Şenol Karakaş ile söyleşi
Enternasyonal Sosyalizm dergisinin Filistin dosyası için 7 Ekim’den bu yana olanları, dünya ve Türkiye’deki Filistin’le dayanışma hareketlerini Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) Merkez Komite Üyesi Şenol Karakaş’la konuştuk. Karakaş, hareketi bölebilecek tehlikelere dikkat çekerken aynı zamanda dünyadaki hareketin birleştirici karakterini vurguladı.
Enternasyonal Sosyalizm: 7 Ekim’de gerçekleşen Aksa Tufanı’nın üzerinden yaklaşık 14 ay geçti. Gelişmeleri ve tartışmaları nasıl ele alıyorsunuz?
7 Ekim’de İsrail Gazze’ye saldırdığında sosyalistlerin önünde bir dizi tartışma belirdi. Aniden çıktı bu tartışma başlıkları. Belki tartışma konuları beklenmedik değildi ama ortaya çıkış hızlarını beklediğimiz söylenemez. 7 Ekim Aksa Tufanı, Siyonizm’in yıkılmaz kalelerinin yıkılır, kırılgan, yapay olduğunu, yenilmez sanılan İsrail devletinin yenilebilir olduğunu göstermişti. Ama Siyonist propaganda merkezi, Nakba’nın şiddetini artırmak için bir fırsata çevirmek üzere 7 Ekim’den mağduriyet kampanyası, Hamas terörü efsanesi ve uygar İsrail’in acıklı yalnızlığına karşı savunma hakkı perspektiflerini yarattı. Ekim-Kasım ayları inanılmazdı. İsrail sadece çocukları öldürmüyor, gerçekleri de öldürüyordu. Her bomba bir yalanla beraber salınıyordu. Şifa hastanesi terörist yuvası olmakla suçlanıyor, batıda üniversitelerde “İntifada!” sloganları atanlar antisemitist ilan ediliyordu.
Hatırlarsak, Nakba’dan söz etmek yasaklanmış, Filistin halkının haklarına vurgu yapmak “İsrail’de ölen sivillere” yapılan vurgunun üstünlüğü altında suçluyu övmek anlamına gelmişti. Nakba’nın ne anlama geldiğini biliyorduk oysa, “Filistinlilerin şiddet kullanılarak yerlerinden edilmeleri, mülksüzleştirilmeleri ve toplumlarının, Filistin kültürünün, kimliklerinin, siyasi haklarının ve ulusal isteklerinin yok edilmesidir.”
Şimdi 76. yılı yaşanan en uzun soluklu soykırım/yıkım girişiminin adıdır Nakba. Bu kavrayışımız nedeniyle 7 Ekim’i birileri bütünüyle yanlış temellerde ele alırken, bizler hemen şu açıklamayı yapmayı başarabildik: “Elbette bizler de her türlü çatışmada sivillerin öldürülmesinden derin bir üzüntü duyuyoruz ama zulmün kanıksanmasına izin veremeyiz. Zulmün kanıksanması derken, İsrail’in on yıllardır uyguladığı terör politikasıyla sivilleri katletmesinin giderek olağan karşılanmasından ve bu teröre maruz bırakılanların isyanının ahlaki kurallar içinde sürdürülmesine yönelik çağrının ‘tarafsızlık’ iddiasından söz ediyoruz.”1
7 Ekim’i, sivillerin öldürülmesiyle ilk kez karşılaşmış gibi şaşkınlıkla değerlendirenler, çoktan tarihin çöp tenekesindeki yerlerini aldılar. 7 Ekim, Nakba’ya bir isyandır. Bunu kavrayanlar, zulmün kanıksanmasına izin vermeyeceklerini net bir şekilde açıklamayı da başarabildiler.
-ES: Bu tür argümanların başlangıçta bu kadar üstün hâle gelmesinin nedeni neydi sizce?
İsrail hakkındaki yaygın mitlerin meşruluğuydu. 7 Ekim’in ertesi günü öncelikli hamlemiz, İsrail hakkındaki mitleri çürütmek için kolları sıvamak oldu. Birinci mit, Filistin’in İsrail devleti kurulmadan önce gelen Siyonistler tarafından işlenen boş, kurak, neredeyse çöl benzeri bir toprak olarak tasvir edilmesidir.2 İkinci efsane içinse şöyle diyor Pappe; “Yahudiler gerçekten de ‘anavatanlarına’ ‘dönüşlerinde’ mümkün olan her şekilde desteklenmeyi hak eden Filistin’in asıl sakinleri miydi?” Üçüncü efsane ise Siyonizm’in Yahudilikle eşitlenmesiydi. Böylece, özellikle 7 Ekim’den sonra küresel bir adet hâline gelen Siyonizm’e karşıtlığın antisemitizm olarak kodlanması kolayca sağlanabiliyor. Dördüncü efsane “sömürgecilikle Siyonizm arasında” hiçbir bağlantı olmadığı iddiasıdır. Nakba’nın başlamasında Filistinlilerin gönüllü bir şekilde kaçışları teorisinden İsrail’in elinde 1967 yılında savaştan başka hiçbir seçenek olmadığı efsanesine kadar çürütülmesi gereken çokça yalan dikildi karşımıza. Ilan Pappe daha güncel efsanelerin başında İsrail’in demokratik bir devlet olduğu iddiasının geldiğini de söylüyor. Özellikle LGBTİ+ hakları tartışmaları Hamas’ı yerden yere vurmanın aracına evrilirken İsrail’in uygarlığının bir kanıtı olarak öne sürüldü. Oslo barış sürecinin ve esas olarak iki devletli çözümün çözüm olmadığını da bu efsaneler zincirine karşı öne sürmek çok önemliydi. Bir başka efsane ise Gazze Şeridi’nde yaşanan yoksulluğun Hamas’ın doğasından kaynaklandığı yalanıydı.
Bu yalanları ekim ayından beri teker teker çürütüyoruz. Sadece teorik bir tartışmayla değil üstelik, sokakta pratik bir kampanyanın parçası olarak da.
Bu nedenle, en baştan beri kullandığımız bir metafor çok açıklayıcı ve İsrail hakkındaki tüm efsaneleri yerle bir ediyor.
ES: İsrail’in inşa ettiği rejimi nasıl ele almak gerekir?
Şu netliğe sahip olmak mümkündü: “Bazen rüzgâr ekenler fırtına biçiyorlar. Filistin direniş güçlerinin eylemlerinin nedeni de bu eylemlerde sivillerin ölmesinin nedeni de direniş güçleri içinde yer alan Hamas diye bir örgütün varlık nedeni de İsrail’in uyguladığı ve Filistin halkını imha eden terör politikalarıdır. İsrail 1948’den bu yana etnik temizlik, sürgün ve cinayet yoluyla apartheid politikaları uyguladı ve emperyalizmin bölgedeki uç karakolu gibi çalıştı.”3
Rejimin niteliğini apartheid olarak tanımlayamayınca anlık gelişmelerde Siyonizm’in kanlı bıçağını bileylerken bulabilir insanlar kendilerini. Nitekim hiç beklemediğimiz insanlar bileyciler kervanına katıldı. Ölen siviller nedeniyle Hamas’ı lanetleme yarışında o kadar ileri gittiler ki bir direniş örgütünün varlığı, İsrail’in soykırımcı işgaline sessiz kalmalarına neden oldu. Oysa, sakin kalabilseler, daha 7 Ekim’den bir hafta önce Cenin Mülteci Kampı’nın İsrail tarafından vurulduğunu ve 12 Filistinlinin öldürüldüğünü görebilirlerdi.
Apartheid rejimini görmezden gelenler, iki devletli çözüm tartışmasında utangaç bir şekilde İsrail’in yerleşimci sömürgeciliğini meşrulaştırırken buldular kendilerini. “Biz Filistin halkının kararına saygılıyız” sözü, Filistin halkı korsan bir devlet ve emperyalist güçler tarafından imha edilirken, nefes almak için acil ateşkes talep ederken hiçbir şey söylememektir. İsrail korsan bir devlettir, iki devletli çözüm Filistin halkını soykırıma hem de tüm soykırımlardan süresi açısından ayrılan bir soykırıma maruz bırakmanın meşrulaştırıcısı hâline gelmiştir. İsrail devletinin yıkılmasını ve bu devletin tepeden tırnağa tüm yetkililerinin hesap vermesini talep etmeden söz söyleyenler apartheid rejiminin karakterini kavramaktan uzaktır. Elbette Filistin halkının kararına saygı duyacağız ama iki devletli çözümün çözümsüzlüğünü de anlatmaya ara vermeyeceğiz.
ES: Bu farklı yorumların islamfobiyle bir ilgisi olduğunu düşünüyor musunuz?
7 Ekim’den sonra bir süre Siyonizm’in geçici hegemonyasıyla mücadele ederken bir sorun da Hamas’ın ele alınışında yaşandı. İslamofobik sağ ve sol analizler ortak bir noktada birleşti ve özellikle Türkiye’de AKP prizmasından geçirilerek ele alınan Gazze tartışması, solun çeşitli kesimleri için utanç verici bir paralize olma durumu yarattı. Geçen sene kasım ayında şunu yazmıştım:
Kendi vatandaşlarını sadece koruyamayan değil, öldüren bir devletin estirdiği 75 yıllık terör, savaş yalanlarıyla el ele ilerliyor. 11 Eylül’ün intikamını almak isteyen ABD Irak’ı, kitle imha silahlarına sahip olduğu gerekçesiyle işgal edeceğini söylüyordu. Birleşmiş Milletler silah denetçileri Irak’ta dumanı tüten tek bir silah bulunmadığını söylemelerine rağmen ABD’nin tüm lider kademesi, bu yalanı ısrarla sürdürdüler. Irak’ı yakıp yıkmak için bu yalanı sürekli olarak anlattılar. 7 Ekim’de kafası kesilen İsrailli bebekler yalanı gibi, Şifa hastanesinin Hamas karargahı olduğu yalanı gibi. İsrail’in bu propagandası asla küçümsenemez. Filistin halkıyla dayanışmak, antisemitist olmaya indirgeniyor. Antisemitizmin mucitleri, Naziler, Neonaziler, aşırı sağcılar, göçmen düşmanı ırkçılar Avrupa’da savaş ve işgal karşıtlarını antisemitist olmakla suçluyor. Çünkü bu propagandanın omurgasını, sorunun İsrail’le Hamas arasında bir savaş olduğu fikri oluşturuyor. İnanmamızı istedikleri yalan bu. Bu yalanın çürütülmediği her saniye, Filistin’de bir çocuk ölüyor.4
11 Eylül saldırılarından El Kaide’yi sorumlu tutmaktan çok daha ağır bir yanılgı solun Hamas’a dair yaptığı tartışmaların merkezini oluşturuyordu. Devletlerin örgütlere not vermesi gibi muhalif saflarda da hangisi terör örgütü hangisi değil tartışmaları yaşandı ilginç bir şekilde. Ama Hamas sadece terör örgütü olarak değil, AKP’yle bir ve aynı şey olarak da ele alınıyordu. Bu zaman zaman bilinç altında kurulan zincirleme bir bağlantı olarak öne çıkıyor: Hamas-IŞİD-AKP! Bu garip Bermuda Şeytan Üçgeni, Gazze dayanışmasında muhalefetin ayaklarının titremesine neden oldu. Sadece 31 Mart seçimlerine aşırı bir yoğunlaşma değil, AKP’nin hegemonik olduğu düşünülen bir alanda, “İslamcıların” duyarlı olduğu açık olan bir alanda politik mücadeleye girmemek bir tercih olarak öne çıktı.
Filistin’e Özgürlük Platformu gibi yapıları kıymetli kılan da, muhalif saflarda yaşanan bu kafa karışıklığına net bir yanıt vererek şekillenmiş olması ve aralıksız bir faaliyet sürdürmesidir. Anne Alexander’ın işgalin 6’ncı ayında “Dolayısıyla acil bir görev var: Filistinlilerin yanında duran ve yeni militarizm çağının savaş çığırtkanlarına karşı kitlesel direnişin temelini atan bir hareket inşa etmek” diyerek5 adlandırdığı hedef ekim ayının başından itibaren durduğu yerde duruyordu.
Bu yüzde sorunuzun yanıtı, “evet”tir. İslamofobi çeşitli maskelerin arkasına saklanarak Filistin için dayanışma mücadelesini bölmeye çalıştı. Solun bazı kesimlerinin İsrail vahşeti karşısında kılının kıpırdamamasının nedeni de bu.
ES: İktidar cenahının sürece bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim, yani devrimci Marksistlerin hemen 8 Ekim’de Aksa Tufanı’ndan birkaç saat sonra yaptığı açıklama, sadece Nakba’yı kavrayamayanlar ve sivil ölümleri görmezden geldiğimizi düşünenler tarafından değil, görev olarak AKP’nin çarklarının yağlanmasını belirleyen coşkusuz AKP’liler, (kullanmayı sevdiğim tabirle) AKP yağdanlıkları tarafından da eleştirildi. AKP içindeki son öncü işçi saf değiştirmeden saray soytarılığına son vermemeye kararlı birileri, Filistin’e Özgürlük Platformu’nun ilk eyleminin Marksist.org’da haberleştirilmesinden, bu haberde kullanılan “Bağımsız-demokratik-laik-birleşik Filistin için Filistin halkıyla dayanışmaya” sloganından yola çıkarak Hamas’a mesafeli bir tutum aldığımızı iddia edecek kadar şuur yitimine uğrayarak, kişisel kabuslarını politika ve teoriyle karıştırmışlardı. Hem sol içinde hem de genel olarak Hamas’ın direnişin liderliğini yapan örgüt olduğunun altını ısrarla çizdiğimiz hâlde bu türden laiklik tartışması yapanlar sadece Filistin tarihinden değil, Filistin için mücadele eden sosyalistlerin tarihinden de kopuk bir şımarıklık içindeydiler. Örneğin aynı konuda Uluslararası Sosyalizm Akımı’nın da yaptığı açıklama laiklikle ilgili şu vurguyu yapıyordu:
Siyonist yerleşimci sömürge devleti İsrail var olduğu sürece Filistin sorununun çözümü olamaz. Yapısal olarak Filistinlilerin mülksüzleştirilmesine ve baskı altına alınmasına dayanıyor. Onlarla barış içinde bir arada yaşayamaz; ya Filistinlilere karşı sürekli savaşmalı ya da aşırı sağın talep ettiği gibi onları yok etmeli ya da sınır dışı etmelidir. 7 Ekim saldırıları, Siyonizmin tarihi hedefi olan bu devletin, kendi Yahudi vatandaşlarının güvenliğini bile garanti edemediğini gösterdi. İsrail topraklarında ve İşgal Altındaki Topraklarda, Arapların ve Yahudilerin, Müslümanların ve Hıristiyanların eşit haklarla barış içinde bir arada yaşayabileceği laik demokratik bir devlet şeklindeki, Filistin ulusal hareketinin orijinal vizyonunu destekliyoruz.6
Aklı başında her insan, Filistin ulusal hareketinin orijinal vizyonunun, İsrail devletinin otokratik niteliğine yönelik sert bir eleştiriyi kapsadığını bilir. Filistin’in özgürlüğünü savunurken laik-demokratik ve birleşik Filistin’i savunmayı Hamas eleştirisi olarak ele almak için Hamas-din-halkın afyonu meselelerinde aşırı sağcı bir pozisyona savrulmak gerekir. Saray soytarıları, genellikle ‘CHP’lilere benzemeyeceğiz’ derken AKP’nin lider kadrosuna benzemek zorunda kalanlardan oluşur. Burunlarında mandal, Kılıçdaroğlu’na oy vermeye giderken kafalarına kadar AKP foseptiğinde gezinmek elbette Gazze ile dayanışmak için geçerli bir yöntem olamazdı. Kısa sürede, Gazze için dayanışma eylemlerinde yandaş örgütler ön almaya başladı ve sorunu sadece laiklik meselesinden değil, Filistin’in özgürlüğü meselesinden de koparttılar. Arada sırada “Mehmetçik Gazze’ye!” sloganıyla yürüyüş yapan iktidar yandaşı gruplar, hareket içinde antisemitizme ve doğrudan iktidara yönelik eleştiriler keskinleşmeye başlayınca sahneden çekildiler. Bu gruplar, yağdanlık vazifesi gören önemsiz ekipler değil, doğrudan AKP makinesinin parçası olan yapılardı. Sahneden çekilişleri çok hızlı oldu. Arada sırada, duyurmadan, gizlice eylemler yapıyorlar. AKP ise 7 Ekim’den hemen sonra olduğu gibi büyük kalabalıkları Gazze dayanışması için bir araya getirmekten hızla vazgeçti.
Tıpkı göçmen krizinde olduğu gibi Gazze konusunda da sağcı bir eğilim, Erdoğan iktidarının olumlu bir politik pozisyon aldığını düşünüyor. Gerçekten olumlu bir politik pozisyon aldığından değil, AKP’nin olumlu bir politik pozisyon alma eğilimine tutkuyla bağlı olduklarından böyle düşünüyorlar. Bu o kadar berbat bir tutku ki Türkiye’de göçmen düşmanlığının faturasını yalnızca Ümit Özdağ ya da Tanju Özcan’a kesince göçmenlerin haklarını savunmuş oldukları için gönülleri ferah oluveriyor. Oysa bu memlekette kuşların uçuş güzergahını bile Recep Tayyip Erdoğan tayin ediyor. Göçmenlerin, Geri Gönderme Merkezleri’nde yaşadığı her sorunun sorumlusu, daha da önemlisi, göçmenlere yönelik cinayet ve pogrom girişimlerinin doğrudan örgütleyiciliğini yapanların cesaretlerinin kaynağı da bu iktidardır.
Gazze konusunda iktidarın olumlu bir tutum alabileceği yönündeki inancın hiçbir gerçek nedeni yok. Bu bir inanç. Bu, Pappe’nin İsrail hakkındaki 10 efsaneyi çürüttüğü gibi çürütmemiz gereken bir efsane.
-ES: AKP’ye dair mitlere örnek verebilir misiniz?
AKP’nin Gazze konusundaki tutumuna dair bezdirici mitlerden birisi Güney Afrika’nın İsrail aleyhine açtığı davaya dair. İnsanlar Erdoğan’ın (Güney Afrika) Lahey sürecinin parçası olduğuna inanıyordu. Evet, inanç bu yöndeydi. Türkiye resmen başvuru yapmamış olmasına rağmen, resmen başvurmuş gibi davranılıyor, Türkiye’nin İsrail’in soykırım suçundan yargılandığı uluslararası davanın aktif bir parçası olduğu düşünülüyordu. Oysa değildi. Ortada sadece bir niyet beyanı vardı. Bu beyandan sonra aradan haftalar geçti ve İsrail’in soykırımı tüm vahşetiyle sürmesine rağmen Türkiye hâlâ taraf olmadı. İktidar aylar sonra ancak resmî olarak taraf olmak için başvurdu. Ama insanlar inanmak istiyor. AKP, İsrail’e mutlaka haddini bildirecektir diye düşünmek istiyor.
Gerçek ise inançlardan çok daha acıklı bir manzara çiziyor. Gerçek, Filistinli Nabel Hassan’dır. Haksız bir şekilde gözaltına alınıp polis tarafından dövülen ve 5 Haziran 2023 günü hapishanede ölen Filistinli genç… Bu gencin babası Erdoğan’a bir mektup yazdı, mektuptan öğreniyoruz ki Nabel Hassan 10 yıl boyunca İsrail zindanlarında ıstırap çeken babasının kaderini paylaşmamak için Türkiye’ye kaçan bir gençmiş.
Şunu gururla söyleyebiliriz ki, biz Gazze için sokaklara çıkan on binlerce insan, AKP hakkındaki illüzyonları hızla paramparça ettik. Ama bunlar kökleri derinlerde olan illüzyonlar, sürekli olarak gündemde tutulup eleştirilmezse yeniden devreye girmesi, insanları ikna etmesi mümkün olan fikirler. Bu yüzden son 14 ayda sergilediğimiz başarılı, yüksek propaganda gücüne dayalı Gazze’yle dayanışma eylemlerimize hiç ara vermeden devam etmeliyiz.
Bunun için hangi aşamalardan geçtiğimizi hatırlamakta fayda var.
-ES: İki devletli çözüm tartışmaları çok yer kapladı mücadele içinde galiba.
7 Ekim’den sonra dünyada ve Türkiye’de Filistin’le dayanışma eylemlerinin ana sloganı “From the river to the sea, Palestine will be free/ Nehirden denize özgür Filistin” olarak şekillenmeye başladı. Filistin direniş örgütlerinin zaman zaman iki devletli çözüm önerisini kabul etmiş olmaları, Türkiye’de yaşayan sosyalistlerin ve demokratik muhalefetin kafasını karıştırıyor. “Biz Filistin direniş örgütlerinin ya da Filistin halkının kararını destekleriz, tutum belirtmeyiz” şeklinde özetlenebilecek bu yaklaşım ilk bakışta makul gibi görünebilir. Ama makul değildir. Nitekim Filistin’e Özgürlük Platformu (FÖP) daha ilk kuruluş toplantısında yapılan tartışmayla iki devletli çözüm önerisinin reddi konusunda net bir çerçeveye sahipti.
Makul gibi görünen ise bütünüyle müphem bir yaklaşımdır. Sırtını sağlama almaya çalıştığı çok açıktır bu yaklaşımın. Bunu en iyi Kürt sorununda görüyoruz. Ezilen ulus sosyalistleri, ezilen halkın, ayrı devlet kurma hakkı da dahil, kendi kaderini tayin hakkını desteklemek zorundadır. Bu enternasyonalist olmanın, sosyal şovenizmle mesafelenmenin ve bu sayede kendi egemen sınıf ve devletinden ideolojik ve politik olarak bağımsız kalmanın tek yoludur.
“Nehirden denize özgür Filistin”i savunmak zorundaydık ve diyebilirim ki aylar içerisinde, her bir eylemde dile getirilen bu slogan ve bu sloganın arkasındaki ana fikir artık hegemonyasını kurmuş durumda..
Anne Alexander İsrail rejiminin karakterini açıklarken bu fikri şöyle ele alıyor:
Batılı liderler tarafından tercih edilen bir söylem, 1990’larda başlayan Oslo “barış sürecinin” çökmesinden Filistinlilerin sorumlu olduğu ve dolayısıyla yaşayabilir bir Filistin devletinin ortaya çıkamamasının suçlusunun da onlar olduğudur…
Apartheid gerçeğini kabul etmek önemlidir çünkü Batılı liderlerin Oslo barış sürecinin gerçekten “iki devletli çözüm” için bir alan sunduğu iddialarının kofluğunu ortaya koyar. Oslo süreciyle oluşturulan Filistin Yönetimi (FY), akla gelebilecek her düzeyde İsrail devletinin emrindedir. Kurumları öncelikle İsrail’i Filistinli nüfusa hizmet sunma yükünden kurtarmaya ve İsrail ordusuyla işbirliği içinde taşeron bir polis gücü olarak hareket etmeye hizmet etmektedir. Dahası, Filistinlilerin sözde kontrolü altındaki topraklar bile sakinleri Filistinlileri düzenli olarak cezasız bir şekilde öldüren ve yaralayan, ekinlerini yok eden ve kuyularını dolduran İsrail yerleşimlerinin genişlemesiyle giderek azalmaktadır.7
Filistinli olmayan ama iki devletli çözüm fikrine aşırı bir bağlılık gösterenlerin (aralarında antisemitizme taviz vermeme konusunda kararlı olanlar da bulunsa dahi) İsrail’in apartheid rejiminin niteliği konusunda kafalarının oldukça karışık olduğunu söyleyebiliriz. Güney Afrika’da beyaz üstünlükçü rejim ne kadar olağansa İsrail devletinin inşa ettiği rejim de o kadar olağandır! Filistinli üstüne Filistinli ölürken Joe Biden “gazetecilere çatışmanın sona ermesinin ancak ‘iki devletli çözüm’ ve İsrail’in yanında ‘gerçek’ bir Filistin devletinin kurulmasıyla mümkün olacağını” söylemişti. Buradaki sinsilik görülmeyecek, kavranmayacak gibi değil. ABD, en başından beri İsrail’in yerleşimci sömürgeciliğinin garantörü. İsrail’in varlığı ABD için olmazsa olmaz bir gerçeklik. İki devletli çözüm dediği ise, İsrail’in cezalandırılmadığı 76 yıllık kanlı işgal uygulamalarının uluslararası düzlemde meşrulaştırılması. Yine Anne Alexander’ın sözleriyle devam edersek, “Filistinlilerin ulusal kimlikleri nedeniyle temel sivil, sosyal ve demokratik haklarını inkar eden bir İsrail rejiminin, kontrol ettiği topraklarda gerçek Filistin egemenliğinin uygulanmasını da sistematik olarak engelleyeceğini” son 8 ayda oluşan muazzam farkındalık nedeniyle hemen herkes gördü. Bu yüzden iki devletli çözümü savunmak, sosyalistlerin işi değildir. İsrail devletinin yıkılmasını savunmaktır sosyalistlerin işi.
-ES: Hamas’ın yıllardır Gazze’de direnişin ön saflarında olması tartışmaları bulandıran bir etken değil mi?
Hamas’ın 2006 yılında seçimleri kazanması, demokrasiye en saygısız ülke olan ABD’nin özel nefretini topladı. Mahmut Abbas aracılığıyla, seçim sonuçlarını tanımayan düpedüz bir darbe planlandı. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condolize Rice’ın ısrarcı olduğu darbe girişimi Hamas’ın karşı müdahalesiyle püskürtüldü. Doğrudan emperyalizmle işbirliği içinde girişilen bu süreç Hamas’ın bugünkü etkinliğini de Abbas’ın yalnızlığını da açıklayan etkenlerden birisi. ABD, Hamas nefretiyle, kontrolü dışında bir siyasal gücün kendi iki devletli çözüm anlayışını zedeleme ihtimaline karşı kapıların kapanmasını istiyor.
Hamas kuşkusuz bir dizi tartışmayı tetikledi.
Oslo süreci hakkında yaratılan tüm efsaneler de İsrail işgalini meşrulaştırmak için geliştirilen ABD-İsrail stratejileridir. Ilan Pappe’nin net bir şekilde aktardığı gibi, Oslo’da önerilen iki devletli çözüm, İsrail’in hem ne kadar toprağı Filistinlilere verme hem de geride bıraktığı topraklarda ne olacağını tayin etme yetkisine sahip olması anlamına gelen bölücü bir teklifti.8
İki devletli çözüm, soykırımı teşvik etmektir
Oslo Barış Süreci’nin sonucunda imzalanan antlaşmayla hem Batı Şeria bölünmüş hem de Gazze Şeridi “Yahudi” ve “Filistin” bölgeleri olarak ayrılmış, ama ayrıca Filistin bölgeleri bir de küçük kantonlara bölünmüştür. Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkını kapsamayan Oslo ve Camp David süreçleri mülteci sorununu ve İsrail içindeki Filistinli azınlığın dışlanmasını “Filistin halkını” demografik olarak Filistin ulusunun yarısından daha azına indirgemesi anlamına geldi. Tüm bu müzakere süreci İsrail ve ABD tarafından yönetiliyordu ve Filistinlilerin geri dönüş hakkının mutlak ve kategorik olarak reddini de içeren belgeyi Filistinlilere kabul ettirmekten başka bir amaca sahip değildi. Nasıl ki bugün tanık olduğumuz acımasız ve soykırımcı şiddetin sorumlusu El Aksa Tufanı değilse, iki devletli çözüm projesinin Filistinliler tarafından kabul edilmemesinin ve intifadanın başlamasının nedeni de Filistin liderliği ve Yaser Arafat’ın terör kışkırtıcılığı değildi. Arafat, Camp David’e Filistinliler için elle tutulabilir kazanımlar elde etmeye gelmişti. İsrail genelkurmayının ise bir süre sonra iyice netleşecek bir şekilde işgali sonsuza kadar sürdürecek ve Lübnan’da Hizbullah karşısında aldığı utanç verici yenilgiyi unutturacak bir girişime ihtiyacı vardı. İntifada, bu sürecin tetikleyicisi olan Şaron adındaki ırkçının Harem-üş Şerif’i (Bölgedeki Müslümanlar ve Yahudiler açısından kutsal olan bir mekan) yüzlerce korumasıyla adeta basar gibi ziyaret etmesi sonucunda Filistinlilerin öfkesinin patlamasıyla başladı. İkinci İntifada yaklaşık iki yıl sürdü.
İki devletli çözüm tezi bu yüzden bir fiyasko ve bir efsanedir:
İki devletli çözüm, daha önce de belirtildiği üzere, bir çemberi tamamlamak amacıyla ortaya atılmış bir İsrail icadıdır. Batı Şeria’nın orada yaşayan nüfusu içine almadan nasıl İsrail kontrolü altında tutulabileceği sorusuna cevap vermektedir. Böylece Batı Şeria’nın bir kısmının özerk, yarı-devlet olması önerildi. Bunun karşılığında Filistinlilerin geri dönüş, İsrail’deki Filistinlilerin eşit haklara sahip olması, Kudüs’ün kaderi ve anavatanlarında insan olarak normal bir yaşam sürme umutlarından vazgeçmeleri gerekecekti.9
7 Ekim’den hemen sonra Şişli’de yapılan bir toplantıda, Aksa Tufanı’nın yanında olmak zorunda olduğumuzu açıkladığımızda, bilinmeyenin sadece Nakba olmadığı, iki devletli çözüm dayatmasının arka planının da anlaşılmadığı ortaya çıkmıştı. Siz evinizde otururken birdenbire birileri evinize zorla girip, ev ahalisinin bir kısmını öldürüp, bir kısmına tecavüz edip, geri kalanları evin banyosuna hapsedip, bir de bu durumu, evin ezelden beri kendilerinin olduğu anlatısıyla meşrulaştırmaya çalışıp, sonra size banyoda yaşayın, geri kalan odalarda bulunan aile fertlerinize de istediğimizi yaparız, bunun adı da iki devletli çözüm olsun dediğinde kimse kabul etmez! Evin zaten düne kadar sizin olduğunu hatırlatırsınız. Arada sırada banyoda sıkışmış durumunuzu insanüstü bir irade göstererek aşmaya çalışır, evinizin odalarını işgal etmiş birkaç kişiden kurtulmaya çalışırsanız da sivil öldürmekle suçlanırsınız. Evin işgalinin ardından canını kurtarmak için kaçanların geri dönüşünü içermeyen bir çözümün çözüm olmadığını söylediğinizdeyse çözüme karşı çıkan terörist olarak damgalanırsınız. Ama on yıllar boyunca o kadar köklü, kararlı ve yenilmez bir direniş örgütlemişsinizdir ki artık ABD ve İsrail için Filistinsizleştirilmiş bir Filistin’e ulaşmak hayali mümkün değildir.
ES: Direnişin bugün geldiği durum konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Evet, Filistin direniş örgütleri iki devletli çözüme onay verebilirler, bu tüm dünyadaki sosyalistlerin İsrail’in yıkılması ve bu nedenle önce yalnızlaştırılması için aralıksız mücadele etmesinin önünde engel değildir. Evin banyosunda öldürülmeden yaşamak ve bu arada direnişi daha güçlü örgütlemek için iki devletli çözümü kabul ettiklerinde bile bizim yapmamız gereken bu karara saygı duyup, İsrail işgalci devletinin yıkılması için mücadeleyi aralıksız sürdürmek olmalıdır.
Filistin’e Özgürlük Platformu (FÖP) tüm eylemlerinde “Nehirden denize özgür Filistin” sloganını bu yüzden öne çıkartıyor. Bu yüzden ilk eyleminde şu vurgulara yer vermişti:
İsrail askeri yetkilileri 10 bin kez saldırı gerçekleştirdiklerini hiç utanmadan açıklayabiliyor. Dile kolay, dünyanın en ağır baskısının uygulandığı açık hava hapishanesi olan Gazze on bin kez bombalandı. Binlerce patlama, ölüm, yaralanma, yıkılan binalar, ölen canlılar, yok olan ekosistem, bir bölgenin topyekun yaşanamaz hâle getirilmesi, bölgede yaşayanların yok edilmesi, sürülmesi, evsiz bırakılması, biz burada, şu anda bu basın açıklamasını yaparken süregiden dehşet sahneleri… Bu yüzden, tüm dünyada, İsrail bir soykırım yapmakla suçlanıyor. Bizler, İsrail’in hemen durdurulması için tek bir saniye bile kaybetmeden harekete geçilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Tüm yurttaşları, sivil toplum kuruluşlarını, sendikaları, barışı savunanları, savaşlara, işgallere ve ırkçılığa karşı olanları, İsrail’in ABD destekli savaş suçlarıyla dolu işgaline karşı, Filistin’in özgürlüğü için birlikte, yan yana ses çıkartmaya çağırıyoruz.10
Daha Aksa Tufanı’nın ardından şiddetlenen soykırımcı işgalin ikinci ayı dolmadan “Dünya İsrail’in yarattığı yıkımın sona ermesi için ayaktaydı. Milyonlarca insan, bu işgalin hemen, pazarlıksız sona ermesi için sokaklara çıktı, sesini yükseltti. İsveç’te, Londra’da, Glasgow’da, Paris’te, Belçika’da, Güney Afrika’da, New York’ta, Jakarta’da, Tunus’ta, Almanya’da, Manchester’da, Avustralya’da, Pakistan’da, Japonya’da, Washington’da, Edinburgh’ta, Somali’de, Bosna’da, Kosta Rika’da, Portekiz’de, Kanada’da, Danimarka’da, Norveç’te, Mauritius Adası’nda, Fas’ta, Mısır’da, Yemen’de, Atina’da, Barselona’da, Brezilya’da, Meksika’da İrlanda’da, Arjantin’de, Yeni Zelanda’da, Finlandiya’da Gazze’yle dayanışma eylemleri örgütlendi.
Sonra tüm dünyaya yayılan muazzam bir öfke dalgası yaşandı ve Gazze için kazanımların arka arkaya gelmesini sağladı. Filistin halkının direnişi, sosyalistlerin aralıksız mücadelesi, birçok yerde iklim aktivistlerinin tavizsiz dayanışması ve nihayet en son ABD ve Avrupa’yı sarsan üniversite işgalleri sayesinde çok büyük kazanımlar elde edildi. FÖP’ün de eylemleriyle bir parçası ve inşacısı olduğu bu mücadelenin en önemli kazanımlarından birisi, İsrail’in maskesinin düşürülmesi, bu korsan devletin iki devletli çözüm önerisinin ve bu önerinin önündeki en büyük engelin Filistin direniş örgütleri olduğu yönündeki iddialarının soykırım planlarını meşrulaştırmak için üretilen yerleşimci sömürgeci ideolojisi olduğunun tüm dünyaya kanıtlanmasıdır.
Joseph Choonara’nın yılın başlarında kaleme aldığı makalesinde11 özetlemiş olduğu gibi; Mayıs ayında, İsrail’in soykırım yaptığını iddia eden bir davayı inceleyen Birleşmiş Milletlerin bir organı olan Uluslararası Adalet Divanı (UAD), İsrail’in Gazze’nin güneyindeki Refah kentine yönelik saldırısını durdurmasını talep eden bir karar yayınladı. Netanyahu üzerindeki bir diğer baskı da 1998 Roma Antlaşması ile kurulan ve 124 devlet tarafından tanınan UAD’den ayrı bir organ olan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden (UCM) geldi. UCM savcısı Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın yanı sıra üç Hamas lideri hakkında savaş suçu işledikleri gerekçesiyle tutuklama emri çıkarılmasını talep etti.
-ES: Bu türden kazanımlar zaman zaman gölgede kalıyor diyebilir miyiz?
Tabii, ısrarlı bir şekilde takip etmez ve sürekli olarak Siyonist yalan makinesini ifşa etmezsek, günün sonunda, özellikle Almanya’da devletin ısrar ettiği gibi Gazze’de soykırıma dur diyenler ırkçı olmakla kolayca suçlanabilirler. Aktivist Ramsis Kilani’nin söylediği gibi “Bir daha asla – Almanya’daki Yahudi yaşamını korumak, muhafaza etmek ve güçlendirmek” başlıklı önergenin son taslağı tüm ana akım partilerin desteğini aldı. “”Bu bir yasa değil ama tıpkı boykot, yatırımların durdurulması ve yaptırımlarla (BDS) ilgili benzer bir önergede olduğu gibi baskı için kullanılacak.”12 Karşı karşıya olduğumuz durum, tüm zamanların en pişkin devlet gösterisi olabilir. Soykırıma karşı ses çıkartmayı engellemek için ses çıkartanları Yahudi soykırımına cevaz vermekle suçluyorlar. Almanya’da bu politik ayak oyunu uzun zamandır gündemde ve özellikle Filistin’le ilgili toplantıların engellenmesinde ve eylemlerin yasaklanmasında anahtar rolü oynuyor.
Bu hamleler, İsrail’in ırkçı bir rejim olduğu gerçeği etrafında en ufak bir şüphe bile yaratmıyor tabii ki. Rob Ferguson’un altını çizdiği gibi13 Batıda ve otoriter rejimlerin olduğu hemen her ülkede egemen sınıfların yeni antisemitizm söylemi devletin İslamofobisi ve ırkçılığı için bir kalkan görevi görüyor ve ırkçılık suçlamasını sola yöneltmelerini sağlıyor ve güçleri bölüyor ve faşist ve aşırı sağı yenmek için hayati önem taşıyan birliği baltalıyor. Filistin dayanışma hareketinin içine sızmaya çalışan sözde anti antisemitist grupların şımarıklığını kırmak için öncelikle Siyonizm’in antisemitist olduğunu ve Müslüman ve sol karşıtı ırkçı bir eğilimin parçası olduklarını anlatmak lazım.
Siyonizm, ırkçı bir ideolojidir. İsrail devletinin kuruluşunun özüdür ırkçılık. Şu alıntı İsrail devletinin ilk kurucu kadrolarından Bakan Rehavam Zeevi’ye ait: “Araplar bittir. Arafat Hitler’dir.”
Alıntılar bu kadar değil:
Benjamin Netanyahu (Başbakan): “Bazen saman yığını içindeki iğneyi bulamazsınız ve saman yığınını yakıp yok etmek daha doğrudur.”
Benjamin Ellezer (Bakan) “11 Eylül’den sonra Cenin, Kabatyeh ve Tammun’da bütün dünyanın sessiz bakışları altında 14 Filistinli öldürdük.”
David Ben-Gurion (Cumhurbaşkanı): “Arap toplumunu oduncu ve garson düzeyine indireceğiz.”
Golda Meir (Eski Başbakan): “Filistinli diye bir şey yok. Hiçbir zaman olmadı.”
Ariel Saron (Eski Başbakan): “Ürdün’ün Batı’sında ikinci bir Filistin devleti hiçbir zaman olmayacaktır.”
Siyonizm, Yahudilerin uğradığı soykırımın arkasına gizlenen özel türden bir ırkçılıktır. Devletin kuruluş hedefi bir soykırım örgütlemekse ortada bu soykırımı meşrulaştıracak yalana dayalı eklektik fikirler topluluğu yani ırkçı bulamaçtan başka bir şey kalamaz. Bu nedenle İsrail devletinden söz etmeden Siyonizm’in ırkçılığından söz edemeyiz. Ilan Pappe, Filistin’de Etnik Temizlik kitabında, 10 Mart 1948’de Siyonist liderlerin Filistin’in etnik temizliğini nasıl planladıklarını anlatıyor:
Emirler insanları zor yoluyla tahliye etmek için uygulanacak yöntemlerin detaylı bir açıklamasıyla beraber geldi: geniş kapsamlı yıldırma; köylerin ve yerleşim merkezlerinin kuşatılması ve bombalanması; evlerin, mal ve mülklerin kundaklanması; kovma; yıkım; son olarak da sürülen sakinlerden hiçbirinin geri dönememesi için enkazın arasına mayınların yerleştirilmesi… Siyonist politika ilkin Filistinlilerin Şubat 1947Üe gerçekleştirdikleri saldırılara misilleme yapılmasına dayanıyordu, 1948 Mart’ındaysa ülkeyi bir bütün halinde etnik olarak temizleme girişimine dönüştü.14
1900’lü yılların başında nüfusun yüzde 5’i kadar bile olmayan Siyonistlerin “Yahudiliği dinden bağımsızlaştırır ve ulusallaştırırken” Filistin’de Roma döneminden beri yaşayan ama Yahudi olmayan herkesi “yabancı” ilan etmesi, daha da kötüsü, temizlenecek bitki örtüsü olmaları anlamında boş olarak düşünmesi, ırkçılığın neden İsrail devletinin kuruluşundan ayrılamaz olduğunu gösteriyor. 1930’larda tüm Filistin köylerinin ayrıntılı dokümanlarını çıkartan ve bunu, bu köylere nasıl saldırılabileceği ana sorunu etrafında örgütleyen etnik temizlikçi kurucular, dişlerinden tırnaklarına kadar ırkçıydılar.
Asli amacı Filistinlilerin bir devlet tarafından zorla mülksüzleştirilmesi olan Siyonizm bu süreci sadece tek bir yolla akla uygun kılabilirdi: Filistinli diye bir halkın olmadığı ve İsrail devletinin yayıldığı her alanının zaten vadedilmiş topraklar olduğu savunması. İşte bu savunma her yanından kötülük akan ve Nakba’yı bir süreç olarak 1948’den bugüne kadar sürekli kılan ırkçı pratiği haklı çıkartmak güdüsünden kaynaklanıyor.
-ES: Bu ırkçı pratik bugün nasıl ifade buluyor?
Son 14 ayın her bir gününde bu işgal devletinin ırkçı uygulamalarına tanık oluyoruz. Nakba’yı, “hiçbir zaman çözülmemiş, aksine idare edilmiş, devam eden amansız bir çile” olarak tanımlayan Eghbariah’ın aktardığı gibi;
Nakba böylece bir başkalaşım geçirdi. Yirminci yüzyılın ortalarında Filistinlilerin Siyonist paramiliter güçler ve ardından yeni kurulan İsrail devletinin ordusu tarafından kitlesel olarak evlerinden sürülmesi, Nakba’yı inatçı bir İsrail tahakküm sistemine dönüştürdü; Filistin toplumunun yok edilmesine ve kendi kaderini tayin hakkının sürekli inkarına dayanan bir “Nakba rejimi”. Fetih, mülksüzleştirme ve yerinden edilmenin göz alıcı şiddeti, vahşice sofistike bir baskı rejimine dönüştü. İsrail, Batı Şeria, Gazze Şeridi, Kudüs ve mülteci kamplarında Filistinliler artık karmaşık bir hukuk matrisinde farklı ve indirimli koordinatları işgal ederken, İsrailli Yahudiler bölgesel bölünmelerden bağımsız olarak tek ve üstün bir statüyü koruyorlar.15
İsrail’in has vatandaşları, devletlerinin sistematik şiddete yaslanarak uyguladığı ırkçı pratikleri faşizan yerleşimciliğin bayraktarlığını yaparak uyguluyorlar. 7 Ekim Aksa Tufanı’ndan sonra yapılan açıklamalar İsrail devlet yetkililerinin ırkçılığının sınır tanımazlığını gösteriyor. Anne Alexander’dan daha önce kurumsal ırkçılığa dair yaptığım alıntıyı tekrarlamam gerekiyor:
Kurumsal ırkçılık biçimleri her kapitalist toplumda var olsa da, İsrail kadar etnik-dini hiyerarşi ilkelerine göre açıktan faaliyet gösteren çok az sayıda çağdaş devlet vardır. Bunu sömürge döneminin bir mirası olarak görmek kısmi bir açıklama sağlar, ancak İsrail yönetici sınıfının yarattığı apartheid sisteminin nasıl bu kadar uzun süre hayatta kalmayı başardığını açıklayamaz. Burada üzerinde dikkatle durulması gereken, emperyalizmin küresel dinamikleri ile siyonist devlet inşa projesi arasındaki ilişkidir. Tabii ki bu ilişki, İsrail devletinin kuruluşundan önceye dayanmaktadır: İngilizlerin desteği olmasa Filistin’de bir siyonist koloni kurulabilmesi düşünülemezdi.16
Irkçı pratik, soykırımcı işgalin her bir gününde tanık olduğumuz şiddet olarak ifade buluyor. Örneğin İsrail’in aşırı sağcı Maliye Bakanı Bezalel Smotrich 2025 yılının işgal altındaki Batı Şeria’nın “ilhak yılı”17 olacağı yönünde cüretkar bir açıklama yapabiliyor. Çünkü o bölgede yaşayan Filistin halkını yok hükmünde ilan etmiş durumda. Uluslararası Af Örgütü konuyla ilgili raporunda şu noktanın altını çiziyor:
Apartheid, uluslararası kamu hukukunun ihlali, uluslararası koruma altındaki insan haklarının ağır ihlali ve uluslararası ceza hukuku kapsamında insanlığa karşı işlenen bir suçtur. Üç temel uluslararası sözleşme apartheid’ı yasaklar ve/veya açıkça suç sayar: Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme (ICERD); Apartheid Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme (Apartheid Sözleşmesi) ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma Statüsü (Roma Statüsü).18
İsrail devleti, ırk temelli kurulmuş bir devlettir. Uluslararası hukuk hâlâ Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs’ü “İşgal Altındaki Filistin Toprakları” tek etiketi altında topluyor olsa da, işgalin belirsiz gerçekliği bu bölgelerin her birinde İsrail’in farklı yasal tanımlamaları ve yönetim yapıları aracılığıyla ortaya çıkmıştır. Her ne kadar resmi ilhak yalnızca 1980’de gerçekleşmiş olsa da İsrail, 1967’de bölgeyi işgal ettikten hemen sonra yasasını Doğu Kudüs’ü de kapsayacak şekilde genişletti ve Filistinli Kudüslü nüfusunu haklarından mahrum, güvencesiz ve iptal edilebilir bir yasal statü olan vatandaş olarak değil, sakin olarak belirledi.19
Devletin inşasına, her bir harcına sinen bu ırkçılık nedeniyle, Ben-Gvir, 2023 Ağustos’unda, bir gazeteciye, “Benim, eşimin ve çocuklarımın Yahuda ve Samiriye’de (fanatik Yahudilerin Batı Şeria’ya verdikleri isim) seyahat etme hakkı Arapların seyahat etme hakkından daha önemli. Üzgünüm Muhammed, ama gerçek bu” diyebilmişti.20 Arap Azınlık Hakları Hukuk Merkezi (ADALAH) İsrail devletinde Filistinlilere yönelik 65’ten fazla ayrımcı yasa olduğunu tespit ediyor. Polisin, bireyleri durdurma ve üstlerini arama yetkisini genişleten ve değişiklikle 2016’da yenilenen “Arama Yasası” polisin “şiddet içeren bir eylemde bulunmak üzere” diye şüphe duyduğunda insanları durdurup üzerinde arama yapabilmesini beraberinde getiriyor. “Makul” şüphenin hiçbir makul yanı olmadığı ve Filistinlileri doğuştan terörist olarak gören bir eğitimden geçen polislerin ayrımcı bir terör estirdikleri ortada. Bu ırkçılık, Siyonistlerin olduğu her ülkede en sağcı ve vicdansız biçimleri alabiliyor. Kasım ayında oynanan Ajax-Maccabi Tel Aviv maçı öncesinde İsrailli taraftarlar ellerinde sopalarla Amsterdam’da terör estirdiler, Filistin’i destekleme potansiyelleri nedeniyle Arap kökenli taksicilere saldırdılar, konumuz açısından daha da vahimi Siyonistlerin saldırırken “Gazze’de okul yok çünkü Gazze’de çocuk kalmadı” sloganını atmalarıydı.21
ES: Peki antisemitizm konusuna nasıl yaklaşmak gerekiyor?
Bu konuda hiçbir çelişkiye, çekinceye izin veremeyiz. Filistin’in özgürlük mücadelesinin içinde antisemitistlere, ırkçılara yer olamaz. Yine Rob Ferguson’un izinden gidersek, antisemitizm sadece tarihî, geçmişte kalmış bir olgu değildir ya da ırkçı dünya görüşünün sınırlarına hapsolmuş bir ideoloji de değildir. Bugün dünya genelinde sağ ideolojinin giderek yaygınlaşan bir unsuru olarak anlaşılması ve açıklanması gereken bir olgudur. Almanya’da AfD, Macaristan’da Orban, ABD’de Trump, İtalya’da, Hollanda’da ve Fransa’da aşırı sağcılar ve faşistler antisemitizmle göçmen karşıtı ırkçılığı, LGBTİ+ düşmanlığını ve bu küresel komplonun unsurlarının “Avrupa medeniyetine, ulusal kimliğe, aileye ve ulusal egemenliğe yönelik” büyüyen bir tehdidin şekilleri olduğunu anlatıyorlar. AfD liderlerinin George Soros’un ulus devletleri ortadan kaldıracak ve ulusal kimliklerin çözülmesine neden olacak bir figür olarak düşmanlaştırılması, azımsanmaması gereken bir hedef göstermedir. Antisemitizmin bu hâli, ilginç bir şekilde, daha yakın zamanda Türkiye’de de gündem oldu.
ES: Hangi örnekten söz ediyorsunuz?
Arkadaşımız Ufuk Uras’ın Devlet Bahçeli’yle görüşmesinde söylediği bir söze atıf yapıyorum. Bir gazeteci Uras’a Bahçeli görüşmesine dair soru sorarken sözü MHP’nin bu görüşmeyi neden kabul ettiğine getiriyor. Uras, Bahçeli’nin yanıtını şöyle aktarıyor: “Niye biz şimdi görüşüyoruz, çünkü siz Soros çocuğu değilsiniz dedi. Siz hocasınız, Meclis’te siyaset yapsınlar diye gruba katkıda bulundunuz, sizi televizyonlardan izliyorum, kendinizi anlatmanıza gerek yok. Bu meseledeki tutumunuzu olumlu buluyorum dedi.”22
Sorosçuluk, koca koca savcılık iddianamelerine giren küresel bir komplonun ifadesi hâline geldi ve “birkaç Yahudi ailenin tüm dünyayı kontrol ettiği” uydurmasının somut kanıtı olarak ele alınıyor. Bu tıpkı Marine Le Pen’in piyasaların ve hemen hemen tüm kurumların soyut küresel elite, adeta Harry Potter’daki herkese borç verip kurallarını dayatan banka gibi bir Yahudi Bankası’na teslim olduğunu anlatırken aynı vurguları yapıyor. Fransa’da Le Pen ve İtalya’da Meloni’nin antisemitist olduğu su götürmez. Le Pen, 13 bin Fransız Yahudisinin ölüm kamplarına yollanmasında Fransız devletinin Nazilerle işbirliğini reddederek büyük Fransız milliyetçiliğini savundu ve antisemitizme mesafeliymiş gibi bir tutum alsa da Holokost’u inkar eden Meloni’yle birlikte tehlikeli bir çizgi oluşturdu.
Türkiye’de ise cumhuriyetin kuruluş prensipleri ve tarihi devamlılığı açısından azınlık bırakılan halklara yönelik nefret söylemi günlük vakıa hâlinde. Özellikle İsrail’in Filistin’e yönelik her saldırısı Yahudilerin yeniden gündem olmasına neden oluyor ve antisemitist ifadeler, suçlamalar ortalığa saçılıyor. Bunun en berbat örneğini Balat Hastanesi “protestosu”nda gördük. 2023’ün Kasım ayında İsrail’in soykırımını protesto etmek isteyen bir grup ırkçı, bunu Balat Musevi Hastanesi önünde gerçekleştirdiler. İsrail’i Yahudi olmakla, tüm Yahudileri de İsrail katliamlarının ortağı olmakla suçladılar. Irkçılık daima koyu bir aptallıkla el ele ilerler. Ama burada karşımızda sıradan bir aptallık yoktu, İsrail işgaline duyulan öfkeyi bölmeye çalışan antisemitizm vardı. Burada daha da tehlikeli olan eylemi Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu Üyesi Ahmet Selim Köroğlu’nun duyurmasıydı.23 Başka bir tehlike ise Balat Hastanesi’ni Türkiyeli yurttaşların değil küresel Siyonist komplonun “yabancı” unsurlarının çalıştırdığını, ayakta tuttuğunu düşünmeleriydi. İsmi Roni, Foti, Hayko ya da Garo olan arkadaşlarınızla dolaşırken “siz hangi ülkeden geldiniz Türkçeniz çok güzel” diyen insanlarla karşılaşmak sıradan bir vakıa. Doğma büyüme İstanbullular her defasında doğma büyüme İstanbullu olduklarını anlatmak zorundalar. Or-ahayim Balat Musevi Hastanesi yönetimi de ne yazık ki şu açıklamayı yapmak zorunda kaldı: “Sultan Abdülhamid’in fermanı ile kurulduğu 1898 yılından itibaren kapısından içeri giren hastaya özveriyle, en hassas şekilde hizmet veren, Türkiye’mizin en eski sağlık kuruluşlarından hastanemizin hedef gösterilmesini kınıyoruz.”24
Tepkiler üzerine doktor kılıklı ırkçılar eylemlerinden vazgeçtiler ama şu açıklamayı da utanmadan yapabildiler: “Ayrıca Balat Hastanesi yöneticilerini soykırıma karşı açıklama yapmaya, İsrail’in saldırılarına karşı tepki göstermeye, Gazze’deki meslektaşlarının ve hastaların hayatlarının korunması adına hekimlik mesleğine yakışır bir duruş ortaya koymaya tekrar davet ediyoruz.”25 Özrü kabahatinden büyük ırkçıların elbette örneğin bir Koç grubu hastanesinin önüne gidip hastane yönetimini soykırıma karşı açıklama yapmaya davet etmek ne kadar anlamlıysa Balat’ta yapılan eylemin de o kadar anlamlı olacağını anlamlandırmasını beklememek lazım.
Dünyada gelişen yeni antisemitizm batıda devletin İslamofobik ve ırkçı politikalarını gizlemek için bir kalkan görevi görüyor. Türkiye’de ise antisemitizm kuruluş felsefesinin kökenlerinde gizli. Müslümanlaştırma ve Türkleştirme tarihini meşrulaştıran her ırkçı yaklaşım Balat Hastanesi’nin önündeki kalabalığın güç bulduğu bir geçmiş anlatısı inşa ediyor. Bu anlatının özünde elbette Yahudilere yönelik ırkçı motifler çok güçlü bir şekilde yer alıyor.
ES: Antisemitizme karşı ne yapmak gerekir? Siz neler yapıyorsunuz?
Sorunun yanıtı çok açık. Önce Bolşeviklerden öğrenmek gerekir.
ES: Biraz açmanızı istesek.
Elbette. Çarlık Rusya’sı Yahudilere yönelik linçlerin, kanlı pogromların merkez üslerinden birisiydi. Lenin ve çağdaşı Marksistler, Büyük Rus Şovenizmi adını verdikleri milliyetçi ideolojiye karşı çıkarken antisemitist hiçbir fikre taviz vermediler. Bu, yıllar içinde işçi hareketinin saflarında sürekli olarak milliyetçiliğe ve ırkçılığa karşı yaptığı propagandayı geliştiren bir öncü işçiler ağının var olması anlamına geldi. Öte yandan çok güçlü sosyalist bir Yahudi işçiler örgütlenmesi olan Bund’un varlığı da işçilerin birleşik mücadelesi için güçlü bir alan açıyordu. Daha 1903 yılında yapılan Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi Kongresi’nde tartışılan karar taslakları arasında “Yahudi kıyımları” konusu da vardı.26
Bu çabalar meyvelerini hem 1905 devrimi ve sonrasında hem de 1917 yılında verecekti:
Odessa’da 18-22 Kasım 1905 tarihleri arasında korkunç bir pogrom daha yaşanmış, 400 üzerinde Yahudi öldürülmüş, 1600 civarında Yahudi mülkü hasar görmüştür. Troçki, 1905 isimli yapıtında o günleri şöyle aktarıyor: “Herkes yaklaşan bir pogromu önceden biliyor. Katliam bildirileri dağıtılıyor, resmî yerel gazetelerde kana susamış makaleler yayınlanıyor, bazen de ortalıkta özel bir gazete dolaşmaya başlıyor. Odessa valisi kendi adına provokatif bir bildiri yayınlıyor. Uygun zemin hazırlandığında, gezgin bir ‘uzmanlar’ grubu ortaya çıkıveriyor. Bunlar, cahil kitleler arasında uğursuz söylentiler yayıyorlar: Yahudiler Rusya’ya saldırmayı planlıyor, bazı sosyalistler kutsal ikonu kirletti, bazı öğrenciler Çarın portresini yırttı.” Troçki pogromlara karşı öz savunma komitelerinin örgütlenmesine katılmış ve antisemitizme mücadelede aktif olarak yer almıştır.27
1917 yılında ise silahlı işçiler, Kara Yüzler adı verilen paramiliter örgütlerin Yahudilere yönelik katliam girişimlerini engellemek için mahallelerde nöbetler tuttular.
Böyle bir geleneğe yaslanınca ırkçılığa, Yahudi düşmanlığına asla taviz vermiyorsunuz.
ES: Kampanyalarınızda bu konuşa nasıl gündeme geliyor?
Aksa Tufanı’ndan hemen sonra yaptığımız basın açıklamasında ne yazık ki hemen hemen sadece DSİP’in dikkat çektiği bir noktayı bir kez daha hatırlatacağım:
Türkiye’de bu mücadelenin bir başka önemli başlığı daha var. İsrail ne zaman Filistin’e saldırsa, ırkçılar derhal bu saldırıdan tüm Yahudileri ve özellikle Türkiyeli Yahudileri sorumlu tutan açıklamalar ve sloganlarla sokaklarda eylemler örgütlüyorlar. Bizler İsrail’in Filistin halkı üzerinde estirdiği teröre, işgal politikalarına ve yasadışı yerleşim hamlelerine karşı çıkarken, tüm savaş ve işgal karşıtlarını Yahudi düşmanı ırkçılara, antisemitistlere de dur demeye çağırıyoruz. İktidar, İsrail’in şiddetine karşı çıkarken Yahudi düşmanlığı yapan ve nefret söylemini pekiştirenlerin önünü açmamalıdır.28
Yahudi düşmanlığının Türkiye’de revaçta olmasının iki nedeni var. Birisi, İsrail devletinin Yahudilerin son sığınağı olduğu yönündeki propagandasının arkasına gizlenerek işlediği 76 yıllık sonu gelmez Nakba sürecinin yarattığı öfke. İkincisi ise konumuz açısından önemli olan ve aşırı sağcıların Yahudiler konusunda sahip olduğu genel ırkçı fikirler ve bu fikirlerin gündelik propaganda içinde olağanlaştırılması. Bir yandan Siyonizm Yahudi düşmanlığını körüklüyor diğer yandan Yahudi düşmanlığı sağcıların tarihsel olarak daima sörf yaptıkları bir alan.
ES: Türk milliyetçiliğiyle Yahudi düşmanlığı arasında doğrudan bir bağ görüyorsunuz değil mi?
Evet. Türkiye’de Müslüman ve Türk olmayan toplumsal grupların teker teker tasfiye edildikleri bir tarihsel pratik, bu pratiği meşrulaştıran bir devlet ideolojisiyle el ele ilerlediği için antisemitizm, tıpkı Ermeni düşmanlığı gibi resmî ideolojinin köşe taşlarından olagelmiştir. Bu yüzden Siyonizm’in işgal devletinin ideolojisi olarak oynadığı tetikleyici role hiçbir ihtiyacı yoktur. Türk usulü milliyetçilik doğuştan tetiklenmiştir. Irkçılıkla kıpırdaşma hâlindedir. Varlığı Türk ve Müslüman olmayanların azınlık bıraktırılmalarına bağlı olduğu, bu kanlı süreçte şekillenmesini tamamladığı ve aynı zamanda Avrupa sağ geleneğinin Yahudi düşmanı kodlarını da birebir sahiplendiği için antisemitizm gündelik dile sirayet etmiş hakaretamiz ifadelerde hâlihazırda yaşamını sürdürüyor.
İsrail’in vahşi işgalinin başladığı hafta yazdığım bir yazıda “Türkiye Rojava’ya askeri harekât düzenlemişken, Filistin için harekete geçmek konformizm midir?” sorusuna yanıt verirken, kabaca iktidar yanlısı olarak adlandırılan kurumların durumuna dair altını çizdiğim nokta antisemitizm meselesine de bağlanıyor.
Yok, sorun iktidarla hemhâl olmuş İslami kuruluş, vakıf, dernek ya da örgütlerin eylemleri ise bu alanda savaş karşıtlığıyla dini ve tarihsel yakınlaşma, iktidarın açtığı kapıdan girme arzusuyla Yahudi düşmanlığı, savaşa duyulan öfkeyle yerli milli devlet ideolojisini savunmak iç içe işleyen süreçler. Bu nedenle, bu tür platformların eyleminin Kürt sorununu dert etmemesinden daha büyük bir problemle karşı karşıyayız: Bu platformlar savaşa karşı küresel bir dayanışma hedefine de sahip değil. Sorunun çözümü bu örgütlerin Rojava konusunda duyarsız olmasını eleştirmek değil, on binleri kapsayan ve iktidarın İsrail’le tüm ikili anlaşmalarını iptal etmesini savunan bir kitlesel savaş karşıtı hareketin değiştirici, dönüştürücü, aynı zamanda iktidar, savaş ve militarizm karşıtı hegemonyasının inşa edilmesidir.29
Daha önce de defalarca altını çizmeye çalıştığım gibi, antisemitizmin hareket içinde nefes alabileceği alanları engellemek çok önemliydi gerçekten de. Daha Ekim 2023’te “Bir önemli sorun ise antisemitizm. Hem sosyal medyada çeşitli hesaplar hem de Yeni Şafak gibi gazeteler ırkçı bir manevra yapıp, İsrail devleti yerine Yahudi kelimesini koyuyorlar. Irkçı bir devletin katliamını böylece bir halkın sırtına yüklemiş oluyorlar” diyerek hareket içinde Yahudi düşmanlığıyla aramıza kalın bir duvar örmek kaçınılmazdı.
Sadece Filistin’de yaşayan, dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan Yahudileri değil, özellikle Türkiye’de yaşayan Yahudilere yönelik bir nefret kampanyası örgütlüyorlar. Öncelikli amaçları, ırkçı nefretlerine bir hedef yaratmak. Ama bu ırkçılığın bir işlevi daha var: İsrail’in katliamlarına karşı gelişen öfkeyi bölmek, bu öfkeye sahip insanların dikkatini dağıtmak, iktidarın İsrail’le ilişkilerini sorgulayacak bir hareket yerine, yanı başında yaşayan Yahudilere düşmanlık yapmasını sağlayarak, öfkeyi devletlerden alt kata çekip, emekçilerin kendi aralarındaki bölünmüşlüğünü derinleştirmek. İsrail’in Gazze’yi yakıp yıkmasına ses çıkartan her savaş karşıtı bu nedenle, ırkçılıkla, milliyetçilikle, hemen, o an hesaplaşmak zorundadır. Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu günlerinde, 2000-2004 yılları arasındaki mücadelede, antisemitizme hiçbir şekilde taviz verilmemesi hareketin bölünmesini de engelledi.
ES: Filistin’e Özgürlük Platformu da bu konuda çok net bir tutum sergiledi.
Elbette. Filistin’e Özgürlük Platformu’nun kurulduğu dakikadan itibaren, antisemitizme göz kırpan hiçbir yaklaşıma taviz vermemesi çok önemliydi. 9 Aralık 2023’te Kadıköy’de örgütlenen İnsan Zinciri eyleminde FÖP30 adına yapılan açıklamada Hacer Ansal, Hidayet Şefkatli Tuksal ve Nuran Yüce şöyle diyorlardı:
Bugün etkinliğimiz boyunca sık sık ırkçılığa dur de sloganlarını attık, atmaya da devam edeceğiz. Bunun çok önemli bir nedeni var. İsrail’e karşı çıkarken genel olarak Yahudileri, özel olarak da Türkiyeli Yahudileri suçlayan, ırkçılık yapan, antisemitist yaklaşımları benimseyenlere artık dur demenin zamanı geldi. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısına karşı duyulan haklı öfkenin, antisemitizmle hedefinden şaşırtılmasına, barış isteyen kalabalıkların mücadele isteğinin ırkçı fikirlerle bölünmesine izin vermeyeceğiz. Halkların eşit koşullarda eşitliğinden söz eden herkesi, İsrail devletinin saldırganlığıyla Yahudileri ve Türkiyeli Yahudileri eşitlemeye çalışan yaklaşımlarına karşı sessiz kalmamaya davet ediyoruz.
Daha sonra Filistin Eylem Komitesi adını alacak olan Nakba Eylem Komitesi’nin 15 Mayıs 2024’te Nakba’nın yıl dönümünde Sirkeci’de yaptığı eylemde antisemitizme ve ırkçılığa asla taviz verilmeyeceğini karara bağlaması çok önemli bir adım oldu. Çünkü antisemitizm, Almanya, ABD ve İngiltere gibi ülkelerde sahte bir suçlama olarak öne çıkıyor. Bu ülkelerde işgale karşı çıkan eylemleri karalamak için devletlerin kullandığı bir koz hâline geldi antisemitizm. Üniversitelerde “İntifada!” sloganını atan ve Gazze’yle dayanışan aktivistlere dönük antisemitizm suçlaması örneğinde olduğu gibi. Bazı üniversite rektörleri “İntifada!” sloganlarına taviz verdiği için Yahudi düşmanlığı yapmakla suçlandı. Bu, bütünüyle Siyonist propagandanın hareketi bölmek için kullandığı bir argüman oldu.
Türkiye’de ise karşı karşıya kaldığımız olgu bu türden bir ideolojik sahtekarlıktan farklı. Türkiye’de Yahudi düşmanları gerçekten de var. Sadece cumhuriyet tarihi boyunca hayata geçen uygulamalar, yani bir devlet pratiği olarak Yahudi düşmanlığı değil söz konusu olan. Aynı zamanda, devlete muhalif olan kesimler arasında da antisemitist fikirlerin varlığından söz etmek mümkün. Yeni Şafak gazetesi, İsrail 7 Ekim’de Gazze’ye ağır saldırı başlatır başlatmaz antisemitist yayınlar yapmaya başladı. Ocak ayının başında, ABD’de bir Sinagog’un altında bulunduğu iddia edilen tünellerle ilgili “İğneli Fıçı” merkezli bir haber yaptı. Her kelimesi ırkçı, Yahudilere yönelik nefreti körükleyen bu haber gibi haberler ve yorumlar daha sonra Balat Hastanesi’nin sözde Gazze’de işgale karşı olanlarca hedef gösterilmesine neden oldu.
Kısacası, antisemitizm batıda egemen sınıfların Gazze’yle dayanışanların gücünü kırmak için kullandığı sahte bir suçlamayken burada gerçekten de Gazze’yle dayanışanlar arasında, özellikle iktidar blokuna yakın çevrelerin sloganlarında, eylemlerinde zaman zaman açığa çıkan bir sorun oldu.
ES: Türkiye’de hareketin önemli sorunlarından birisi de siyasal kutuplaşma oldu değil mi?
Bu konuda sorun hâlâ devam ediyor. Bir yandan İslamofobi diğer yandan benim AKP yağdanlığı ya da bizzat AKP sempatizanları dediğim minik ya da özellikle iktidarın doğrudan şemsiyesi altında olanlar açısından konuşursak büyük gruplar, iki yönden harekete zarar veriyorlar. İslamofobikler, Filistin dayanışmasından ellerini eteklerini çekmiş vaziyetteler. Arada sırada İsrail’e yük taşıyan gemileri protesto eden liman eylemlerinde görebiliyorsunuz kendilerini ama aslen ortada yoklar. 7 Ekim’den sonra sokaklara çıktılar, bir gün iki gün eylemlerden sonra Filistin konusunu gündemlerinden düşürdüler. Elbette bu inanılmaz bir tutum. Akıl almaz bir vurdumduymazlık. Bu tutumun tek nedeni, Gazze direnişini Hamas’tan, Hamas’ı da gerici bir siyasal İslamcı terörizmden ibaret görmeleri.
Stalinist solun İsrail konusundaki hatalarına değinip oradan Hamas’ı tartışmaya devam etmek daha doğru. Stalin dönemi Rusya İsrail devletinin kuruluşuna diplomatik olarak tam destek verdi. Buna rağmen Filistin solu, SSCB’yi önemli bir odak olarak gördü. Bu odak olarak görmekle gerilla mücadelelerinden etkilenmenin arasında doğrudan bir bağlantı var: “FHKC’nin kadrolarından ve Eylül 1970 hava korsanlarından biri olan Leila Khaled, otobiyografisinde Guevara’nın devrimcilerin görevlerine ilişkin ünlü sözlerini yineledi: ‘Kitlelere ilham vermek ve karşı-devrim çağında devrimci ayaklanmayı tetiklemek için devrimciler olarak hareket ediyoruz.’”31 Filistin solunun bu teorik ve siyasi kökenleri, daha sonra soldaki gerilemeyi ve Hamas gibi örgütlerin öne çıkmasını açıklamak için de kilit role sahip.
Çünkü bu kökenler, özellikle 1987’de patlayan Birinci İntifada’ya Filistin solunun yanlış bakışının da nedenleri arasında. “Filistinliler, İsrail işgaline karşı kitlesel eylemler, genel grevler ve dünyanın dört bir yanındaki sıradan insanları büyüleyen taban örgütlenmeleriyle direndi. Kendi kendini örgütleyen komiteler protestoları, grevleri ve İsrail işgal güçlerine karşı fiziksel direnişi harekete geçirmenin yanı sıra gizli sağlık ve eğitim sistemleri de kurdu.”32
Arafat’ın bu alternatifle bütünleşme yerine kendi örgütsel varlığına yönelik bir tehdit algılaması İsrail ev ABD ile uzlaşma görüşmelerinin hızlanmasına neden oldu. Bu uzlaşmacı tutumla kitle isyanlarına arkasına dönen liderliğin yanı sıra “İsrail yerleşimci sömürgeciliğinin Filistin işçi sınıfını tarihsel olarak parçalaması ve milyonlarca Filistinliyi yerinden etmesi” de Birinci İntifada’nın çok daha etkin bir kazanım elde etmesini engelledi. İsrail devletini parçalayamayan hareket Oslo sürecinin bir parçası olarak kurulan Filistin Yönetimi’nin uzlaşmacılığı ve bürokratik çürümesinin basıncına maruz kaldığında Filistin halkının öfkesine seslenmek üzere sahnede Hamas vardı.
İsrail sözcüleri, Hamas’ın yükselişi ve Gazze’de oyların büyük çoğunluğunu kazanarak iktidar olmasından sonra Gazze ablukasını bir şiddet aygıtı olarak kullanmaya başladı ve bugün artık hepimize çok tanıdık gelen şu sözlerle konumlarını meşrulaştırmaya çalıştılar: “Başka çaremiz yok, çünkü Hamas İsrail’in var olma hakkını tanımayan köktendinci bir örgüttür.”
Hamas’a yönelik olarak İsrail sözcülerinin kullandığı dille bazı seküler “solcuların” kullandığı dil arasında farklılık olmaması hele İsrail devletinin köktendinci bir devlet olduğunu düşündüğümüzde çok ilginç bir durumdur. Herhangi bir Filistinlinin İsrail’in var olma hakkını tanımasını beklemek zaten çok saçma. Fakat Hamas, sanılanın aksine İsrail’i ve Batı Şeria ile Doğu Kudüs’teki yerleşimleri kaldırması koşuluyla İsrail’in 1967 sınırlarını tanımıştır.
ES: Hamas konusunda kesin bir önyargı olduğunu söyleyebiliriz bu durumda?
Sadece bir önyargı değil bu. Teorik, siyasi yanları olan ve örneğin Türkiye açısından iç politikanın son 22 yılına damga vurmuş bir yaklaşımdan söz ediyoruz. 1928 yılında Mısırlı bir öğretmen tarafından kurulan Müslüman Kardeşler hareketi Hamas’ın da anlaşılması için önemlidir. Müslüman Kardeşler, “emperyal tahakküme ve sosyal eşitsizliğe, ilk İslam toplumunun algılanan ilkelerine geri dönüşü savunarak yanıt verdi. Hamas temelde bu geleneğin bir devamıdır.”33 Hamas, laik ve sol milliyetçilerin Filistin’de girdiği krize camilerde ve üniversitelerde muhafazakar öğrenciler arasında güçlü bir kitle tabanı inşa ederek yanıt vermeye başlamıştı. Birinci İntifada ile Filistin milliyetçiliğinin krizinin çözümünü “İslam”da gören bir alternatif öneriyordu. Hamas, Oslo barış görüşmelerine başından beri karşı çıkmış ve bu görüşmelerin İsrail’e verilen bir tavizler silsilesi olması nedeniyle “Filistinlilerin tarihi Filistin topraklarının tamamı üzerindeki hak iddiasında ve mültecilerin geri dönüş hakkı konusunda ısrar” etmesiyle Arafat’ın uzlaşmacı pozisyonundan mesafelenmişti. Oslo süreci çöktü ve ardından 2000 yılında patlayan yeni isyan dalgasıyla Hamas bu kez kitleler açısından eylem içinde haklı görüşmeye başlandı.
Hamas konusundaki önyargı, bu hareketin İsrail’e direnen kitleler nezdinde, daha da özetle söylemek gerekirse özellikle Gazze halkının bağrında bu kadar prestijli kılan İslami bir hareket olması değil, koşulsuz bir şekilde direnişten yana olması. Bunu görmek, solun atacağı adımların netleşmesi açısından da önemli. Artık iyice sıkıcı hâle geldi ki Filistin’de direniş, “Direniş Odası”nda ortaklamış durumda, ama Türkiye’de eylemlerde Filistin’de mücadele eden örgütlerden kime yakın olduğuna göre farklı sloganlar atan gruplar var. “Yaşasın Filistin Halk Kurtuluş cephesi” ve “Hamas” sloganları ayrı ayrı, rekabet ve farklılığı vurgulamak için atılıyor. Bu elbette gelişmelere AKP prizmasından bakmakla da ilgili. Filistin’de direnişin liderliğini kimin yaptığını tayin eden, kimin uzlaşmadığı, çürümediği, yozlaşmadığı sorusuna verilen yanıta bağlıdır. Yoksa, Hamas, Filistin işçilerinin aşağıdan mücadelesinin ve özyönetim organlarının İsrail saldırganlığına verilmesi gereken esas yanıt olduğunu düşünmüyor. Ama Hamas İsrail ya da ABD’ye diplomatik sürece dahil edilmesi karşılığında bekledikleri tavizi vermediği için Gazze’de etkisini koruyor.34
ES: Peki, bugün ne yapmalı?
Bugün, birincisi Filistin halkının direnişi, ikincisi küresel bir karakter kazanan İntifada hareketinin dünya çapında yarattığı basınç ve üçüncüsü hiç beklenmedik kurumların bu basınç ve hareket nedeniyle İsrail devletini paçavraya çevirecek kararlar almış olmasının sonucu olarak Siyonizm’in tarihi bir iflas içinde olduğunu görmek lazım. Bu yüzden, Filistin halkının nasıl direnmesi gerektiği konusunda ahkam kesmeden, bu direnişin kazanması için yığınsal mücadele örgütlemek, örgütlediğimiz mücadeleleri büyütmek zorundayız.
Öte yandan her ülkede işçi sınıflarının kendi iktidarları üzerinde baskı yapması ve İsrail’e tam çaplı bir boykot uygulanmasını her düzeyde sağlamalıyız.
Gazze’nin her ülkede örgütlü işçi sınıfının işyerlerinde ses çıkartacağı bir mücadeleye dönüşmesi için, her işyerinde her işçinin Gazzeliymiş gibi mücadele etmesini sağlayacak birleşik, merkezi, aynı zamanda yerel ve her türden yaratıcı fikre açık bir kampanyanın, uzun soluklu bir dayanışma ağının inşa edilmesi gerekiyor. Netanyahu ve katil bakanının çok sayıda ülkeye gittiği takdirde savaş suçu nedeniyle tutuklanması yönünde alınan karar, Siyonizm’in çöküşünün ve direnenlerin zaferinin en net göstergesidir. Şimdi, “Nehirden denize özgür Filistin” diyen hareketin aralıksız mücadelesine ihtiyacımız var.
Dipnotlar:
- DSİP Basın Açıklaması, 2023. “İsrail’in terörüne son!”, https://www.dsip.org.tr/index.php/haberler/73-aciklamalar/1709-israilin-teroeruene-son
- Pappe, Ilan, 2017. Ten Myths About Israel. Verso.
- DSİP, a.g.e.
- Karakaş, Şenol, 2023, “İsrail propagandasını küçümsemek”, Marksist.org.
- Alexander, Anne, 2024. “Revisiting the Dynamics of imperialism in the Middle East”, International Socialism Journal, Sayı: 182.https://isj.org.uk/revisiting-imperialism-middle-east/
- Uluslararası Sosyalist Akım açıklaması, 2023, https://marksist.org/icerik/Dunya/20339/Ortadoguda-yeni-savasa-iliskin-Uluslararasi-Sosyalist-Akim-aciklamasi
- Alexander, Anne, 2023. “Palestine: between permanent war and permanent revolution”. International Socialism Journal, Sayı: 181.
- Pappe, Ilan, 2017, Ten Myhts About Israel
- Pappe, a.g.e.
- https://www.filistineozgurluk.org/_files/ugd/87e5d0_a28ffe9a94c24f318617547aece2aadc.pdf
- Choonara, Joseph, 2024. “War and resistance- in Palestine and beyond. International Socialism Journal, Sayı: 183. https://isj.org.uk/war-and-resistance/
- https://socialistworker.co.uk/international/we-need-to-resist-curbs-on-free-speech-over-palestine/?mc_cid=1bad97207e&mc_eid=0a673417ba
- https://www.youtube.com/watch?v=hqmrb-YgLA0
- Pappe, Ilan, 2022. Filistin’de Etnik Temizlik. Çev. Yankı Deniz Tan. İntifada Yayınları. İstanbul.
- Eghbariah, 2024.
- Alexander, 2022, a.g.e.
- https://www.aa.com.tr/tr/dunya/filistin-yonetimi-ve-hamas-israilli-bakanin-bati-serianin-ilhakina-dair-aciklamalarina-tepki-gosterdi/3391200
- https://www.amnesty.org.tr/public/uploads/files/Rapor/I%CC%87srailin_Apartheid_Rejimi.pdf
- Eghbariah, a.g.e.
- https://www.aa.com.tr/tr/dunya/avrupa-birligi-asiri-sagci-israilli-bakan-itamar-ben-gviri-kinadi/2976301#
- https://www.ntvspor.net/futbol/avrupa-ligi-maci-oncesi-ortalik-karisti-israilli-taraftarlardan-saldiri-672dc6d17c338f03f75e991a
- https://t24.com.tr/yazarlar/candan-yildiz/bahceli-acilim-surprizini-ufuk-uras-a-boyle-acikladi-erdogan-bu-isi-baskalarini-karistirmadan-biz-cozelim-deyince-gidip-dem-partililerle-el-sikistim,47329
- https://serbestiyet.com/haberler/balat-musevi-hastanesi-onundeki-israil-protestosu-tepki-yagdi-hastane-1898-yilindan-itibaren-kapimizdan-iceri-giren-hastaya-ozveriyle-hizmet-veriyoruz-149124/
- https://serbestiyet.com/haberler/balat-musevi-hastanesi-yakininda-filistin-protestosu-yapan-doktorlar-hastane-onune-eylem-yapmaktan-vazgecti-ama-hastane-yonetimini-israile-karsi-aciklama-yapmaya-cagirdi-149273/
- https://serbestiyet.com/haberler/balat-musevi-hastanesi-yakininda-filistin-protestosu-yapan-doktorlar-hastane-onune-eylem-yapmaktan-vazgecti-ama-hastane-yonetimini-israile-karsi-aciklama-yapmaya-cagirdi-149273/
- Cliff, Tony. 2002
- Karaosmanoğlu, Melike, 2020, “Pogrom” niye Rusça?. Altüst. https://www.altust.org/2020/01/pogrom-niye-rusca/
- DSİP Basın Açıklaması, a.g.e.
- Karakaş, Şenol, 20203. Sosyalist İşçi, Sayı: 730.
- Filistin’le dayanışma konseri sırasında Fatma Akdokur’un yaptığı konuşmanın şu bölümü gösteriyor:
Filistin’e Özgürlük Platformu, farklı kesimlerden ama ortak duyarlılığa sahip insanların, her türlü şiddet, işgal ve soykırıma varan savaşlara karşı özgürlüğü, barışı ve evrensel insanlık değerlerini savunma ve dayanışma amacıyla oluşturdukları bir platform. Platformun üyeleri olarak bizler, Yahudi toplumuna karşı 1940’lardaki Nazi soykırımının ne denli insanlık dışı olduğunun bilinciyle, Siyonizm’e olduğu kadar antisemitizme karşı durmayı da bir ödev bilmekte, bu tür soykırım girişimlerinin kime karşı yapılırsa yapılsın, kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin insanlığa karşı bir suç olduğuna inanmaktayız.
- Kilani, Ramsis, 2024. “Strategies for liberation: old and new arguments in the Palestinian left”. International Socialism Journal, Sayı: 183. https://isj.org.uk/strategies-for-liberation-old-and-new-arguments-in-the-palestinian-left/
- A.g.e.
- Allinson, Jamie, 2010. “Hamas, Gaza and the blockade”. International Socialism Journal, Sayı: 128. https://isj.org.uk/hamas-gaza-and-the-blockade/
- Mouin Rabbani, https://www.youtube.com/watch?v=Y0tZeSvsteo, Hamas sözcüleri bu tartışmada “İsraillilerin BM kararlarının gerekliliklerini yerine getirmesine izin verin, sonra biz de aynısını yapacağız” diyerek halk açısından en az uzlaşmacı pozisyonu almış oluyor.