Özdeş Özbay
7 Ekim saldırılarının üzerinden bir yıl geçti. Genel bir değerlendirme yaptığımızda Gazze’de Ortak Hareket Odası kuran ve en güçlü örgütün Hamas olduğu Filistinli direniş örgütleri, tüm imkansızlıklara rağmen çatışmaya ve sınırlı ölçüde de olsa İsrail ordusuna yönelik pusu ve karşı saldırı operasyonlarına devam ediyor. Dışarıdan en ufak bir mühimmat giremezken, Gazze tamamen enkaza dönmüşken, drone denilen mini hava araçları ve yüksek teknoloji cihazları her bir mesajlaşmayı, konuşmayı takip edip yüz tarama sistemli drone’lar Hamas militanlarının yüzlerini dahi tanıyabiliyorken direniş sürüyor.
7 Ekim sonrası İsrail’in başlattığı soykırımcı işgal, Siyonizm açısından gerçek bir hezimete dönüştü. Esirler kurtarılamadığı gibi direniş de bir yıldır süren ağır bombardıman, abluka ve şiddete rağmen kırılamadı. İsrail ordusunun operasyon yaptığını söyleyerek bombaladığı ve tanklarla, zırhlı araçlarla girip neredeyse dümdüz ettiği Gazze şehri (Gazze Şeridi’nin en büyük şehri), Han Yunus ve daha nice yerleşim yeri, İsrail askerleri çekildikten hemen sonra yine Hamas’ın kontrolüne geçti1. Sonra bu yerleşimlere tekrar ve tekrar saldırılar düzenledi İsrail ama direnişi bitiremedi.
Hamas, örgüte 2024 yılında katılan genç militanlardan oluşan taburlarının çatıştığı videoları yayınladı. Sayısı ve uzunluğu hala bilinemeyen tüneller üzerinden İsrail ablukasından kaçma, geri gelme, operasyon düzenleme gibi taktikler düzenleme kapasitesinde olduğunu, el yapımı patlayıcı ve mühimmat üretiminde ustalaştığını gösterdi. İnsan iradesinin bu şekilde yok edilemeyeceğini gösterdi. Ayrıca Gazze’nin yıllardır sosyal hizmetlerini de sağlamakta olan Hamas, İsrail’in çekildiği yerlerde yardım faaliyetlerini de örgütlemeye devam ediyor. Hamas böylece, Filistin tarihinde ilk kez işgal altında olan topraklarda neredeyse düzenli bir ordu gibi çatışabilen bir örgüt durumuna geldiğini göstermiş oldu.
Hamas, İsrail’in soykırımcı saldırısına karşı gösterdiği direnişle Filistinliler içerisinde desteğini de sağlamlaştırmış gibi duruyor. Elbette savaş koşulları sağlıklı analiz yapmanın önünde bir engel ama yine de Palestinian Centre for Policy and Survey Research (Filistin Politika ve Anket Araştırmaları Merkezi) tarafından 7 Ekim öncesinde ve de sonrasında, Mart ayında, yapılan anketler Hamas’ın desteğini artırdığını veya kaybetmediğini gösteriyor. Anket sonuçlarına göre 2023 Eylül’ünde Batı Şeria’da Hamas’a olan destek yüzde 12 iken 2024 Mart’ın yüzde 35’e yükselmiş durumdaydı. Gazze’de ise yüzde 38’den 34’e hafif gerilemiş görünüyor. Fakat Filistinlilerin yüzde 71’i Hamas’ın 7 Ekim saldırısını gerçekleştirmekte haklı olduğuna inanıyor2.
Ayrıca İsrail’in soykırımcı işgali büyük eşitsizliklere rağmen Filistin örgütlerini de birleştirmiş durumda. İsrail’in Gazze Savaşı onuncu ayına girdiği sırada Çin’in arabuluculuğunda, Filistin ulusal birliği sağlandı. Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi’nin lideri El Fetih ile Gazze’deki Hamas dahil 14 örgüt, ‘Gazze dahil ulusal birlik hükümeti kurmak’ için Pekin Bildirisi’ni imzaladı. Bildiriye göre bu birlik hükümeti, “Filistin devletinin topraklarındaki” tüm Filistin kurumlarını birleştirerek işe başlayacak, Gazze Şeridi’nin yeniden inşasını başlatacak ve onaylanan seçim yasasına göre Merkezi Seçim Komisyonu gözetiminde en kısa sürede genel seçimlerin düzenlenmesini hazırlayacaktı.
İsrail, direnişi kıramasa da 21. yüzyılın ilk soykırımı denen Gazze işgalinde, canlı yayında an be an izlenebilen bir vahşet uyguluyor. Doğrudan bomba ve ateş altında öldürülen Filistinli sayısı 43 bini aştı. Bunun 17 binden fazlası çocuklardan oluşuyor. 26 bin çocuk ise ebeveynlerinden en az birini kaybetmiş durumda. Saygın tıp dergisi The Lancet, Temmuz ayında yayınladığı bir araştırmada, İsrail’in saldırılarının sürdüğü Gazze’de 186 bin Filistinlinin hayatını kaybetmiş olabileceğini bildirdi. Araştırmacılar, Gazze’deki yetkililerin açıkladığı can kaybı sayısına ‘dolaylı ölümlerin’ de eklenmesi gerektiğini söyleyerek bu sayıyı ortaya koydu ve ilaçsızlık, salgınlar, açlık gibi dolaylı ölümlerin doğrudan ölümlerin üç ila 15 katı arasında değiştiğini aktardı.
Gazze’de öldürülen gazeteci sayısı da bir dünya rekoru. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ), Gazze‘deki Filistinli gazetecilerin, cephedeki askerlerden daha yüksek bir ölüm riski ile karşı karşıya olduğunu açıkladı. IFJ’ye göre bugüne kadar en az 140 Gazzeli gazeteci öldürülmüş durumda. Bu sayısı II. Dünya Savaşı’nda öldürülen gazetecilerden daha fazla. Gazetecileri Koruma Komitesi’ne göre de 69 gazeteci İsrail hapishanelerinde tutuluyor. Hiçbir resmî kaydı olmayıp, kendi sosyal medya araçlarıyla habercilik yaparken öldürülen daha onlarca kişi var.
Birleşmiş Milletler’e bağlı UNRWA’nın en az 231 çalışanı okullarda ve hastanelerde sivillere yardım etmeye çalışırken öldürülmüş durumda. Savaşın altıncı ayında açıklanan OHCHR raporuna göre Gazze’de yıkılmamış bir üniversite kalmamıştı. 5.479’dan fazla öğrenci, 261 öğretmen ve 95 üniversite profesörü öldürülmüştü. Aralarında 13 halk kütüphanesinin de bulunduğu eğitim tesislerinin en az yüzde 60’ı hasar görmüş ya da yıkılmıştı. Gazze’nin 150 yıllık tarihini içeren Merkezi Arşivler de dahil olmak üzere 195 miras alanı, 227 cami ve üç kilise de hasar görmüş ya da yıkılmıştı3.
BM’nin Eylül ayında uydu görüntülerine dayanan raporuna göre, Gazze’deki mevcut bina stokunun yaklaşık dörtte biri yıkıldı veya ciddi şekilde hasar gördü. Binaların yüzde 66’lık bir kısmında da en azından bir miktar hasar var. Gazze Şeridi’nde bulunan 36 hastaneden 32’si hasar aldı.
Tüm bunlara son aylarda Lübnan’ın işgal edilmesi de eklendi. Üç bin kadar Lübnanlı İsrail saldırılarında öldürülmüş durumda. Zaten büyük bir ekonomik kriz yaşamakta olan 5,2 milyon nüfuslu ülkede bir milyondan fazla kişi ülkenin kuzeyine göç etmek zorunda kaldı. Hatta beş yüz bin kadar kişi Suriye’ye göç etmiş durumda.
Yalnızlaşan İsrail
Bu bir yılda tüm dünyada milyonlarca kişi İsrail’in şiddetine karşı sokaklara indi. Daha önce iki defa, intifada (isyan) dönemlerinde ayaklanan Filistin halkına yine dünyadan destek gelmişti ama hiçbir zaman eylemler bu kadar büyük çapta olmamıştı. Üstelik, o dönemlerde eylemler genelde Arap devletlerinde gerçekleşiyordu. Bu sefer kitlesel eylemler ağırlıklı olarak İsrail’in en büyük destekçisi olan ülkelerde yani ABD, Britanya, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde gerçekleşti. İktidarların devrilmesine, seçim sonuçlarının etkilenmesine sebep oldu.
Bu eylemler sayesinde İsrail devleti, tarihinde hiç olmadığı kadar uluslararası arenada yalnızlaşmış durumda. Uluslararası Adalet Divanı (UAD) iki kez İsrail aleyhine karar verdi. Güney Afrika, Divan’dan, İsrail’i “soykırım yapmamaya, soykırımı önlemeye ve soykırımın faillerini cezalandırmaya” zorlamak için geçici bir tedbir uygulanmasını istedi. Güney Afrika’nın Gazze’de bir soykırım yaşanabileceğine dair başvurusunu kabul eden UAD, Ocak ayındaki ilk kararında İsrail’e “soykırımın doğrudan teşvikinin engellenmesi ve cezalandırılması için önlem alma” emri verdi. İsrail’in Soykırım Sözleşmesi’nin ihlali anlamına gelecek her tür eylemden kaçınması ve sivillere yardım etmek için daha fazla adım atması istendi. Mahkeme, İsrail’in davanın reddedilmesi talebini kabul etmeyerek İsrail’in soykırım suçlamasıyla yargılanmasına karar verdi ve de ayrıca İsrail’in UAD’ye bir ay içerisinde rapor vermesi gerektiğine hükmetti. İsrail elbette hiçbir karara uymadığı gibi Mahkeme’yi Hamas’a destek olmakla itham etti. Hatta Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, Mahkeme’yi antisemit olmakla suçladı. İsrail Dışişleri Bakanlığı da Güney Afrika’yı davayı açtığı günlerde Hamas’ın hukuki kolu olmakla suçlamıştı.
UAD, Mayıs ayında İsrail’e karşı ikinci bir tarihi karar daha aldı. Mahkeme, İsrail’in binlerce Filistinlinin sığındığı Mısır sınırındaki Refah’a harekât düzenlememesi için Güney Afrika’nın yaptığı ikinci başvuruyu da kabul etti. Refah’ta durumun felaket noktasına ulaştığını belirten UAD, İsrail’den harekâtı durdurmasını istedi. Netanyahu yönetimi beklendiği üzere karar hakkında “yanlış, çirkin ve ahlaki açıdan tiksindirici” dedi ve İsrail, Refah’a saldırdı.
Yine Mayıs ayında bu kez Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı, İsrail Başbakanı Netanyahu için yakalama emri talep etti. Başsavcı Karim Asad Ahmad Khan, Netanyahu ile birlikte Savunma Bakanı Yoav Gallant ve üç Hamas lideri hakkında yakalama talebinde bulundu. Ancak bu talep aradan geçen altı ayda hala Mahkeme gündemine alınmış değil.
Uluslararası Adalet Divanı, Temmuz ayında da tarihi bir başka karara imza attı. 2022 yılında, BM Genel Kurulu, UAD’den hukuki görüş talebinde bulunmuştu. Bu talebe yanıtını açıklayan Mahkeme, İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmiş olduğunu, oradaki yerleşimlerinin yasadışı olduğunu ve mümkün olan en kısa sürede bu işgale son vermek zorunda olduğunu söyledi. Mahkeme, kararını şu tarihi cümleyle açıkladı: “BM Güvenlik Konseyi, BM Genel Kurulu ve tüm devletlerin işgali yasal olarak tanımama ve işgal altındaki topraklarda İsrail’in varlığını sürdürmesine yardım veya destekte bulunmama yükümlülüğü vardır.”4 Netanyahu yönetimi ise her zamanki gibi Mahkeme’nin açıklamasının ardından “Yahudilerin kendi topraklarında işgalci olamayacakları” yanıtını verdi ve Filistinlileri bir kez daha yok saydı.
İsrail’i 1948’de var eden kurum olan BM’nin en üst düzey sözcüleri 7 Ekim’den bu yana İsrail’i defalarca çok sert eleştirdiler. İsrail’in talebiyle kurulan ve Filistinli mültecilere sürüldükleri yerlerde yardım etmekle görevlendirilen UNRWA’nın5 üst düzey bürokratları Gazze’de soykırım yapılmakta olduğunu tekrarlayıp durdu. İsrail ise Ekim ayında BM’ye bağlı UNRWA’yı Meclis oylaması ile “terör örgütü” ilan etti ve İsrail’deki faaliyetlerini yasaklayarak kapattı.
BM İnsan Hakları Konseyi, “İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki olası savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar için hesap vermesi” çağrısında bulunan bir karar aldı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ise Filistin’e BM tartışmalarında ve komitelerinde daha geniş yetki ve ayrıcalıklar tanıyan bir tasarıyı Mayıs ayında kabul etti. Filistin kazandığı bu ilave hakları kullanarak Genel Kurul’a sunduğu ilk karar taslağında İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarındaki mevcudiyetini 12 ayda sonlandırmasını talep etti. 40’tan fazla ülkenin eş sunucu olduğu karar tasarısı 14’e karşı 124 oyla BM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Red oyu kullanan 14 ülke arasında ABD, İsrail, Çekya, Arjantin, Macaristan gibi ülkeler yer alıyordu.
Haziran ayında BM Genel Sekreteri António Guterres, İsrail’in çocuk ölümleri konusunda BM Utanç Listesi’ne Hamas ile birlikte alındığını duyurdu. BM Soruşturma Komisyonu ise İsrail’in cinayet gibi bazı savaş suçlarının “insanlığa karşı suç” teşkil ettiğini dile getiren bir rapor hazırladı.
İsrail’i var eden ve bugüne kadar koruyan BM kurumlarının durumu bu iken teker teker ülkeler de İsrail’e karşı yaptırımlar uygulamaya başladı. İsrail’in en büyük destekçileri olan ABD, Kanada, Fransa ve Britanya, Batı Şeria’da artan yasadışı yerleşimci şiddeti nedeniyle saldırgan kişi ve gruplara çok sayıda yaptırım kararı aldı. Bu yaptırımlar elbette vize vermeme veya vize iptali ve kendi ülkelerine giriş yasağı gibi basit uygulamalardı ama yine de İsrail devletini zora soktu. Türkiye, uygulamadaki tüm sorunlarına rağmen İsrail’e ticaret yasağı getirdi6. İsrail’in en büyük kömür ithalatçısı Kolombiya, İsrail’e kömür satışını durdurdu.
Filistin halkının direnişi ve küresel eylemler birçok ülkede seçimleri de etkiledi. Britanya’da Temmuz ayında seçimleri kazanan İşçi Partisi, önce Filistin Devleti’ni tanıyacağını ilan etti, ardından ateşkes çağrısı yaptı ve UCM’nin Netanyahu hakkındaki kararını uygulamama kararını geri çekti. Daha sonra sınırlı da olsa bazı silahların İsrail’e satışına yasak getirdi7. Fransa’da seçimleri kazanan Yeni Halk Cephesi net bir şekilde Filistin yanlısı. Mayıs ayında İspanya, İrlanda ve Norveç eşzamanlı olarak Filistin’i bağımsız ve egemen bir devlet olarak tanıdıklarını ilan ettiler. Hemen ardından da Slovenya, Filistin devletini tanıdığını ilan etti. ABD’de İsrail destekçisi Joe Biden ya da savaş karşıtlarının taktığı ismiyle “soykırımcı Joe” başkanlık yarışından çekilmek zorunda kaldı. Yeni aday Kamala Harris ise İsrail politikasında bir değişikliğe gitmeyeceklerini söylüyordu. Silah desteğine devam edeceğini de açıkça söyledi ve Kasım ayındaki seçimlerde Trump’a karşı kaybetti. Harris’in seçimi kaybetmesinin nedenleri arasında İsrail’e olan desteği nedeniyle Müslüman, Arap seçmeni ve anti-Siyonist aktivistleri sandığa götürememesi de gösteriliyordu.
Biden’ın hazırladığı ateşkes planını Hamas’ın kabul etmesine rağmen İsrail’in aylar boyunca, sürekli olarak yeni düzenlemeler talep ederek imzalamaması da ABD yönetimi ile İsrail’in arasını açıyordu. İsrail, Gazze’ye insani yardım girişini büyük oranda engellerken ABD havadan ve denizden insani yardım gönderdi.
Britanya’nın İsrail’e bazı silahların satışını sınırlandırmasının ardından Fransa Cumhurbaşkanı Macron ise 7 Ekim’in yıl dönümüne birkaç gün kala İsrail’in Gazze’de kullandığı silahlara yönelik ambargo uygulanması çağrısında bulundu. Bunlar İsrail ile en büyük müttefikleri arasındaki çelişkileri gözler önüne seriyordu.
Hezimete ve yalnızlaşmaya karşı bölgesel savaş
Netanyahu yönetimi bu yalnızlaşmayı aşmanın tehlikeli bir yolu olarak İran’ı hedef alan saldırılar gerçekleştirdi. Nisan ayında Lübnan’daki İran konsolosluğunu vurdu. İran da İsrail’e balistik füzeler göndererek yanıt verdi. İran saldırısı sırasında tüm müttefiklerin hatta Ürdün ve Suudi Arabistan gibi devletlerin İran füzelerini imha etmede İsrail’e destek vermesi, İsrail açısından önemli bir mesaj oldu. Böylece birkaç ay sonra daha da ileri giderek İran’ın başkenti Tahran’da bir suikast düzenleyerek Hamas lideri İsmail Haniye’yi öldürdü. Sonra da tarihe kitlesel suikastlar olarak geçen bir katliam dizisi başlattı. Çağrı cihazları ve telsizlere yerleştirdiği patlayıcılar aracılığıyla Hizbullah’a yönelik kitle suikastları düzenledi. Saldırılarda siviller dahil onlarca kişi öldü ve binlerce kişi yaralandı. Sonra da Lübnan’ı işgale başladı. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı Beyrut’a attığı bir roketle öldürdü. Bunun üzerine İran bir kez daha yüzlerce füze atışıyla İsrail’e yanıt verdi. İsrail de “yanıt olarak” İran’daki bazı askeri tesisleri vurarak gerilimi daha da tırmandırmayı sürdürdü. Bu arada İsrail defalarca Yemen’i ve Suriye’yi bombaladı.
Bölgesel bir savaş tehdidi ABD’yi ve bazı Batılı müttefikleri tekrar İsrail’in savunulması konusunda harekete geçirmiş oldu. Savaşı bölgeye yaymak İsrail için uluslararası izolasyonu kırmak için bir yöntem hâline gelmiş durumda. Aynı zamanda kendi güvenliğini de artık “merkezi bir yönetimleri yok” dediği Lübnan, Yemen, Suriye ve Irak’a yönelik müdahalelerde ve İran’da gerçekleşecek bir rejim değişikliğinde görüyor.
Ayrıca savaşı bölgeye yaymak, birinci yılına giren Gazze işgalindeki hezimeti de örtmek için kullanılıyor. Hamas ve Hizbullah direnişini yok edemeyen İsrail, bu örgütlerin liderlerine yönelik suikastlarla ülke içindeki muhalefeti dindirmeye çalışıyor ama öbür yandan tüm Ortadoğu ülkelerini tehdit ederken “elimiz her yere uzanır” diyen Netanyahu’nun hâlâ Gazze’deki rehineleri bulamaması daha da çok eleştiri konusu oluyor.
Lübnan’ın güneyini Hizbullah’tan arındırmak adı altında işgale başlayan İsrail, Beyrut’taki BM asker gücü olan UNIFIL’i dahi defalarca vurdu, BM askerlerini yaraladı ve binasını tanklarla işgal ederek dünyada bir ilke imza attı.
Sonuç olarak İsrail, Gazze’de battıkça içine düşmekte olduğu yalnızlaşmayı savaşı bölgeye yayarak kırma eğiliminde. Çünkü Gazze’de yaşananlar artık en yakın müttefiklerinin dahi tepkisini çekiyor ama iş emperyalizmin bölgesel çıkarlarına geldiğinde her şeye rağmen İsrail’e tam destek veriliyor.
Ancak bu, son derece tehlikeli bir militarist oyun. Dünyanın içerisinde bulunduğu çoklu kriz ortamında silahlanma küresel ölçekte hızlanıyor, Çin ve ABD etrafında kamplaşma artıyor. Ekim ayının sonunda gazetelerde yer alan haberlerin bir kısmı şunları içeriyordu; Japonya, NATO tarafından belirlenen, gayri safi yurt içi hasılanın (GSYİH) en az yüzde 2’sini savunmaya ayırma hedefini 2027 yılına dek tutturmak için bu alana yaptığı harcamaları arttırma kararı almış ve Hint-Pasifik bölgesinde NATO benzeri bir askeri ittifak kurulabileceğini dile getirdi, Avrupa Birliği ile de güvenlik ve savunma anlaşması imzaladı8, İran askeri bütçesini yüzde 200’den fazla artıracağını duyurdu9, Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) İsrail’in askeri harcamasını 2024 yılında yüzde 24 artırdığını duyurdu ve İsrail, 2025 bütçesinde tarihinin en büyük askeri harcama bütçesini onayladı10.
Tüm bunlara paralel şekilde küresel politik krizin bir sonucu olarak İtalya, Fransa, Almanya, Avusturya, İsveç, Hollanda ve daha birçok ülkede alenen faşist partiler seçimlerde birinci veya ikinci sıraya yükselmiş durumda. ABD seçimlerini ise Donald Trump kazandı.
Savaşın ekonomi politik bir analizini yapan Robinson ve Nguyen, Filistin ve bölgede yaşanan savaşı II. Dünya Savaşı’nın provası dediği 1936-39 İspanya İç Savaşı’na benzetiyorlar. Filistin’de sadece bölgesel değil küresel bir savaş olduğunu düşünen yazarlar son derece gerçekçi bir küresel savaş riski uyarısında bulunuyorlar11.
7 Ekim tartışmaları
7 Ekim’den hemen önce İsrail, 2020 yılında İbrahim Anlaşmaları ile Birleşik Arap Emirlikleri ve ardından Suudi Arabistan’la başlattığı normalleşme süreci üzerinden bölge ülkeleriyle normalleşme sürecine girmişti. Ürdün, BAE ve İsrail arasında 2022 sonunda imzalanan Prosperity (Refah) Anlaşmaları ile Ürdün’e su ve elektrik tedariği sağlanıyordu. Mısır diktatörlüğü, ABD ve İsrail ile yakın işbirliği içerisindeydi. İsrail bütün bu rejimlere özellikle Gazze üzerinde kullandığı kitle kontrol ve izleme teknolojilerini satarak destek veriyordu. Yahudi gazeteci Loewenstein, Filistin’in İsrail savaş endüstrisinin bir laboratuvarı olduğunu müthiş ayrıntılı bir şekilde anlattığı kitabında İsrail’in dünyanın birçok otoriter devletinden destek buluyor olmasını bu ilişkiye bağlar12.
Batı Şeria, İsrail’le yakın ilişki içerisindeki Filistin Otoritesi’nin kontrolündeydi. 2023 yılı özellikle Batı Şeria’da daha 7 Ekim’den önce İsrail askerleri ve paramiliterleri tarafından 248 Filistinli’nin öldürülmesi sonucu en kanlı yıl olma yolunda ilerliyordu. Huwara gibi yerlerde paramiliter yerleşimciler ve onları koruyan İsrail ordusu pogromlar düzenliyordu.
Gazze 16 yıldır abluka altındaydı ve büyük bir yoksulluk yaşanıyordu. Zaman zaman İsrail, Gazze’yi bombalamaktan da geri durmuyordu. Gazze muazzam bir istihbarat ağı ve teknolojiyle dışarıya kuş uçmasının bile imkânsız olduğu bir açık hava hapishanesine, bir toplama kampına dönüşmüştü.
İsrail’in Demir Kubbe hava savunma sistemi, İsrail yerleşimlerine atılan her füzeyi anında düşürebiliyordu. Bütün telefon konuşmaları ve yazışmalar İsrail’in yüksek teknoloji sistemleri tarafından takip ediliyordu. Yüz tanıma sistemleri olan dronelar her gün havadan yüz binlerce Gazzeliyi denetliyordu. Abluka altındaki Gazze’ye yiyecek dahi İsrail’in yaptığı kalori hesabına göre gönderilebiliyordu. İnşaat malzemeleri Hamas’ın tünel yaptığı gerekçesiyle sınırlı olarak Gazze’ye sokuluyordu.
7 Ekim’den sadece sekiz gün önce ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, The Atlantic dergisi festivalinde şu sözleri söylüyordu: “Biz Orta Doğu bölgesindeki baskıyı hafifletmek, gerilimi azaltmak ve nihayetinde bölgeyi bütünleştirmek istiyoruz. Yemen’deki savaş şu an 19 aylık bir ateşkes döneminde. İran’ın ABD güçlerine yönelik saldırıları şimdilik durmuş durumda. Irak’taki varlığımız istikrarlı. “Şimdilik” diye vurguluyorum çünkü tüm bunlar değişebilir. Ve Orta Doğu bölgesi bugün son yirmi yılda olduğundan çok daha sakin.”13
7 Ekim’de ABD’nin de İsrail’in de hiç beklemediği bir şey oldu. Hamas önce duvarları motorlu paraşütlerle aştı. Birkaç yerden de Gazze’yi çevreleyen duvarları yıktı. Hamas’a bu andan itibaren diğer direniş örgütleri de katıldı, sıradan halk arasından da duvarları ve sınır çitlerini yıkıp yerleşimlere girenler oldu. 1200 kadar İsrailli öldürüldü. 250 kadarı kaçırıldı.
Birçok uzmanın dediği gibi İsrail, kibrine yenilmişti. Hamas’ın bir saldırı hazırlandığı olduğu istihbaratı ciddiye alınmamıştı. Ordunun güvenlik raporları en fazla sınır yerleşimlerine yönelik terör saldırılarına karşı alınacak tedbirleri içeriyordu. Hiçbir kurum, birkaç bin silahlı kişinin Gazze’den çıkıp onlarca karakola ve yerleşim yerine saldırabileceğine inanmıyordu. İsrail, yenilmez olduğuna inanan teknolojik ve askeri üstünlüğünün kibrine ve Filistinli direnişçilerin özgürlük iradesine yenilmiş oldu.
İsrail, 7 Ekim saldırısının şokunu atlatır atlatmaz başlatacağı soykırımcı işgale zemin hazırlamak için büyük bir yalan propagandasına başladı ve tüm Batılı müttefik ülkelerdeki medya da İsrail’in yalanlarını dünyaya tek doğru olarak yaydı. Saldırıların hemen ardından İsrail kanalı İ24, bir İsrail askerinin sözlü beyanına dayandırdığı haberinde Hamas saldırılarında 40 bebeğin öldürüldüğünü ve bir kısmının başının kesildiğini duyurdu. Başı kesilmiş bebekler gördüğünü söyleyen İsrail askeri David Ben Zion aynı zamanda Batı Şeria’da 35 yerleşim yeri kuran aşırı sağcı bir grubun üyesiydi. ABD Başkanı Joe Biden dahi kafası kesilmiş bebeklerin fotoğraflarını gördüğünü söyledi ama bu fotoğraflar hiçbir zaman bulunamadı. Yalanlar giderek büyüdü. ZAKA isimli İsrailli yardım kuruluşu çalışanı ve yine bir aşırı sağcı olan Yossi Landau arka arkaya dünya medyasına verdiği röportajlarda saldırı sonrası yardıma gittiği evlerde kafası kesilmiş bebekler, fırına atılıp ısıtılarak öldürülmüş bebekler, birbirlerine bağlanarak yakılmış çocuklar, karnı bıçakla yarılmış hamile kadınlar, annesinin karnında bıçaklanmış bebekler, tecavüze uğrayıp yakılmış kız çocukları gördüğünü anlattı14.
7 Ekim’den sonraki haftalar boyunca medyada dolaştırılan bu haberler daha sonra bizzat İsrail devletinin hazırladığı raporla çürütüldü. Raporda, saldırılarda hayatını kaybedenlerin bilgileri ve ölüm şekilleri yazıyordu. 1.200 kadar ölümün içerisinde sadece iki bebek yer alıyordu. Bunlardan biri kapıya ateş edilmesi sırasında yaşanan bir cinayetti, bir diğeri ise vurularak öldürülen hamile bir kadının karnındaki bebekti15. Yani ne kafa kesme, ne doğrudan bebekleri hedef alma, ne fırına atma ne de yakma olayı gerçekti ama medya uzun bir süre bu yalanları anlatmayı sürdürerek İsrail’in soykırımcı savaşına açık destek verdi. Savaşa karşı sokaklara inenler ise bebek katliamını ve tecavüzleri savunmakla itham edildi.
İsrail resmi belgeleri tarafından daha sonra yalan olduğu kanıtlanacak olan bu iddialardan kısa bir süre sonra bu kez de Hamas militanlarının sistematik tecavüz haberleri yayıldı. Üstelik sadece tecavüz değil öldürülen bebekler haberlerinde olduğu gibi organları parçalanan kadınların olduğu haberleriyle birlikte. İsrail bu iddiaların gerçekliğini o kadar sıkı savundu ki BM içerisinde özel bir toplantı dahi yapıldı. Daha sonra BM tarafından Hamas’ın 7 Ekim saldırısına ilişkin yayımlanan 24 sayfalık raporda, “Genital yaralama, cinselleştirilmiş işkence veya zalim, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele dahil bazı cinsel şiddet biçimlerine işaret edebilecek güvenilir ikinci dereceden bilgiler toplanmıştır”16 denildi. Ancak ikinci dereceden yani bu olaylara şahit olduğunu söyleyenler tarafından dile getirilen bu iddialar da hiçbir zaman kanıtlanamadı.
Aslında bu bir ilk değildi. Artık her savaş öncesinde bir propaganda savaşı başlıyor ve savaş bu sayede meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Ukrayna’nın işgali öncesi Putin, Ukrayna’da Nazilerin iktidarda olduğunu ve Rusya’nın Nazizme karşı savaştığını söylemişti. Irak’ın işgali öncesinde bir “terörist devletler” kavramı ortaya atılmış ve buna kitle imha silahları yalanı eklenmişti. Çok daha öncesinde, I. Dünya Savaşı başlarken Alman gazeteleri, Belçika’ya saldırı başlamadan önce “iki cinsiyetli Belçikalılar kana susamış yaratıklar gibi davranıyorlar” deniyordu17. Benzeri yalanlar 7 Ekim’den sonra da Gazze’de başlayacak soykırımı meşrulaştırmak için kullanıldı.
Hiç sorgulanmadan dünya basınında bu bilgiler dolaşırken İsrail Gazze’de korkunç bir soykırıma başlamıştı. Bu yalan haberler etrafında Hamas militanları ve ona destek veren Filistinliler için “insansı hayvanlar” denerek tüm sınırların aşıldığı bir katliama girişti İsrail. Gazze’ye yönelik saldırıya “Demir Kılıçlar” adını verdi. İsrail’in kuruluşundan beri şiddete başvurmak için kullandığı yaygın bahane olan Ein berera yani “başka seçeneğimiz yok” şimdi de en çok kullanılan kavram.
7 Ekim’den beri o gün yaşananları, onca sivilin ölümünü, kaçırılan insanları, bu eylemin sonucu olan büyük yıkımı nasıl tanımlamak gerektiği üzerine tartışmalar yaşanıyor. II. Dünya Savaşı sonrasında Martin Heidegger, Almanya’nın müttefikler tarafından saldırıya uğradığını ve kentlerinin yıkıldığını söylediğinde Herbert Marcuse onu gerçekleri tersyüz ederek saldırgan ile kurbanı birbirine karıştırmakla suçlamıştı. Başta Dresden olmak üzere gerçekten de Alman kentleri yıkılmış ve ağır bombardıman altında on binlerce Alman sivil ölmüştü. Ancak Avrupa’yı işgal ederek savaşı başlatan ve korkunç şiddet ve soykırım uygulayan Nazilerin yanında Almanya’daki sivil kayıplar Batı’da pek konuşulmamıştı. Oysa 7 Ekim’den sonra İsrail’in işgali ve soykırımı değil Hamas’ın şiddeti konuşuluyordu. Enzo Traverso, bu nedenle İsrail’i kurban, Hamas’ı suçlu gösterenlere Heideggerciler diyor.18
Savaş muhabiri Chris Hedges ile anne ve babası Nazi toplama kamplarında kalmış ve ailesinin tüm diğer üyeleri kamplarda öldürülmüş olan Yahudi akademisyen Norman Finkelstein bu meseleyi, 7 Ekim’den kısa bir süre sonra son derece ayrıntılı bir şekilde bir söyleşide tartışmışlardı.19 Finkelstein, neden Hamas’ın sivillere yönelik saldırısını kınamadığını ve kınamayacağını son derece çarpıcı bir şekilde anlatmıştı bu söyleşide. 1980’lerden beri 2020 yılına dek Filistin meselesi üzerine yazdığını ama 2020’de artık umutsuzluğa kapılarak yazmayı bıraktığını söylemişti Finkelstein ve Hamas olayı yaşandığında kendi ahlaki yargısını oluşturabilmek için Amerika’daki kölelik karşıtı hareketin köle isyanları üzerine yazdıklarına baktığını belirtmişti:
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en büyük köle isyanı olan Nat Turner İsyanı’na baktım ve tabii ki bazı ürkütücü benzerlikler vardı. Nat Turner bir dini fanatikti ve çoğu zaman John Brown’un da öyle olduğu unutulur. Ama şimdi Nat Turner’a dönelim. Bu insanların her biri Tanrı’nın sözüyle hareket ettiklerine, Tanrı’nın temsilcileri olduklarına, Tanrı’nın isteğini yerine getirdiklerine ve eylemlerinin Tanrı tarafından onaylandığına inanıyorlardı. Onlara prematüre (erken gelişmiş) cihatçılar da diyebilirsiniz. Bugün hâlâ aramızda olan çok saygın tarihçi Stephen Oats’un The Nat Turner Rebellion kitabında anlattığı şey Nat Turner’ın, birliklerine tüm beyazları öldürme emri verdiğiydi. Bunun bir nedeni elbette intikamdı ama bir nedeni de ülkeyi kölelik gerçeği ile yüzleşmeye zorlamak için ahlaki bir kriz yaratmak istemesiydi.
Devam eder Finkelstein:
John Brown’ı okuduğumda da bu mesele ilgimi çekmişti çünkü o da sivilleri öldürdü. Pottawatomie’de sivilleri keserek öldürdü. Frederick Douglas’ın John Brown üzerine yaptığı nefes kesici konuşma ilgimi çekti. Sivillerin öldürülmesi meselesini sorgulamak zorunda kalmıştı. Ve Du Bois, John Brown’ın biyografisini yazmıştı. Çok iyi bir eser değil ama pek fazla bir kaynak yoktu o dönem. O da son bölümde John Brown ve sivillerin öldürülmesi sorunuyla yüzleşiyordu. İkisi de Brown’ı kınamamıştı, bu sorunun etrafında dolanıyorlardı. Sonunda bu soruyla yüzleşmeleri gerektiğini kabul ederler ama John Brown’ı sivilleri öldürdüğü için kınamazlar…. Garrison’un yazdıklarını okuduğumda kölelik karşıtlarına olan saygım tavan yaptı. Garrison, bir dehşet yaşandığını kabul ediyordu ama çok bilinçli bir şekilde Nat Turner İsyanı’nı kınamıyordu, aksine isyanı kınayanların ikiyüzlülüğünü kınıyordu. Ve şöyle diyordu “size söyledik, size söyledik, sizi uyardık, sizi uyardık, sizi uyardık, bu insanları çılgına çevireceksiniz ve onlar korkunç şeyler yapacaklar”. Bunu okudum ve tekrar okudum ve tekrar okudum ve sonra son birkaç gün içinde kendi kitabımla ilgili hafızamı tazelemek zorunda kaldım ve kitabımı tekrar okumaya başladım, Gazze kitabını.
Ve size dürüstçe söylüyorum, kitapta o insanlara yapılanların her ayrıntısını okudukça içim öfkeyle dolup taşmaya başladı.
7 Ekim’de İsrailli sivillerin öldürülmesi meselesi tam da Finkelstein’in anlattığı gibi esas sorun olan işgalden ve Gazze’deki toplama kampı koşullarından bağımsız olarak görülemez. Hamas ve sonrasında ona katılan diğer örgütler, kendilerine dayatılan açık hava hapishanesi koşullarına karşı isyan ettiler. Bu isyana katılan her bir militan öldürüleceğini biliyordu, İsrail ordusunun silahlı direnişle yenilmesinin mümkün olmadığını da biliyorlardı ama dünyanın artık umursamadığı Gazze meselesini dünyanın gündemine getirmek içindi bu isyan. İsrail’in soykırımcı bir şiddetle yanıt vereceğini bildikleri için de yakalayabildikleri kadar esir yakalayıp Gazze’ye götürdüler. Batı basını ise İsrail’in başlattığı soykırım yerine uzun süre 7 Ekim’de yaşanan sivil katliamları, bebekler ve tecavüzler yalanlarını anlattı. Oysa Tarık Ali’nin dediği gibi: “Soykırımdan daha şiddetli ne olabilir ki?”
Gazze işgalinin İsrail’e faturası
7 Ekim saldırısı sonrasında Netanyahu şu sözleri söyleyerek savaşı ilan etti: “Biz ışığın insanlarıyız, onlar karanlığın insanlarıdır ve ışık karanlığa galip gelecektir… Bir başbakan olarak bu ülkenin geleceğini garanti altına almaktan sorumluyum ve şimdi benim görevim tüm İsraillileri, İsrail devletini ve İsrail halkını ezici bir zafere taşımak. Artık zafere ulaşmak için tek bir amaç uğruna bir araya gelmenin zamanıdır.”
Netanyahu’nun bahsettiği zafer nehirden denize tek bir Filistinlinin dahi kalmadığı bir İsrail. Zaten Gazze Şeridi işgalini anlattığı bir televizyon programında önünde konuştuğu haritada, 7 Ekim saldırılarıyla hiç ilgisi olmayan Batı Şeria tamamen silinmişti ve İsrail toprağı olarak gösteriliyordu.
İsrail’in kendisinin de beklemediği şekilde uzayan Gazze işgali ve savaşın Lübnan’a sıçraması İsrail ekonomisini olumsuz etkiliyor. İsrail’i terk ederek yurtdışına yerleşen İsrail vatandaşı sayısı bir milyonu buldu. 7 Ekim 2023 ile Eylül 2024 arasında işgal İsrail’e en az 68 milyar dolara mal oldu.20 Üç büyük kredi kuruluşu S&P, Moody’s ve Fitch, İsrail’in Lübnan’a saldırmasının ardından artan ekonomik belirsizlikler ve riskler sebebiyle İsrail’in kredi notunu düşürdü.
46 bin’in üzerinde işletme iflas etti, turizm durdu, İsrail tahvilleri neredeyse “junk bond” denilen aşırı düşük seviyelerden satılır durumda. 2024’ün ilk çeyreğinde yabancı yatırımlar %60 oranında düşmüş durumdaydı. İsrail’de yatırım fonlarına yatırılan paranın büyük bir kısmı yurtdışındaki yatırımlara yönlendirildi çünkü İsrailliler kendi emeklilik fonlarının ve sigorta fonlarının ya da kendi birikimlerinin İsrail Devleti’nin kaderine bağlanmasını istemiyorlardı.
Boykot, Yatırımların Çekilmesi ve Yaptırımlar (BDS) hareketi dünyanın birçok ülkesinde üniversitelerin ve şirketlerin İsrailli ortaklarıyla ilişkilerini kesmelerini ve buradaki yatırımlarını çekmelerini sağladı. Örneğin Intel, İsrail’deki 25 milyar dolarlık yatırım planını durdurduğunu açıkladı.21 Samsung Electronics’in girişim sermayesi kolu olan Samsung Next, Nisan 2024’te on yıllık yatırımın ardından ülkedeki iş koşullarının kötüleşmesi nedeniyle İsrail’deki faaliyetlerini durdurduğunu açıkladı22. Haziran 2024’te Norveç emeklilik fonu, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’daki insan hakları ihlalleriyle bağlantılı olduğu iddiasıyla Caterpillar Inc. şirketinden 69 milyon doları elden çıkardı.23
İsrail Merkez Bankası, Mayıs ayında savaşın yıl sonunda kadar 66 milyar dolara mal olacağını açıklamıştı. Bu maliyet içerisinde askeri harcamalar ve de çatışma bölgelerinden tahliye edilen on binlerce sivilin konaklama masrafları bulunuyor. 66 milyar dolar da ülke Gayrı Safi Yurtiçi Hasılası’nın (GSYH) yüzde 12’sine denk geliyor.24
“Startup ülkesi” olmakla övünen İsrail’in elektrik üretiminde kömür hâlâ önemli bir yer tutuyor ve İsrail’in ilk üç kömür tedarikçi ülkesi Kolombiya, Güney Afrika ve Rusya. İlk iki ülke soykırım nedeniyle ticari ilişkilerini kesmiş durumda. Rusya ile de ilişkiler eskisi gibi değil. Yüksek teknoloji üretimi yapan bir ülke için elektrik arzı hayati önemde. Yüksek teknoloji aynı zamanda yüksek eğitim ve araştırma da demek. Dünya üniversitelerinin ve şirketlerinin ortak araştırmaları durdurmasının yanı sıra on binlerce yüksek eğitimli vatandaşının da ülkeyi terk etmesi İsrail’i zor durumda bırakıyor.25
İsrail fabrikalarında, inşaatlarında, tarlalarında ve çiftliklerinde çalışan 300 bin kadar Filistinli işçinin çalışma izinleri iptal edildi. Özellikle tarım ve inşaat alanında çalışan on binlerce göçmen işçi de ülkeyi terk etti. Her ne kadar İsrail; Hindistan, Sri Lanka ve Malawi gibi ülkelerle anlaşma yaparak işçi ithal etse de hala 70 bin kadar işçi açığı bulunuyor.26
Hizbullah ve Hamas ile yaşanan çatışmalar nedeniyle İsrail’in kuzeyinden ve güneyinden sayıları 250 bini bulan yerinden edilmiş nüfusun baskıları da bu ekonomik sorunlara ekleniyor. Wall Street Journal’a göre 438 otel ve konaklama tesisinde barındırılan on binlerce İsrailli var. İsrail Refah ve Turizm Bakanlığı verilerine göre bunun maliyeti 1,8 milyar doları aşmış durumda.27
Tüm bu veriler İsrail’e yönelik daha büyük bir boykot kampanyasının nasıl İsrail savaş makinesini durdurabileceğini gösteriyor. Filistin direniş örgütlerinin İsrail ordusunu yenmesi mümkün değil. İsrail’in de direnişi sona erdirmesi mümkün değil. İsrail ordusunun Gazze tümeninin eski komutanlarından Tümgeneral Gadi Shamni, New York Times’a verdiği röportajda Hamas’ın savaşı kazandığını, İsrail’in ise “hem de büyük bir şekilde” kaybettiğini söyledi. Hamas’ın askeri kapasitesinin inkar edilemez bir şekilde azaldığını, ancak grubun Gazze üzerindeki kontrolünü hala sürdürdüğünü söyledi. Hamas üyelerinin, İsrail birlikleri çekildikten “15 dakika” sonra Gazze’deki kasabaları geri aldığını da sözlerine ekledi. New York Times’a göre bu görüş, Hamas’ın yenilgisini mümkün görmeyen bazı mevcut ve eski İsrailli güvenlik yetkilileri tarafından da paylaşılıyor.28
Üstelik İsrail’in soykırımcı işgali geride yüzbinlerce öfkeli Filistinli bırakmış durumda ki bu, direnişin insan gücünün ve halktan bulduğu desteğin artmasına yol açacaktır. Bunun farkında olan İsrail, tek gerçekçi çözümün etnik temizlik olduğuna inanıyor ve 7 Ekim’de eline geçtiğini düşündüğü bu fırsatı kullanıyor. Ancak İsrail tarihinde ilk kez bu kadar büyük çaplı küresel bir tepkiyle karşı karşıya. İsrailli anti-Siyonist tarihçi Ilan Pappé, online olarak katıldığı TRT World etkinliğinde İsrail’in iki temel destek üzerinden varlığını sürdürebildiğini söylemişti. İlki maddi destek. Batı dünyasından gelen ekonomik ve askeri yardımlar, ticaret ortaklıkları ve benzeri. İkincisi ise ahlaki destek. Yahudi halkının mağdur olduğu ve bu nedenle devlete ihtiyacı olduğu, Siyonizm karşıtlarının da Yahudi düşmanı olduğu anlatısı. Pappé, bu ikincisi artık bitti diyor. İlki ise azaldı ama yine de devam ediyor. Bu maddi destek de sonlandırılabilirse Siyonizm’in yapabileceği bir şey kalmamış olacak. Pappé, tam da bu nedenle 7 Ekim hakkında Siyonizm için sonun başlangıcı diyor.29
Küresel Filistin eylemleri
7 Ekim’den sonra İsrail’in Gazze’de yapmaya başladığı katliamlar dünya çapında eylemlere neden oldu. Mısır’da El Sisi darbesinden bu yana gerçekleşen en büyük protestolar düzenlendi ve hareketin büyümesinden çekinen ABD destekli askeri rejim, İsrail ile yaptığı 1979 Anlaşması’ndan çekilebileceğini duyurdu. Yıllardır iç savaşla boğuşan Yemen’de Gazze eylemleri oldu ve Husiler, Kızıldeniz’de İsrail’e giden veya İsrail limanlarından gelen gemilere roket atışları yaparak ciddi ekonomik kayıplara yol açtı. Saldırılar nedeniyle çok sayıda kargo şirketi Süveyş Kanalı’nı kullanmaktan vazgeçerek çok daha masraflı olan Afrika kıtası çevresini dolaşmaya başladı.
Britanya ve ABD’de daha önce görülmedik büyüklükte Filistin eylemleri gerçekleşti. Britanya’da her ay birkaç defa düzenlenen gösterilere 3-4 milyon kadar kişinin katıldığı tahmin ediliyor. Kitle eylemleri öyle büyük bir politik etkide bulundu ki iktidardaki Muhafazakâr Parti’nin önce İçişleri Bakanı Suella Braverman istifa etti sonra da hükümet. Ardından da seçimlere gidildi ve iktidar değişti.
Batı’da yükselen kitle eylemleri Nisan ayında kampüslere sıçradı. Başlangıçta kampüs eylemleri oldukça sınırlı sayıdaydı. Ancak ABD’nin Columbia Üniversitesi’nde 17 Nisan’da başlayan Filistin dayanışma kampına yönelik sert polis müdahalesi okul yönetiminin de ABD yönetiminin de hiç beklemediği şekilde yeni ve radikal bir öğrenci hareketini tetikledi. Polis saldırısından sadece birkaç hafta sonra ABD genelinde 140 üniversite kampüsünde eylemler ve dayanışma kampları vardı. Britanya’da 20 üniversitede işgaller başladı. Almanya, Fransa, İsveç, İspanya, Avustralya, Kanada ve daha birçok ülkede de eylemler üniversitelere yayıldı.
1968’de yine Columbia Üniversitesi’nde ve yine savaşa karşı, Vietnam’ın işgaline karşı öğrenciler işgale başlamışlardı. Hareket tüm dünyaya yayılmış ve 68 Hareketi veya 68 Devrimleri olarak tarihe geçmişti. Nisan ayında Columbia Üniversitesi bu sefer Gazze’nin işgaline karşı ayaklandı ve eylemler bir kez daha dünyaya yayıldı. Bu benzerlik nedeniyle “Yeni bir 68 Hareketi’mi?” sorusu medyada tartışılmaya başlandı. Henüz 68 Hareketi kadar etkili olduğunu söylemek mümkün olmasa da kapitalizmin çoklu krizinin yaşanmakta olduğu bir dönemde, tarihsel olarak İsrail yanlısı bir ideolojinin toplumda, medyada ve üniversitelerde hegemonik olduğu koşullarda yaşanan bu isyan dalgası, Batı egemen sınıfının ideolojik hegemonyanın da kriz içerisinde olduğunun kanıtı oldu. Yönetici elitlerle kamuoyu arasındaki uçurum görülmüş oldu. On binlerce genç kendi devletlerinin soykırımdaki rolüne karşı çıktı.
Öğrenci hareketi önemli kazanımlar elde etmeyi başardı. Birçok üniversite eylemler nedeniyle İsrail üniversiteleriyle ilişkilerine son verdi. Finlandiya’daki Helsinki Üniversitesi, iki hafta süren kampüs protestolarının ardından 21 Mayıs’ta İsrail üniversiteleriyle öğrenci değişimini askıya aldı.30 28 Mayıs’ta Danimarka’daki Kopenhag Üniversitesi, işgal altındaki Batı Şeria’da faaliyet gösteren şirketlere yatırım yapmayı durduracağını açıkladı ve ertesi gün Airbnb, Booking.com ve EDreams’teki 146 bin ABD Doları değerindeki hisselerini elden çıkardı.31 31 Mayıs’ta, yürütülen bir soruşturmanın ardından Belçika’daki Ghent Üniversitesi, İsrail üniversiteleri ve araştırma kurumlarıyla bağlarını kesti.32 11 Haziran’da Kanada’nın Ontario eyaletindeki Waterloo Üniversitesi, protestocuların yatırım kararlarında insan haklarını dikkate alma taleplerini kabul etti.33 Eylül ayında MIT Filistin Koalisyonu, MIT ile İsrail üniversiteleri arasındaki işbirliğini finanse eden bir program olan MIT-Lockheed Martin Tohum Fonu’nu durdurduğunu açıkladı. Koalisyon bunun “Gazze savaşının başlamasından bu yana bir Amerikan üniversitesinde iptal edilen ilk Amerikan-İsrail silah üreticisi ortaklığı” olduğunu söyledi.34
Bu küresel öğrenci ve kitle eylemleri içerisinde Filistinli ve diğer Arap kitlelerin rolü de önemliydi. Genç Filistinliler ve Arapların; anti-Siyonist Yahudilerle, Siyahların Hayatı Önemlidir aktivistleriyle, sosyalistlerle, sendikalarla aylardır hareketi birlikte inşa etmesi sonucu yeni bir radikal diaspora hareketi ortaya çıktı. Filistinli ve Arap gruplar, genelde kendi ülkelerindeki örgütlerin diaspora örgütleri içerisinde hareket ederlerken, 7 Ekim sonrasında daha bağımsız ve radikal hareketler oluşturdular. ABD, Kanada ve Britanya’da Filistin Gençlik Hareketi (Palestinian Youth Movement) ismiyle ve Almanya’da Filistin Konuşuyor (Palästina Spricht) ismiyle yeni ve genç diaspora platformları ortaya çıktı. Bu platformlar, bulundukları ülkelerdeki çevre hareketleriyle ve/veya ırkçılık karşıtı hareketlerle birlikte hareket ediyorlar.
Ayrıca örgütlü işçi sınıfı da zaman zaman dayanışma eylemleri gerçekleştirdi. Birçok ülkede özellikle liman işçileri İsrail gemilerini yüklemeyi reddetti. Progressive International (İlerici Enternasyonal) ve BDS (Boykot, Yatırımların Çekilmesi ve Yaptırımlar) Hareketi’nin düzenlediği “Soykırıma Liman Yok” kampanyası da İsrail’e silah ve yakıt taşıyan gemilerin Avrupa limanlarına yanaşmasını engelleyen eylemler örgütlemeye devam ediyor.35
Çözüm: Ortadoğu Devrimleri ve anti-emperyalizm
İsrail, Ortadoğu’nun tek demokrasisi olduğunu anlatıyor. Tabii Batı medyası da öyle. Oysa bu koca bir yalan. İsrail devleti ırkçı, militarist bir apartheid36 devleti. Sınırları belli değil. 1948 yılında BM tarafından kabul edilen sınırları kabul etmiyor. 1967 sınırlarını dahi kabul etmiyor. Sürekli olarak Filistinlileri kovarak yeni Yahudi yerleşimleri oluşturuyor. İsrail vatandaşı olan Filistinlilere ve Yahudi dahi olsalar Ortadoğu ve Afrika’dan gelen topluluklara ayrımcılık uyguluyor.
İsrail’in kendisi ırkçı bir devlet olduğu gibi bölgedeki tüm demokrasi ve özgürlük hareketlerinin karşısında da gerici bir güç olarak duruyor. 1970’de Filistin Kurtuluşu Örgütü liderliğinde bir devrim ihtimaline karşı Ürdün Krallığı’nın iktidarda kalmasını sağlamıştı. Lübnan’da faşist Falanjistleri destekledi. Şuan tüm sorunlarına rağmen demokratik seçimlerin yapılabildiği Lübnan’ı işgal etmiş durumda. Mısır’da 2011’deki devrime karşı El Sisi darbesini destekledi ve cunta rejimiyle işbirliği içerisinde. ABD yanlısı Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi rejimlerle de işbirliği yapıyor.
BM kararlarında geçen iki devletli çözüm de artık mümkün değil. Gazze dümdüz edildi, Batı Şeria küçültüldü ve içerisinde yeni Yahudi yerleşimleri var. Bu şekilde duvarlarla çevrili, kuşatılmış mini bir Filistin devletinin var olmasına imkân yok. Zaten 7 Ekim’den sonra açıkça İsrailli yöneticiler de bir Filistin devletine izin vermeyeceklerini çünkü bunun Hamas’a devlet vermek anlamına geldiğini söylediler.
Öte yandan ne Filistin direnişinin İsrail ordusunu yenebilecek bir gücü var ne de İsrail’in Filistin direnişini bitirme gücü. Dolayısıyla İsrail’in yenilgisi ancak küresel bir izolasyonun ve ambargonun sonucu olarak mümkün olabilir. Siyonizmin yıkılması ve demokratik, laik, birleşik bir Filistin devletinin kurulması Filistinlileri ve Yahudileri eşit haklar etrafında ortak bir yaşamda buluşturabilir. Aksi hâlde ya savaş süreklileşir ya da İsrail bir soykırımla “nihai çözüm”e yönelir ki bir yıldır buna yönelmiş durumda.
O zaman çözüm nerede? İsrail’in yıkılması nasıl mümkün olabilir? Filistin hem emperyalizmle ilişkisi hem de Filistinli mültecilerin birçok ülkedeki varlığı nedeniyle uluslararası bir meseleye dönüşmüşken ulusal bir çözüm bulunabilir mi? Tüm bunlara yanıt vermek için Ortadoğu Devrimleri’ni ve o dönem ortaya çıkan potansiyeli hatırlamak gerekiyor.
Filistin meselesinin bölgesel bir mesele olduğunu ve bölgesel bir devrimin hayal olmadığını 2011 yılında yaşanan Ortadoğu devrimleri ve Occupy (işgal Et) hareketiyle gördük. 2011’de başlayan Ortadoğu Devrimleri ile Filistinlilerin isyan yalnızlığı sona ermişti. Mısır’ın Tahrir Meydanı’nı işgal eden rejim karşıtları, Gazze’ye temsilci göndererek mücadelelerinin ortak olduğunu ilan etmişti. İlk kez tüm coğrafyada halklar kendi rejimlerine ve bölgede düzeni koruyan emperyalist ülkelere karşı ortak bir mücadeleye giriyordu ama Filistin direniş örgütleri Filistinli mültecilerin bulunduğu Arap ülkelerinin iç işlerine yönelik “müdahalesizlik” stratejisine sahip oldukları için zor duruma düştüler. Tunus ve Mısır’da atılan sloganları ödünç alan Gazzeliler, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri ve Batı Şeria’daki Filistin Otoritesi’nin başkanı Mahmud Abbas’a karşı “Halk Abbas’ı devirmek istiyor” sloganı atıyordu.37 Filistin kökenlilerin yoğun olarak yaşadığı Amman’da da “Çok Yaşa Mısır!”, ‘Sırada kim var?’, “Yarın Abbas!” sloganları atılıyordu.38
Filistinli aktivist ve yazar Ali Abunimah, yaşananları şu şekilde yorumluyordu: “Devrim, Arap dünyası için pek çok kişinin kaybolduğunu düşündüğü, annelerimiz ve babalarımızın gençliklerinde yaşananları anlattığında bize safça görünen ve Arap liderlerin kesinlikle yok etmeye çalıştığı ortak bir kader duygusunu yeniden uyandırdı… Devrimler, sınırsız olasılık duygusunu ve değişimin ülkeden ülkeye yayılması gerektiği inancını yeniden canlandırdı.”39
Ancak Filistin Otoritesi Başkanı Mahmud Abbas; Tunus diktatörü Bin Ali ve Mısır diktatörü Mübarek’i arayarak yanlarında olduğunu söyledi ve Ramallah’taki protestoculara polisle saldırdı. Oysa İsrail bir ‘kâbus senaryosu’ndan söz ediyordu. İsrail’in; Mısır, Suriye ve Lübnan sınırı boyunca bir “sınır intifadası” korkusu vardı ama Abbas sokak eylemlerine destek vermedi. Suriyeli Filistinlilerin sınırı geçme girişimi ise bu sayede İsrail tarafından durduruldu.40
Rejimler, halk isyanlarıyla mücadele ederken İsrail yönetimiyle uzlaşı içerisindeydi. Tahrir Meydanı’nı işgal eden kitleler, Kudüs’ün özgürleştirilmesi çağrısında bulundu ve Gazze’ye delegasyon göndererek devrimin Mısırlılar ve Filistinliler arasında birlik sağlayacağı konusunda ısrar etti. İsrailli liderler ise en kötüsünden korkuyordu. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’a göre Orta Doğu “tarihi bir depremle” sarsılmıştı ve İsrail siyasi bir “tsunami” ile karşı karşıyaydı.41 Devrimden bir yıl önce İsrailli gazeteci Aluf Benn, hem İsrail hem de ABD’deki siyasi liderlerin “Reis’in [Mısır Başkanı Mübarek] sağlığı için dua ettiklerini” yazmıştı. “Dünyadaki tüm devlet adamları arasında [İsrail] başbakanı Benjamin Netanyahu’ya en yakın olanı Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’tir” deniyordu.42 Mısır diktatörü, İsrail’in en yakın müttefiki olan ABD’nin sadık bir dostuydu ve sonunda devrilmişti.
Mısır’da devrim sonrası Askeri Geçici Yönetim, İsrail ile ilişkileri kesmiş ve Gazze’nin Mısır ile olan Refah sınırını açmıştı. Böylece Gazze’ye insani yardım rahatça ulaştırılabilmiş olmuştu ama Müslüman Kardeşler (MK) lideri Muhammed Mursi seçimleri kazandıktan sonra bu politikaları sürdürmedi. Müslüman Kardeşler iktidarı Hamas tarafından coşkuyla karşılanmıştı ama Hamas’ın beklediği gibi olmadı. Mursi yönetiminin de önceliği Filistin değil dünyanın desteğini almaktı. Mursi yönetiminin uygulamalarına karşı bir kez daha sokakları dolduran Mısır halkının devrimin sürmesi talebi bu sefer General El Sisi liderliğindeki darbeyle engellendi. 2013’teki Mısır darbesiyle birlikte İsrail, Gazze’ye tekrar saldırılara başladı.
2011-2013 arasında Filistinliler artık tek başına, zor koşullarda mücadele eden bir halk değil, milyonlarca insanın kurulu düzene meydan okuduğu bir ayaklanmanın parçasıydı. Suudi Arabistan’da, Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, İran’da tüm bölgede tüm rejimlere karşı halklar sokaklardaydı. Gazze ve Batı Şeria’da gösteriler oluyordu. Tahrir ruhuyla intifada çağrısı yapılıyordu.
Birbirleriyle hem mezhepsel hem de ekonomik olarak rekabet içerisinde olan tüm devletler kendi ülkelerindeki halk hareketlerine sert bir şekilde saldırdı. Her bir devlet diğer devletleri iç işlerine müdahale etmekle itham etti ve halk hareketlerini provokatör olmakla suçladı. Milyonlarca kişi kendi rejimlerini devirmek için diğer ülkedeki hareketlerle ortak sloganlar atıyordu ancak bu hareketleri gerçek bir devrimci programda ve işçi sınıfı önderliğinde birleştirebilecek etkin bir güce sahip devrimci partiler yoktu. Ortadoğu Devrimleri, hem rejimlerin kendi halklarına karşı saldırıları hem de emperyalist devletlerin Libya ve Suriye’ye saldırması sonucu ezildi.
Eğer devrimler, karşı devrimlerle ezilmeseydi tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da emperyalist ülkelere ve İsrail’e karşı bu enternasyonalist ruhu taşıyan yeni rejimler kurulabilirdi. Bu da İsrail’in izole olmasını sağlayacaktı.
7 Ekim sonrası yaşananlar tekrar bölge ülkelerini sarsmış durumda. Ülkesinde iki milyon Filistinlinin yaşadığı Ürdün’ün, içeride yükselen protestolar nedeniyle İsrail’e sürekli bir destek vermesi zor. 7 Ekim’den beri Refah Sınır Kapısı’nı açmayan Mısır’da 2013’teki darbeden sonra gerçekleşen en büyük kitle protestoları gerçekleşti. Türkiye’de AKP iktidarının İsrail’e yönelik yaptırımları uygulamaktaki ayak direyişi, yerel seçimleri kaybetmesinde önemli faktörlerden biriydi. Her biri birbirine ekonomik ve askeri ilişkilerle bağlı olan bu devletlerin ve sanki anti-emperyalist bir blokmuş gibi görünen İran liderliğindeki Direniş Ekseni’nin43 Filistin’e özgürlük getirmesi mümkün değil. Ancak Ortadoğu devrimleri ve 7 Ekim sonrası dünyaya yayılan kitle eylemleri gösterdi ki Filistin’in özgürlüğü küresel emperyalist düzene karşı küresel ve daha özelde bölgesel, aşağıdan kitle mücadelesiyle kazanılabilir.
KAYNAKÇA
Abunimah, Ali, 2011, “The Revolution Continues after Mubarak’s Fall”, Electronic Intifada, (12 Şubat), https://electronicintifada.net/content/revolution-continues-after-mubaraks-fall/9228
Almeghani, Rami, 2011, “Gaza Celebrates Fall of Mubarak”, Electronic Intifada, (12 Şubat), www.electronicintifada.net/content/gaza-celebrates-fall-mubarak/9229
Artı Gerçek, 2024, “İsrail-İran misilleme döngüsü: Tahran askeri bütçede yüzde 200’den fazla artışa gidiyor”, (29 Ekim), https://artigercek.com/dunya/israil-iran-misilleme-dongusu-tahran-askeri-butcede-yuzde-200den-fazla-artisa-321693h
Atrocity Inc: How Israel Sells Its Destruction Of Gaza, 2024, The Greyzone belgeseli, (7 Ekim) https://www.youtube.com/watch?v=bFEurGy05ps&rco=1
Benn, Aluf, 2010, “Prayer for the Health of the Rais”, Haaretz, (26 Mayıs), www.haaretz.com/print-edition/opinion/prayer-for-the-health-of-the-rais-1.292269
Bianet, 2024. “İngiltere’den İsrail’e kısmi ambargo: 350 silahtan 30’unun satışına yasak”, (3 Eylül), https://bianet.org/haber/ingiltereden-israile-kismi-ambargo-350-silahtan-30-unun-satisina-yasak-299265
Bouissou, Julien, 2024, “Israel’s economy has plunged into uncertainty”, Le Monde, (8 Ekim) https://www.lemonde.fr/en/economy/article/2024/10/08/israel-hamas-israeli-economy-plunged-into-uncertainty_6728558_19.html
Carlsson, Isabelle Yr, 2024, “Denmark university to halt investment in companies in West Bank amid student protests”, Reuters, (28 Mayıs), https://www.reuters.com/world/europe/denmark-university-halt-investment-companies-west-bank-amid-student-protests-2024-05-28/
Democracy Now, 2024, “On the Record with Hamas: Jeremy Scahill Speaks with Hamas About Oct. 7”, (9 Temmuz), https://www.democracynow.org/2024/7/9/ceasefire_negotiations
Eliaçık, Kıvanç, 2024, “Soykırıma Liman Yok”, İlke TV, (8 Eylül), https://ilketv.com.tr/soykirima-liman-yok/
Euro News, 2024, “BM: Hamas’ın 7 Ekim saldırısında cinsel şiddet uygulandığına inanmak için ‘makul gerekçeler’ var”, (5 Mart), https://tr.euronews.com/2024/03/05/bm-hamasin-7-ekim-saldirisinda-cinsel-siddet-uygulandigina-inanmak-icin-makul-gerekceler-v
Gazete Duvar, 2024, “AB-Japonya güvenlik anlaşması imzalandı”, (1 Kasım), https://www.gazeteduvar.com.tr/ab-japonya-guvenlik-anlasmasi-imzalandi-haber-1732124
Hedges, Chris ve Finkelstein, Norman, 2023, (19 Ekim), https://acikradyo.com.tr/ceviri/gazze-bir-a%C3%A7%C4%B1k-hava-hapishanesi
Hever, Shir, 2024, “The end of Israel’s economy”, Mondoweiss, (19 Temmuz), https://mondoweiss.net/2024/07/the-end-of-israels-economy/
Independent Türkçe, 2024, “İsrail tarihinin en büyük askeri bütçesini onayladı”, (2 Kasım), https://www.indyturk.com/node/748078/d%C3%BCnya/i%CC%87srail-tarihinin-en-b%C3%BCy%C3%BCk-askeri-b%C3%BCt%C3%A7esini-onaylad%C4%B1
Lakhani, Nina, 2024. “Norway pension fund sells $69m stake in Caterpillar over alleged involvement in Gaza destruction”. The Guardian. (28 Haziran), https://www.theguardian.com/us-news/article/2024/jun/28/norway-divest-caterpillar-gaza
Loewenstein, Antony, 2024, Filistin Laboratuvarı: İsrail İşgal Teknolojilerini Dünyaya Nasıl İhraç Ediyor?, Metis Yayıncılık, Çeviri: Özlem Özarpacı, İstanbul
Middle East Eye, 2024, “War on Gaza: Hamas is winning, says former top Israeli general”, (17 Eylül), https://www.middleeasteye.net/news/gaza-hamas-winning-war-says-ex-top-israeli-general
Middle East Monitor, 2023, “Smotrich: War on Gaza cost $68bn to date”, (31 Ağustos), https://www.middleeastmonitor.com/20240831-is-israel-extending-its-war-on-gaza-to-the-west-bank/
Middle East Monitor, 2024, “Finland uni suspends student exchange with Israel institutions”. (Mayıs 23), https://www.middleeastmonitor.com/20240523-finland-uni-suspends-student-exchange-with-israel-institutions/
Mozgovaya, Natasha, 2011, “Barak: Israel facing Regional ‘Earthquake’ and Diplomatic ‘Tsunami’”, Haaretz, (23 Mart), https://www.haaretz.com/2011-03-23/ty-article/barak-israel-facing-regional-earthquake-and-diplomatic-tsunami/0000017f-e6f3-d62c-a1ff-fefb0b7a0000
Naami, Saleh, 2011, “Israel: A border intifada would ‘paralyse’ our army”, Ahram Online (6 Haziran), http://www.english.ahram.org.eg/NewsContent/2/8/13799/World/Region/Israel-A-border-intifada-would-paralyse-our-army.aspx
OHCHR, 2024, “UN experts deeply concerned over ‘scholasticide’ in Gaza”, (18 Nisan) https://www.ohchr.org/en/press-releases/2024/04/un-experts-deeply-concerned-over-scholasticide-gaza
October 7- Al Jazeera Investigations, 2024, El Cezire belgeseli, (20 Mart), https://www.youtube.com/watch?v=_0atzea-mPY&rco=1
Palestine Chronicle, 2024, “‘Major Divestment Win’ – Students Say MIT has Cut Ties with Lockheed Martin Fund”. (17 Eylül), https://www.palestinechronicle.com/major-divestment-win-students-say-mit-has-cut-ties-with-lockheed-martin-fund/
Palestinian Centre for Policy and Survey Research, 2024, “Public Opinion Poll Number 91” (15 Nisan), https://pcpsr.org/en/node/973
Pappé, Ilan, 2024, “The Collapse of Zionism”, New Left Review, (21 Haziran), https://newleftreview.org/sidecar/posts/the-collapse-of-zionism
Pinfold, Rob Geist, 2024, “Hamas is Returning to Northern Gaza Because Israel Has No Plan for the ‘Day After’”, War on the Rocks (16 Şubat), https://warontherocks.com/2024/02/hamas-is-returning-to-northern-gaza-because-israel-has-no-plan-for-the-day-after
Reuters, 2024, “Belgium’s Ghent University severs ties with all Israeli universities”, (31 Mayıs), https://www.reuters.com/world/europe/belgiums-ghent-university-severs-ties-with-all-israeli-universities-2024-05-31/
Robinson, William I. ve Nguyen, Hoai-an, 2024, “Gaza: A Ghastly Window Into The Crisis Of Global Capitalism”, The Philosophical Salon, (15 Ocak), https://thephilosophicalsalon.com/gaza-a-ghastly-window-into-the-crisis-of-global-capitalism/
Sonoran, Heather, 2024, “‘A huge win’: Occupy UW reacts to University of Waterloo’s commitment to disclose investments”. CTV News Kitchener, (12 Haziran), https://kitchener.ctvnews.ca/a-huge-win-occupy-uw-reacts-to-university-of-waterloo-s-commitment-to-disclose-investments-1.6922624
Soylu, Ragip, 2024, “Does Turkey have a duty to turn off the taps on oil supplies to Israel?”, Middle East Eye, (6 Eylül), https://www.middleeasteye.net/news/war-gaza-does-turkey-duty-cut-oil-supplies-israel
Şair, Sevsen, 2024, “Hamas’ın esnekliğinin arkasında ne var?”, Independent Türkçe, (14 Temmuz) https://www.indyturk.com/node/737366/d%C3%BCnyadan-sesler/hamas%C4%B1n-esnekli%C4%9Finin-arkas%C4%B1nda-ne-var
The New Arab, 2024, “Samsung Next withdraws from Israel as economy suffers from Gaza war”, (12 Nisan), https://www.newarab.com/news/samsung-next-leaves-israel-economy-suffers-gaza-war
Traverso, Enzo, 2024, Gaza Faces History, Other Press: New York
Van den Berg, Stephanie ve Rose, Emily, 2024, “Top UN court says Israel’s occupation of Palestinian territories is illegal”, Reuters, (19 Temmuz), https://www.reuters.com/world/middle-east/top-un-court-deliver-opinion-israels-occupation-palestinian-territories-2024-07-19/
Ziady, Hanna, 2024, “Israel’s economy is paying a high price for its widening war”, CNN, (4 Ekim) https://edition.cnn.com/2024/10/04/economy/israel-economy-war-impact/index.html
Dipnotlar:
- Pinfold, 2024.
- Palestinian Centre for Policy and Survey Research, 2024.
- OHCHR, 2024.
- Van den Berg ve Rose, 2024
- BM altında aslında bir Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) bulunuyor. Ancak Filistinli mültecilere özel olarak kurulan Yakın Doğu’daki Filistin Mültecilerine Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA), İsrail’in işgali sonucu topraklarını terk eden Filistinlilerin gittikleri yerlerde yerleşmesini ve “entegrasyonunu” sağlamayı amaçlıyor. Oysa UNHCR, mültecilerin geri dönmesini de hedefleyen bir kuruluş.
- İsrail’in fosil yakıt ihtiyacının yüzde 40’ı uzun yıllardır sıkı müttefiki olan Azerbaycan’dan geliyor. Üstelik İsrail’in Azerbaycan’dan yaptığı ham petrol ithalatının yüzde 28’i Türkiye’nin Bakü-Ceyhan Boru Hattı üzerinden limana ve oradan gemilerle İsrail’e taşınarak gerçekleştiriliyor. Türkiye devleti ise bu transfere izin vererek soykırıma destek olmakla suçlanmasına karşı son derece tuhaf bir açıklamayla “Boru hattı bize ait değil, BP’ye ait. Petrol de Azerbaycan ya da Kazakistan petrolü ve onların da sahibi biz değiliz.” Diyerek açıkladı. Ayrıca Türkiye anlaşma gereği boru hattını hiçbir şekilde kapatamayacağını aksi halde anlaşmaya aykırı davranmaktan büyük tazminatlar ödemek zorunda kalacağını belirtti. Soylu, 2024.
- Bianet, 2024
- Gazete Duvar, 2024.
- Artı Gerçek, 2024.
- Independent Türkçe, 2024.
- Robinson ve Nguyen, 2024.
- Loewenstein, 2024.
- Democracy Now, 2024.
- Atrocity Inc: How Israel Sells Its Destruction Of Gaza, 2024.
- October 7- Al Jazeera Investigations 2024
- Euro News, 2024.
- Traverso, 2024, s. 39
- A.g.e., s. 2
- Hedges ve Finkelstein, 2023
- Middle East Monitor, 2023.
- Hever, 2024.
- The New Arab, 2024.
- Lakhani, 2024
- Ziady, 2024.
- Hever, 2024, a.g.e.
- Bouissou, 2024.
- Şair, 2024.
- Middle East Eye, 2024.
- Pappé, 2024.
- Middle East Monitor. 2024.
- Carlsson, 2024
- Reuters, 2024.
- Sonoran, 2024
- Palestine Chronicle, 2024.
- Eliaçık, 2024.
- Apartheid kavramı 1948-1994 yılları arasında Güney Afrika’daki yerleşimci, beyaz üstünlükçü rejim için kullanılan bir kavram. Güney Afrika’da siyahlar, beyazlarla aynı mahallelerde kalamıyor, aynı okullara gidemiyor, aynı haklara sahip olamıyordu. Beyaz azınlık ırkçı bir devlet şiddetiyle siyah çoğunluğu eziyordu. İsrail de benzerliklerinden dolayı bir apartheid rejimi olarak tanımlanıyor.
- Almeghani, 2011
- Abunimah, 2011.
- A.g.e.
- Naami, 2011
- Mozgovaya, 2011.
- Benn, 2010.
- İran liderliğinde, Suriye rejimi, Yemen’deki Husiler ve Lübnan’daki Hizbullah’tan oluşan İsrail karşıtı askeri koalisyon.