. Çalışmak zorunda kalan işçiler için güvenli koşulların sağlanması beklenirken, evde kalmaları istenenlerin de ücretli izin hakları tanınmalıdır. Bu arada işsizlere de bu süre boyunca işsizlik maaşı ödenmeli elbette. Bu koşullar yaratıldığında, çözüm sunabileceği bilinen tek bir strateji var; testlerin nüfusa mümkün olduğunca yayılması. Ne kadar çok kişi test edilebilirse toplanan veriler o kadar sağlam olur. Düşük nüfuslu bir ülke olan İzlanda’nın başvurduğu yöntem buydu ve böylece tüm dünya için önem arz eden veriler elde ettiler. Örneğin, virüs ülkeye girdikten sonra İzlanda’ya özgü bir mutasyonun ortaya çıktığı ve enfekte olanların yarısının asemptomatik oldukları anlaşıldı.33

Salgınlardaki en kritik faktörlerden biri, virüsün yayılma becerisi ile belirti gösteren vakaların ilişkisinde yatıyor. Yayılma becerisi, enfektivite denilen; dokulara yerleşip çoğalabilme hızı ve yeteneğiyle ölçülür. SARS ve MERS’te virüs, semptomların ortaya çıkışıyla yayılmaya başlıyordu.34 Karşı karşıya olduğumuz virüsün hangi aşamada bulaştığı konusu da muamma. Yukarıdaki bilinmezlere bu da eklenince ortaya çıkan şekilsiz ve flu tablo, Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemi karşısında nasıl bu kadar çaresiz kalabildiğini bir nebze de olsa açıklıyor. Salgının başından bu yana tanık olduğumuz birbiriyle çelişen açıklamaları, alınabilecek önlemleri geciktirmişti. Virüsün hücreye girebilmek için ACE2 enzimlerini nasıl kullandığını, hücreleri nasıl aldattığını ya da genomik özelliklerini ve geçirdiği mutasyonlarda ne gibi beceriler kazandığını öğrenebiliyor olsak da gerçek yayılma hızı ve öldürme oranı gibi elzem verileri netleştiremiyoruz.

Buna rağmen ve sanki geride bıraktığımız üç ay boyunca örnek bir mücadele sergilemişler de nihayet her şey yoluna girmiş gibi, çıkış stratejilerini de şimdiden tartışmaya açtılar. Karantinanın kademeli olarak kaldırılmasını deneyecekleri anlaşılıyor. Sebebi, kapitalizmin çok büyük bir buhranla test ediliyor oluşu. Korkmakta haklılar; Alex Callinicos “Ekonomi hakkında ‘uçurumdan yuvarlanmak’ diye çok eski, klişe bir söz vardır. Bu kez gerçekten tüm dünya ekonomileri için rahatlıkla kullanılabilir” diyor.35 Hepsi ekonomilerini canlandırmak istiyor. Ancak tek gerçekçi çıkış stratejisi, aşının ya da tedavinin bulunması olacak. Bunun dışındaki tüm yönelimler maalesef yine kitle bağışıklığını gündeme getiriyor.

Harvard Üniversitesi araştırmacıları, SARS-CoV2 bağışıklığının geçici mi yoksa daimi mi olacağının henüz bilinmediğini hatırlatıyor; eğer geçici bağışıklık durumu söz konusuysa kitle bağışıklığının öyle kolayca oluşması beklenemez.36 İlk enfeksiyonda bağışıklık oluşuyor mu, bilmiyoruz. Bu durumda, aynı kişinin tekrar enfekte olma ihtimali de var demektir. İlk seferde oluşuyorsa bile, bağışıklığın ne kadar süre boyunca etkili olduğu da bilinmiyor. Ekonomiyi bu koşullar altında ve böylesine çaresiz stratejilerle kurtarmaya çalıştıkları için yine işçileri feda edecekler. Ayrıca sağlık sistemlerinin kırılacakları noktaya dek zorlanacağı da biliniyorken bu tür neoliberal hesaplarla bir yere varılamayacağı aşikâr. Harvard araştırması, mesafelendirme tedbirlerinin en az iki yıl daha (hatta belki de 2025’e dek) sürdürülmesi gerektiğini gösterdi; “SARS-CoV2 bağışıklığı daimi ise, virüsün asgari beş yıl içinde ve büyük bir patlama sonrasında ortadan kaybolması beklenebilir.”

 

Sosyalizm! Hemen, Şimdi!

Amerikalı teorisyen Mike Davis “Yaratık Nihayet Kapıya Dayandı” başlıklı makalesinde sayısal verilerin kaosa dönüştüğü gerçeğine değiniyor; “Test kitlerinin yetersizliği ya da hiç mevcut olmaması, salgının yavaşlatılması umudunu yerle bir etti. Bu durum; viral replikasyon oranı, enfekte olan nüfusun büyüklüğü ve ılımlı enfeksiyonların sayısı gibi önemli parametreler konusunda hata oranı düşük tahminler yapılmasına da mâni oluyor.”37

Davis “Aşılar değil, duvarlar yükseliyor” diyor; “Geleceğe yönelik olarak, bundan daha şeytani bir plan olabilir miydi?” Duvarların yükselişi, geçtiğimiz yıllarda sivil toplum örgütleri ve sendikaların gücünü elinden almaya çalışan (ve birçok ülkede bunu başaran) otoriterizmin Macaristan’da Viktor Orban, Brezilya’da Bolsonaro, ABD’de Trump, Hindistan’da Modi gibi aşırı sağcı liderleri, neoliberal politikaları yerle bir edebilecek bu pandemi karşısında, maskelerini bir kenara bırakıp gerçek yüzlerini açıkça sergilemek zorunda bıraktı. Diktatörlüğünü ilan eden Orban tam da kendisinden beklenebileceği üzere hemen azınlıklara yönelerek cinsiyet geçişi operasyonlarını yasakladı, “sahte haber” sayılabilecek her türlü paylaşıma hapis cezası getirdi, muhbirleri devreye soktu.38 Modi de bu sırada aç kalmamak için başka şehirlere göç etmek zorunda bırakılan göçmen işçilere, kolluk kuvvetleriyle karşılık veriyordu.

Neoliberalizmin “önemli figürler” olarak öne çıkardığı bazı isimlerin de ayarının kaçmaya başladığına şahit olduk. Ya da belki fabrika ayarlarına geri dönüşlerine tanıklık ediyoruzdur. Örneğin ABD’de yaşayan Türk asıllı doktor Mehmet Öz, Trump’ın ‘hayatın normale dönmesi gerektiği’ safsatasını destekleyen açıklamasında, okulların açılmasına ilişkin şunları söyledi (söyleyebildi); “Bazı şeyler bir sorun olmadan açılmalı; örneğin okullar. Size söylüyorum, okullar çok çekici bir fırsat. Lancet dergisinde yeni bir makale gördüm. Makalede okulların açılmasının toplam ölüm sayısını yüzde 2 ila 3 arasında artıracağı ifade ediliyordu.”39 Yüzdelerle sunuyor ama kendisi de bunun milyonlarca çocuk anlamına geldiğini adı gibi biliyor aslında. İşte bu, su katılmamış melanetin ta kendisi.

Grotesk liderler ve onların pek de seyrek olmayan dalkavukları ekonomileri ayakta tutma paniğiyle, Nietzsche’nin deyimiyle “Kana susamış kansız ruhlar” olduklarını iyiden iyiye açık etmeye başlamışken, Oxfam’ın yeni eşitsizlik raporu “Yoksulluk Değil, Onurlu Bir Yaşam”, salgının, yarım milyar kişinin yoksullaşmasıyla sonuçlanabileceğini gösterdi.40 Üç milyar insanın evinde, ellerini yıkayabilecekleri bir lavaboları bile yok.41 Bu, her beş kişiden sadece üçünün böyle imkânlara erişebildiği anlamına gelir. Popülist liderler sermayedarları kurtarmaya çalışırken, yoksullar ordusuna yarım milyar insan eklenecek.

Rob Wallace, Alex Liebman, Luis Chaves ve Rodrick Wallace’ın, salgının nasıl vuku bulduğuna dair temel önermelerini müteakip kapitalizm teşhiriyle sundukları makale, içinde bulunduğumuz durumun mükemmel bir resmini sunuyor:

Covid-19 ve benzeri patojenleri meydana getiren, altta yatan faal öncül, sadece herhangi bir enfeksiyöz etken veya klinik seyrinde değil, aynı zamanda sermayenin ve diğer yapısal nedenlerin sabitlediği ekosistemik ilişkiler alanında bulunur. Farklı taksonları, kaynak konakları, bulaşma biçimlerini, klinik seyirleri ve epidemiyolojik sonuçları gösteren çok çeşitli patojenler, bizi her salgında gözü dönmüş bir biçimde arama motorlarımıza sevk eden tüm alametler, aynı türden toprak kullanımı ve değer birikimi çevrimleri boyunca farklı kısımları ve patikaları işaret eder.

Genel bir müdahale programı, belirli bir virüsün çok ötesinde, paralel olarak işler.

Yabancılaşmanın ortadan kaldırılması, en kötü sonuçları şu andan itibaren önleyecek sıradaki büyük insani değişime, yani yerleşimci ideolojilerin terk edilmesine, insanlığın Dünya’nın yenilenme çevrimine tekrar dâhil edilmesine ve sermaye ile devletin ötesinde, çokluklarda bireyleşme duygumuzun yeniden keşfedilmesine olanak sunuyor. Tüm nedenlerin salt ekonomik olduğuna inanmak, kurtuluş için yeterli olmayacaktır. Küresel kapitalizm, birçok sosyal ilişki katmanına el koyan, onları içselleştiren ve düzenleyen çok başlı bir yılandır. Kapitalizm, yerine göre bölgesel değer rejimlerini hayata geçirirken, ırk, sınıf ve cinsiyetin karmaşık ve birbirine bağlı alanları boyunca faaliyet gösterir.42

“Sermayeden bağımsız bir patojen yok.”43 Sermayedarlar Amazonlar’ın çok uzağında olsalar bile, son 50 yılda yağmur ormanlarının yüzde 17’sinin kaybedilmiş olmasından doğrudan ya da dolaylı olarak sorumlular. Biz o filmin, ormanların Bolsonaro tarafından şirketlere pazarladığı bölümünü izlerken, Andreas Malm’un “Fosil Sermaye” adlı kitabında etraflıca resmedildiği şekliyle; başrol oyuncusu (yani doğumuna 1800’lerin ortalarında Britanya’da tanıklık edilen ve kısa sürede dünyayı ele geçirip kapitalist rekabetin doğasını yaratan fosil ekonomisi), kendisi bile henüz farkında değilken, yağmur ormanlarını çoktan ateşe vermişti bile.44 Endüstriyel tarım ve hayvan fabrikalarının temelleri de o zamanlarda ve yine fosil yakıt endüstrisinin gelişimini destekleme gayesiyle atıldı. Tarım ilaçları bile fosil yakıtlardan elde ediliyordu. Günümüzdeyse artık gıda üretim ve tedarik zincirinin her aşaması ona bağımlı. Pandeminin asıl sorumlusu doğayı meta olarak kullanan kapitalizm ve onun neoliberal politikaları ise, bu düzenin temellerini atan da fosil yakıt endüstrisiydi.

Fosil yakıtların, kapitalizmin ta kendisi olduğunu bildiğimize göre, o zaman bu buhranı onlardan kurtulmadan sonlandırma çabasının nafile olduğunu da görmeliyiz. Başka çaremiz yok. İngiltere Sosyalist İşçi Partisi (SWP) Ulusal Sekreteri Amy Leather “Fosil Yakıtlara Çaresizce Adanmak” adlı makalesinde çözümün bizzat sorunun içinde yattığını hatırlatıyor: Öyleyse; “üretimin, çıkarları değil ihtiyaçları beslediği; kaynaklar, imalat ve ekonominin demokrasiye yakışır şekilde denetlenme hakkının ezici çoğunluğa devredildiği gerçek bir sosyalist dönüşüm üzerine konuşmalıyız.”45

Muhal bir hayal mi, yoksa kozmosun cisimleşmiş bilinci olarak ve yalnızca insanlık adına değil, gezegendeki tüm türleri de temsilen, yaşam adına üstlenmemiz gereken bir sorumluluk mu? Siz karar verin.

 

Dipnotlar:

1 Worldometer, 2020.

2 NIH , 2012.

3 Chown, 2015, s. 13-14.

4 Kean, 2014, s. 161.

5 Zhang vd. 2020

6 Huang vd. 2020.

7 Lam vd. 2020.

8 Andersen vd. 2020

9 Lynteris ve Fearnley, 2020

10 Smith vd. 2014

11 Jones vd. 2008

12 WWF, 2018, s. 7.

13 Global Footprint Network, 2020

14 WWF, 2019, s. 4

15 Olivero vd., 2017

16 Carrington, 2020

17 Wallace, 2016 s. 52.

18 a.g.e. s. 56-57.

19 Dhingra vd., 2018.

20 Harvey, 2020.

21 Wallace, 2016 s. 52.

22 a.g.e. s. 56-57.

23 Harvey, 2020

24 Dyer-Witheford, 2019, s.

25 a.g.e., s. 34.

26 Doppler radarı, fırtına ve tornadoların hareket, yön ve hız verilerini üretmek için Doppler kaymasını kullanan, son derece hızlı ve keskin ölçümler yaparak kısa vadeli hava tahminleri de verebilen özel bir radar türüdür.

27 Dyer-Witheford, 2019, s.

28 BBC, 2020

29 Ghebreyesus, 2020.

30 GHS Index, 2020.

31 Worldometer, 2020

32 Wallace , 2020.

33 Covid-19 Iceland, 2020

34 Cai, 2006.

35 Callinicos, 2020.

36 Kissler, Stephen M. vd., 2020.

37 Davis, 2020.

38 Szijarto ve Schwartzburg, 2020.

39 Hall, 2020.

40 Oxfam, 2020.

41 UNICEF, 2020.

42 Wallace vd. 2020.

43 Pabst, 2020.

44 Malm, 2016.

45 Leather, 2017.

 

Kaynakça

Klein, Naomi, 2010, Şok Doktrini: Felaket Kapitalizminin Yükselişi, çev. Selim Özgül, Agora Kitaplığı, İstanbul.

Worldometer, 2020, “Covid-19 Coronovirus Pandemic” (19 Nisan), https://www.worldometers.info/coronavirus/

NIH, 2012, “NIH Human Microbiome Project defines normal bacterial makeup of the body”, https://www.nih.gov/news-events/ news-releases/nih-human-microbiome-project-defines-normal-bacterial-makeup-body

Chown, Marcus, 2015, Dünya’nın Tüm Dertleri, çev. Zeynep Arık Tozar, Domingo Yayıncılık, İstanbul, s.13-14

Kean, Sam, 2014, Bitmeyen Keşif DNA, çev. Berna Kılınçer, Kolektif Kitap, İstanbul, s. 161

Zhang, Tao vd. 2020, “Probable Pangolin Origin of SARS-CoV-2 Associated with the COVID-19 Outbreak”, Current Biology, cilt: 30 sayı: 7, https://doi.org/10.1016/j.cub.2020.03.022

Huang, Chaolin vd. 2020, “Clinical features of patients infected with 2019 novel coronavirus in Wuhan, China”, The Lancet, cilt: 395 sayı: 10223, https://doi.org/10.1016/S0140-6736(20)30183-5

Lam, T. T. vd. 2020, “Identifying SARS-CoV-2 related coronaviruses in Malayan pangolins”, Nature, https://doi.org/10.1038/s41586020-2169-0

Andersen, K. G. vd. 2020, “The proximal origin of SARS-CoV-2”,

Nat Med, 26, 450-452, https://doi.org/10.1038/s41591-020-0820-9

Lynteris, Christos ve Fearnley, Lyle. 2020, “Why shutting down Chinese ‘wet markets’ could be a terrible mistake”, The Conversation, https://theconversation.com/why-shutting-down-chinese-wet-markets-could-be-a-terrible-mistake-130625 (19 Nisan)

Smith, Katherine F. vd. 2014, “Global rise in human infectious disease outbreaks”, The Royal Society Publishing, 11, 20140950, https:// doi.org/10.1098/rsif.2014.0950

Jones, Kate E. vd. 2008, “Global trends in emerging infectious diseases”, Nature, 451, 990-993, https://doi.org/10.1038/nature06536

WWF, 2018, “Living Planet Report”, der. Grooten, M. ve Almond,

R.E.A. WWF, Gland, s. 7, https://www.wwf.org.uk/sites/default/ files/2018-10/LPR2018_Full%20Report.pdf

Global Footprint Network, 2020, “World Footprint”, https://www. footprintnetwork.org/our-work/ecological-footprint/

WWF, 2019, “Living Beyond Nature’s Limits”, der. Vandermaesen, Tycho. ve Humphries, Rebecca, WWF, Brüksel, s. 4, https://www.footprintnetwork.org/content/uploads/2019/05/ WWF-GFN-EU-Overshoot-Day-report.pdf

Olivero, Jesus vd. 2017, “Recent loss of closed forests is associated with Ebola virus disease outbreaks”, Nature, Sci Rep 7, 14291, https:// doi.org/10.1038/s41598-017-14727-9

Wallace, Robert G. 2016, “Big Farms Make Big Flu: Dispatches on Infectious Disease, Agribusiness, and the Nature of Science”, Monthly Review Press, New York, s. 52, 56-57

Dhingra, Madhur S. vd. 2018, “Geographical and Historical Patterns in the Emergences of Novel Highly Pathogenic Avian Influenza (HPAI) H5 and H7 Viruses in Poultry”, Frontiers in Veterinary Science, cilt: 5, https://doi.org/10.3389/fvets.2018.00084

Carrington, Damian, 2020, “Coronavirus: ‘Nature is sending us a message’, says UN environment chief ”, The Guardian, https:// www.theguardian.com/world/2020/mar/25/coronavirus-nature-is-sending-us-a-message-says-un-environment-chief?CMP=share_btn_tw (19 Nisan)

Harvey, David, 2020, “Korona Günlerinde Anti-Kapitalist Siyaset”, Bir Artı Bir, çev. Gencer Çakır, https://www.birartibir.org/siyaset/631-covid-19-adli-sinif-depremi (19 Nisan)

Dyer-Witheford, Nick, 2019, Siber Proletarya: Dijital Girdapta Küresel Emek, çev. Eylem Akçay, Z Yayınları, İstanbul.

BBC, 2020, “Koronavirüs: Dünya Sağlık Örgütü’nün acil durum ilanı ne anlama geliyor?”, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-51319238 (19 Nisan)

Ghebreyesus, Tedros A. 2020, “WHO Director-General’s opening remarks at the media briefing on COVID-19 13 April 2020”, https://www.who.int/dg/speeches/detail/who-director-general-s-opening-remarks-at-the-media-briefing-on-covid-19–13-april-2020 (19 Nisan)

GHS Index, 2020, “2019 Global Health Security Index”, https:// www.ghsindex.org/ (19 Nisan)

Worldometer, 2020, “USA Coronavirus Cases” (19 Nisan), https:// www.worldometers.info/coronavirus/

Wallace, Rob vd. 2020, “Covid-19 ve Sermayenin Çevrimleri”, Monthly Review, Sayı: Nisan, çev. Gamze Boztepe https://sendika63. org/2020/04/covid-19-ve-sermayenin-cevrimleri-rob-wallace-alex-liebman-luis-fernando-chaves-ve-rodrick-wallace-584354/

Covid-19 Iceland, 2020, “COVID-19 in Iceland – Statistics” (13 Nisan), https://www.covid.is/data

Callinicos, Alex, 2020, “Lockdown policies hit the Global South”, Socialist Worker, https://socialistworker.co.uk/art/49851/Lockdown+policies+hit+the+Global+South (15 Nisan)

Kissler, Stephen M. vd. 2020, “Projecting the transmission dynamics of SARS-CoV-2 through the postpandemic period”, Science AAAS, DOI: 10.1126/science.abb5793, https://science.sciencemag.org/content/early/2020/04/14/science.abb5793

Davis, Mike, 2020, “The monster is finally at the door”, LINKS International Journal of Socialist Renewal, http://links.org.au/mike-davis-covid-19-monster-finally-at-the-door

Szijarto, Imre ve Schwartzburg, Rosa. 2020, “Viktor Orbán is Using the Coronavirus Emergency to Crush Minorities”, Jacobin mag, https://jacobinmag.com/2020/04/viktor-orban-coronavirus-pandemic-hungary-authoritarianism? cf_chl_jschl_tk =2a1955ca99ccd385fa9354b352f42f6c207d5ad7-1587255229-0-(12 Nisan)

Hall, Louise, 2020, “Coronavirus: Doctor claims 9.8 million people dying could be ‘worthwhile payoff ’ if schools are reopened”, Independent, https://www.independent.co.uk/news/world/americas/ coronavirus-doctor-mehmet-oz-fox-news-children-death-rate-increase-a9469446.html (17 Nisan)

Oxfam, 2020, “Dignity not Destitution”, Oxfam International, s: 7,

https://oxfamilibrary.openrepository.com/bitstream/handle/10546/620976/mb-dignity%20not%20destitution-an-economic-rescue-plan-for-all-090420-en.pdf

UNICEF, 2020, “Handwashing with soap, critical in the fight against coronavirus, is ‘out of reach’ for billions”, UNICEF, https://www. unicef.org/press-releases/fact-sheet-handwashing-soap-critical-fight-against-coronavirus-out-reach-billions (12 Nisan)

Cai, Quan-Cai vd. 2006, “Refined estimate of the incubation period of severe acute respiratory syndrome and related influencing factors”, American Journal of Epidemiology, cilt: 163 sayı: 3, https:// doi.org/10.1093/aje/kwj034

Pabst, Yaak, 2020, “Corona virus: The agricultural industry would risk millions of deaths”, Marx21, https://www.marx21.de/coronavirus-agribusiness-would-risk-millions-of-deaths/

Malm, Andreas, 2016, Fossil Capital: The Rise of Steam Power and the Roots of Global Warming, Verso, Londra

Leather, Amy, 2017, “Hopelessly devoted to fossil fuels”, Socialist Review, sayı: 420, http://socialistreview.org.uk/420/hopelessly-devoted-fossil-fuels

Enternasyonal Sosyalizm