Sonsuz Kayıp Üzerine Bahse Girmek

Alex Callinicos

17.yüzyıl Katolik düşünürü Blaise Pascal, Tanrı’ya inanmayı bir tür bahis olarak düşünmemizi önermişti:

Tanrı’nın var olduğuna dair bahse girmenin kazanç ve kayıplarını tartalım. İki durumu değerlendirelim: Kazanırsanız, her şeyi kazanacaksınız; kaybederseniz hiçbir şey kaybetmeyeceksiniz. O yüzden Tanrı’nın var olduğuna dair bahse girmekte tereddüt etmeyin… Burada kazanılacak sonsuz mutlu bir hayatın sonsuzluğu, sınırlı sayıda kaybetme şansına karşı bir kazanma şansı söz konusu ve bahis için ortaya koyduğunuz şey sonlu. Bu durumda başka seçenek kalmıyor: Sonsuzluk söz konusuysa ve kazanma şansına karşı kaybetme şansı sonsuz değilse, tereddüde yer yoktur; her şeyinizi ortaya koymalısınız.

Pascal’ın argümanı, sosyalizmin zaferine kesin gözüyle bakmak istemeyen Marksistlere cazip gelmiştir. Éric Rohmer’in filmi Ma nuit chez Maud’de karakterlerden biri, bir Marksist olarak, sosyalist devrimi Pascal’ın Tanrı hakkındaki düşünceleri gibi gördüğünü söyler: Kesin olmayan ama kişinin yine de sanki gerçekmiş gibi hareket etmesini gerektiren bir şey. Çünkü eğer gerçekse, tarih anlam kazanacaktır. İki durumda da, arzu edilen bir şey üzerine bahse giriyoruz. Peki bahis “sonsuz mutlu hayat” hakkında değil, mutlak kayıp hakkında olsaydı? Greta Thunberg ve Yokoluş İsyanı (XR) tarafından başlatılan okul grevlerinin sembolize ettiği yeni çevresel aktivizmin böyle olduğu söylenebilir: Politik olarak iklim felaketi yakınmış gibi hareket etmek, onu önlemek için en büyük umudumuz.

İklim felaketinin yakınlığı, akademisyen Jem Bendell tarafından yazılan ve geniş kitleler tarafından indirilen bir makalede canlı bir şekilde ifade ediliyor. Bendell “bugün yaşayan insanların hayatları esnasında gerçekleşecek küresel bir çevre felaketini önlemek için çok geç kalmış olmanın sonuçlarını düşünmemizi” öneriyor. Bendell’e göre bunu yapmak zorundayız çünkü:

Ne yazık ki, 2014’ten beri toplanan veriler, çevreyle ilgili doğrusal olmayan değişikliklerle genel olarak tutarlı. Doğrusal olmayan değişiklikler, iklim değişikliğini anlamak için başat öneme sahip çünkü hem etkilerin doğrusal öngörülere dayanan tahminlerden çok daha hızlı ve ağır olacağını hem de değişikliklerin artık antropojenik [yani insan kaynaklı] karbon emisyonlarının oranıyla ilişkili olmadığını gösteriyorlar. Başka bir deyişle “kontrolsüz iklim değişikliği.”2

Doğrusal olmayan süreçler, değişim her zaman aşamalı artışlar şeklinde gerçekleşmediği, bunun yerine kendi kendine güçlenerek hızlanabildiği karmaşık sistemlerin özelliğidir.3 Kuzey Kutbu’nun ısınması buna bir örnektir. Bu ısınma artan sıcaklıklarının sonucudur ama güneş ışınlarını geri yansıtan buz tabakasının miktarını azaltarak küresel ısınmayı hızlandırmakta, böylece tabakanın daha da azalmasına yol açmaktadır. Kutup bölgesinin ısınması, şu anda yüzey veya deniz altı permafrost (donmuş toprak) altında sıkışmış olan metanın -CO2’den daha güçlü bir iklim gazı- serbest kalmasına da yol açabilir. Bendell’in verdiği en korkutucu örnek, “Kuzey Kutbu’nun ısınmasının, sadece birkaç yıl içerisinde atmosfer ısısının 5 dereceden fazla artmasına yol açacak hızda ve ölçekte bir metan salınıma neden olarak Dünya üzerindeki yaşamı felakete sürükleyebileceğine”4 dair uyarıda bulunan 2010 tarihli bir çalışma.

Ancak Bendell’in aşağıdaki sonuçlara varmasına yol açan şey tek bir çalışma değil, farklı alanları kapsayan farklı kaynaklardan -örneğin biyoçeşitliliğin yok edilmesi ve artan sıcaklıklar ile deniz seviyelerinin tarım üzerindeki etkileri- elde edilen kanıtların birikimi:

Önümüzdeki kanıtlar, açlık, yıkım, göç, hastalık ve savaşlara yol açacak, yıkıcı ve kontrol edilemez seviyelerde bir iklim değişikliğine doğru yol aldığımızı gösteriyor. Önceki paragrafta kullandığım sözcükler, en azından bilinçaltında, televizyonda ya da internette tanık olup üzüleceğimiz bir durumu tarif ediyor gibi görünebilir. Fakat açlık, yıkım, göç, hastalık ve savaşlar derken, sizin hayatınızdan bahsediyorum. Elektrik kesildikten bir süre sonra, musluğunuzdan su akmamaya başlayacak. Yiyecek ve ısınmak için komşularınızdan medet umacaksınız. Yetersiz besleneceksiniz. Kalmak mı yoksa gitmek mi gerektiğini bilemeyeceksiniz. Açlıktan ölmeden önce vahşice öldürülmekten korkacaksınız.5

Jonathan Naele, Bendell’in makalesine verdiği mükemmel yanıtta, “toplumsal çöküşün kaçınılmaz, felaketin muhtemel ve neslimizin tükenmesinin mümkün» olduğuna katılıyor. Ancak yıkım ve felaketin sosyo-politik kapsamından çok daha somut bir şekilde bahsediyor. Bu, Mad Max filmlerinden veya Cormac McCarthy’nin The Road romanı ve bu romandan uyarlanan filmden aşina olduğumuz distopya görüntülerinden epey farklı:

Modern tarihte, iklim değişikliğinin yol açacağı “toplumsal çöküşün” neye benzeyeceğini bilmemize yetecek kadar korkunç deneyim var. Altmış milyon insanın öldüğü yirminci yüzyılın ortalarını düşünün. Muhtemelen karşı karşıya kalacağımız duruma kıyasla küçük bir sayı ama üzerine düşünmek açısından faydalı…

Bu vahşetlerin neredeyse hiçbiri, yıkıntılar arasında dolanan küçük barbar gruplar tarafından gerçekleştirilmedi. Devletler ve kitlesel siyasi hareketler tarafından gerçekleştirildiler.

Toplum çözülmedi. Parçalara ayrılmadı. Pekişti. Güç yoğunlaştı ve ayrıldı ve bu güçler bize birbirimizi öldürttü. İklim sebepli toplumsal çöküşün de böyle olacağını varsaymak mantıklı görünüyor. Fakat bu kez, şanslıysak beş, değilsek 25 kat fazla ölüyle birlikte.

Bunu unutmayın çünkü kontrolsüz iklim değişikliği yaşadığınız yere vardığında, birkaç başıboş tehlikeli motorcu şeklinde gelmeyecek. Sokaklarda tanklarla ve ordu ya da faşistlerin iktidarı ele geçirmesiyle gelecek.

Bu generaller yoğun yeşil bir dil kullanacaklar. Küçülmeden ve gezegensel ekolojinin sınırlarından bahsedecekler. Çok fazla tükettiğimizi, çok açgözlü davrandığımızı ve artık Toprak Ana’nın iyiliği için kemerlerimizi sıkmamız gerektiğini söyleyecekler…

Yeni hükümdarlarımız yeni ırkçılığın alevlerini körükleyecek. Aç evsizler ordusunu neden duvarın öteki tarafında tutmamız gerektiğini açıklayacaklar, neden -ne yazık kionları vurmamız ya da boğulmalarına izin vermemiz gerektiğini.6

Başka bir deyişle, kapitalist iktidar yapıları iklim felaketi karşısında öylece kendiliğinden parçalanmayacak, adapte olup kendilerini devam ettirmeye çalışacak ve sıradan insanlar için bunun maliyeti yüksek olacak. Neale’in üzerinde durduğu, 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanan toplu katliam örneklerinin yanı sıra, İngiliz emperyalizminin tarihini mimleyen korkunç kıtlıklardan da ders çıkarabiliriz; özellikle de 1845-49 İrlanda ve 1943-44 Bengal. Bu korkunç olayların hepsinde ortak olan şey, ıstırabın sınıf tarafından belirlenmesiydi: Yoksullar muazzam ölçekte can verirken, zenginler- toprak sahipleri, kapitalistler, sömürge yöneticileri ve komutanlar- için mesele basitçe işlerin gereğini yapmaktan ibaretti. Bildiğimiz üzere kıtlıklar doğal felaket değil, toplumsal ilişkilerin, özellikle de yoksulların hayatta kalabilmek için ihtiyaç duydukları kaynaklara erişememesinin ürünüdür.  Bunlar bize  geleceğimizin veya çocuklarımız ve torunlarımızın geleceğinin nasıl olacağına dair fikir veriyor.7

 

İklim Değişikliğini Körüklerken Ondan Kâr Etmek

Kapitalizmin iklim değişikliğine uyum süreci çoktan başladı. Kapitalizm, yalnızca kâr elde etmenin yolu buysa gezegeni yakmakta sakınca görmeyen fosil yakıt şirketlerinden ibaret değil. Çok daha çelişkili bir sürecin gerçekleşmekte olduğunu görüyoruz. Bir yanda, gezegen yakıcılar hâlâ meşgul, özellikle de petrol ve gaz çıkarmaya yönelik, gelişen hidrolik kırılma endüstrisinde. Bu sektörün gelecek yıl ABD’yi 1953’ten bu yana ilk kez net enerji ithalatçısı hâline getirmesi bekleniyor.8 Büyük ABD bankaları -muhtemelen günümüz dünyasındaki en önemli kapitalist kâr kümesi-, fosil yakıt yatırımlarının finansmanıyla derinden ilişkili.

Yağmur Ormanları Eylem Ağı’nın başını çektiği bir STK koalisyonu, -küresel sıcaklıkların, bu yüzyılda, sanayi öncesi seviyelerinin 2°C’den fazla üzerine çıkmasını engellemek için CO2 emisyonunu yeterince azaltması gereken Aralık 2015 tarihli Paris Anlaşması’ndan bu yana fosil yakıtların banka finansmanının istikrarlı bir şekilde artarak 2016’da 612, 2017’de 646, 2018’de 654 milyar dolara çıktığını gösteren bir rapor hazırladı. Rapora göre “en kötü bankalar” dört Amerikan devi: PMorgan Chase, Wells Fargo, Citi ve Bank of America (listenin en üst sırasında yer alan Avrupa bankası altı numaradaki Barclays). JPMorgan, fosil yakıt çıkarılmasını artırmayı amaçlayan projelerin finansmanında lider konumda. Katran kumu petrolünün, Kuzey Kutbu ve ultra derin deniz petrol ve gazının ve sıvılaştırılmış doğal gazın bir numaralı bankeri. Hidrolik kırılma konusundaysa hemen Wells Fargo’nun ardında, iki numarada.9

En büyük yatırım bankalarının faaliyetleri, çok daha büyük bir buzdağının görünen kısmından ibaret. Carol Olson ve Frank Lenzmann, fosil yakıt tedarik zincirinin derinlemesine finansallaştırıldığını ve gölge bankacılık sisteminin -geleneksel bankalardan çok daha az denetime tabi olan serbest yatırım fonları, özel sermaye şirketleri ve başka çeşitli yatırım fonları-, petrol, gaz, kömür ve uranyum çıkarma ve dağıtım sürecinin çeşitli aşamalarında spekülatif ticarette son derece aktif olduğunu iddia ediyorlar:

2008’den sonra bankalar tarafından gerçekleştirilen finansal ticaret daha çok denetime tabi tutulmaya başlandığı için, bankaların emtia ticareti azaldı ve bu işi “gölge bankalar” devraldı. Mega bankalar tarafından aracı olarak da kullanılan gölge bankalar, petrol ve doğalgaz değer zincirinin her aşamasında gölge bankacılık anlaşmalarıyla varlık biriktirmeye devam ediyor. 2014 yılında 52 özel sermaye fonu, petrol ve enerji sektöründeki yatırımlar için 39 milyar topladı; bu bir önceki yıla göre %20 fazla ve 2008’den beri en büyük miktar… Rekabet avantajını kaybetmek istemeyen petrol ve doğalgaz şirketleri ve kamu kuruluşları, bankacılık, yatırım ve/veya emtia ticareti yapan yan kuruluşlar oluşturdular. Dev sermaye varlıklarına sahip olan ve imtiyaz tanınan bankalarla paraya erişebilen fosil yakıt tedarikçileri, diğer şirketlere göre çok daha elverişli koşullara sahip oldu. Fransız enerji kuruluşu EDF’nin bir birimi, finansal kriz sırasında Lehman Brothers’ın fiziksel ticaret birimini satın aldı ve 2008’den bu yana gelirlerinde yüzde 60 artış yaşandı… Kurumsal ticaret birimlerinin önemli avantajlarından biri, bankaların aksine, kendi paralarıyla ticaret yapmalarının yasaklanmaması. BP ve Royal Dutch Shell’in birimleri 2013 yılında “swap takası” yapan birimler olarak kayıt olduklarında, türev takas açısından mega bankalarla aynı ligde oldukları düşünüldü. Kurumsal ticaret yapanların, 2013’te ABD petrol ve gaz piyasasında riskten korunma (hedging) sektörünün yaklaşık %40’ını oluşturduğu tahmin ediliyor; bu, sadece birkaç yıl içerisinde neredeyse yoktan var olan bir oran. Charles ve David Koch’un sahip olduğu, multi-milyar dolarlık “Koch Tedarik ve Ticaret” adlı holdingin, 25 yıldan uzun bir süredir ilk defa bir petrol swap işlemi gerçekleştirdiğini iddia eden bir birimi var. Şimdi dünya çapında yaklaşık 500 kişi istihdam ediyor ve kendini Wall Street’e alternatif olarak tanıtıyor. 2013’te Dr. Markus Krebber, Alman kamu hizmeti kuruluşunun ticaret birimi RWE Tedarik ve Ticaret’i, RWE’nin ticari kalbi olarak tanımladı ve aşağı yukarı bankaların hazinesiyle aynı işlevi gördüğünü, yani tüm mal akışının buradan geçtiğini söyledi.10

Dolayısıyla kapitalizm fosil yakıt endüstrilerine yoğun bir şekilde yatırım yapmaya devam ediyor ve Donald Trump, bu çıkarlar için megafon görevi görüyor. Tüm bunlar Andreas Malm’ın şu iddialarını destekliyor:

Küresel sermaye güçlendikçe, CO2 emisyonlarının artışı hızlandı. Hatta kapitalizmin yirminci yüzyıl boyunca emeğe karşı verdiği mücadeledeki belirleyici zaferin, 2000 sonrası küresel ısınma felaketine doğru bir yarışla taçlandırıldığı iddia edilebilir. 1870’den 2014’e kadar gerçekleşen toplam CO2 emisyonlarının dörtte biri, bu dönemin son on beş yılında yaşandı.11

Öte yandan şirketler, karbonsuz bir ekonomiye yönelmek için gösterilen resmi ve yavaş çabalara yeni kâr fırsatları keşfederek cevap veriyorlar. Bu, mevcut enerji kompleksine daha az yatırım yapmış olan, nispeten yeni şirketler için daha kolay. Bu da ABD’nin bilişim devleriyle -FAANG (Facebook, Amazon, Apple, Netflix ve Google)- Barack Obama’nın iklim değişikliğini tanıma ve yönetme politikası arasındaki uyumu açıklamaya yardımcı oluyor (bilişim şirketlerinin sunucu bankaları ve Amazon’un teslimat araçları yüksek miktarda CO2 emisyonu üretse de.) Daha kısıtlı bir seviyede, İngiliz Endüstri Konfederasyonu’yla birlikte 120’den fazla İngiliz işletmesinin patronu, Theresa May’e* İklim Değişikliği Komitesi’nin hükümetin 2050’ye kadar, yasal olarak bağlayıcı bir sıfır net emisyon hedefi benimsemesi önerisini desteklediklerini yazdılar.12

Uyum sağlama dürtüsü, bazı fosil yakıt şirketlerini de etkiliyor. Otomobil endüstrisi, devasa bir CO2 emisyonu kaynağı olmaya devam ediyor. BBC 2018’in sonunda şunları aktarıyordu:

Zengin ve fakir ülkelerde ortak bir etken, ulaştırma sektöründe petrol tüketiminin artışının devam etmesi oldu. AB’de hava ve karayolu taşımacılığı için kullanılan yakıt miktarı yüzde 4 arttı. ABD’de otomobil yolculuklarında kullanılan fosil yakıtlar yüzde 1,4 oranında artarken, kömür kullanımı azaldı.13

Ancak otomobil endüstrisi de, kısmen Çin pazarının hızla büyümesi ama daha temel olarak dizel emisyon skandalının teşvik olduğu, elektrikli ve sürücüsüz otomobil geliştirme çabaları nedeniyle, yeniden yapılanma konusunda büyük bir baskı altında. Bu muazzam teknolojik dönüşüm, uzun zamandır bir avuç uluslararası devin egemen olduğu bir endüstriye yeni isimlerin -örneğin Tesla, Google ve görünüşe göre şimdi de Apple- giriş yapmasına imkân tanıyor. İngiltere’de otomobil fabrikalarının kapanma duyurularının ve Renault-Nissan’ın patronu Carlos Ghosn’nun Japonya’da tutuklanması ve Fiat Chrysler’in Renault ile birleşmek için verdiği beyhude teklif gibi dramların altında bu değişim süreci yatıyor.

Kapitalizmin iklim değişikliğine adaptasyonun aynı zamanda büyük jeopolitik sonuçları da var. Kuzey Kutbu’nun ısınması sadece insanlığın ve diğer birçok türün geleceğini tehdit etmekle kalmıyor, okyanusu ticari trafiğe ve kaynak çıkarılmasına açarken, onu çevreleyen kapitalist devletler arasındaki rekabeti yoğunlaştırıyor.14 Kuzey Kutbu Konseyi’nin Mayıs ayındaki toplantısında, Trump’ın dışişleri bakanı Mike Pompeo, kapanış konuşmasında iklim değişikliğine herhangi bir referansta bulunulmasını engelleyerek ve hem Rusya hem de Çin’in bölgedeki politikalarına saldırarak, konseydeki diğer ülkeleri öfkelendirdi.

Daha geniş anlamda, istihbarat web sitesi Stratfor 2018’de şöyle iddia ediyordu:

Yenilenebilir enerji tüketim oranı, şu anda genel enerji talebinden üç kat daha hızlı artmaktadır. Artık yenilenebilir kaynakların tüketilen toplam enerjinin örneğin üçte birini oluşturduğu bir dünya, önümüzdeki iki ya da üç on yıl içerisinde tamamen mümkün, hatta muhtemeldir. Değişim çoktan başladı ve odundan kömüre, kömürden petrole geçiş kadar dönüştürücü bir süreç olacak.

Stratfor, yenilenebilir enerjiye geçişin kaybedenleri olacağını savunuyor: Suudi Arabistan ve Rusya gibi büyük petrol üreticileri. Ancak kazananlar da olacak:

Örneğin Almanya ve ABD, bu alandaki liderlikleri ve ABD pazarının büyüklüğü sayesinde yenilenebilir enerjinin gelişmesinden yararlanmak için iyi bir konumdalar. Ama Çin’in durumu daha da iyi.

Çin, geçtiğimiz on yılda güneş hücresi ve pilleri -ki bunların küresel arzının yarısından fazlasını Çin üretmektedir- de dahil olmak üzere, temiz enerji ürünleri üretiminde rakipsiz dünya lideri olmak için atağa geçti. Aynı zamanda nadir bulunan madenlerin çıkarılması ve tedariki, yenilenebilir enerji kapasitesinin kullanılması konularında dünya lideri ve elektrikli araçlar için en büyük pazar. Yenilenebilir enerjiye yönelmek için yurt dışında önemli miktarda lityum ve kobalt madeni satın alırken, Avrupa, Afrika ve Güney Amerika da dahil olmak üzere dünya çapında elektrik tesislerine yatırım yaptı.15

Daha yakın bir zamanda Financial Times şöyle diyordu:

Çinli şirketler birkaç yıl içinde dünyanın en büyük lityum -piller için temel bir hammadde olan hafif bir metal- üreticilerinden bazıları hâline geldi. Avustralya’dan Güney Amerika’ya kadar pek çok yerde maden satın aldılar ve Çin’de lityum kimyasalları ve pil üretmek için fabrikalar kuruyorlar.

Çin’in hızla büyüyen endüstrilere muazzam miktarda sermaye aktarma kabiliyetinin son örneği şu: Benchmark Mineral Intelligence’a göre, Nisan ayında dünyadaki lityum üretiminin %60’dan fazlası Çin tarafından gerçekleştirildi. ABD’nin üretim oranıysa %1’den az.

Çin’in elektrikli otomobil tedarik zincirindeki hâkimiyeti, ticaret savaşı konusunda takıntılı olan Washington ve Brüksel’in endişelerinin artmasına neden oldu. İkisi de endüstrinin bir sonraki neslinin dışında bırakılacağından korkuyor. Mayıs ayının başında iki ABD Senatörü -Lisa Murkowski ve Joe Manchin- ABD’nin lityum gibi kritik madenleri üretimini artırmaya yönelik bir tasarı önerdi. Avrupa Yatırım Bankası, İsveç’te pil fabrikası kurmayı ve Avrupa’dan lityum gibi ham maddeler almayı hedefleyen İsveçli pil şirketi Northvolt’u desteklemek için 350 milyon euro taahhüt etti.16

Trump’ın başlattığı, ABD ve Çin arasındaki jeo-ekonomik mücadelenin önemli bir boyutu, Washington’ın Pekin’in endüstrilerini düşük ücretli, son montaj fabrikalarından, iklim değişikliğine uyum sağlayan kapitalizm için elzem olan yeni ürünler de üreten ileri teknoloji fabrikalara yükseltme planlarını engelleme çabası.17 Pil örneği, Trump’ın iş işten geçtikten sonra önlem almaya çalıştığını gösteriyor ancak önemli olan nokta, sermayenin iklim değişikliğine yanıt olarak yeniden yapılandırılmasının, Trump’ın kendisi iklim değişikliğini inkar etse de, bu mücadeleyle derin bir şekilde iç içe geçmiş olması.

ABD savunma politikasında da aynı görüntüyle karşılaşıyoruz. Savunma Bakanlığı 2014 yılında iklim değişikliğini “tehdit çoğaltıcı” olarak nitelendiren bir İklim Değişikliğine Uyum Yol Haritası hazırladı:

Değişen iklim, operasyon ortamlarını etkileyebilir ve ABD’nin çıkarları açısından mevcut riskleri artırabilir veya yeni riskler yaratabilir. Örneğin deniz seviyesinin yükselmesi amfibi çıkarmaların gerçekleştirilmesini etkileyebilir, değişen sıcaklıklar ve uzayan mevsimler operasyonların zaman aralığını etkileyebilir ve ağır hava koşullarının sıklığının artması üst geçiş uçuş imkânlarının yanı sıra istihbarat, gözetleme ve keşif kabiliyetini etkileyebilir. Daha önce donuk durumda bulunan Arktik deniz şeritlerinin açılması, bakanlığın kaynak bakımından zengin bu alandaki olayları izleme, navigasyon özgürlüğünü muhafaza etme ve istikrarı sağlama ihtiyacını artıracaktır. Diğer uluslar içindeki ve bu uluslar arasındaki istikrarı korumak, büyük ölçekli askeri çatışmaları önlemenin önemli bir yoludur. İklim değişikliğinin etkileri, gıda ve suya erişimi engelleyerek, altyapıya zarar vererek, hastalıkları yayarak, çok sayıda insanı yerinden edip kitlesel göçe zorlayarak, ticari etkinliklere sekte vurarak veya elektriğe erişimi kısıtlayarak diğer ülkelerde istikrarsızlığa neden olabilir. Bu gelişmeler, onlara etkili bir şekilde yanıt veremeyen ve zaten kırılgan durumda olan hükümetleri zayıflatabilir veya şu anda istikrarlı olan hükümetlere zorluklar çıkarabilir. Ayrıca sınırlı kaynaklar için yarışan ülkeler arasındaki rekabet ve gerginliği artırabilir. Yönetimde oluşan bu boşluklar, radikal ideolojiler ve terörizmi besleyen koşullara yol açabilir.18

Bu elbette Obama yönetimi sırasında gerçekleşti. Trump göreve başladıktan sonra selefinin iklim politikalarını fesheden bir başkanlık kararnamesi yayınladı. Ancak Pentagon pragmatik bir şekilde örneğin iklim değişikliğinin sıklığını artırdığı ağır hava koşullarına hazırlanmaya devam etti.19 İklim değişikliğini daha geniş ölçekteki planlara dahil etmemeleri çılgınlık olurdu.

Başka bir deyişle iklim değişikliği normalleştiriliyor, kapitalizmi yönlendiren rekabetçi birikim süreçlerinin günlük işleyişine entegre ediliyor. Bu Bendell’in öngördüğü felaketin önüne geçileceği anlamına mı geliyor? Kesinlikle hayır. İlk olarak, Karl Marx’ın adlandırdığı şekliyle “birçok sermaye” arasındaki kör bir mücadelenin etrafında örgütlenmiş bir ekonomik sistemin, ekonomik önceliklerini kaotik iklim değişikliğini önleyecek kadar hızlı ve köklü bir şekilde değiştirmesi pek olası değil. Bunun maliyeti, doğası gereği kısa vadeye odaklanan ve hâlâ büyük bir krizin etkilerinin üstesinden gelmek için mücadele eden bir sistem için çok yüksek görünüyor. Aynı zamanda bu maliyeti üstlenen bir devlete bağlı sermayeler, diğer yerlerdeki rakiplerine kıyasla dezavantajlı konuma düşmekten korkuyor ve fosil yakıtlardan elde edilen kâr, gördüğümüz gibi, hâlâ sağlam bir şekilde kapitalist sistemin özünde yer alıyor.20

2050 yılına kadar (XR’a göre bu 25 yıl geç kalmış bir tarih) net sıfır karbon hedefinin kabul edilmesine karşı başarısız bir şekilde lobi yapan maliye bakanı Philip Hammond iyi bir örnek. Financial Times, bakanın May’e yazarak şu uyarıda bulunduğunu bildiriyor:

“Sıfır karbonlu bir ekonomiye geçmenin toplam maliyetinin bir trilyon poundun üzerinde olması muhtemel”… 2050 hedefi iş dünyasının bazı liderleri tarafından desteklense de, Hammond sanayinin düşük karbonlu metotlara geçişinin “önemli maliyetler” yaratacağını savundu. Rakip ülkeler aynı politikayı benimsemediği sürece, bu geçişin çelik sanayi gibi- “anahtar endüstrileri” ekonomik olarak rekabet edemez duruma veya sürekli devlet desteğine bağlı hâle getirebileceğini belirtti. 21

İkincisi, sanayi kapitalizmi altında üretilen CO2 emisyonlarının yarattığı doğal süreçler, herhangi bir insan müdahalesi tarafından durdurulamayacak kadar ilerlemiş olabilir. Yukarıda tartışılan geri besleme döngüleri burada önem kazanıyor çünkü bu döngüler iklim değişikliğini öyle seviyelere taşıyabilirler ki, insan yaşamı geçmiş yüzyıllarda aldığı biçimlere benzer herhangi bir biçimde sürdürülemez hâle gelebilir. İnsan topluluklarının da bir parçası olduğu ancak onları fazlasıyla aşan doğal dünya da ortaya çıkacak sonuçta söz sahibi olacak.22

İklim değişikliğini gezegensel felakete ve toplumsal çöküşe dönüştürebilecek doğrusal olmayan süreçlerin doğası, ancak bu konuda herhangi bir şey yapmak için çok geç olduğu zaman gerçekleştiklerinden emin olabileceğimiz anlamına geliyor. Pascal’ın bahsi burada devreye giriyor. Sonsuz kayıp olasılığı, insanı umutsuz bir duyarsızlığa sürükleyebilir. Avrupa Komisyonu gibi kurumlarda sunumlar yapan “sürdürülebilirlik liderliği” profesörü Bendell, ağırlık olarak “derinlemesine adaptasyon” adını verdiği ve “çöküşün kaçınılmaz, felaketin muhtemel ve neslimizin tükenmesinin mümkün” olduğunu kabullenmeye olumlu tepkiler veren psikolojik süreçlere odaklanıyor.23

 

Devrimci Bir Bahis

Yeni iklim aktivizmi farklı bir hamlede bulunarak felaketin yakınlığını kolektif mücadele için itici güç hâline getiriyor ve bu mücadele genellikle devrim olarak görülüyor. Tecrübeli aktivist George Monbiot bunu çok iyi ifade ediyor:

Yaşım ilerledikçe iki şeyi fark etmeye başladım. Birincisi, bizi dosdoğru felakete doğru sürükleyen şey, sistemin belirli bir çeşidi değil, kendisi. İkincisi, kapitalizmin başarısız olduğunu söylemek için, kusursuz bir alternatif üretmek zorunda değilsiniz… Sonuçta şu seçimi yapmamız gerekiyor: Kapitalizm devam etsin diye yaşamı mı yok edeceğiz yoksa yaşam devam etsin diye kapitalizmi mi?24

XR bu değişimi daha somut politik terimlerle ifade ediyor. Doğru bir şekilde “iklim acil durumu” olarak tanımladığı meseleyle ilgili gerçekler ve eğilimleri ortaya koyuyor ve bunlara dayanarak hükümetleri 2025 yılına kadar net sıfır emisyon hedefini benimsemeye zorlamak için toplu sivil itaatsizlik çağrısında bulunuyor. XR’ın kurucuları, bu yaklaşımı barışçıl kitlesel protestoların, eğer yeterince büyük bir ölçeğe ulaşırlarsa, devletlerin üzerinde ya müzakere etmelerine ya da baskıya başvurmalarına yol açacak ekonomik bir baskı oluşturacağını öne süren sosyolojik bir teoriyle gerekçelendiriyor. Baskıya başvurulması da yenilginin işareti olarak görülüyor: XR hükümetleri baskı altına almak için temel bir taktik olarak, bilfiil toplu gözaltıların peşinde koşuyor. Mart ayında bu teorinin temel savunucusu Roger Hallam, “önümüzdeki iki yıl içinde sistemin kaybedeceğini” ve neoliberalizmin yerini “faşizmin mi yoksa biraz daha ilerici bir şeyin mi alacağının temel seçim” olduğunu öne sürdü.25

Bu tür bir bakış açısında kusurlar bulmak epey kolay. Sınıf iktidarının kapitalist toplumdaki yerleşik yapılarını ve devletlerin bu yapıları devam ettirmeye hizmet eden yoğunlaşmış şiddetini hafife alıyor. Hallam, Küresel Güney ülkelerindeki hareketlerin deneyimlerine güvendiğini öne sürüyor. Ancak bu ülkelerde tehlikede olan şey, tüm toplumsal ve siyasal sistemin değil, belirli bir hükümetin devamlılığıydı. Sistemin kendisi tehlike altında olduğunda nasıl tepki verdiğini görmek için, Haziran 2013’ten bu yana Mısır’da ve şu anda Sudan’da olanlara bakın. Şu anda iklim felaketinin yarattığı tehlike de, son derece köklü bir sistem değişikliği.

Dahası, sivil itaatsizlik hareketlerinin tarihsel deneyimi, Amerikalı akademisyen Erica Chenoweth tarafından ileri sürülen ve XR tarafından tekrarlanan, “gaddar diktatörlükleri devirmek için nüfusun yüzde 3,5’inin sürekli, şiddetsiz direnişe katılması gerektiğini”26 söyleyen mekanik yasayı desteklemiyor. Barışçıl direnişin başarılı olduğu yerlerde, diğer faktörler bu başarıda kritik önem taşıyordu. Gandhi’nin 1942-4’teki Quit India (Hindistan’ı terk edin) hareketi, hızla yaygın bir şiddete dönüştü ve yoğun bir baskıyla zapt edildi. Sömürgeci gücün artık alt kıtada kurduğu devasa askeri makinenin sadakatine güvenemeyeceğini ispatlayan, Şubat 1946’daki Hint Donanması isyanıydı. Aynı zamanda 2. Dünya Savaşı sırasında orada biriktirdiği borçlar nedeniyle, Britanya artık Hindistan’ı maddi olarak da sömüremiyordu. 27

ABD’de 1950 ve 1960’lardaki Sivil Haklar hareketi, Güney’deki segregasyon rejiminin kaldırılmasını Jim Crow yasalarını* muhafaza etmekle ilgilenmeyen bir egemen sınıfı temsil eden federal hükümete baskı uygulayarak başardı. Hemen hemen aynı zamanlarda, Güney Afrika’daki Ulusal Parti hükümeti, Afrika Ulusal Kongresi ve müttefikleri tarafından oluşturulan sivil itaatsizlik hareketi Defiance Campaign’i acımasızca ezdi. Bu yenilgi, yine vahşice dağıtılan gerilla mücadelelerine yönelinmesine yol açtı. Apartheid rejimini müzakere masasına oturmak zorunda bırakan ise, Haziran 1976’da Soweto ayaklanmasıyla başlayan ve şiddete başvuran kasaba isyanları, kitlesel grevler ve militan bir siyah işçi hareketinin doğuşunu içeren yeni bir mücadele dalgası oldu.28

Yine de XR’ın değişimi zorlamaya başlamak için yeterli karışıklığı yaratacak kitlesel seferberlikler düzenlemeye kararlı olduğu bir gerçek. Daha da önemlisi, sözünü tuttu da. Nisan ayında Londra’da gerçekleşen kitlesel protestolar haftası, muhtemelen İngiltere tarihindeki en büyük doğrudan eylemdi. 1961’de Committee of 100 tarafından nükleer silahlara karşı düzenlenen kampanyadan daha büyüktü. Bu, geleneksel solda biraz tevazu yaratmalı. En son ne zaman Londra’da hayatı durdurduk?

Hallam, 2003’te Irak işgalinden sonra Savaşı Durdur Kampanyası’na yöneltilen, “A’dan B’ye yürüyüşlere” dair tanıdık eleştirileri tekrarlıyor. Ancak bu eleştirmenlerin alternatif olarak savundukları doğrudan eylemler, genellikle elitist bir şekilde özel olarak eğitilmiş küçük gruplara bel bağlıyordu. XR doğrudan eylem eğitimi verse de, Nisan ayında vurgulanan kapsayıcı, kitlesel bir eylemdi ve Londra’daki protesto haftası boyunca daha fazla insanın katılım sağlaması için herkese açık, ilgi çekici etkinlikler düzenlendi. Dahası, güncel iklim protestoları işçi hareketininkinden çok farklı bağlamlardan doğsa da, geleneksel olarak örgütlü işçilerin gerçekleştirdiği eylemlerle benzeşen eylem biçimleri içeriyor. Hallam kitlesel sivil itaatsizliğin etkisini Londra metrosundaki grevlerle kıyaslarken, Thunberg 20 Eylül’de yapılması planlanan küresel iklim grevine çağrıda bulunuyor.

Devrimci solun yeni iklim militanlığına tepkisi oldukça basit olmalı. Yerel XR grupları oluşturmaya yardım ederek, okul grevlerini destekleyerek, gelecekteki eylemlerde yer alarak ve iklim grevini hayata geçirmek için çalışarak bu harekete dört elle sarılmalıyız. XR içindeki sosyalistler, yeni iklim hareketleri ve sendikalar arasında ilişkiler kurmalı. İngiltere’de Üniversite ve Kolej Çalışanları Sendikası (UCU) ve fırıncılar birliği BFAWU iklim değişikliğiyle ilgili grev çağrılarına zaten destek vermiş durumda ve diğer sendikalar, özellikle de Ulusal Eğitim Sendikası, okul grevcilerini destekledi. Elbette hareket geliştikçe çeşitli stratejik ve taktiksel problemler ortaya çıkacak. Ancak önemli olan, iklim değişikliği politikalarının artık hükümetler arası müzakerelerin ve STK lobiciliğinin tekelinde olmaması. Umutsuzluk eyleme dönüşüyor. Bunun bir parçası olmak zorundayız.

İngiltere’deki ana akım siyasetin Brexit ölüm sarmalının hâkimiyetinde olmaya devam etmesi, bunu daha da gerekli kılıyor. May, Avrupa Konseyi’ni İngiltere’nin AB’den ayrılmasını 31 Ekim’e kadar ertelemeye ikna ederek vazgeçme anlaşması için zaman kazanmayı umuyordu. Bunun yerine, anlaşmasız bir Brexit’i neredeyse kaçınılmaz hâle getirmeye yardımcı oldu. AB’de altı ay daha kalmak, İngiltere’nin Avrupa parlamentosu seçimlerine katılması anlamına geliyordu. Brexit’in ertelenmesi ayrılmak isteyenleri kızdırırken kalmak isteyenlerin tekrar umutlanmasına yol açtı; bu yüzden seçimler her iki tarafta da ödün vermeyen unsurlara yaradı: bir tarafta Nigel Farage başkanlığındaki yeni Brexit Partisi, öteki tarafta Liberal Demokratlar. Bu, büyük şirketlerin çaresizce arzuladığı uzlaşmanın sağlanmasını daha da zor hâle getirdi ve Farage’a aşırı sağı, diğer birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi, ana akım İngiliz siyasetinin ön saflarına yerleştirmek için ikinci bir şans verdi. 29

May, Muhafazakar Parti’nin Avrupa seçimlerindeki feci performansından önce zaten kendi kazdığı kuyuya düşmüştü. Onun halefi olma yarışına, kaçınılmaz olarak anlaşmasız Brexit meselesi yön veriyor. Hem son sözü söyleyecek olan kitlesel Tori üyeliğinin doğası gereği, hem de Farage ve Brexit Partisi’ne kaptırılan seçmenleri geri kazanma baskısı sebebiyle. Eski Tori lider adayı Dominic Raab gibi isimler, Avam Kamarası’nın anlaşmasız Brexit’i engellemesini durdurmak için parlamentonun askıya alınmasına dair bütünüyle anti-demokratik fikrin propagandasını ciddi şekilde yapmaya başladı bile.

Muhtemel galip Boris Johnson*, AB’den böyle yöntemlerin yardımı olmadan ayrılmaya son derece muktedir. İngiltere kötü hazırlanırsa AB-27 blöfünü görebilir ve Cadılar Bayramı’nda AB’den çıkabilir. Manş Tüneli’nin her iki tarafında oluşacak uzun ve kısa vadeli zararın boyutunu tahmin etmek zor ancak zarar yaşanacağı ve İngiltere ile eski ortakları arasındaki ilişkilerin yıpranacağı kesin. Johnson’ın sunduğu alternatif, yani İngiltere’yi Trump’ın çılgınca yalpalayan savaş arabasının arkasına bağlama fikri, tehlikeli bir kumar gibi gözüküyor. Brexit belirsizliğinin sürmesinin yatırım kararlarını etkilediğine dair kanıtları göz ardı etmek imkânsız. 2019’un ilk çeyreğine gelene kadar geçen üç yılda, AB-27’de yabancı yatırım %43 artarken İngiltere’de %30 azaldı. 30

Daha da kötüsü, Johnson’ın çirkin bir ırkçılık geçmişi var: Bazen gelişigüzel, genellikle planlı. Farage Avrupa seçimleri sırasında ırkçılığı körüklememeye dikkat ederken, Johnson İşçi Partisi’nin Peterborough ara seçimlerindeki başarısı için “Pakistanlı” seçmenleri suçlamakta tereddüt etmedi ve göçmen karşıtı kışkırtmalar konusunda epeyce sabıkası var. Tommy Robinson ve UKIP’teki müttefiklerinin seçimlerde rezil olması ırkçılık karşıtı hareket için gerçek bir başarı olsa da, yeni Tory lideri Farage’a kaybedilen tabanı geri kazanmaya çalışırken, Avrupa seçimlerinin genel etkisi, İngiltere’deki hâlihazırda boğucu ırkçı iklimi güçlendirmek olacak. Peterborough İşçi Partisi’nin Toriler’den daha az zarar gördüğünü (en azından İngiltere’de) gösterse de, Avrupa seçimleri İşçi Partisi’ne de zarar vererek, Jeremy Corbyn’i partinin sağ kanadından gelen saldırılara karşı iyice savunmaya geçmeye zorladı.

Yani Brexit, İngiltere siyasetini bayrağı aşırı sağın taşıdığı bir ortamda istikrarsızlaştırmaya devam ediyor. Bu ırkçılığa karşı mümkün olduğunca geniş ve güçlü bir hareketi devam ettirmenin hayati önem taşıdığı anlamına geliyor. Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk (Stand Up to Racism), böyle bir hareketin temel çerçevesi olarak kendini ispatladı, ancak gelecekte pek çok sınavla karşılaşacak.

Böyle bir ortamda farklı biçimlerdeki iklim protestoları, adeta bulutların arasından süzülen bir güneş ışınını temsil ediyor. Bu yeni hareket, son birkaç yıldaki bölünmelerden ağır bir şekilde zarar görmüş olan solu, daha güçlü bir anti-kapitalist temelde yenileyebilir. Daha önemlisi, yüzyılın en önemli savaşını vermek için gerekli güçleri bir araya toplamaya başlayabilir. Bu şekilde kolektif ve en nihayetinde devrimci eylemlilik, umutsuzluğu umuda dönüştürebilir.31

International Socialism Journal’ın 163. sayısından Irmak Yavlal çevirdi.

 Dipnotlar:

2 Bendell, 2018,

3 Prigogine ve Stengers,

4 Bendell, 2018, s11.

5 Bendell, 2018, s12-13.

6 Neale, 2019.

7 Woodham-Smith, 1991 ve Mukerjee, 2010’daki etkileyici anlatımlara ve Sen, 1981’deki klasik kıtlık çalışmasına bakın.

8 DiChristopher,

9 Yağmur Ormanları Eylem Ağı ve diğerleri,

10 Olson ve Lenzmann, 2016, s9-10.

11 Malm, 2016, Malm, buhar döneminden bu yana, sermayenin emek üzerinde egemenlik sağlamak ve aralarındaki ilişkiyi esnek bir şekilde yönetmek için fosil enerjiyle çalışan makinelere bel bağladığını savunuyor. Dolayısıyla bugün: “Küresel olarak mobil sermaye, muazzam miktarda fosil enerji tüketerek, fabrikaları işgücünün ucuz ve disiplinli olduğu -artı değer oranının en yüksek olacağıyerlere taşıyacak. Sermayenin artan fosil niteliği yasası diye bir şey varmış gibi görünüyor.” – Malm, 2016, s333, 354. Her ne kadar Malm’ın argümanı çok güçlü bir vaka çalışmasının -Birinci Sanayi Devrimi sırasında buharın zaferi- genelleştirilmesi olsa da, bu metinde tartışılan karşı eğilimleri fazla küçümsüyormuş gibi görünüyor.

12 Hook ve Pickard,

13 McGrath,

14 Astrasheuskaya ve Foy,

15 Stratfor, 2018. Lityum madenciliğinin genişlemesinin de insan ve çevre açısından maliyeti yüksektir.

16 Sanderson,

17 Jeoekonomi ve ilgili kavramların ayrıntılı bir tartışması için, Glassman, 2018, bölüm 1.

18 Savunma Bakanlığı, 2014,

19 Copp, 2017.

20 Neale, 2010’da bu konular hakkında yararlı bir tartışma

21 Pickard,

22 Foster ve Burkett, 2018, kapitalizm altında değer ve doğal biçimlerin özgüllüğü ve karşılıklı ilişkisi hakkında haklı olarak ısrar

23 Bendell, 2018, s20.

24 Monbiot, 2019.

25 Hallam, 2019. Hallam daha önceki bir yazısında şöyle iddia ediyordu: “Elimizdeki politik kaynaklar ve mekanizmalar ile, yinelenen herhangi bir mücadele vasıtasıyla kazanılabilecek azami gerçekçi siyasal kazanımların, gerçekçi ve pragmatik bir analizi, reform ile devrim arasındaki soyut ve bayat tartışmanın ötesine geçti. Bu hesaplama, hiç bitmeyen bir tekerrür serisi olarak devam ” – Hallam, 2015, s45. Fakat şimdi, kitlesel protestoların hükümetleri hızla müzakerelere zorladığı, daha hızlı bir değişim süreci öngörüyor gibi görünüyor.

26 Chenoweth, Bu iddiayı kanıtlayan ayrıntılı monografi, burada belirtilen örneklerin hiçbirini içermiyor ve saçma bir şekilde, Şubat 1979’da sol ve İslamcılar tarafından düzenlenen ve Pehlevi rejimini nihayet yıkan ayaklanmayı görmezden gelerek, 1978-9 İran Devrimi’ni “şiddetsiz bir direniş” olarak tasvir ediyor – Chenoweth ve Stephan, 2011. Kitap, farklı siyasal mücadeleleri şekillendiren belirli tarihsel bağlamları sistematik olarak silmek için istatistiksel verilerin analizinin kullanıldığı, ana akım Amerikan “karşılaştırmalı siyasetinin” klasik bir örneği. Alasdair MacIntyre’nin bu yöntemi yıkan müthiş eseri hâlâ geçerliliğini koruyor – MacIntyre, 1971.

27Ahmed, 2019, bölüm 6; Mukerjee, 2010, bölüm

28 Güney Afrika mücadelesinin Marksist analizleri için Wolpe, 1988 ve Callinicos, 1988.

29 Brexit’in yarattığı karışıklıklar hakkında daha fazla bilgi için Callinicos, 2019a ve 2019b. Matteo Salvinini’nin Lega’yı başarıyla dönüştürerek İtalya’da baskın bir konuma getirmesi için bkz. Pucciarelli, 2019.

30 Romei ve Jackson,

31 Empson, 2019’da ortaya konan anti-kapitalist devrim olasılığı.

Kaynakça

Ahmed, Talat, 2019, Mohandas Gandhi: Experiments in Civil Disobedience (Pluto).

Astrasheuskaya, Nastassia ve Henry Foy, 2019, “Polar Powers: Russia’s Bid for Supremacy in the Arctic Ocean”, Financial Times (28 Nisan), www.ft.com/content/2fa82760-5c4a-11e9-939a-341f5ada9d40

Bendell, Jem, 2018, “Deep Adaptation: A Map for Navigating Climate Tragedy”, IFLAS Occasional Paper 2 (27 Temmuz), www. lifeworth.com/deepadaptation.pdf

Callinicos, Alex, 1988, South Africa: Between Reform and Revolution

(Bookmarks).

Callinicos, Alex, 2019a, “Brexit Blues”, International Socialism 161

(kış), http://isj.org.uk/brexit-blues/

Callinicos, Alex, 2019b, “Shambling Towards the Precipice”, International Socialism 162 (bahar), http://isj.org.uk/shambling-towards-the-precipice/

Chenoweth, Erica, 2017, “It May Only Take 3.5 Percent of the Population to Topple a Dictator—with Civil Resistance”, Guardian (1 Şubat), www.theguardian.com/commentisfree/2017/feb/01/ worried-american-democracy-study-activist-techniques

Chenoweth, Erica ve Maria J Stephan, 2011, Why Civil Resistance Works: The Strategic Logic of Nonviolent Conflict (Columbia University Press).

Copp, Tara, 2017, “Pentagon is Still Preparing for Global Warming Even Though Trump Said to Stop”, Military Times (12 Eylül), https://tinyurl.com/y3wksoux

DiChristopher, Tom, 2019, “US to Become a Net Energy Exporter in 2020 for First Time in Nearly 70 years, Energy Dept Says”, CNBC (24 Ocak), www.cnbc.com/2019/01/24/us-becomes-anet-energy-exporter-in-2020-energy-dept-says.html

Empson, Martin (ed), 2019, System Change, not Climate Change: A Revolutionary Response to Environmental Crisis (Bookmarks).

Foster, John Bellamy ve Paul Burkett, 2018, “Value Isn’t Everything”, International Socialism 160 (sonbahar), http://isj.org.uk/value-isnt-everything/

Glassman, Jim, 2018, Drums of War, Drums of Development: The Formation of a Pacific Ruling Class and Industrial Transformation in East and Southeast Asia, 1945-1980 (Brill).

Hallam, Roger, 2015, “How to Win! Successful Procedures and Mechanisms for Radical Campaign Groups”, https://radicalthinktank. files.wordpress.com/2015/12/how-to-win-10-15.pdf

Hallam, Roger, 2019, “Non Violent Direct Action”, XR Talks (Şubat), www.youtube.com/watch?v=jSOlRNCO9L8

Hook, Leslie ve Jim Pickard, 2019, “Businesses Urge UK to Set Net Zero Emissions Target for 2050”, Financial Times (31 Mayıs), www.ft.com/content/19a0ba7a-82d0-11e9-b592-5fe435b57a3b

MacIntyre, Alasdair, 1971, “Is a Science of Comparative Politics Possible?”, Against the Self-Images of the Age: Essays on Ideology and Philosophy (Duckworth).

Malm, Andreas, 2016, Fossil Capital: The Rise of Steam Power and the Roots of Global Warming (Verso).

McGrath, Matt, 2018, “Coal and Cars Help Drive ‘Strong’ CO2 Rise in 2018”, BBC News (5 Aralık), www.bbc.com/news/science-environment-46447459

Monbiot, George, 2019, “Dare to Declare Capitalism Dead—Before It Takes Us Down With It”, Guardian (Nisan), www.theguardian. com/commentisfree/2019/apr/25/capitalism-economic-sys-

tem-survival-earth

Mukerjee, Madhusree, 2010, Churchill’s Secret War: the British Empire and the Ravaging of India during World War II (Basic Books).

Neale, Jonathan, 2010, “Climate Politics after Copenhagen”, International Socialism 126 (bahar), http://isj.org.uk/climate-politics-after-copenhagen/

Neale, Jonathan, 2019, “Social Collapse and Climate Breakdown”, The Ecologist (8 Mayıs), https://theecologist.org/2019/may/08/ social-collapse-and-climate-breakdown

Olson, Carol ve Frank Lenzmann, 2016, “The Social and Economic

Consequences of the Fossil Fuel Supply Chain”, MRS Energy & Sustainability, sayı 3.

Pascal, Blaise, 1995 [1670], Pensées (Harmondsworth).

Pickard, Jim, 2019, “UK Net Zero Emissions Target Will Cost ‘More Than £1tn’”, Financial Times (5 Haziran), www.ft.com/content/036a5596-87a7-11e9-a028-86cea8523dc2

Prigogine, Ilya ve Isabelle Stengers, 1984, Order Out of Chaos: Man’s New Dialogue with Nature (Heinemann).

Pucciarelli, Matteo, 2019, “Salvini Ascendant”, New Left Review, II/116/117 (Mayıs-Haziran).

Romei, Valentina ve Gavin Jackson, 2019, “Brexit Uncertainty Drives Investment Boost for Other EU Countries”, Financial Times

(10 Haziran), www.ft.com/content/93c681ca-7c9c-11e9-81d2- f785092ab560

Sanderson, Henry, 2019, “Electric Cars: China Powers the Battery Supply Chain”, Financial Times (22 Mayıs), www.ft.com/content/455fe41c-7185-11e9-bf5c-6eeb837566c5

Savunma Bakanlığı, 2014, “FY 2014 Climate Change Adaptation Roadmap” (Haziran), www.acq.osd.mil/eie/downloads/CCARprint_wForward_e.pdf

Sen, Amartya, 1981, Poverty and Famines: An Essay on Entitlement and Deprivation (Clarendon Press).

Stratfor, 2018, “How Renewable Energy Will Change Geopolitics” (27 Haziran), https://worldview.stratfor.com/article/how-renewable-energy-will-change-geopolitics

Yağmur Ormanları Eylem Ağı ve diğerleri, 2019, “Banking on Climate Change: Fossil Fuel Finance Report Card 2019” (20 Mart), www.ran.org/wp-content/uploads/2019/03/Banking_on_Climate_Change_2019_vFINAL1.pdf

Wolpe, Harold, 1988, Race, Class and the Apartheid State (James Currey).

Woodham-Smith, Cecil, 1991 [1962], The Great Hunger: Ireland 1845-1849 (Penguin).

Enternasyonal Sosyalizm