Mike Davis Anısına

Alex Callinicos

Mike Davis’in 25 Ekim 2022’de 76 yaşında ölümü bizi, benim kuşağımın belki de en seçkin Marksist yazarından mahrum bıraktı. Davis, Amerika Birleşik Devletleri’nin, özellikle de hayatının çoğunu geçirdiği Güney Kaliforniya’nın ve memleketi San Diego’nun çağdaş tarihini derinlemesine araştırdı. Aynı zamanda, kapitalizm ve doğanın etkileşime girdiği mekanizmalara dair derin bir anlayış geliştirdi. Bu da onu, felaketlerin bir araya toplandığı zamanımızın Marksist düşünürü yapıyor. Tüm bunları yaparken Mike, aynı zamanda, ailesinden devraldığı işçi sınıfı dayanışması geleneklerini derinlemesine öğrenmiş kararlı bir devrimci sosyalist olmaya devam etti.

Ölümünün ardından gelen, çoğu zaman canlı ve dokunaklı anma mesajlarından da anlaşılacağı üzere Mike, benimki de dahil olmak üzere buna makalenin sonunda döneceğim– pek çok hayata dokundu. Ancak burada üzerinde durmak istediğim, onun siyasi ve entelektüel gelişimi. Kaçınılmaz olarak, bu biraz biyografi de içeriyor; Mike’ın hayatıyla ilgili anlatımlar, büyük ölçüde kendi anılarına dayanır ve bunlar gerçekten çok iyi anlatımlardır.1

Batı İnsanı

Mike 1946 yılında Los Angeles’ın doğusundaki Inland Empire bölgesinde, San Bernandino County, Fontana’da doğdu. Arkadaşı Kanadalı Marksist tarihçi Bryan Palmer’a göre Mike›ın babası “Demokratlara oy veren bir kasap ve sendikacı, annesi ise güçlü ve kararlı bir İrlandalı-Katolik Cumhuriyetçiydi.”2 Fontana o zamanlar bir çelik fabrikası kasabasıydı; Mike’ın en bilinen kitabı City of Quartz: Excavating the Future in Los Angeles’ın (Verso, 1990) son bölümü, fabrikanın kapanmasıyla birlikte yaşanan sosyal ve fiziksel yıkımı inceler ve “Fontana— hayallerin hurdalığı” sözleriyle biter.3 Mike doğduğunda burası tam olarak bir cennet sayılmazdı; Hell’Angels (Cehennem Melekleri; dünyaca ünlü bir motosiklet çetesi) aynı yıl orada kurulmuştu.

Palmer, Mike’ın ailesinin 1950’lerde taşındığı San Diego banliyösü El Cajon hakkında ise şöyle yazıyor:

Bu, bir yanı beyaz kovboy, diğer yanı militarist ırkçı sınır kasabası, kötülük saçıyordu. Davis, 2008’de bir röportajında, çocukluğuna geri dönüp bakarak şöyle demişti: ‘El Cajon’da şeytanı ya da onun ahlaki eşdeğerinigördüğüme inanıyorum.’4

Yine de onu şekillendiren, bir okul arkadaşının “olağanüstü insanlar” olarak hatırladığı, özellikle ırkçılığa karşı düşmanlıklarıyla tanınan anne ve babası olmustu.5 Mike yine başka bir röportajında şöyle diyordu:

Kaliforniya ile Batı [ABD’de Uzak Batı olarak bilinen bölge] arasındaki sınırın sadece bir sokaktan ibaret olduğu bir kasabada büyüdüm. Eğer caddenin bir tarafındaysanız sörfçü olurdunuz. Diğer taraftaysanız umutsuzca bir Okie ya da çiftçi olurdunuz. Ben diğer tarafta büyüdüm, her zaman bir sörfçü olmayı diledim, ama her zaman daha çok bir Batılı gibihissettim.6

Mike ergenlik çağına girdiğinde ABD, Güney’de siyahların sivil haklar için mücadelesiyle başlayan, Vietnam’daki savaşa muhalefetle gelişen ve Ağustos 1965’te Los Angeles’ın Watts bölgesini de kapsayan, şehirli yoksulların isyan dalgasıyla patlayan bir kitle hareketleri fırtınasına sürükleniyordu. Bu fırtınanın içine nasıl çekildiğini şöyle anlatır:

Kuzenim – ailemin evlilik yoluyla gelen siyah bir tarafı var– beni San Diego şehir merkezindeki Bank of America’da Irksal Eşitlik Kongresi’nin sponsorluğunda düzenlenen bir gösteriye davet ettiğinde, 16 yaşında çok mutsuz ve kafası karmakarışık bir gençtim. 1963 yılında San Diego tam bir Güney şehriydi, istihdam ve konutta ırklara bölünmüştü. Bu gösteriye gittim ve bu benim hayatımı sonsuza kadar değiştirdi. Bende, karşı konulamaz bir dizi değer ve ilham kaynağının oluşmasına yolaçtı.7

Mike’ın tüm yazılarında bu toplumsal hareketlerin tutkusu ve yoğunluğu vardır. Jon Wiener ile birlikte yazdığı son kitabı Set the Night on Fire: LA in the Sixties’de bu dönemi ele alır. 800 sayfayı aşan kitap, Los Angeles’ta o on yıl boyunca gelişen mücadelelerin zengin çeşitliliğini, Davis’in kendi kişisel anılarıyla da iç içe geçirerek sevgi dolu ve canlı ayrıntılarla yeniden inşa eder ve özellikle gençlerin rolünü — bilhassa da 1966-8’deki büyük, ağırlıklı olarak Latin kökenli lise yürüyüşlerini (veya “patlamaları”)— vurgular. Gururlu bir baba olan Mike’ın (Mike kendisine, keyifle, “aile babası” diyordu)8 bu düşüncelerini şurada görebiliyoruz:

Los Angeles’ta 60’lı yıllar en iyi ifadeyle, tohumları yaşayan direniş geleneklerine dönüşen bir ekim olarak düşünülebilir. Bu hareketler elbette yükseldi ve geriledi, ancak toplumsal değişime yönelik bireysel taahhütler kalıcı ve sonraki kuşaklara devredilebilir nitelikteydi. Binlerce kişi sendika örgütleyicisi, ilerici doktorlar ve avukatlar, öğretmenler, toplum savunucuları, belediye çalışanları ve belki de en önemlisi ebeveynler olarak aktivist yaşamlarına devam ettiler. Bu hareketlerin anıları… diğer kuşaklara aktarıldı ve 1990’larda yeniden canlanan isçi aktivizmi ve göçmen hakları örgütlenmesinin protesto simgeleri bu hareketlerdenalındı.9

İş ve üniversite arasında gidip gelen Mike, önce New York›ta, sonra da Özgür Konuşma Hareketi’nin ilk büyük öğrenci isyanına damgasını vurduğu Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nde, gelişmekte olan radikal öğrenci solunun şemsiyesi olan Demokratik Toplum için Öğrenciler (SDS) için tam zamanlı örgütçü oldu. Mike, Leon Troçki’nin biyografisini yazan Isaac Deutscher’in, Mayıs 1965’te Vietnam ile ilgili ünlü eğitim ve tartışma toplantısında yaptığı konuşmayı orada dinledi:

Yarattığı etkiyi nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum. Teatral bir etki değildi. Karizmanın bir yansıması değildi. Daha önce hiç görmediğim türden bir entelektüel egemenlik iddiasıydı. Aynı zamanda varlığından bile haberdar olmadığım bir dünya ile bir seans gibiydi: ölü devrimciler ve ihanete uğramış devrimlerle, bu geleneği sürdüren bir avuç muhteşem insanla yapılan birseans.10

Mike, radikallere, özellikle de kendi öğrencilerinden biri olan Angela Davis’e verdiği destek nedeniyle cadı avına uğrayan Marksist filozof Herbert Marcuse’nin şahsında devrimci gelenekle başka karşılaşmalarını da hatırlıyordu. Marcuse de San Diego’da yaşıyordu:

Marcuse’yi üniversiteden atılmadan önce duymuştum. One-Dimensional Man kitabını almıştım. Tek kelimesini bile anlamamıştım ama çok saygı duyulan bir figür olduğunu anlamıştım ve bu yüzden ona bir mektup yazarak SDS’nin Güney›deki sivil haklar mücadelesi için ikinci bir cephe olarak yoksul insanların ırklar-arası hareketini nasıl inşa etmeyi umduğunu ve gettolara ve yoksul mahallelere giderek nasıl örgütlendiğimizi anlattım…

Ondan hemen şöyle bir mektup aldım: “Bakın, çok sevimli çocuklar olmalısınız, tamamen sizin tarafınızdayım ama tek yaptığınızın Lyndon B Johnson yönetimi için bedava çalışmak olduğunun farkında değil misiniz? Siz sadece insanları liberal kapitalizme entegre ediyorsunuz, ve hükümet gönüllüsü olarak da liberal kapitalizme katılabilirsiniz.”

Bu mektup beni derinden sarstı. Birkaç yıl sonra, 1968’de, evliyken ve SDS’nin öğrenci olmayan grubunun bir üyesi olarak San Diego’da et keserken, yüksek lisans öğrencilerinin birinden Marcuse’nin telefon numarasını aldım ve yüzsüzce onu aradım. “Beni hatırlamayacaksın,” diye başladım, “ama sana SDS’den bu çılgın mektubu yazmıştım.”

“Öyle mi?” dedi, “Ne yapıyorsun?”

“Bak, biz öğrenci falan değiliz.” Ve ona, aralarında Vietnam’daki savaşa karşı çıkan eski bir deniz teğmeni olan en iyi arkadaşımın da bulunduğu bir grup genç işçi olduğumuzu anlattım…

“Cuma akşamı gel!” dedi. “Biraları ben ısmarlarım.

Yüksek lisans öğrencilerinden bıktım. Uğrayın!”

Marcuse ile sarhoş olarak ve onun 1918’de Rosa Luxemburg’a mesaj gönderme hikayelerini dinleyerek büyülü bir akşam geçirdik. Bazı son derece karamsar düşüncelerin yazarı olmasına rağmen, benim kuşağım ve küresel olarak Yeni Sol hakkında neredeyse ütopik bir iyimserliğe sahipti.11

Burada iki devrimci kuşağın parmakları birbirine değmişti. 1960’ların hareketleri yavaş yavaş geri çekilmeye başlarken ve SDS parçalanırken, Weather Underground’un terörizmi (Mike’a göre onlar “sadece… kendileri için Zabriskie Point oynayan zengin çocuklardı”) ile Demokrat Parti seçim politikalarının görünürdeki “gerçekçiliği” arasında kalan Mike, tutarlı bir sosyalist örgütlenmeye ihtiyaç olduğunu gördü.12 “Rusya’nın Prag Baharı’nı bastırmasına karşı duruşlarıyla dayanışmak için 1968’de Güney Kaliforniya Komünist Partisi’ne katıldım” diye hatırlıyor.13 Güney Kaliforniya KP, en tanınmış üyesi Angela Davis olan Che-Lumumba Kulübü’ne sponsor oldu. Che-Lumumba, 1960’ların sonunda FBI ve yerel polis güçleri tarafından siyah radikallere uygulanan baskı sırasında Davis›in yanı sıra Kara Panterler ile de dayanışmanın örgütlenmesinde önemli bir rol oynamıştı.14 Palmer’a göre:

Kaliforniya partisinin muhalif lideri Dorothy Healey’nin ve Üçüncü Dönem Komünist militanlarının tarihsel olarak sert sınıf mücadelesi politikalarının hayranı olan Mike, birkaç ay boyunca KP’nin İlerici Kitabevini işletti. Bodrumda bir tüfek saklıyordu. Geceleri Angela Davis’le birlikte atış talimi yapmak için çöle kaçar, karpuzları patlatırdı, ya da bana öyle söylemişti… Partiden maaş aldığı günler kuşkusuz sayılı günlerdi. Sonunda bir Sovyet ataşesini, ofisleri yakınlarda olan FBI elemanlarından biriyle karıştırdığında bu günler aniden sonaerdi.15

1960’ların sonu ve 1970’lerin başında Mike kamyon şoförlüğü, turist otobüsü şoförlüğü ve kasaplık yaptı ve Teamsters sendikasına katıldı. Nihayet 1970’lerin ortalarında akademiye ciddi bir giriş yaparak Los Angeles’taki Kaliforniya Üniversitesi’nde okumaya başladı. Orada Marksist tarihçi ve politik iktisatçı Bob Brenner’in Karl Marx’ın Kapital’i üzerine düzenlediği bir seminere katıldı. Heterodoks Troçkist Uluslararası Sosyalistlerin bir üyesi olan Brenner, Mike’ın sonunda Troçkizmi benimsemesini teşvik etmiş olabilir:

Brenner ve ekibi… Kapital’i İngiliz Marksizmi içindeki tarımsal sınıf mücadeleleri ve feodalizmden kapitalizme geçiş tartışmaları bağlamında okuyorlardı. Seminer daha sonra kriz teorisi ve 20. yüzyıl ekonomi tarihine geçti. Bu heyecan verici bir deneyimdi ve bana ekonomi-politik, emek tarihi ve kentsel ekoloji gibi eklektik ilgi alanlarımın peşinden gitmem konusunda entelektüel bir güvenverdi.16

Glasgow Üniversitesi’ndeki doktora çalışmaları Mike’ın Dördüncü Enternasyonal’in Britanya seksiyonu olan ve o zamanlar etkisinin doruğunda bulunan Uluslararası Marksist Grup’a (IMG) katılmasına yol açtı. O yıllarda Six Counties’de hummalı bir şekilde devam eden İrlanda kurtuluş mücadelesine de katıldı. Ayrıca New Left Review’un editörü Perry Anderson ile tanıştı (bu, New Left Review ve Dördüncü Enternasyonal’in yakın olduğu bir dönemdi). Anderson sonunda Mike’ı New Left Review ve onun yayınevi Verso için çalışmaya ikna etti.

Mike, 1980-1986 yılları arasında bulunduğu Londra’da “gerçekten zor zamanlar geçirdiğini” söyler.17 Evini özlüyordu ve New Left Review okulu ve Oxbridge ethosuyla giderek daha fazla anlaşmazlığa düştü. Daha sonra, “Her zaman kendini beğenmiş entelektüellere karşı bir tür kamyon durağı tavrım olmuştur,” diyecekti.18 [Bu günlerin] ilerleyen zamanlarda sanat tarihçisi T. J. Clark ile paylaştığı versiyonu, “Mark Twain’in Yankee at the Court of King Arthur’daki alicenaplığı ile anlatılan komik bir hikayeydi.”19 Mike’ın önemli bir Marksist yazar olarak ortaya çıktığı ve ABD’deki işçi sınıfı ve Ronald Reagan’ın başkanlığı sırasında (1981-9) görülen sosyo-ekonomik dönüşümler üzerine bir dizi parlak makale yazdığı yıllar da yine bu yıllardı. Bu makaleler Prisoners of the American Dream adıyla kitaplaştırıldı. Ölümüne kadar New Left Review yayın komitesinin bir üyesi olarak kaldı ve dergiye de Verso’ya da düzenli olarak katkıda bulundu.

Ekonomi politik ve sınıf şiddeti

İlk yazılarında Mike, Prisoners of the American Dream: Politics and Economy in the History of the US Working Class kitabının alt başlığının da işaret ettiği gibi, tarihçiden ziyade bir ekonomi-politikçi olarak karşımıza çıkar: Bu kitapta, ABD işçi sınıfının Friedrich Engels’ten Troçki’ye kadar büyük Marksistler tarafından kendisi için çizilen kaderini Avrupalı muadillerini patlayarak geçmek— yaşamasını engelleyen yenilgiler silsilesinin izini sürerken derin bir tarihsel kavrayış sergiler. Gerçekten de Mike, ABD toplumunun karmaşıklığı hakkında derinlikli ve tarihsel bir anlayış geliştirdi ve bu da onun çağdaş burjuva siyaseti hakkındaki yazılarını son derece değerli kıldı (bilhassa da seçim döngüsündeki son dönemece ilişkin anketleri çok özlenecek). 1930’lar ve 1940’larda ve daha sonra Dwight D. Eisenhower, John F. Kennedy ve Lyndon B. Johnson dönemlerinde isyan eden işçi sınıfının pasifize edilmesine ilişkin açıklamaları, artık küresel sistemin merkezinde yer alan savaş sonrası ABD kapitalizminin beyaz endüstriyel işçi sınıfının büyük bölümüne nasıl reel ücret artışı ve büyük ölçüde özelleştirilmiş refah sunabildiğine ilişkin yapısal bir analiz ile iç içe geçer.

Bu analiz, Mike’in birçok ABD’li emek tarihçisini itham ettiği dar görüşlülükten iki önemli açıdan uzaktı. Birincisi, Mike ABD emperyalizmini asla gözden kaçırmadı. Prisoners of the American Dream’in önemli bir bölümü, ABD işçi sınıfının içinde bulunduğu kötü durumu, ilk olarak ABD emperyalizminin 20. yüzyılın ikinci yarısındaki zirvesi ve ikinci olarak da krizi bağlamında açıklar.20

Erken tarihli parlak bir makalesinde Mike, New Left Review’un Deutscher’den devraldığı Soğuk Savaş’ın “antagonistik sosyal sistemler” yani kapitalizm ve komünizm – (Sovyetler Birliği dünya devriminin çıkarlarını ne kadar eksik temsil etse de) arasındaki “büyük bir mücadele” olduğu anlayışını hem yeniden canlandırdı hem de aynı zamanda degiştirdi.21 Mike’a göre, 1980’lerin başında kızışan Soğuk Savaş, “nihayetinde karşıt uluslararası sınıf güçleri arasındaki tüm tarihsel gerilimlerin paratoneridir, ancak dünya siyasetine hakim olan düzey iki kutuplu çatışma değildir. Hakim düzey, küresel kapitalizmin eşitsiz ve birleşik gelişiminden doğan sürekli devrim sürecidir.”22 Bu bakış açısıyla Mike, Washington’un nükleer üstünlüğünü sadece küresel hakimiyetini sürdürmek için değil, aynı zamanda Küresel Güney’in farklı bölgelerinde gelişen devrim tehditlerine karşı koymak için de kullandığını göstermeye çalışır.

İkinci olarak Mike, büyük ölçüde, Avrupa’da karşılaştığı Marksizm’den yararlanır. Dördüncü Enternasyonal’in önde gelen teorisyeni Belçikalı Troçkist Ernest Mandel’e duyduğu saygı, büyük Marksist eleştirmen Fredric Jameson’ı postmodernizm hakkındaki ünlü makalesinde Mandel’in Late Capitalizm (New Left Books, 1975) kitabını yanlış kullanmakla suçlamasından anlaşılır.23 Ancak, Marksist ekonomi politiğin (eleştirel de olsa) onun benimsediği versiyonu çok farklı bir kaynaktan geliyordu: Fransız Düzenleme Okulu. Okulun önde gelen isimlerinden Alain Lipietz şöyle yazar; “Bizler, ‘regülasyoncular’, Louis Althusser’in ‘asi oğullarıyız’.” Althusser’in Marksist teoriyi yeniden inşa etme girişimi, Dördüncü Enternasyonal’in ve bu derginin bağlı olduğu Uluslararası Sosyalist Akım’daki Troçkistlerin şiddetli saldırılarına hedef oldu. Yine de, düzenlemeci yazarlar Althusser’den “birbirine göre özerk, ancak birbirini yansıtan değil üst-belirleyen çelişkili ilişkiler yapısı olarak tarih” kavramını aldılar. Ne siyaset ne de ideoloji ekonomik güçleri ‘yansıtır’, ancak ideolojik-politik-ekonomik ‘yapılar’ ya istikrarlı yapılar ya da kriz içinde yapılar olarak mevcuttur”.24

Düzenlemecilerin ilgilendiği “yapılar” “birikim rejimleri”dir: sermaye birikimi koşullarının istikrarlı bir şekilde güvence altına alındığı tarihsel olarak belirli formlar. Bu formların her biri, Lipietz’in de belirttiği gibi, “bireysel beklentilerin ve davranışların her bir özel birikim rejiminin ihtiyaçlarına uygun olacak şekilde şekillenmesini” sağlayan belirli bir dizi kurum düzenleme biçimi gerektirir.25 Okulun kurucu metni olan Michel Aglietta’nın A Theory of Capitalist Regulation: The US Experience adlı kitabı, “krizde olan [tek bir] yapıya”, yani “Fordist birikim rejimi”ne odaklanır ve bu rejimin Batı kapitalizminin savaş sonrası genişlemesinin temelini oluşturduğunu savunur.26 İç Savaş›tan bu yana ABD ekonomisine ilişkin bu zengin tarihsel çalışmada Aglietta, bu patlamanın, kitlesel üretim ve tüketimin, daha yüksek üretkenliğin meyvelerinin ücretler ve kârlar arasında paylaşıldığı bir sınıf uzlaşması sayesinde kurumsallaşmış koordinasyonuna bağlı olduğunu göstermeye çalışır.

Mike bu metin ile ilgili, Marksist değer teorisini kavrayışını ve tarihsel bilgisini ortaya koyan “Fordizm Krizde” başlıklı uzun bir eleştirel inceleme yazdı. Aglietta’nın kitabının “Mandel’in Late Capitalism’inin sunduğu teorik tutarlılığa ya da vizyon genişliğine asla ulaşamadığını” iddia etse de, düzenleme teorisini Fordist sınıf uzlaşısının 1970’ler ve 1980’lerde neden bu kadar feci bir şekilde çöktüğünü anlamak için bir mercek olarak yararlı bulmuştu.27

Mike’ın Los Angeles Troçkist solundan arkadaşı ve yoldaşı Bob Brenner, Mark Glick ile birlikte düzenleme teorisine dair muazzam ve etkileyici bir teorik ve ampirik eleştiri kaleme aldı.28 Mike’ın Aglietta incelemesinde de tespit ettiği tarihsel zayıflıkların yanı sıra, düzenlemeciliğin temel kusuru, krizlerin orantısızlık teorisinin sofistike bir versiyonuna olan nihai bağımlılığında yatıyordu. Bu görüşe göre krizler, Marx tarafından tanımlanan iki ana üretim bölümü arasındaki koordinasyon eksikliğinin sonucu olarak ortaya çıkar: Bölüm I (üretim araçları) ve Bölüm II (tüketim araçları). (Öncelikle ulusal) kurumlara odaklanılması, kapitalist üretim ilişkilerinin ve dünya ekonomisinin düzenlemecilerin analizlerinden kaybolmasına yol açtı.29

Ancak, Soğuk Savaş’ın Almancı yorumunda olduğu gibi, Mike, başkalarından aldığı kavramlara kendi yaratıcı yorumunu da kattı. Böylece, 1970’ler ve 1980’lerde ABD kapitalizminin dönüşümünü açıklarken, kitlesel üretim ve kitlesel tüketimin eski Fordist eklemlenmesinin çöküşünü işçi sınıfının artan örgütsüzlüğü ve parçalanmasıyla karşı karşıya koyuyordu:

Aşırı tüketimcilik olarak adlandırılabilecek yeni, embriyonik bir birikim rejiminin ortaya çıkışı… 1970’lerde çalışan yoksullar ve azınlıklar arasında hızla azalan örgütlenmeyle karşı karşıya kalan ve hem enflasyondan hem de genişleyen devlet harcamalarından kâr elde etmede ezici bir başarı gösteren kitlesel bir yöneticiler, profesyoneller, yeni girişimciler ve rantiyelerden oluşan alt burjuva tabakasının artan siyasisübvansiyonu.30

Bu gelişme hem Cumhuriyetçilerin hem de Demokratların şirket zenginlerine koşulsuz hizmet eden neoliberal partilere dönüşmesini açıklamayı sağladı. Dahası, bu duruma ABD kapitalizmindeki diğer değişiklikler de eşlik etti ve bunları ilk fark edenlerden biri de Mike oldu. Mike, Reagen döneminde artan askeri harcamalar ve finansal spekülasyonun yol açtığı “patolojik refah”ı derinlemesine inceledi.31 Mike’ın teşhisi, ABD’li yetkililerin Brenner’ın “borsa Keynesçiliği” olarak adlandırdığı yaklaşımı teşvik etmelerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan, kapitalizmin “uzun gerileme dönemine” ilişkin analizi ile oldukça uyumludur: ekonomik büyümenin, 1990’lar ve 2000’lerin balon ekonomisinde varlıklarının sürekli değer kazanmasıyla zenginlesen üst orta-sınıf hanelerin borçlanmasına ve harcamasına artan bağımlılığı.32

Mike’ın bir sonraki projesi olan City of Quartz, bu dönüşümlerin Güney Kaliforniya’daki etkilerinin izini sürdü. Mike 1987’de Kaliforniya’ya geri döndü. Daha sonra LA Times’a verdiği bir röportaja göre, “1980’lerin sonlarında… bir hafta boyunca kamyon kullanır, bir üniversitede ders vermek için mola verir ve sonra tekrar yola koyulurdu.”33

Okuyan herkes, Mike’ın Jameson’un postmodernizmine yönelik eleştirisi hakkındaki kitabının arkasında yatan temel dürtülerden birini hemen fark edebilir. Mike, Jameson’ın Los Angeles şehir merkezindeki Bonaventure Oteli’ni sermayenin uluslararasılaşmasına tekabül eden yeni bir postmodern duyarlılığın timsali olarak cesurca tanımlamasının “iki alternatif koordinatı” dikkate almadığını savunuyor: “Birincisi, kapitalizmin mevcut kriz evresinde yeni uluslararası rantiye devrelerinin yükselişi. İkincisi, ABD’de meydana gelen yeni sınıf kutuplaşmasının bir parçası olarak kentsel reform idealinin kesin olarak terk edilmesi.” Bunlar elbette Mike’a göre ABD kapitalizminin 1970’ler ve 1980’lerde gerçekleştirdiği dönüşün iki önemli unsurudur. Bonaventure’u tasarlayan John Portman gibi postmodernist mimarlar, “otoyollar, hendekler, beton parapetler ve asfalttan oluşan koruyucu bir labirent” ile yalıtılmış olan ve bugün finansallaşmış kapitalizm olarak adlandırdığımız şeyin katedrallerini inşa ediyorlardı:

Jameson’ın Bonaventure’a ilişkin canlı tasvirinde eksik olan şey, yapının çevresindeki şehre eklemlenmesinin vahşiliğidir. Bu tür bir yapının ‘sırtını döndüğünü’ söylemek kesinlikle yetersiz bir ifadedir ve ‘popüler’ karakterinden bahsetmek, dışarıdaki büyük Hispanik-Asya kentinden sistematik olarak ayrıldığı noktayı gözdenkaçırmaktır.34

Başka bir deyişle Mike, Jameson’da eksik bulduğu şeyden yola çıkmıştır: ABD toplumunun kalbindeki sınıf karşıtlığı. City of Quartz’da bu konuya daha önceki yazılarında olduğundan daha dolaylı olarak, ancak muazzam bir şevk ile yaklaştı. Yeni baskısına yazdığı önsözde kitabın amacını, yazarlık yeteneğinin yanı sıra görünüşte zor olan kavramları canlı ve erişilebilir hale getirme ve mizah ile renklendirme becerisini sergileyen bir pasajla özetler. Mike, “Ben bir yazarın yazarı değilim, ama çok iyi bir hikâye anlatıcısıyım,” der.35 Hikâye anlatıcısı olduğu kesin, ama aynı zamanda bir melek gibi yazıyor ve en karmaşık gerçeklere bile hayat veriyor:

City of Quartz, genellikle kamyonetimle ezmeye çalıştığım Parisli terimlerden birini kullanırsam, bir konjonktürün biyografisidir: daha önce birbirinden ayrı olan tarih akımlarının aniden son derece öngörülemez sonuçlarla birleştiği, paradokslarla ve doğrusal olmayan anlardan biri. City of Quartz – özetle – ekonomik küreselleşmenin Los Angeles toplumunun farklı kesimleri üzerindeki çelişkili etkisiyleilgilidir.36

Mike, Adam Shatz’a şöyle der:

Walter Benjamin’in sonunda Los Angeles’a geldiğini ve Fernand Braudel ve Engels ile bir barda oturduğunu hayal ettim. Los Angeles hakkında bir kitap yazmaya karar verirler ve bunu üç projeye bölerler. Benjamin, iktidar ve hafıza hakkındaki tüm karmaşık ve berrak parçalara ulaşacak. Braudel doğal tarihini, onu mümkün kılan daha büyük dünya-tarihsel güçleri keşfedecek. Engels ise Los Angeles’ın çalışan sınıfları hakkındayazacak.37

Bu üç figür, Mike’ın giderek karmaşıklaşan kuramsal bakış açısına dair bir fikir veriyor. Benjamin, 1930’larda hazırladığı devasa ve tamamlanmamış Arcades Project’de, meta fetişizmi ve egemen sınıf şiddeti tarafından yönetilen 19. yüzyıl Paris’ini, görünüşte birbirinden farklı, çok sayıda kültürel parçanın bir araya getirilmesi yoluyla tasvir etmeye çalıştı. Bunu “montaj ilkesini tarihin içine taşımak” olarak tanımlıyordu; “Yani, en küçük ve en hassas şekilde kesilmiş bileşenlerden büyük ölçekli yapılar oluşturmak. Aslında, en küçük bireysel anın analizinde toplam olayın billurunu keşfetmek.” Sonuç, “simdi ile bir anda bir araya gelen gelerek bir takımyıldız oluşturan” bir dizi “diyalektik imge”dir. Başka bir deyişle, “imge durma noktasındaki diyalektiktir”.38

Mike, Benjamin’in, kitabı üzerindeki etkisini şöyle anlatır:

Onu okumak bana küçük somut şeylerin bütüne gebe olabileceğini, dolaylı bakış açılarının bazen olayları daha derinlemesine görmemizi sağlayabileceğini ve iyi bir hikayeyi takip etmenin her zaman çok önemli olduğunu öğretti… Bunun ötesinde, kitap, denemeyi ve totalize etmeyi, Tanrı’nın gözü konumunu üstlenmeyi, çok parçalı gerçekliğe sentetik ve panoramik bakışı reddetme üzerine yapılandırıldı. Dolayısıyla benim kararım, dört, beş ya da altı stratejik örnek — en orijinal ya da prefiguratif olgu— bulmak ve bunları sadece şimdiki zamanda ve gelecekteki gelişim içinde ele almak yerine, bu gelecekteki eğilimlerin her birini arkeoloji yapmak için bir alan olarak takip etmek, mümkün olduğunca geçmişegitmekti.39

City of Quartz’ın yapısı gerçekten de kronolojik olarak sıralanmış bir anlatıdan ziyade Los Angeles’a farklı pencereler açan bir dizi takımyıldızını andırıyor. Farklı entelektüel çevreler tarafından temsil edildiği şekliyle Los Angeles’ı konu alan ünlü açılış bölümü “Sunshine or Noir?”ı, iktidar yapısı, beyaz banliyö sakinlerinin gerici siyasi seferberliği, şehrin yoksullara karşı tahkim edilmesi, Los Angeles Polis Teşkilatı’nın uyuşturucu çeteleriyle savaşı ve Güney Kaliforniya’daki Katolik Kilisesi gibi bölümler takip ediyor. Kitap, Fontana, “Düşler Hurdalığı” ile sona eriyor.

Ancak Benjamin farklı kümelenmelerin daha geniş bir tarihsel bağlama oturtulmadan sunulduğu bir çalışma arzularken, Mike diğer ilham kaynakları olan “longue durée” (uzun vadeli tarihsel perspektif) tarihçisi Braudel ve Engels’ten yararlanır. Braudel, dünya kapitalizminin yüzyıllar boyunca Venedik’ten New York’a kadar birbirini izleyen şehirlerin öncülüğünde geliştiğini görmüştü. Engels’in İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu adlı kitabı, ilk Sanayi Devrimi’nin ve ilk genel grevin merkezi olan Manchester’ın çarpıcı bir portresini sunar.40 Mike ayrıca, üzerindeki “en derin edebi ve entelektüel etkilerden” birinin, Galler’in muhteşem tarihçelerini Los Angeles çalışmaları için bir model oluşturan parlak ve kozmopolit Galli Marksist tarihçi Gwyn Williams’a ait olduğunu söyler.41 (Mike’ın babasının Ohio’daki Galce konuşan son çiftçi topluluklarından birinden gelmesi konuyla ilgili olabilir.42)

Muhtemelen City of Quartz, Jameson eleştirisinde zaten mevcut olan temayla — “Los Angeles’ın sosyal ve kültürel manzaralarının oluşumunda sınıf şiddetinin merkeziliği”— dolaylı olarak birleşir. Mike, bu temayı Los Angeleslı radikal Louis Adamic’in iki savaş arası yazılarına dayandırır.43 Nisan ve Mayıs 1992’de Los Angeles’ı sarsan ve Başkan George H. W. Bush’u Körfez’den yeni gelen paraşütçüleri kente polis olarak göndermeye zorlayan devasa çok kültürlü sınıf ayaklanmasının, City of Quartz’daki analizi haklı çıkardığı düşünüldü. Bu, onun bir yazar olarak itibarını ve otoritesini arttırdı – her ne kadar Mike’a göre “şehirdeki 11 yaşındaki her çocuk bir tür patlamanın yaklaşmakta olduğunu biliyor olsa da.”44

Kötülüğün ekolojisi

T. J. Clark, “Davis için kentler yaşamın kendisiydi. Ona göre şehirler insandır,” der.45 Kuşkusuz, City of Quartz’ı çok okunan bir başka kitabı olan Planet of Slums (Verso, 2006) ile yan yana koyduğumuzda, Mike’ın, sıklıkla tanımlandığı gibi ve çalıştığı akademik pozisyonlardan da görüldüğü üzere, esasen bir kent teorisyeni olduğu görürüz.46 Bununla birlikte, bir başka tema olan doğanın kapitalizm tarafından tahribatı – ki bu elbette hem şehirlerin hem de gecekondu yerleşimlerinin gidişatıyla yakından bağlantılıdır– Mike’in daha sonraki çalışmalarında giderek daha önemli hale gelir. Bu tema onun, City of Quartz’ın başında, bir zamanlar başarısız bir sosyalist deney alanı olan, şimdi ise her gün evinden şehirdeki isine giden insanların yaşadığı bir banliyö bölgesi haline gelen Los Angeles County’nin Llano del Rio’sunun akıbeti hakkındaki anlatımında zaten görülebilir:

Buradaki kentleşme modeli, tasarım eleştirmeni Peter Plagens’in bir zamanlar ‘kötülüğün ekolojisi’ olarak adlandırdığı şeydir. Şehir planlamacıları çölde ev yetiştirmiyorlar – burası Marakeş ya da hatta Tucson, Arizona değil– sadece temizliyorlar, tesviye ediyorlar ve asfaltlıyorlar, yerel yapay nehre (federal hükümet tarafından sübvanse edilen Kaliforniya Su Kemeri) birkaç boru bağlıyorlar, bir güvenlik duvarı inşa ediyorlar ve böylece ‘ürünü’ işler hale getiriyorlar. Orange County ve San Fernando Vadisi’ndeki narenciye bahçelerini sökme konusunda nesillerdir deneyim sahibi olan şehir planlamacıları – merkezleri Newport Beach ve Beverly Hills gibi yerlerde bulunan 10-12 büyük firma– çölü sadece toprak ve dolar işaretlerinin bir başka soyutlaması olarak görüyor. Bölgenin en önemli doğa harikası olan, genellikle 30 fit yüksekliğinde ve Domesday Book’tan daha yaşlı tek tek örnekler içeren Joshua Tree ormanı buldozerlerle yokediliyor.47

“Kötülüğün ekolojisi” neredeyse başlı başına diyalektik bir imgedir. Mike’ın Los Angeles’a bir sonraki saldırısının (1998’de yayınlandı) başlığı biraz daha soğukkanlıdır (genel olarak yazının tonu polemikten çok teşhis edici niteliktedir): The Ecology of Fear: Los Angeles and the Imagination of Disaster. Bu kitap, Dünya’ya yakın cisimler asteroidler, kuyrukluyıldızlar ve benzerleri– üzerine 1996 yılında yazdığı ve Dünya’nın, bazen bu tür cisimlerle etkileşimi sonucunda felakete yol açabilecek değişimler geçiren dinamik bir açık sistem olarak kavranmasına yol açan bilimsel tartışmaları incelediği makalesinde sinyalini verdiği önemli bir entelektüel değişime işaret ediyordu. Buna bir örnek, yaklaşık 66 milyon yıl önce Dünya›daki bitki ve hayvan türlerinin (her çocuğun bildiği gibi dinozorlar da dahil olmak üzere) dörtte üçünü yok eden büyük bir asteroidin çarpması sonucu meydana gelen Kretase-Tersiyer (K-T) yok oluşudur.

Mike bu tartışmalardan, Charles Darwin’in parçalı, aşamalı değişim anlayışından tamamen farklı bir doğal evrim anlayışı çıkarır. Darwin, kendi yaklaşımını “yüzeyi derin zaman aralıkları boyunca küçük sebeplerin sürekli etkisiyle şekillenen tekbiçimli Dünya vizyonu, benzersiz olayları — ‘felaketleri’— dışarıda bırakarak doğal tarihi sürekli tarih-dışılaştıran” jeolog Charles Lyell’e borçluydu. Ancak şimdi, yer bilimleri bize “felaket yoluyla evrim”i sunuyor … “Felaket, mikroevrimin doğrusal zamansal ilerlemesinin yerine doğrusal olmayan makroevrim patlamalarını koyuyor”.48

Bu makale, bazen “kaos teorisi” veya “karmaşıklık teorisi” olarak adlandırılan, ancak en iyi şekilde doğadaki doğrusal olmayan dinamik sistemlerin incelenmesi olarak tanımlanan şeyin Mike üzerindeki etkisini yansıtır:

Kaos teorisini üç temel deneysel sonucu içerecek şekilde anlıyorum: 1) doğadaki çoğu deterministik hareket – zamansal değişim – hassas bir şekilde başlangıç koşullarına bağlıdır; 2) çoğu “rastgele” fenomenin ince yapısı aslında bir tür karmaşık düzendir; ve 3) bir düzenli durumdan diğerine geçiş genellikle geri besleme ilişkileri yoluyla organize edilen, belirli ancak öngörülemeyen bir olaylar ‘çığı’dır. Ancak kaos kendini farklı şekillerde ortaya koyar: karmaşıklığın sonsuz çiçeklenmesi olarak (Mandelbrot kümeleri); düzen ve düzensizliğin değişen alanlarının ebedi tekrarı olarak (kıvrımlı nehirler); veya evrim ve devrimin diyalektiği olarak (doğa ve insanlıktarihi).49

Bunun da açıkça ortaya koyduğu gibi, Mike için kaos teorisinin önemi kısmen “doğa ve insanlık tarihini” yeniden entegre etme potansiyelinde yatar: “Dünya bilimindeki kalıcı devrim, her şeyden önce ve her şeyden önce, Doğa Tarihi’nin büyük ‘T’ ile ayaklanması ile olmuştur.”50 Eğer bu, bir yandan fizik bilimlerindeki hakim “tekbiçimciliğe” bir meydan okuma ise, diğer yandan da insanlık tarihinin yeniden düşünülmesi anlamına geliyordu. Mike, Ecology of Fear’da Braudel’in kapitalizmin tarihi üzerine yazdığı üçlemede ele aldığından çok daha uzun bir süreyi ele alır. Kaliforniya’yı etkileyen “doğal” felaketlerin — depremler, seller, orman yangınları ve kuraklıklar— izini bölgenin ekolojisine kadar sürer:

Güney Kaliforniya peyzajı, itici değişkenlerdeki veya girdilerdeki küçük değişikliklerin – geri bildirimle büyütülmüş– orantısız ve hatta süreksiz sonuçlar doğurabildiği doğrusal olmama ilkesinin örneğini teşkil eder. Sonuç olarak, peyzaj kesin bir sürpriz katsayısı içerir: sadece mevcut eğilimlerden yola çıkarak tahmin edilmesi kolay olmayan bir eco-punch birikir… Peyzaj ve canlı topluluğu, periyodik sarsıntı koşullarını karşılamak için birlikte evrimleşmiştir. Örneğin, Chaparral ve meşe savanları, azotun geri dönüşümü ve tohum çimlenmesinin sağlanması için orman yangınlarına bağlıdır ve en azından barajlar yapılmadan önce, seller, nişleri periyodik olarak yerli otlaklar ve nehir kenarı ormanlarınadağıtmıştır.51

Yine de, 19. yüzyılın ortalarında ABD tarafından ilhak edilmesinden bu yana Kaliforniya’nın kapitalist gelişimi, bölgenin “dönemsel sarsıntı” eğilimi göz ardı edilerek inşa edilmiştir:

Güney Kaliforniya’da, bugünün, geçmişin ve dolayısıyla geleceğin anahtarı olduğu yönündeki klasik tekdüze varsayımın tehlikeli bir yanılgı olduğu kanıtlanmıştır. Son on yılda bilim, Los Angeles bölgesinin gerçek bir çevresel tarihinin temellerini attıkça, modern çağ giderek daha anormal görünmeye başladı. Geçmişteki iklim değişikliği ve sismik faaliyetler üzerine yapılan son araştırmalar, ‘Neden son zamanlarda bu kadar çok felaket oldu?’ sorusunu gerçekten sinir bozucu bir soruya dönüştürdü: ‘Neden bu kadar az felaket oluyor?’ Los Angeles bölgesinin kentleşmesi, Holosen’in başlangıcından bu yana iklimsel ve sismik açıdan en sıra dışı dönemlerden birinde gerçekleşmiş gibi görünüyor; ya da başka bir deyişle, 20. yüzyıl Los Angeles’ı tam bir kumarbaz şansındanfaydalanmıştır.52

Los Angeles’ın uzun vadeli tarihine ilişkin bu yeni bakış açısı, City of Quartz’in yerini almaktan ziyade onu biçimlendirir: “Los Angeles’ın en ayırt edici özelliği sadece depremler, orman yangınları ve sellerin bir araya geldiği bir şehir olması değil, aynı zamanda, doğal tehlikeler ve sosyal çelişkilerin eşsiz patlayıcı karışımını barındırmasıdır.”53 Bu durum, ünlü “The Case for Letting Malibu Burn” bölümünde gösterilir. Mike burada yangın ve felaketle iki karşılaşmayı karşılaştırır. İlk olarak, Santa Monica dağlarında mülk sahiplerinin kontrollü yangınlar yoluyla güvenli bir şekilde yok edilmesini engellediği ölü bitki örtüsünün doğal şekilde yığışması sonucunda kontrol edilmesi güç yangınlara yatkın bir bölge— bulunan Malibu’daki lüks imarların kapsamlı olarak kamu koruması altına alınmasına bakar. İkinci olarak, bunu, köhne binalarını kiraya verenlerin ceza bir yana kurallardan bile kaçmayı başardıkları Westlake gibi yoksul mahallelerdeki aşırı kalabalık apartman bloklarında sık sık çıkan yangınlarda yaşanan can kayıplarıyla karşılaştırır. Buralarda, sınıf şiddeti farklı biçimler alır.

Mike daha sonra bu “doğal tehlikeler ve sosyal çelişkiler karışımını” Late Victorian Holocausts: El Niño Famines and the Making of the Third World (Verso, 2001) adlı eserinde küresel ölçeğe yansıtır. Perry Anderson bu çalışmayı doğru bir şekilde “doğa tarihi ile toplumsal tarih arasındaki karşılıklı ilişkileri gösteren bir başyapıt” olarak tanımlar.54 Mike’ın kitaptaki konusu Asya, Afrika ve Latin Amerika’da 30 ila 50 milyon insanın ölümüne neden olan 1876-9, 1889-91 ve 1896-1901 yıllarındaki üç büyük kıtlıktır. Mike, bu kitapta, Late Victorian Holocausts’i “kıtlığın politik ekolojisi” olarak tanımlar çünkü “hem çevre tarihi hem de Marksist politik ekonomi bakış açısını benimser.” Daha spesifik olarak, bu korkunç felaketleri açıklamak için, El Niño-Güney Salınımı’nı (dalgalanmaları Pasifik’e ve Hint Okyanusu’na art arda kuraklık ve sel getiren “hava kütlesinin ve okyanus sıcaklığının büyük tahterevallisi”), Marksist tarihçi Eric Hobsbawm’ın 19. yüzyılın ortalarında “sermaye çağı” olarak adlandırdığı dönemde ortaya çıkan liberal kapitalist dünya ekonomisiyle birleştirir.55

Mike’ın öfkesi, kıtlıkları “tam da insanlığın ortaya koyduğu gücü ve ürünlerin Londra merkezli dünya ekonomisine dahil edildiği bir anda (1870-1914) tropikal insanlığın kaderi” olarak tanımladığı bu gibi pasajlarda her zamankinden daha güçlü bir şekilde ortaya çıkar:

Milyonlarca insan ‘modern dünya sisteminin’ dışında değil, tam da bu sistemin ekonomik ve siyasi yapılarına zorla dahil edilme sürecinde öldü. Liberal kapitalizmin altın çağında öldüler; aslında, göreceğimiz gibi, birçoğu Adam Smith, Jeremy Bentham ve John Stuart Mill’in kutsal ilkelerinin teolojik uygulamasıylaöldürüldü.56

Bu kitabın milenyumda, egemen sınıfın neoliberal küreselleşmenin kutlamalarının doruğunda ve Bill Clinton ile Tony Blair’in “Üçüncü Yol”unun en parlak döneminde yazıldığını hatırlamakta fayda var. Dolayısıyla, Mike’in liberal emperyalist devlet yönetim biçiminin, sömürge öncesi bağımlı devletler tarafından inşa edilen koruyucu sistemleri parçalayarak hava dalgalanmalarının yıkıcı etkilerinin insani felaketlere dönüşmesine nasıl yardımcı olduğunu tarihsel olarak ve detaylı bir şekilde gösterdiği polemikçi bir yani var. Bu süreçler halkları piyasanın insafına terk etti:

Bu kitabın konuları, modern tarihin üç büyük ve amansız çarkının dişleri arasında paramparça oldu. İlk olarak, dünya iklim sistemi ile geç Viktorya dönemi dünya ekonomisi arasındaki aşırı olayların ölümcül bir şekilde iç içe geçişi söz konusuydu… Ancak Nikolai Kondratiev (ekonomik ‘uzun dalgalar’ teorisyeni) ve Jacob Bjerknes’e (El Niño salınımları teorisyeni) J A Hobson, Rosa Luxemburg ve Lenin’in eklenmesi gerekiyor. Yeni emperyalizm bu felaket tarihinin üçüncü vitesiydi.57

Late Victorian Holocausts’un giriş bölümü şöyle sona eriyor:

Bu kitabın görevi, açlık çeken ‘tebaaya’ yönelik emperyal politikaların çoğu zaman 18.000 fit’ten atılan bombaların ahlaki eşdeğeri olduğunu göstermektir. Bu kitapta kullanılan güncel fotoğraflar bu nedenle illüstrasyon değil suçlama olaraktasarlanmıştır.58

Batı emperyalizminin tercih ettiği başka ülkelere müdahale yönteminin havadan saldırı olduğu düşünüldüğünde, özellikle de 11 Eylül saldırıları ve George W. Bush›un “Teröre Karşı Savaş”ının arifesinde yazıldığı için, bu pasajın güncelliği açıktır. Late Victorian Holocausts, Mike’ın tüm gücünü gösteren, son derece bilimsel ve dikkatle tartışılmış bir antiemperyalist tarihtir.

Mike sonuna kadar kararlı bir anti-emperyalist olmaya devam etti. Yayınlanan son yazısında Ukrayna üzerinde çekişen rakip imparatorlukları kınadı. Ona, asıl düşmanın içeride olduğunu hatırlatmaya gerek yoktu:

Beyaz Saray, yaratılmasına yardımcı olduğu çölde vizyonsuzdur. Demokratların Clinton-Obama kanadına sözde rehberlik eden tüm düşünce kuruluşları ve dahi beyinler, Kremlin’deki kahinler kadar kertenkele beyinlidir. Amerikan gücünün azalması için Rusya ve Çin ile nükleer başlıklı rekabetten başka bir entelektüel çerçeve hayal edemiyorlar. (Putin’in, Antroposen’de küresel strateji düşünme zorunluluğunun zihinsel yükünden kurtulduğu için rahat bir nefes alışını duymakmümkündü).59

Orijinal bir Marksist

Mike’ın bu geniş yazınsal üretiminin, özellikle bende en güçlü etkiyi bırakan metinlerine odaklanan bu çok seçici incelemesinin, onun özgünlüğünden bir şeyler aktarmayı başardığını umuyorum. Mike, sadece Marksizm’in yelpazesini genişletmekle kalmadı, aynı zamanda fizik bilimleri alanındaki çalışmalardan edindiği bazı içgörülerden yararlanarak Marksizm’in açıklayıcı gücünü artırmaya çalıştı. Bu, 2005 yılında yayınlanan ve onun en kehanet dolu kitabı olan The Monster at Our Door: The Global Threat of Avian Flu’da gorulebilir. O kitapta su uyarıda bulunmuştu:

Küresel tarımsal kapitalizmin yakın zamanda yarattığı ekolojik nişlere yerleşmiş olan kabus gibi öldürücü mutant bir grip, yoğun bir şekilde kentleşmiş ve çoğunlukla yoksul olan insanlık arasında pandemi hızıyla yayılmasını sağlayacak yeni bir ya da iki geni arıyor. Üstelik bu bizim, gribe zorla dayattığımız bir kader. Gribin olağanüstü Darwinci değişim geçirebilme özelliğinin, kuşatılmış gezegenimizdeki en tehlikeli biyolojik güçlerden birine dönüşmesinin sorumlusu, insan kaynaklı çevresel şoklardır — denizaşırı turizm, sulak alanların yok edilmesi, kurumsal bir ‘hayvancılık devrimi’ ve buna eşlik eden mega kentlerin büyümesiyle birlikte Üçüncü Dünyakentleşmesi.60

Bu öngörü, 2019-20 kışında grip virüslerinin kuzeni SARS-CoV-2’nin ortaya çıkmasıyla doğrulandı. Mike, pandeminin ilk yılında, giderek büyüyen bir arkadaş ve yoldaş ağına e-posta yoluyla dağıtılan çok değerli bir günlük bülten olan Plague Year News’i hazırladı. Fiziksel sistemlerin dinamik karakterine ilişkin anlayışı, Marx ve Engels’i, “tekbiçimciliğin” etkisi altında, emeği insan ve doğa arasındaki etkileşimde ana aktif güç olarak ele alma eğiliminde oldukları için eleştirmesine yol açtı:

Marx ve Engels, son iki ya da üç bin yıl boyunca üretimin doğal koşullarının yönelimsel evrime ya da dalgalanmaya maruz kalmış olabileceği ya da bu nedenle iklimin, farklı toplumsal oluşumları art arda kesen ve üst-belirleyen kendine özgü bir tarihe sahip olabileceği olasılığını göz önündebulundurmadılar.61

1970’lerde Kapital üzerine çalıştıktan sonra Mike, Marksist teori olarak kabul edilen teorilerden uzak durdu:

Hal Draper’ın Karl Marx’s Theory of Revolution ve Michael Löwy’nin The Theory of Revolution in the Young Marx adlı vazgeçilmez kitapları dışında, üretim biçimleri tartışmasından değer biçimi, dönüşüm sorunu ve Hegelci mantığın Kapital’deki rolü üzerine yapılan yoğun mikroskobik savaşlara dönüştükçe Marx çalışmalarına olan ilgimi kaybettim. Genel olarak ‘teori’ hem gerçek hayattaki mücadelelerden hem de büyük tarihsel sorunlardan koptukça, yüzyılın sonuna doğru korkunç derecede karanlık bir hal aldı… Yıllar geçtikçe, Marksizm en hafif tabirle paslandı. Ancak her eski öğrencinin ehliyetini yenileyip yenilemeyeceğine karar vermesi gereken bir zamangelir.62

Elbette Mike’ın Marksizminin özünde paslanmış hiçbir şey yoktu. Bununla birlikte, 2016’da tam zamanlı öğretmenlikten emekli olduktan sonra Daniel Bensaïd’in Marx for Our Times Adventures and Misadventures of a Critique (Verso, 2002) adlı kitabı onu canlandırdı ve Mike ehliyetini yeniledi. Marx ve

Engels’in Seçme Yapıtlar’ının kapsamlı bir şekilde okunması, 2018’de yayınlanan New Gods, Old Enigmas: Marx’s Lost Theory’de yer alan işçi sınıfı öznesi ve ulusal sorun üzerine iki uzun ve zengin makale sonuçlandı.63 Marx’a ya da ardıllarına yönelik eleştirileri ne olursa olsun, Mike devrimci Marksist geleneğe derinden bağlı kalmaya devam etti. Öğretmenlik için kamyonculuğu bırakmış olmasına ve çalışmalarının giderek daha fazla tanınmasına rağmen Mike, başarılarına ve yeteneklerine karşılık gelecek akademik güvenceyi ve statüyü hiçbir zaman elde edemedi. Sonuna kadar asi ve yabancı olarak kaldı.

Elbette bu durum, Mike’ın Marksist ekonomi politik eleştirisini zenginleştirmesinin ne tür bir siyaseti ima ettiği sorusunu gündeme getiriyor. Uluslararası Marksist Grup’un dağılmasının bir aşamasında Mike, Dördüncü Enternasyonal’in pratiklerinden yavaş yavaş koptu. Palmer şöyle yazıyor:

Koşullara bağlı olarak Mike, disiplinli bir aygıtın, bir parti oluşumunun gerekliliğine yönelebilir ya da alternatif olarak, Wall Street’i İşgal Et kamplarının zirvesinde olduğu gibi, daha kendiliğinden, ‘toplumsal mucize’ – kıç tekmeleme, yüzünüze vurma, reddetme patlaması gibi– benimsemeyi tercihedebilirdi.64

Bunların birbirinin alternatifleri olup olmadığından emin değilim, ancak Mike’ın anarşizme karşı bir zaafı olduğu kesinlikle doğru. Örneğin, anarşizmin kurucularından biri olan Peter Kropotkin’in hayranıydı ve Kropotkin’in iklim değişikliği konusundaki görüşleri ona Marx ve Engels’inkinden çok daha üstün görünüyordu.65

Bununla birlikte, Mike’ın devrimci örgütlenmenin gerekliliğini hiçbir zaman gözden kaçırdığına ikna olmadım. Onunla olan ilişkimi şekillendiren de bu konuda vardığım mutabakat oldu. İlk olarak muhtemelen 1985 yılında Soho’daki Verso ofisinde tanıştık. Mike bana kendisinin ve arkadaşı Marksist edebiyat kuramcısı Mike Sprinker’ın (1999’da trajik bir şekilde genç yaşta öldü) felsefe yazılarımla ilgilendiklerini söyledi. (New Gods, Old Enigmas’da yer alan, sonraki çalışmalarımla ilgili bazı nazik yorumlarına bakılırsa, bu ilgisi on yıllar boyunca sürmüş görünüyor). Hayranlık karşılıklıydı; New Left Review’da yazdığı makalelerden çok etkilendim ve daha sonra onlardan Against Postmodernism: A Marxist Critique (Polity, 1989) adlı kitabımda yararlandım. Sosyal ve fiziksel sistemler arasındaki etkileşim üzerine yaptığı daha yeni çalışmalar, yakında çıkacak olan The New Age of Catastrophe (Polity, 2023) adlı kitabım üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.66

Ancak asıl bağlantımız daha doğrudan politikti. Mike hem Britanya hem de İrlanda’daki Sosyalist İşçi Partileri ile dostane ilişkiler geliştirdi.67 Yayınlarımıza katkıda bulundu ve Avrupa’ya ziyaretlerinde etkinliklerimizde çeşitli konuşmalar yaptı. Dahası, Kasım 1999’da Seattle’da ve Temmuz 2001’de Cenova’da düzenlenen protestolar ile birlikte alternatif bir küreselleşme biçimine yönelik hareketin yükselişinin ardından, Mike, Uluslararası Sosyalist Akım’a da yakınlaştı. O ve ben ABD’de hizipçi olmayan ama ilkeli bir sosyalist örgütün gelişmesini teşvik etmek için birlikte çalıştık. Çabalarımız boşa gitti. Ondan sonra bir süre irtibatı kaybettik. Bununla birlikte, Nisan 2020’de, Sosyalist İşçi Partisi (SWP) tarafından düzenlenen çevrimiçi bir toplantıda konuştuktan sonra yazıştığımızda, Mike ABD’de etkili bir sosyalist örgütlenmenin olmamasından dolayı duyduğu hayal kırıklığını paylaştı. Dahası, tipik olarak açık ve dışlayıcı olmayan bir şekilde, Britanya Sosyalist İşçi Partisi ile siyasi dayanışmasını ifade etmeye devam etti.

Bunun da ötesinde Mike, Demokrat Parti içinde güçlü bir solun ortaya çıktığını gözden kaçırmadı. Plague Year News’de resmi Demokrat makinenin mümkün olduğunca sola nasıl itilebileceğini tartıştı. Bununla birlikte, ABD solu hakkındaki yargılarının genellikle sert bir Leninist yani vardı. Ölmeden kısa bir süre önce bir röportajında şöyle demişti:

Cumhuriyetçiler protesto hareketleri ile seçim siyasetini birleştirme konusunda harika bir iş çıkarıyor. Mesele sadece Cumhuriyetçilerin düşük yoğunluklu sokak çatışmalarında ustalaşmış olmaları değil. Aynı zamanda ilerici Demokratların yapamadığı bir şekilde dışarısı ve içerisi arasındaki diyalektiğisürdürebiliyorlar.68

Sevdiği Kaliforniya manzarasının yok edilmesinin yasını tutsa da Mike umutsuzluğa kapılmayı reddetti. Arkadaşı ve yoldaşı Joann Wypijewski, “Mike’ı düşündüğümde, neşe ve dehşet arasındaki dayanak noktasında, maddi gerçekliğin, öfkenin ve radikal bir umudun birleştiği noktada durduğunu görüyorum” diye yazıyor.69 Arkadaşlarıyla birlikte 2020 yazındaki büyük Siyah Hayatlar Önemlidir ayaklanmasına katılan 18 yaşındaki ikizlerinden cesaret alan Mike, umudunu gençlere bağlamıştı. O ve Jon Wiener “siyahi gençleri” “Los Angeles’ın geleceği” olarak tanımlıyordu.70 Bir başka arkadaşı da onun “mazlumlara, özellikle de gençlere olan yakınlığını” anlatır.71

Mike şöyle iddia etti:

Daha aktivist, daha agresif ama aynı zamanda daha stratejik bir sol siyaset için gerekli taban mevcuttur. Kaliforniya’daki şehir içi liselerdeki öğrenciler uyuyan bir ejderhadır. Eğer kamuoyu yoklamaları ile ölçerseniz, bu nesil 1930’lardan daha solcu.

Gençlere – aslında hepimize – verdiği mesaj ise çok açıktı:

Nihayetinde bizi ayakta tutan şey, birbirimize olan sevgimiz ve ne kadar güçlü görünürse görünsün başımızı eğmeyi, verilen kararı kabul etmeyi reddetmemizdir. Sıradan insanların yapması gereken budur. Birbirinizi sevmek zorundasınız. Birbirinizi savunmalısınız. Mücadele etmelisiniz.72

Alex Callinicos, King’s College London’da Avrupa Çalışmaları Bölümü’nde Emeritus Profesör ve Socialist Worker gazetesinde köşe yazarıdır. Kendisi “Routledge Handbook of Marxism and Post-Marxism” (Routledge, 2020) adlı kitabın editörlüğünü yaptı ve baharda çıkacak olan “The New Age of Catastrophe” (Polity, 2023) kitabının yazarıdır.

Dipnotlar:

  1. Yayınlanan sayısız profil yazısı, anma ve söyleşi arasında en faydalı bulduklarım Shatz, 1997, Larson, 2003, Dean, 2022, Palmer, 2022, Wiener, 2022, ve Wypijewski, 2022, ve ayrıca Mike’ın eşi Alessandra Moctezuma’nın Facebook paylaşımları oldu. Mike’ın politik gelişimine açıklığa kavuşturmama yardımcı olduğu için Suzi Weissman’a teşekkür ederim.
  2. Palmer, 2022.
  3. Davis, 2006, p435.
  4. Palmer, 2022.
  5. Larson, 2003.
  6. Frommer, 1993.
  7. Davis, 2007. John Ebel’e, Mike’ın 2007’de Isaac ve Tamara Deutscher’ı Anma Ödül Komitesi’nin Isaac’in 100. doğum yıldönümünü anmak için düzenlediği konferansta yaptığı konuşmanın metni olan bu makaleyi ortaya çıkardığı için teşekkürler. Ben o toplantıya başkanlık edecek kadar şanslıydım.
  8. Wypijewski, 2022.
  9. Davis and Wiener, 2020, s. 636.
  10. Davis, 2007.
  11. Davis, 2007.
  12. Dean, 2022. Zabriskie Point Michelangelo Antonioni tarafından yönetilmiş ve California’da gençlik radikalizmin konu alan 1970 tarihli bir film.
  13. Davis, 2018, s. 18.
  14. Davis ve Wiener, 2020, 17, 26 ve 27 bölümler.
  15. Palmer, 2022.
  16. Davis, 2018, ss. 17-18.
  17. Beckett, 2022.
  18. Shatz, 1997.
  19. Clark, 2022.
  20. Davis, 1986, bölüm 5.
  21. Deutscher, 1961, ss. 99-100. Bkz. Callinicos, 1990, bölüm 3, Deutscher and New Left Review üzerine.
  22. Davis, 2017. “İkinci Dünya Savaşı’nın daha geleneksel bir Deutscher’ci analizi için bkz Halliday, 1983.
  23. Davis, 1985, Jameson eleştirisi, 1984.
  24. Lipietz, 1993, s. 99.
  25. Lipietz and Jenson, 1987, s. 18.
  26. Bkz. Aglietta, 2015.
  27. Davis, 1978, s. 261.
  28. Brenner ve Glick, 1991.
  29. Callinicos, 2001.
  30. Davis, 1986, s. 211.
  31. Davis, 1986, 5 ve 6 bölümler.
  32. Brenner, 2006 ve 2002. Mike yine de Aglietta’dan hiçbir zaman vazgeçmedi ve son makalesinde ondan alıntı yaptı—Davis, 2022.
  33. Reynolds, 1998.
  34. Davis, 1985.
  35. Dean, 2022.
  36. Davis, 2006, s. 16.
  37. Shatz, 1997.
  38. Benjamin, 1999, s. 462.
  39. Frommer, 1993, s. 41. Daha genç bir ABD’li Marksist emek tarihçisi olan Gabriel Winant, Mike’ın bu yaklaşımını halihazırda Prisoners of the American Dream—Winant, 2022’da nasıl geliştirdiğini mükemmel bir şekilde tartışır. Winant ayrıca Pennsylvania, Pittsburgh’da işçi sınıfının dönüşümünü anlatan harika bir çalışmanın da yazarıdır—Winant, 2021.
  40. Benjamin ve Theodor Adorno arasında Bloch’daki yazışma için bkz Adorno ve diğerleri, 1977, ss. 100-141.
  41. Dean, 2022. Bkz özellikle Williams, 1985.
  42. Larson, 2003.
  43. Davis, 2006, s. 24.
  44. Davis, 2006, s. 1. Mike, bu ayaklanma ile ilgili tasarladığı kitabı hiçbir zaman yazmadı ama onu, mesela, Frommer, 1993’de tartışır. Benim açıklamam büyük ölçüde onun o zamanki yazılarına dayanır—Callinicos, 1993, bölüm 8.
  45. Clark, 2022.
  46. Burada Planet of Slums’ı tartışacak yerim yok. Ancak kitabın bir Afrikalı perspektifinden mükemmel birincelemesi için bkz Zeilig ve Ceruti, 2008.
  47. Davis, 2006, s. 4.
  48. Davis, 1996, s. 75.
  49. Davis, 1996, s. 50, dipnot 8. James Gleick, kaos teorisine harika bir giriş sunar—Gleick, 1988. Bu teorinin altında yatan teori ile ilgili olan ve Engels’in 1883 tarihli bitmemiş çalışması Dialectics of Nature ile benzerlikler taşıyan bir araştırma için bkz Prigogine ve Stengers, 1984.
  50. Davis, 1996, s. 88.
  51. Davis, 1998, s. 19.
  52. Davis, 1998, s. 38.
  53. Davis, 1998, s. 52.
  54. Anderson, 2001.
  55. Davis, 2001, ss. 13 ve 14; Hobsbawm, 1975. Ancak şunu unutmayın; “Hobsbawm…19. yüzyıl tarihini konu alan ünlü üçlemesinde Hindistan ve Çin’de yaşanan ve belki de 500 yılın en kötü kıtlığı olan kıtlıklara değinmez.”—Davis, 2001, s. 8.
  56. Davis, 2001, s. 9.
  57. Davis, 2001, s. 12.
  58. Davis, 2001, s. 22.
  59. Davis, 2022.
  60. Davis, 2020, s. 25. Bu, The Monster at Our Door’un güncellenmiş versiyonu.
  61. Davis, 2018, ss. 361-362.
  62. Davis, 2018, ss. 18 ve 19.
  63. Davis, 2018, 1 ve 2 bölümler.
  64. Palmer, 2022.
  65. Davis, 2018, bölüm 3
  66. Kitap, Türkiye’de Z Yayınları tarafından yapılacak Türkçe baskısına da hazırlanıyor.
  67. İrlanda Sosyalist İşçi Partisi, Sosyalist İşçiler Ağı adını aldı ve Kardan Önce İnsan içinde aktif olarak yer alıyor.
  68. Beckett, 2022. ABD solunun eleştirisi bir başka söyleşide daha kapsamlı bir şekilde yer alır—bkz Dean, 2022.
  69. Wypijewski, 2022.
  70. Davis ve Wiener, 2020, s. 638.
  71. Reifer, 2022.
  72. Beckett, 2022.

Kaynakça

Aglietta, Michel, 2015 [1976], A Theory of Capitalist Regulation: The US Experience (Verso).

Anderson, Perry, 2001, “Conversations with History: Conversation with Perry Anderson—Part 3 of 4, The Status of the Left”, Institute of International Studies, University of California, Berkeley, http://globetrotter.berkeley.edu/conversations/Elberg/Anderson/anderson-con3.html

Beckett, Lois, 2022, “Mike Davis, California’s ‘Prophet of Doom’, on Activism in a Dying World: ‘Despair is Useless’”, Guardian (31 Ağustos), www.theguardian.com/us-news/2022/aug/30/mike-davis-california-writer-interview-activism

Benjamin, Walter, 1999, The Arcades Project (Harvard University Press).

Bloch, Ernst, Theodor Adorno, Walter Benjamin, Bertolt Brecht ve Georg Lukács, 1977, Aesthetics and Politics (New Left Books).

Davis ve Wiener, 2020, s. 638.

Reifer, 2022.

Beckett, 2022.

sosyalizm