Biden Dönemi: ABD Siyasetinde Yeni Dinamikler ve Politik Gelişmeler

F. Levent Şensever

 

Geçtiğimiz yıl 3 Kasım’da gerçekleşen ABD başkanlık seçimlerinde Trump’ın yenilgisinin ardından, 20 Ocak 2021’de yemin ederek ABD’nin 46’ncı başkanı olarak resmen göreve başlayan Joe Biden ve başkan yardımcı Kamala Harris, mayıs ayı itibariyle iktidardaki dördüncü aylarını doldurdu. Bu kısa süre içinde ABD’deki siyasi gelişmeler baş döndürücüydü.

6 Ocak 2021’de Biden-Harris ikilisinin seçimi kazanmış olmalarının resmen onaylanması sırasında gerçekleşen Kongre saldırısı, seçimlere ilişkin şiddet olaylarının doruk noktası olmakla kalmadı, Amerikan demokrasi tarihinin en onulmaz olaylarından biri olarak tarihe geçti. Nitekim Trump, bu olayların kışkırtıcısı olarak başkanlık görevinden azledilmek üzere Senato’da yargılandı ve suçu sabit görüldü. Ancak Kongre’nin onayına sunulan bu karar, Cumhuriyetçilerin oylarıyla reddedildi.

6 Ocak sonrasında ise Amerikan demokrasisi açısından, bir yandan dikkat çekici olumlu gelişmelerin yaşanıyor olmasının yanı sıra, pek de parlak sayılmayan bir dizi gelişme daha yaşandı. Biden işe Trump’ın Cumhuriyetçiler ve muhafazakârların sağ politikalarını hâkim kılmak üzere attığı adımları geri çevirecek, yerine kendi politik çizgisi doğrultusunda değişimleri içeren bir dizi kanun hükmünde kararname ve talimat imzalamakla başladı. Kabinesini oluşturmak üzere, seçim vaatleri doğrultusunda bazı atamalar yaptı. Ardından ekonomik toparlanma, iklim değişikliği ve gelir eşitliği gibi konularda yasa teklifleri geldi.

Cumhuriyetçi kanat, Trump’ın “seçimlerde yolsuzluk yapıldı, yolsuzluklar olmasaydı büyük arayla seçimi ben kazanmıştım” iddialarına ilişkin ‘Büyük Yalana’ sarılmaya devam etti. Bununla da yetinmeyerek, iktidarı ellerinde bulundurdukları eyaletlerde Biden’ın kazanmasında büyük payı olan, başta siyahlar olmak üzere azınlıkların oy vermelerini zorlaştıracak ve seçmenlik haklarını kısıtlayacak şekilde yasal değişikliklere gitti ve bu konuda yeni yasalar getirdi. Arizona’da Cumhuriyetçiler bu yalanı bir adım öteye taşıdı ve 6 Ocak’ta resmen teyit edilmiş olan eyalet seçim sonuçlarına ilişkin yeniden sayım yapılmasına karar verdi. Buna paralel, Trump’ın kendi yalanlarına yeterince destek vermeyen ve bu yalanlara rağmen seçim sonuçlarını onaylayan ve Biden-Harris ikilisinin seçimleri kazandığını teyit eden adımları nedeniyle, bir dizi Cumhuriyetçi lidere saldırı başlatıldı.

Bir yandan da silahlı şiddet olayları ve nefret suçlarında sıçramalar yaşanırken, polisler siyahlara yönelik şiddete orantısız bir şekilde başvurmayı ve birçok siyah sivili öldürmeyi sürdürdü.

Biden ve Harris, 30 Nisan 2021 tarihi itibariyle iktidardaki 100’üncü günlerini doldurdu. ABD’de iktidara yeni gelen başkanların ilk 100’üncü günü sonunda medyanın değerlendirme yazıları yayımlamaları bir gelenek halini almıştır. Gelin biz de bu geleneğe uyarak, Biden’ın başkanlık koltuğunda geçirdiği bu günlerin bir bilançosunu çıkaralım ve ABD’de seçimler sonrası gelişen yeni siyasi dinamiklere, gelişmelere göz atalım.

Trump seçimlerde yenilmiş olsa da Cumhuriyetçi Parti’nin tabanında popülaritesini sürdürüyor. Geçen yıl 3 Kasım’da gerçekleşen seçimlerin Trump’ın yenilgisiyle sonuçlanması, Cumhuriyetçi ve Demokrat partilerin sempatizanları arasında çok farklı algılara yol açmış görünüyor. New York Times’ın aktardığına göre, seçim sonrası Cumhuriyetçi Parti seçmenleri arasında kötümserlik tavan yapmış durumda. Şubat ayında yapılan bir kamuoyu eğilimleri araştırmasında, Biden’a oy veren seçmenlerin yüzde 75’i “büyük, güzel bir dünya” görüşüne katılırken, Trump seçmenlerinin üçte ikisi “yaşamlarımız tehdit altında” görüşünü seçti.1 Ocak ayında gerçekleştirilen bir başka araştırmanın sonuçları, Cumhuriyetçi Parti seçmenlerinin büyük kısmının seçim sonuçlarından hayal kırıklığı yaşadığını gösteriyor: Seçim sonuçları konusunda seçmenlerin hissettiklerine ilişkin yapılan bu araştırma sonucuna göre, Cumhuriyetçi seçmenlerin yüzde 41’i “ürktüğünü,” yüzde 26’sı “hayal kırıklığına uğradığını” ve yüzde 6’sı “öfke” duyduğunu belirtiyor. Öte yandan, Cumhuriyetçi seçmenler arasında her 10 kişiden yaklaşık sekizi (yüzde 79) Trump’a yönelik olumlu görüş besliyor.2

Aynı araştırmanın sonuçlarına göre, toplumun büyük bir kısmı (yüzde 69), Amerikan demokratik sisteminin, kamuoyunun endişeleri ve ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak kaldığına, sistemin sadece güçlü ve zenginlerin çıkarlarına hizmet ettiğine inanıyor.

Araştırmaya katılanlara yöneltilen bir başka soruya verilen cevaplar ise derin toplumsal kırılganlıkların yol açabileceği asıl tehlikeyi gözler önüne seriyor: Amerikalıların üçte birinden fazlası (yüzde 36), araştırmada belirtilen “Geleneksel Amerikan yaşam tarzı o kadar hızlı bir şekilde yok oluyor ki bunu önlemek için şiddete başvurulabilir” şeklindeki ifadeye katılıyor. Bundan daha ilginç olanı ise, bağımsızların yüzde 35’i ve Demokratların yüzde 22’sinin de bu görüşe katılıyor olması. Cumhuriyetçilerin yüzde 39’u, seçimle gelmiş liderlerin başarısız olması halinde şiddet uygulanması fikrini desteklerken, aynı görüşü paylaşan bağımsızların oranı yüzde 31 ve Demokratların oranı ise 17.3

Derin siyasi kırılganlıkları yansıtan, kamuoyunun algılarına ilişkin yukarıda aktarılan veriler endişe verici olsa da Biden-Harris’in ilk 100 gününe ilişkin değerlendirmeler genel olarak bu ikilinin attığı siyasi adımların kamuoyunda olumlu görüldüğüne işaret ediyor. Öyle ki, Biden’ı kendi partisi içinde en çok sıkıştıran ve vermiş olduğu seçim vaatlerine sadık kalması konusunda sık sık uyarıda bulunan ‘ilerici’4 kanadın önde gelen ismi, Kongre temsilcisi Alexandria Ocasio-Cortez 23 Nisan’da yaptığı bir açıklamada, “Biden yönetimi ve Başkan Biden’ın ilericilerin beklentilerinin kesinlikle ötesinde” işler yaptığına işaret ederek, sözlerine şunları ekledi: “Sanırım çoğumuz çok daha tutucu bir yönetim bekliyorduk.”

Biden iktidardaki ilk 100 gün içinde, ABD başkanlarının sık başvurduğu kanun hükmünde kararnamelerle yönetme alışkanlığını sürdürdü.5 Trump dört yıllık iktidarı döneminde (bir dönem) toplam 220 kararname imzalamıştı. Biden ise henüz iktidarının başında olmasına karşın, iktidara geldiği tarih ile 15 Nisan arasında imzaladığı talimatlar ve kararnameler, kendisinden önceki üç başkanın aynı sürede imzaladıklarından daha fazla oldu. Söz konusu sürede göçmenlerle ilgili imzaladığı 11 kararname ve talimatın 9’u Trump’ın iktidarı sırasında konuya ilişkin imzaladığı kararnamelerin yürürlükten kaldırılmasına yönelikti. Biden’ın daha iktidarının ilk günü imzaladığı kararnameler arasında ikisi, Trump’ın ‘yasa dışı’ göçleri engellemek amacıyla Meksika sınırına inşa etmekte olduğu duvarın inşasının durdurulması ve çeşitli Müslüman ülke vatandaşlarını kapsayan seyahat yasağının iptali oldu. 15 Nisan itibariyle imzaladığı toplamda 60’ı aşkın talimat ve kararnamenin 23’ü Trump’ın politikalarının yürürlükten kaldırılmasına ilişkindi.6 Bu süre içinde imzaladığı kararnamelerde başı çeken ilk beş konu, sırasıyla korona virüs, göçmenler, eşit yurttaşlık hakları, ekonomi ve çevre meseleleri oldu.

Biden bu dönem içinde, Trump’ın, kendisinden önceki dönemde yürütülen ABD dış politikası ve ülkenin bu doğrultuda kurmuş olduğu ittifaklarıyla köprüleri yıkan tek taraflı siyasi kararlarından da geri adım attı. Bunlar arasında en önemli olanlar ise; Paris İklim Anlaşması’na yeniden katılmak, Dünya Sağlık Örgütü’ne geri dönüş, Almanya’dan Amerikan askerlerinin çekilişinin durdurulması gibi adımlardı. İç politikada, ülkenin ırkçı ve köleci geçmişine ilişkin derslerin federal eğitim müfredatına eklenmesi, Covid-19 destek paketi, iklim değişikliği alanında milyonları bulan bir istihdamı yaratacak altyapı planı gibi, deyim yerindeyse Cumhuriyetçilerin tüylerini ürperten bazı adımlar attı.

Biden tarafından, iktidarının ilk 100 günü içinde hazırlanacağı vaat edilen, polisler tarafından katledilen George Floyd’un adına atfedilecek ve polislerin görevlerini yerine getirmelerine yönelik bir denetleme komisyonu oluşturulmasını içeren yasa teklifi ise söz verilen süre içinde gerçekleştirilmedi. Gecikmenin temel gerekçesinin, siyah sivil toplum kuruluşlarıyla yapılan danışma görüşmelerinin uzaması olduğu açıklandı ve yasa teklifinin mayıs ayı sonu itibariyle hazır olmasının beklenildiği belirtildi. Ancak siyah adalet aktivistleri, komisyonun oluşturulması sürecinin uzamasından ve halihazırda polislerle ilgili daha kapsamlı reformları içeren bir başka yasa teklif sürecini yavaşlatacağından endişe ediyor. Bu nedenle aktivistler, önceliğin Şubat ayında teklif edilen ve Temsilciler Meclisi’nden geçen “George Floyd Hakkaniyetli Polislik Yasası’na”7 verilmesini istiyor.

Yönetimin eşitlik konusunda attığı adımlardan biri de Trump döneminde LGBTİ+ bireylere karşı sağlık hizmetlerinde uygulanan cinsiyete dayalı ayrımcılıkla ilgili kararnameyi iptal etmesi oldu.

İlk 100 gün içinde, Biden’ın ekonomiye ilişkin attığı ciddi adımları da söz konusuydu. Mart ayında, ekonomik destekleri de kapsayan 1,9 trilyon dolar tutarında bir korona virüs destek paketi, hiçbir Cumhuriyetçi temsilcinin desteklememesine rağmen kongreden geçerek onaylandı.

Biden ekibinin “Yeşil Yeni Düzen” olarak tanıttığı, içinde hava kirliliğinin azaltılması, enerji altyapısının yenilenmesi gibi projeler bulunan ve yenilenebilir enerji alanında istihdam yaratılmasına odaklanan 2 trilyon dolar tutarındaki bir diğer ekonomik paket ise tartışmalara yol açtı. Bu paket parti içindeki ilericileri ve iklim değişikliği aktivistlerini pek memnun etmedi. Partinin sol kanadından Ocasio-Cortez, “Paketin çok zayıf olduğunu düşünüyorum… programa ilişkin ayrılan bütçenin vizyonda belirtilen hedefleri karşılayacağına dair ciddi kaygılarım var,” diyerek teklifi eleştirdi. Buna karşın Cumhuriyetçi kanat, Demokrat Parti’nin “ilerici kanadının taleplerinin yer almasından” dolayı paket konusunda öfkeliydi.8 İklim değişikliği aktivistleri de paketi, ülkenin 2030 yılına kadar ‘net-sıfır emisyon’ vizyonuna ilişkin yeterli kaynağa sahip olmadığı konusunda eleştiriyor.

Biden/Harris döneminin siyasi karakteristik özelliklerini ise şöyle özetleyebiliriz:

Trumpizm hâlâ diri ve özellikle Cumhuriyetçi Parti’nin tabanı ile aşırı sağ kanadın etkisi altındaki ırkçı kesimler arasında güçlü bir şekilde hüküm sürüyor. Siyaset haritasında kırılganlıklar daha da derinleşmiş durumda. ABD’de ana akım siyasi iki kanat arasındaki gerilim artarak sürüyor ve bu durum ülkeyi ekonomik çıkarlar, siyasi görüşler, inançlar ve sosyal ilişkiler açısından derin bir şekilde kutuplaşmaya itmiş halde.

Trump seçimlerde yenilmiş olsa da bu yenilgi Cumhuriyetçi Parti içindeki ılımlı politikacıların bertaraf edilmesine, buna karşılık ırkçı ve yabancı düşmanı aşırı sağın gücünü daha da artırmasına yol açtı. Buna paralel olarak polis şiddeti, ırkçı saldırılar ve nefret suçu saldırıları ciddi bir şekilde arttı, şiddet içeren ülke içi terör vakaları yaygınlaştı.

Buraya kadar resmettiğimiz olumsuz siyasi manzaranın diğer yüzünde ise önemli kazanımlara yol açan gelişmeler yaşandı. Trump döneminin politikalarıyla, başta emekçiler, azınlıklar ve göçmenler olmak üzere, ezilenler açısından dip yapmış olan ekonomik, sosyal ve siyasi gelişmelerde kısmi toparlanmalar söz konusu oldu. Biden-Harris ikilisinin seçimleri kazanmasında önemli rol oynayan, Demokrat Parti’nin sol kanadındaki taban hareketinin aktivistleri, taban aktivistlerinin mücadeleleri üzerine yükselen iklim hareketi ve Siyah Hayatlar Önemlidir (BLM) hareketinin adalet arayan aktivistleri, seçimler sonrasında da kazanımlarını biriktirmeye devam ediyor.

Bunların dışında, Trump döneminin yıkıcı politikalarından atılan geri adımlar da kısmi kazanımlara yol açtı. Geri adımlar diyoruz, çünkü henüz Biden-Harris iktidarı, Trump döneminin emekçiler ve etnik azınlıklar açısından büyük sosyal ve ekonomik tahribat yaratan politikaların ve uygulamaların ötesine geçen, radikal, eşitlikçi ve kapsayıcı sosyal değişim politikalarını hayata geçirmiş değil.

 

Yeni güç dengeleri, dış politika ve askeri müdahaleler

ABD Dışişleri Bakanı Antony J. Blinken, Biden yönetiminin ülkenin dış politikasına ilişkin hedeflerini şöyle açıklıyor; “Biden yönetiminin dış politika önceliklerini kendimize birkaç basit soru sorarak oluşturduk:

  • Dış politikamız Amerikan işçileri ve aileleri için ne anlam ifade edecek?
  • Burada, ülkemizde bizi daha güçlü kılması için tüm dünyada ne yapmalıyız?
  • Ve tüm dünyada bizi daha güçlü kılması için burada, ülkemizde ne yapmalıyız?”9

Ülkenin dış politikasının oluşturulmasına ilişkin kendilerine yöneltmiş oldukları bu sorular, yönetimin yeni dış politikasının en önemli hedefini ele veriyor: ABD’yi daha güçlü kılmak. Nitekim Başkan Joe Biden’ın da seçim kampanyası web sitesinde, dış politika programına ilişkin “Amerika’nın Gücüne İlişkin Örnek – Demokratik Dünyanın Liderliği İçin Biden Planı” başlığı altında şu görüşlere yer veriliyordu:

 

Joe Biden, Amerika için dış politika vizyonunu, ülke içinde haysiyetli ve dünya sahnesinde saygın bir liderlik olarak belirledi. (…) Biden, başkan oluğunda bekletmeden demokrasimizi ve ittifaklarımızı yeniden canlandıracak, ekonomik geleceğimizi güvence altına alacak ve Amerika’nın liderliğini bir kez daha öne çıkarıp, acil küresel sorunlara çözüm üreterek güvenlik, refah ve Amerikan değerlerini ileriye taşıyacak.10

 

Seçim programında belirtilen bu vaatler de aslında Biden’ın “ABD’yi daha güçlü kılmak” olarak belirlediği yeni dış politika hedeflerinin altını çiziyor.

Biden iktidarının ilk 100 günü içinde dış politika ve askeri meseleler konusunda bu hedefi yansıtan bir dizi önemli gelişme söz konusu oldu. Yeni yönetimi dış politika konusunda en çok zorlayan ve odaklanılan konuların başında gelen mesele ise Çin’in küresel düzeyde ekonomik ve militarist yükselişiydi. Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Antony J. Blinken, “Çin, ABD dış politikasını zorlayan meselelerin başında geliyor” diyerek, sorunun altını çiziyor.11

Biden’ın Çin politikası, ilk bakışta Trump’ın politikasından çok farklı görünmüyor olsa da aslında yeni bir stratejinin oluştuğuna tanık oluyoruz, diyebiliriz. Nitekim, Trump’ın Çin’e yönelik gümrük vergilerinin artırılması ve Çinli teknoloji şirketlerinin faaliyetlerine yasaklar getirilmesi gibi kısa vadeli pragmatik yaklaşımların, Çin’in bölgesel ve küresel hegemonyasını artırmaya yönelik agresif politikalarını pek etkilemediği ortaya çıktı. Biden yönetimi bunun yerine, Çin’in hegemonya alanını genişletme çabalarını yavaşlatmaya yönelik yaklaşımları bir yana bırakarak, uzun dönem ekonomik ve askeri güçler dengesinde ağırlığını artırmak hedefiyle, daha kararlı ve sert bir rekabeti benimsemiş görünüyor. Bununla birlikte, Trump döneminde yaygın olarak başvurulan yaptırımlardan da tamamen vazgeçilmiş değil.

Buna paralel olarak, bir yandan da Çin’i kurduğu ve kurmaya çalıştığı ittifaklar bağlamında zorlayacak, kendisine duyulan güveni sarsacak şekilde, özellikle insan hakları ve demokrasi ihlallerine ilişkin sıkıştırıyor. Yönetim, Mart ayının ortalarında, Çin’in Hong Kong’da “demokratik özgürlükleri göz ardı ediyor” olması gerekçesiyle 24 Çin üst düzey yetkilisine karşı yaptırım uygulama kararı aldı. Benzer şekilde, Blinken’in Çin’in Uygur azınlığına karşı “soykırım” amaçladığını ifade etmesi gibi, yönetim bu konuda Çin’in sinir uçlarına daha fazla basmaya başladı.

ABD’nin Çin politikasına ilişkin kararlı yaklaşımına bir başka örnek de Çin’in gerginlik politikalarından en çok tedirgin olan ve en fazla sesini yükselten bölge ülkelerinden Japonya, Hindistan ve Avustralya ile kurmaya çalıştığı Çin karşıtı ittifaktır. Dörtlü, “Çin’in artan nüfuzuna” birlikte karşı çıkmayı hedefliyor. Biden, bu konuda üç ülke ile düzenlediği toplantının açılış konuşmasında, “özgür ve açık bir Hint-Pasifik bölgesinin” gereğine vurgu yaparken, Avustralya Başbakanı Scott Morrison, bu girişimin gelecekte “bir Hint-Pasifik angajmanı” olacağının altını çizdi.12

1991’de Sovyetlerin çöküşü sonrasında tüm dünyada ‘liberal’ Batı ideolojisi hâkim konuma gelmişti. Günümüze gelince, Çin’in antlaşmalara aykırı bir şekilde Hong Kong’un özerkliğini göz ardı ederek, topraklarına intikal etmesi ve komşularının hemen hemen hepsiyle yaşadığı sınır anlaşmazlıkları gibi bölgesel militarist gerginlik politikalarının, Batı’nın ‘Soğuk Savaş’ döneminden bu yana karşı karşıya kaldığı en zorlu sınav olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Çin’in, 10 trilyon dolarlık sınır ötesi yatırımlara sahip olan Hong Kong’a ilişkin bu adımlarının ardından, bırakın kentteki sermaye yatırımlarını olumsuz etkilemesini, aksine doğrudan yatırımların daha da artıyor olması, Batı blokunun elindeki rekabet mekanizmalarının etkisizliğinin açık bir göstergesi. Aynı durum Çin’in anakara toprakları için de geçerli.

Bunun yanı sıra, daha kısa bir süre öncesine kadar “dünyanın imalathanesi” olarak tanımlanan, büyük oranda küçük ölçekli montaja dayalı endüstriyel üretim faaliyeti üzerine kurulu ülkenin ekonomisi, günümüzde dünya gayri safi hasılasında yüzde 18’lik pay sahibi olan ve Batı sermayesinin küresel tüketici eğilimlerini test ettiği, yenilikçi teknolojilerin merkezi haline geldi.13

Batı’nın Çin’in 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olması sırasında sergilediği heyecan ve coşku, bir ülkenin küresel kapitalist sistemine entegre olmasının çıkar çatışmalarını önleyeceği ve o oranda ‘karşılıklı’ ortak çıkarların ön plana çıkacağı; ülkenin ekonomik refah düzeyinin arttığı oranda ise daha da ‘özgürleşeceği’ efsanelerine dayanıyor. Batının bu naif ve yanıltıcı yaklaşımı, kapitalist sistemin özünde acımasız bir rekabet sistemi olduğu gerçeğini göz ardı ediyor. Nitekim gerek Çin’in küresel hegemonya çabaları gerekse pandemi bu gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Dünya 2021 yılında, ekonomik bölünmelere paralel olarak korona virüs aşısı ‘olanlar’ ve ‘olmayanlar’ olarak ikiye bölünmüş durumda. Dünya genelindeki aşılanmanın yüzde 45’i, dünya toplam nüfusunun yüzde 16’sını oluşturan ekonomik olarak gelişmiş ülkeler tarafından uygulandı. Ekonomik olarak en güçlü ülkeler, üretilen aşıların toplamının yüzde 53’ünü bloke etmiş durumda. Bu durum, dünyanın en yoksul 92 ülkesinin virüsün yaygınlaşmasını durdurmak için gerek duyulan oranı, yani nüfuslarının yüzde 60’ını aşılayamayacak olmaları anlamına geliyor.14 Sonuçta bu faktörler, ABD ve Çin arasında kızışan rekabetin önümüzdeki dönem şiddetlenerek süreceği ve dünyanın geri kalan yoksul ülkelerinin tutumlarını bu rekabetin şekillenmesine paralel olarak belirleyeceğinin göstergesi niteliğinde.

Biden döneminde Avrupalıların en sevindiği konu, Trump tarafından yürütülen ‘Twitter diplomasisinin’ sona ermesi ve Amerikan politikalarının artık daha kestirilebilir hale gelmesi olsa gerek. Ancak Avrupalıların Trump döneminde aşınmış olan ABD liderliğine yönelik algılarının hemen pozitif yönde değişecek olmasını beklemek naiflik olur. Başta ekonomik sorunlar ve Çin’e yönelik yaklaşımlar olmak üzere, ikili ilişkilerde verilerin güvenliği ve ABD’nin teknoloji devlerine yönelik uyguladığı ek gümrük vergi politikaları gibi bazı kilit konulara ilişkin hâlâ ciddi çatlaklar mevcut.

Avrupalıları rahatsız eden bir diğer konu da ABD’deki siyasi kutuplaşmanın boyutu. Avrupalılar açısından kafaları karıştıran şey, bu ülkeyle olan ilişkilere uzun vadeli yatırım yapmaya değip değmeyeceği meselesi. Zira son birkaç yıl içinde görüldüğü gibi, Amerika’da siyaset bir uçtan diğer uca hızla savrulabiliyor ve bu durum sürdürülebilir ilişkiler açısından endişe yaratıyor.

Biden, Ortadoğu’ya yönelik politikaları açısından da birden fazla sorun ile karşı karşıya. Bu sorunların başta gelen üçü, İsrail-Filistin çatışması ve bu çatışmanın yarattığı bölgesel gerginlikler; bölgedeki Araplarla Arap olmayan İran ve Türkiye gibi ülkeler arasındaki hegemonya mücadelesi; Yemen, Irak, Suriye, Sudan ve Libya gibi ülkelerde yürütülmekte olan ‘vekalet savaşlarının’ yol açtığı kırılganlık ve ulusal egemenliklerini yitirmiş devletler olarak sıralanabilir.

Ancak şunu da belirtmek gerekiyor ki, Biden yönetiminin yukarıda değindiğimiz gibi önceliğini Çin ile küresel hegemonya mücadelesi olarak belirlemiş olması, dünyanın geri kalan bölgelerinin öneminin stratejik olarak azalması anlamına gelir. Buna Ortadoğu da dahildir. Belki bu stratejinin bölgesel anlamda tek istisnasını, Rusya’nın nüfuzunu artırmaya ve topraklarını genişletmeye yönelik çabalarından kaynaklı olarak, doğu Avrupa oluşturuyor.

Ortadoğu’nun ABD açısından eskisine göre stratejik anlamda önemini yitiriyor olması, Biden’ın Çin’e odaklı yeni stratejisinin yanı sıra, ABD’nin artık eskisi kadar Ortadoğu’ya petrol ve diğer enerji kaynakları açısından ihtiyaç duymuyor olmasıyla da ilgili. Nitekim günümüzde ABD, özellikle kaya gazı çıkarılmasına ilişkin teknolojilerin gelişmesi ve yenilenebilir enerji payının toplam enerji tüketimi içinde artıyor olmasının sonucunda, net petrol ihraç eden ülke konumuna geldi. Bir diğer faktör de Soğuk Savaş dönemi ile karşılaştırıldığında, Rusya’nın bölgede hakimiyet kurmak açısından acil bir tehdit oluşturmuyor olması.

Bu bağlamda, Biden yönetiminin İsrail’e yönelik politikalarına ilişkin, Trump dönemiyle karşılaştırıldığında, henüz radikal bir farklılık olmadığını gözlemliyoruz. Nitekim İsrail’in Gazze’ye saldırıları karşısında yönetimin tutumu, İsrail’in saldırılarının “meşru müdafaa” hakkı olduğu ve “gerginliğin azaltılması için çaba içinde oldukları” gibi bildik diplomatik açıklamalarla sınırlı kaldı. Yönetimin şu ana kadar bu konuda Trump’ın politikalarından elle tutulur tek farkı, Filistin’e Trump döneminde kesilen yardımların yeniden başlatılacağına dair açıklamaydı. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Nisan ayı başında Filistin’e ekonomik, insani ve kalkınma yardımlarını yeniden başlatmayı planladıklarını açıkladı. Açıklamaya göre ABD, kısa dönemde Filistin’e 235 milyon dolarlık bir yardım paketi öngörüyor.15

Bu konuda dikkate değer diğer bir gelişme de yine Demokrat Parti içinde, Biden yönetiminin politikalarına karşı gelişen farklı tutumlardı. Temsilciler Meclisi’ndeki bazı Demokratlar, İsrail’in Filistinlileri evlerinden tahliye etmesinin “Dördüncü Cenevre Konvansiyonu’nun” bariz bir ihlali olduğu gerekçesiyle, durdurulması için Biden’a baskı yaptı. Bu arada Demokrat bazı temsilciler, insan hakları ve savaş suçları ihlalleri gerçekleştirdiğinden kuşku duyulan yabancı askeri güçlere teçhizat sağlanması ve eğitim verilmesini sınırlayan Silahların Dış Satımının Denetimi Yasası’na (AECA) dayandırdıkları argümanlarla, İsrail’e gerçekleştirilen silah satışlarının Amerikan yasalarını ihlal edip etmediğinin araştırılmasını talep etti.16

Yeni yönetimin dış politikasındaki diğer askeri meselelere dönersek, Biden, Trump’ın aksine, “dünyada en kayda değer askeri ittifak” olarak tanımladığı NATO’ya derinden saygı duyuyor. Uzun yıllara dayanan politik geçmişinde, Irak’ın işgali de dahil olmak üzere birçok askeri müdahalenin destekçisi oldu. Nitekim Biden, iktidarının henüz 37’nci gününde, Suriye’de “İran tarafından desteklenen” milislerin kullandığı bir tesise füze saldırısı emri vererek ilk askeri saldırısını gerçekleştirdi. Pentagon (her zaman olduğu gibi) saldırının ‘savunma’ amaçlı olduğunu iddia etti ve bunun 15 Şubat’ta ABD’nin kuzey Irak’taki askeri üssüne yönelik yapılan saldırıya misilleme olduğunu açıkladı. Saldırının ardından yapılan Pentagon açıklamasında, “Başkan Biden’ın, Amerikan ve Koalisyon ülkelerinin personelini korumak amacıyla harekete geçmeye devam edeceği” ifade ediliyordu.17 Bu saldırı, Biden yönetiminin kendisinden önceki Obama ve Trump yönetimlerinin uyguladığı bu tür “misilleme” yöntemlerinin işe yaramadığı gerçeğini göz ardı ettiğinin bariz bir işareti. Öte yandan, ABD askerlerinin Kuzey Irak’ta ne aradığı da bir başka soru işaretidir.

Şayet ABD “kitle imha silahları” yalanlarını gerekçe gösterip, 2003 yılında Irak’ı işgal edip, Saddam Hüseyin rejimini devirmeseydi, bugün muhtemelen ne İŞİD bu kadar güçlü hale gelebilir ne de İran’ın Irak’taki siyasi nüfuzu bu kadar artabilirdi. Dolayısıyla bir bakıma ABD, bölgede kendi yarattığı sorunların sonuçlarıyla savaşıyor denilebilir.

Biden yönetiminin bu saldırısı aynı zamanda Demokrat Parti içindeki askeri konularla ilgili ayrılıkları bir kez daha gözler önüne serdi. Partinin sol kanadında yer alan Senatör Bernie Sanders, tutarlı bir şekilde askeri müdahalelere karşı çıkıyor. Saldırıyla ilgili açıklamasında, “Bu, neredeyse 20 yıldır izlenmekte olan bir yol… bu artık sona ermelidir,” diyordu.18

Günümüzde Irak topraklarında hâlâ yaklaşık 2500 Amerikan askeri konuşlanmış durumda ve bu askerlerin geri çekileceğine dair henüz Biden’dan gelen belirgin bir işaret yok. Irak Ulusal Meclisi bir yıl kadar önce söz konusu Amerikan üslerinin kapatılmasına ilişkin karar almıştı, ancak ABD bu karara uymuyor.

Üstelik bu saldırı ne ilk ne de son olacak; ABD son yirmi yıldır Ortadoğu’da acımasız hava saldırıları düzenliyor. Gözler yukarıda değinilen tekil saldırı olayına çevrilmişken gerek Amerikan gerekse dünya kamuoyunun pek göremediği şey, Amerikan askerleri ve ittifak ülkelerinin ordularının dünyada birçok ülkeyi düzenli olarak bombalıyor ve insanları öldürüyor olduğu gerçeğiydi. ABD ordusu ve ittifak ülkeleri, 2001 yılından bu yana diğer ülkelere ve masum sivillerin üzerine, 152 binden fazlası Irak ve Suriye’de olmak üzere, toplam 326 binden fazla bomba ve füze attı. Bu, gün başına ortalama 46 bomba anlamına geliyor. Görece daha net verilere sahip olunan 2019 yılı boyunca ABD ve müttefikleri tarafından, Afganistan’da günde 20 olmak üzere, dünyada her gün toplam 42 bomba ve füze atıldı.19

Üstelik bu ürkütücü veriler, sürdürülen acımasız ve kesintisiz saldırıların boyutunu ancak kısmen yansıtıyor, zira askeri saldırılara ilişkin bilgilerin önemli bir kısmı gizli tutuluyor. Biden’ın Amerika’nın bu saldırgan militarist politikalarından radikal bir şekilde geri adım atacağına dair henüz somut bir işaret yok. Dolayısıyla Biden yönetiminin dış politika ve askeri müdahaleler açısından ancak kısmi iyileştirme adımları atacağını öngörmek yanıltıcı olmayacaktır. Nitekim, Afganistan’dan çekilme kararı da buna bir örnek oluşturuyor. Biden anlaşmaya ilişkin, yıl sonuna kadar 2500 askerin ülkeden çekileceğini açıkladı. Ancak bu sizi yanıltmasın, zira geri çekilecek askerler ABD’nin ülkede yürüttüğü savaşın yegâne öznelerini oluşturmuyor.

ABD’nin – konvansiyonel orduların piyade sınıfı askerlere dayanan – savaş konsepti son yıllarda köklü bir şekilde değişti; günümüzde yeni savaş konsepti daha ziyade insansız silahlı hava araçları, uzak mesafelerden hedefe isabet eden bombalar ve benzeri teknolojilerle uzun menzilli füzelere dayanan uzaktan savaş stratejisi. Bir yandan da CIA gibi, devletin ‘güvenlik’ kurumlarının üstü örtülü paramiliter askeri operasyonlarıyla, özel savunma şirketlerinin faaliyetlerini içeriyor. Bu konseptle yürütülen savaşlar, çoğu kez kamuoyunun bilgisi dışında kalıyor ve gizli sürdürülüyor.

Günümüzde Afganistan’da artan bir şekilde doğrudan askeri görevleri üstlenen Amerikalı ‘sivil’ yüklenicilerin çalışanları, Amerikan askerlerinin sayısını yediye katlamış durumda. ABD’de 2021 yılının ilk çeyreğinde Afganistan’da çalıştırmak üzere eleman arayan savunma şirketlerinin sayısı 54’ü buluyordu.20

Dolayısıyla değişen bu savaş konsepti, ABD’ye bir yandan ülke(-ler)den askerlerini çekerken, aynı zamanda savaşlara son vermeden yürütebilme yeteneği kazandırıyor. Günümüzde Amerikan ordusunun bu şekilde gözlerden uzak yürüttüğü ve insanları öldürmeye devam ettiği savaşların sayısı, Afganistan dışında aralarında Irak, Suriye, Pakistan, Somali, Yemen gibi ülkelerin bulunduğu 10 kadar ülkede sürüyor. Bunların dışında Libya, Nijer, Mali ve Uganda gibi ülkelerdeki askeri müdahaleler zaman zaman kamuoyuna da yansıyor. Ek olarak çeşitli ülkelerde, o ülkelerin silahlı güçleriyle yürütülen çok sayıda askeri operasyonlar da söz konusu.21

Biden’ın militarist politikalar konusunda hanesine eksi olarak yazılan gelişmelerden biri de Ortadoğu ve dünyada insan hakları ihlallerine karşı duyarsızlığı doruk noktasına çıkaran Trump’ın bile engellediği, Yemen’de binlerce insanın katledilmesi ve çocukların açlığa mahkum edilmesinin baş sorumlularından biri olan Birleşik Arap Emirlikleri’ne 23 milyar dolar tutarındaki silah satışını onaylamış olması.

 

BLM hareketinin mücadelesi ve kazanımları devam ediyor

2020 yılı siyahların yüzyıllardır süren adalet arayışında en büyük kitlesel eylemlerin gerçekleştiği yıl oldu.22

Köleciliğin resmen 18 Aralık 1865 yılında kalkmış olmasına rağmen, ABD’nin federal bir ulus devlet olarak kuruluşunun temellerini oluşturan kurumsal ırkçılık, varlığını günümüze kadar sürdürdü. 1960’lı yılların sonuna kadarki dönemde ırkçı ayrımcı uygulamalar, Afrikalı Amerikalıların nerede yürüyebileceği, konuşabileceği, içebileceği, dinlenebileceği veya yiyebileceği gibi doğal insani edimlerini bile yasal olarak düzenleyen, bu edimleri nasıl yerine getirebileceklerine dair yasal düzenlemeler yapan, işaretler ve tabelalar kullanan insanlık dışı pratikleri içeriyordu. Irkçı ayrımcılık sosyal yaşam, eğitim, kültür ve spor gibi yaşamın her alanında yaygın olan, apartheid rejimi ile kast sisteminin bileşiminden oluşan uygulamalar toplamıydı.

Irkçı ayrımcılığın güncel biçimi, kökleri kölecilik dönemine kadar uzanan, diğer etnik grupların karşısında “beyazların üstünlüğünü” savunan ideoloji üzerine yükseliyor. Dolayısıyla BLM hareketinin günümüzdeki mücadelesi ve kazanımlarını tüm boyutlarıyla kavrayabilmek için bu arka planla birlikte değerlendirmek önemlidir.

Hareketin gücü sokaktaki eylemlerinden kaynaklanıyor olsa da, mücadeleler sonucunda elde ettiği kamuoyu desteği sayesinde çok daha büyük kitleleri harekete geçirebilme ve bu kitlelerin algılarını olumlu anlamda değiştirme yeteneği elde etmiş olmasının önemini de vurgulamak gerekiyor. Cumhuriyetçiler ve aşırı sağ kanadın aleyhte yoğun propaganda ve kampanyalarına rağmen bu başarıyı elde etmesi çok değerlidir. Ve aslında Siyah Hayatlar Önemlidir oldukça yeni bir hareket.

26 Şubat 2012’de ABD’nin Florida eyaletindeki Sanford kentinde 17 yaşındaki siyah bir genç olan Trayvon Martin, babasının da yaşadığı mahallenin gönüllü güvenlik gözetim ekibinin üyesi olan George Zimmerman tarafından, ateşli bir silahla öldürüldü. Katil Zimmerman hakkında dava açılması, Martin’in ailesi, avukatları ve aktivistlerin yoğun çabalarının sonucunda ancak 6 hafta sonra gerçekleşebildi. Dava bir yıl sonra sonuçlandı ve katil beraat ettirildi. Dava süresince uzun süredir görülmemiş geniş bir kamuoyu ilgisi oluştu. İrili ufaklı çok sayıda siyah örgütün çabası sonucu, Amerikan kamuoyu Martin’in katledilmesi özelinde ırkçılığı yaygın bir şekilde tartışır hale geldi. Martin’in katledilmesinden önce de birçok masum siyah polis tarafından öldürülmüştü. Ancak döneme ilişkin bir dizi konjonktürel gelişme ve mücadeleyle birlikte Martin’in katledilişi, BLM hareketinin mücadele sahnesine güçlü bir şekilde ortaya çıkması ve görünür olmasını tetikleyen tarihsel bir olaya dönüştü. Martin’in öldürülmesiyle ilgili bu trajik süreç, BLM hareketinin kuruluşu olarak kabul ediliyor.

Elbette özellikle kamuoyunun geniş kesimlerinin gözleri önünde gerçekleşen bu tür tekil ırkçı olaylar, ırkçılık karşıtı mücadelenin güçlenmesi ve görünür kılınmasına katkıda bulunuyor. Ancak siyahların kurumsallaşmış ırkçılığa maruz kalması ve buna karşı yürüttükleri mücadele ne yukarıda bahsi geçen örnekte olduğu gibi tekil olaylara verilen tepkilerin toplamından ibaret, ne de ırkçılığa karşı mücadelenin güçlenmesi ve kitleselleşmesini tetikleyen olaylar bağlamında gerçekleşen tekil eylemlerle sınırlı. Nitekim BLM hareketinin liderleri de bu önemli noktanın bilincinde. Siyah Hayatlar Önemlidir Küresel Vakfı’nın (BLMGNF) eş kurucusu ve müdürü Patrisse Cullors, 2020 yılına ilişkin Siyah Hayatlar Önemlidir Etki Raporu’nun ön sözünde şunları belirtiyor:

 

Çok şey yaptık. Hareketin sözleri artık birçok kişinin ağzından duyulsa da hala iktidarın salonlarında mevcut değiliz.

Seçilmiş birçok yetkili, Siyah Hayatlar Önemlidir ifadesinden dehşet duymaya devam ediyor ve siyahların yaşamını ve siyahların mutluluğunu sürdürülür kılmak için gerekenleri yapmaya karşı çıkıyor. Artık o an gelene kadar beklemeyeceğiz. O anı biz kendimiz yaratacağız. Yaratıyoruz da. Bu anlamda siyaset alanına, Siyah Hayatlar Önemlidir Politik Eylem Komitesi’nin23 oluşturulmasıyla ilk adımı atmış durumdayız.”24

 

2020 yılında bir yandan ABD tarihinin en ırkçı başkanlarından birisi olan Trump yenilgiye uğratılırken, öte yandan siyahların ırkçılıkla mücadelesi doruğa çıktı. 2020 Siyah Hayatlar Önemlidir Etki Raporu’nda,25 mücadelenin boyutunu gözler önüne seren ilginç veriler paylaşılıyor:

  • Siyah Hayatlar Önemlidir hareketinin web sitesini [blacklivesmatter.com] ziyaret eden, başta İngiltere, Kanada, Avustralya, Almanya, Hindistan, Fransa, Hollanda, Brezilya ve İsveç gibi ülkelerden olmak üzere küresel ziyaretçi sayısı, yüzde 3370 artış ile milyonları buldu ve web sitesinin toplam ziyaretçilerinin yüzde 25’ine ulaştı,
  • Web sitesini ziyaret edenlerin sayısı 2020 yılının ikinci yarısında 24 milyonu aştı,
  • Hareketin e-posta listesine kayıtlı aktivistlerin sayısı 2020’nin başında yaklaşık 43 bin iken, aynı yılın sonunda yaklaşık 2 milyon oldu,
  • Aktivistlerin düzenlediği eylem ve etkinliklerin sayısı 1,2 milyonu aştı,
  • 2020 yılı içinde 90 milyon dolar yardım toplandı, bunun 21,7 milyonu toplam 33 örgüte destek olarak dağıtıldı,
  • Seçimlerin çekişmeli geçtiği eyaletlerde 6 bin BLM gönüllüsü 10 binden fazla vardiyalı etkinlikte görev aldı,
  • BLM hareketinin aktivistlerinin çalışmaları sonucunda, doğrudan sandıklarda oy veren 60 yaş üstü siyah seçmenlerin sayısı bir önceki seçimlere göre yüzde 112 oranında arttı,
  • Gerçekleştirilen kampanyalar sonucunda, Michigan eyaletindeki üç kasabada yetkililer, ırkçılığı ‘kamusal sağlık krizi’ olarak tanımladı,
  • Hareketin baskısı sonucu bir dizi kentte güvenlik güçlerinin bütçelerinden kesilen toplam 170 milyon dolarlık kaynak toplum sağlığı alanına aktarıldı.

2021 yılının başındaki gelişmeler ise bir anlamda yıllardır yürütülen adalet ve eşitlik arayışının kısmen meyvelerini toplama dönemine işaret ediyor diyebiliriz. Elbette 2021 yılı siyahların adalet arayışı bakımından güllük gülistanlık bir yıl değil; ırkçı saldırılar, mülteci ve göçmen sorunları, şiddet ve ayrımcılık artan bir şekilde sürüyor. Bununla birlikte, Trump’ın dört yıllık iktidarı döneminde ciddi şekilde gerileyen hakların önemli bir kısmı şimdiden geri kazanıldı. Trump döneminde doruk yapmış olan nefret vakaları ve polis şiddeti, seçim dönemi boyunca artarak sürdü ve 2020 yılı içinde 1.100’den fazla insan polis tarafından öldürdü. Bu veri, yıl içinde her gün ortalama 3 kişinin öldürülmüş olduğunu gösteriyor. Polisin herhangi bir Amerikan vatandaşını öldürmediği toplam gün sayısı ise sadece 18. Nüfusun sadece yüzde 13’ünü oluşturmasına rağmen öldürülenlerin yüzde 28’ini siyahlar oluşturuyor. Öldürülen Latin Amerikalıların oranı ise yüzde 20’den fazla.

Polisler tarafından öldürülen siyahların sayısı, beyazlara göre 3 kattan fazla ve silahsız olmalarına rağmen öldürülen siyahların sayısı, beyazlara göre 1,3 kat daha fazla. Vahim olan bir başka veri de kayda geçen 1.128 vakadan sadece 16’sının, yani vakaların sadece yüzde 1,41’inin polislere karşı dava açılmasıyla sonuçlanmış olmasıdır. Mahkûmiyetle sonuçlanan davaların sayısı ise bundan da az.26

Bu yıl da gerek polis şiddeti vakaları gerekse ırkçı saldırılar artarak sürüyor. Yakın zamanda gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, ABD, ‘ırksal’ eşitlik bakımından dünyadaki en kötü 10 ülke arasında yer alıyor.27 Yine yakın zamanda yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre, Asya kökenli Amerikalıların yüzde 80’ine saygı gösterilmediği ve diğer Amerikan vatandaşlarının ayrımcılığına uğradıklarını da ortaya koydu. Siyah Amerikan vatandaşlarının yüzde 90’ı ve Latin Amerikalıların yüzde 73’ü ayrımcılığa uğradığını düşünüyor. Öte yandan, kendilerini ‘Cumhuriyetçi’ olarak tanımlayan yüzde 55’lik bir kesim, Asya kökenli Amerikalılara “adil bir şekilde davranıldığını” düşünürken, Demokratlara yakın kesimin yüzde 77’si ise Asya kökenli Amerikalıların ayrımcılığa uğradığını düşünüyor.28

19 Mart 2020 ile 28 Şubat 2021 tarihleri arasını kapsayan bir başka araştırma ise bu tarihler arasında Asya kökenli Amerikalılara yönelik toplam 3.795 nefret vakasının gerçekleştiğini tespit etti. Bu vakaların yüzde 68’i sözlü taciz ve yüzde 11’i fiziki saldırı olarak gerçekleşti.29 Aynı araştırmanın sonuçları, 2020 yılı içinde 16 büyük ABD kentinde gerçekleşen toplam nefret suçlarının yüzde 7 oranında azaldığını, aynı dönemde Asya kökenli Amerikalılara yönelik nefret suçlarında yüzde 149’luk bir artış olduğunu gösteriyor.30

Bu vahim tablo karşısında siyahların adalet arayışı için mücadeleleri daha da anlam kazanıyor. 2020 yılı içindeki eylemler, sadece ‘protesto’ ile sınırlı kalmadı; eylemciler protestonun yanı sıra bir dizi radikal talebi de dile getirmeye başladı. Bunlardan en çok dikkati çekeni ve tartışmalara yol açanı, polislere aktarılan finansal kaynakların kesilmesi talebiydi. Eylemler sırasında ülkenin köleci döneminin liderlerinin heykelleri parçalandı, yıkıldı. ABD’deki bu hak arayışına yönelik kitlesel eylemler, okyanusun diğer yakasında da yansımasını buldu ve Londra’da yüz binlere ulaşan, tüm dünyada milyonları bulan dayanışma eylemleri gerçekleşti. Eylemlerin oluşturduğu bu atmosfer, Amerikalı sivil haklar aktivisti Al Sharpton’un Floyd’un cenazesinde yaptığı konuşmasında, “sömürgeci eğitimin” kaldırılmasını talep etmiş olması gibi radikal taleplerin yeniden dile getirilmesinin de önünü açtı.

BLM hareketinin önemli başarılarından biri de ülkedeki kurumsallaşmış ırkçılığın mağdurlarıyla ekonomik ve sosyal krizlerin mağdurlarını ortak bir mücadele zemininde birleştirebiliyor olması. Pandeminin yol açtığı işsizlik ve yoksulluk, özellikle siyahlar ve etnik azınlıklar arasında orantısız şekilde ekonomik ve sosyal sorunlar yarattı. Bu ortak sorunlar, etnik kimlikler temelinde bölünmüş olan birçok mağdur açısından kendileriyle benzer mağduriyetler yaşayan diğer gruplarla ortak yanlarını görmelerinin ve bir araya geldikleri birleşik bir mücadele zemininin oluşmasının önünü açtı.

BLM hareketi ve bu hareketle dayanışma içindeki diğer eylemlilikler, buharlaşıp kaybolacak sıradan protestolar değil. Bu mücadelelerin pratikleri, egemen sınıfın böl ve yönet politikalarına karşı siyahlar, Asyalı Amerikalılar, diğer etnik azınlıklar ve işçi sınıfından oluşan geniş kesimlerin ortak mücadelesi için bir platform oluşturuyor. BLM hareketinin talepleri ve geleceğin şekillenmesine ilişkin kazanımlarının boyutları, bu platformun gücü ve kapsayıcılığı oranında olacak.

BLM’nin mücadele içinde harekete geçirdiği çok sayıda genç aktivistin ufku parlamenter sistemin sınırlarının ötesine taşıyor. Mücadele sahnesine çıkan aktivistler, kısmi kazanımların ötesinde ırkçılığın tamamen ortadan kaldırılması ve kapsamlı sosyal değişim konusunda çok daha büyük beklenti ve taleplere sahip. Kurumsal ırkçılığa karşı mücadelenin en önemli alanlarından birini eğitim oluşturuyor. Birçok eyaletin müfredatında hala köleci dönemi aklayan ya da masum gösteren ideolojileri içeren ders planları ve eğitim materyali mevcut. Bununla birlikte, Floyd’un öldürülmesinin ardından yükselen mücadeleler sayesinde eğitim alanında elde edilen önemli kazanımlara da tanık oluyoruz. Kaliforniya eyaleti, ülkede etnik araştırmaları müfredata ekleyen ilk eyalet oldu. 11 kişilik Kaliforniya Devlet Eğitim Kurulu, etnik araştırmaların eyaletteki tüm liselerde okutulmasına ilişkin kararını, “ayrımcılık ve baskıları öğretmek hiç bu kadar önemli olmamıştı” gerekçesine dayandırdı ve kararı oybirliğiyle verdi.31

Kaliforniya’da sayıları 6,2 milyon civarında olan 14-18 yaş grubundaki lise öğrencilerinin dörtte üçünden fazlası beyaz olmayan etnik gruplardan oluşuyor. Öğrencilerin yüzde 55’ini Latin Amerikalılar, yüzde 22’sini beyazlar, yüzde 12’sini Asya veya Pasifik Adalarından göçmen kökenli Amerikalılar ve yüzde 5’ini Afrikalı Amerikalılar oluşturuyor. Kaliforniya’nın yaklaşık 900 sayfadan oluşan Etnik Araştırmalar Model Müfredatı, 33 örnek ders planını içeriyor. Siyahlarla ilgili ders planlarından biri olan BLM hareketiyle ilgili derste, sınıfta polis şiddetinin tartışılması öneriliyor. Bir diğer ders planı ise öğrencilerin 1992 Los Angeles ayaklanmalarına ilişkin, o dönemde kentte yaşamakta olan Koreli Amerikalılar ve siyah vatandaşlarla söyleşi yapmalarını öneriyor. Müfredat, Amerikan eğitim sisteminde ele alınmayan “tarihsel olarak marjinalleştirilmiş halkların tarihlerine” dair bölümler de içeriyor. Liselerde okunacak etnik araştırmalar derslerinin temel konuları dört başlık altında toplanmış: Afrikalı Amerikalılar, Meksikalı/Latin Amerikalılar, Asya kökenli Amerikalılar, Pasifik Adaları kökenli Amerikalılar ve Yerli Amerikalılar.

Kaliforniya eyaletinin yanı sıra Oregon eyaleti de, doğrudan bir model müfredat hazırlamasa da sosyal bilimler müfredatına ilişkin etnik araştırma standartları geliştiriyor. Connecticut eyaleti ise 2022 sonbaharında başlayacak sömestirden itibaren, eyalet liselerinde Siyah ve Latin araştırmalarına ilişkin dersler eklemeyi zorunlu kılacak.

Eğitim alanında yaşanan bir diğer önemli gelişme ise Biden yönetiminin planladığı yeni eğitim hibe programı. Bu program için ABD tarihinde kölecilik ve köleciliğin mirasını merkezi unsur olarak ele alan New York Times Dergisi’nin “1619 Projesi’nden”32 etkilenmiş olunduğuna vurgu yapılması ilginçtir. Buna göre, yönetim “Amerika’da önyargılar, ayrımcı politikalar ve farklılıkları barındıran öğrenci perspektiflerini kapsayan tarih ve yurttaşlık bilgisi eğitimine” ilişkin bir hibe programı oluşturacak. Söz konusu plana dair, yönetimin resmi belgesinde, “Amerikan tarihi ve yurttaşlık bilgisine ilişkin öğretimin tüm öğrencilerin farklılıkları, kimlikleri, tarihleri, katkıları ve deneyimlerini yansıtması kritik bir öneme sahiptir,” deniyor.33 Trump, bizi hiç şaşırtmadan bu konuda tam tersi bir tutum almış ve “Amerikan değerlerini yıkmayı amaçlayan” radikal fikirleri geri püskürtmek üzere “vatansever bir eğitim” amacıyla “1776 Komisyonu’nu” kurmuştu. 1619 yılı, Afrikalı kölelerin o zamanlar bir İngiliz kolonisi olan Amerikan topraklarına ilk ayak bastığı yıldı. Konuya ilişkin Trump’ın öne çıkardığı 1776 yılı ise o dönem Amerikan topraklarındaki 13 Amerikan kolonisinin İngiltere’den bağımsızlığını ilan ettiği yıl olarak tarihe geçti.

Bunlar son derece önemli olsa da BLM hareketinin kazanımları eğitimle sınırlı değil. Siyah adalet hareketinin önemli taleplerinden birini, atalarının maruz kaldığı eziyetin, kölecilik döneminden başlayarak günümüze kadar yaşadıkları mağduriyetlerin tazmin edilmesi talebi oluşturuyor. Genelde tazmin meselesi, kölecilik, savaş suçları, soykırım gibi uluslararası yasalar kapsamındaki insanlığa karşı işlenen suçlar kategorisinde olan vakalarda gündeme geliyor ve mağdurlar ile failler arasında sağlanması en zor uzlaşma konularından birini oluşturuyor. Buna rağmen, siyah adalet hareketi bu konuda da şimdiden önemli kazanımlar elde etmeye başladı. Chicago kentinin banliyö kasabalarından biri olan Evanston kasabası, siyah kent sakinlerinin şehrin caddelerinde ön cepheye bakan dükkânlara sahip olmaları veya kiralamalarını yasakladığı dönemde uygulanan ayrımcılık ve ırkçı uygulamalardan dolayı, mağdur edilmiş siyah ailelerin mağduriyetlerini tazmin etmek üzere somut adım atan ilk ABD kenti oldu. Kentin Belediye Meclisi’nin bire karşı sekiz oyla kabul ettiği karar doğrultusunda, geçmişteki bu ırkçı uygulamalar yüzünden mağduriyet yaşamış ailelerin yakınlarına destek amacıyla 10 yıllık bir süre için toplam 10 milyon dolar bütçe ayrıldı. Ödemelerin ilk ayağı için ayrılan 400 bin dolar, 25 bin dolarlık dilimler halinde mart ayı sonunda ödenmeye başlandı. Meblağ küçük görünse de nüfusunun yüzde 16’sı siyah olan 75 bin nüfuslu bu küçük kasabanın attığı tarihsel adım, diğer kentler ve eyaletler için bir model teşkil etmesi bakımından önem taşıyor.

Evanston kasabasında siyahlar için kabul edilen tazmin programı bu konuda atılan somut ilk adım olmakla birlikte, farklı kentler ve eyaletlerde de benzeri bir dizi girişimler başladı. 2020 yılında Kaliforniya, eyalette yaşayan siyahları kapsayan bir araştırma yapmak üzere, tazmin konusunda tavsiyelerde bulunmak üzere kendi komitesini oluşturmuştu. Tazminle ilgili çabalar Providence, Asheville, Burlington ve Amherst gibi Amerikan kentlerinde de ilerleme kaydetti. Son aylarda dini ve diğer kurumların yanı sıra, bazı şirketler de kölecilik döneminde yol açtıkları mağduriyetler konusunda sorumluluklarını kabul etti, çözüm üretme çabası içine girdi.34

Öte yandan bu küçük kasabanın kendisinden büyük adımını daha büyük adımların takip etmesi konusunda hem olumlu hem de olumsuz gelişmelere şahit olundu. 2020 yılında Washington Post ve ABC News medya şirketlerinin ortaklaşa gerçekleştirdiği bir kamuoyu araştırmasına göre, Amerikan kamuoyunun ırkçı uygulamalar nedeniyle yaşanan mağduriyetlerin tazmini konusundaki tutumu pek iç açıcı değil. Amerikalıların çoğunluğu BLM hareketini destekler35ve yüzde 69’u ülkenin yargılama sisteminde siyah Amerikalılar ve diğer azınlıklara yönelik eşitsizlik görüşüne sahip olmasına rağmen,36 konu tazmin meselesine gelince işin rengi değişiyor. Aynı araştırmanın sonuçlarına göre, araştırmaya katılanların yüzde 63’ü federal devletin geçmişte köleleştirilmiş kişilerin yakınlarına tazminat ödemesine karşı çıkıyor. Araştırmanın ortaya koyduğu olumlu bir sonuç ise tazminat ödenmesini destekleyenlerin oranının 1999 yılında yüzde 19 iken 2020 yılında yüzde 31’e yükselmiş olması. Kuşkusuz bu oranlar etnik kimliklere göre değişiyor. Siyahlar arasında her 10 kişiden 8’i tazminden yanayken, İspanyolca konuşan nüfusun yüzde 42’si bu görüşü destekliyor, yüzde 56’sı karşı çıkıyor. Partilerin sempatizanlarına bakarsak, Demokrat partililerin yüzde 53’ü bu görüşü desteklerken, Cumhuriyetçilerin yüzde 93’ü karşı çıkıyor.

Kamuoyunun bu konuda desteği sınırlı da olsa, BLM hareketinin önemli talepleri arasında yer alan tazmin meselesi Temsilciler Meclisi’nin de gündemine girdi. 13 kişiden oluşacak ve federal yönetimin ABD’nin kölecilik geçmişi, bu dönemin oluşturduğu etkiler ve bu ‘etkilerin hafifletilmesine’ ilişkin neler yapabileceği gibi konuları araştıracak olan, – ilk kez sunulduğu 1989 yılından bu yana geçen 32 yıldır onaylanmamış – federal bir komisyonun oluşturulması ile ilgili yasa teklifi, nihayet bu yıl 14 Nisan’da Temsilciler Meclisi’nin Hukuk Komitesi tarafından kabul edildi.37 Kongre’nin onayına sunulacak olan teklif yasalaşırsa, Komisyon araştırmasını tamamladıktan sonra Kongreye sunulmak üzere olası rehabilitasyon ve zararın tazmini koşullarına ilişkin tavsiyeler hazırlama görevini üstlenecek. Komisyonla ilgili oylamada komitenin Cumhuriyetçi üyelerinin hiçbiri kabul oyu vermedi. Öte yandan, nisan ayının ortası itibariyle 175 temsilci, komitenin onayladığı yasa teklifini destekleyen bir belgeye imza atmış durumda. Nitekim Başkan Biden da seçim programında yer alan bu araştırma komitesine olan desteğini, komitenin ilgili teklifi oylaması öncesinde bir kez daha ifade etti.

Komisyon oluşturulmasıyla ilgili yasa teklifinin Temsilciler Meclisi’nin Hukuk Komisyonu’nda kabulü, tarihi bir başarıya işaret ediyor olsa da teklifin yasalaşması için Kongre üyelerinin çoğunluğunun oyunu alması gerekiyor. Komite üyesi Cumhuriyetçilerin verdiği karşı oy, Cumhuriyetçi temsilcilerin oylama sırasında Kongre’de vereceği oyların da göstergesi niteliğinde.

Demokrat Partililerin kamuoyunun sınırlı bir desteğini alan bu önemli konuyu Temsilciler Meclisi’nin gündemine getirmiş olması, BLM hareketinin hanesine yazılacak olan büyük bir kazanımdır, bu kuşku götürmez. Zira, günümüzde ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda halen etkisini sürdüren köleciliğin telafisi, ırkçılığa karşı yürütülen mücadelenin en önemli bileşenlerinden birini teşkil ediyor. ABD demokrasisinin söz konusu mağduriyetlerle yüzleşecek olması, meselenin en az mali boyutu kadar önemli.

BLM hareketinin mücadelesi sonucu elde edilen bir başka önemli kazanım da kamuoyunun görüş ve algılarını etkileme ve değiştirmeyi başarmış olmasıdır. Pew Araştırma Merkezi’nin yaptığı bir araştırma, mücadeleyle birlikte kamuoyunun siyasi görüş ve algılarının değişim eğilimi gösterdiğine ışık tutuyor. 2020 yılının Temmuz ayında yapılan araştırmaya göre, Amerikalıların üçte ikisi (yüzde 66) sivillerin orantısız güç kullanan polislere dava açabilmesi gerektiği görüşünü savunuyor.38 Siyahların arasında bu oran yüzde 86’ya kadar çıkıyor. Demokratlar ve demokratik eğilimli bağımsızların yüzde 84’ü bu görüşe katılırken, Cumhuriyetçilerin sadece yüzde 45’i olumlu bakıyor. Bununla birlikte, polisin görevini iyi bir şekilde yerine getirdiği görüşüne sahip olanların oranı 2016’da yüzde 62 iken, 2020 yılında yüzde 58’e gerilemiş durumda. Yine polisin farklı etnik gruplara eşit şekilde davrandığını savunanların sayısı 2016’da yüzde 47 iken, 2020’de yüzde 34’e gerilemiş.39

Polislerin dokunulmazlık haklarının en büyük mağduru olan siyahların, polis reformu talepleri arasındaki “nitelikli dokunulmazlık” hakkının kaldırılması talebinin başı çekiyor olması anlaşılır bir durumdur. Nitekim Biden yönetiminin hazırlamakta olduğu polis reformunun içinde de bu konuda bir düzenlenme olması bekleniyor.

BLM hareketinin başlattığı bir diğer önemli mücadele de Cumhuriyetçilerin iktidarda oldukları eyaletlerin birçoğunda siyahlar ve diğer etnik azınlıkların oy vermelerini zorlaştıran yeni yasal düzenlemeler yapılmasına karşı, büyük şirketlerin Cumhuriyetçilere mali destek sağlaması veya kamuoyunda bu tür siyasi adımları desteklemelerine karşı başlattıkları kampanyaydı. Kampanyanın elde ettiği başarı sayesinde büyük ölçekli birçok şirket üzerinde ciddi bir baskı oluştu. Bu yılın nisan ayı ortasında aralarında Apple, Amazon, Ford Motor ve Starbucks gibi dev şirketlerin de olduğu bir gruptan 100’den fazla CEO, eyaletlerin seçmenlere yönelik oy verilmesini kısıtlayan adımlarına karşı ortak bir bildiriye imza attı.40

Yukarıda paylaştığım veriler ve bilgilerin açık bir şekilde bize gösterdiği olgu, kamuoyunun önemli bir kısmının bundan 10 yıl öncesine kadar tabu olan, olumsuz görüşe sahip olduğu konularda düşüncelerinin hızla olumlu yönde değiştiğidir. BLM hareketinin bu konudaki eylem ve mücadelesinin kamuoyundaki algıların pozitif bir şekilde değişmesinde büyük bir rol oynadığı ortada.

 

Ekonomik durum ve işçi mücadeleleri

Bakmayın siz ülkenin bir “fırsatlar ülkesi” olduğuna, “Amerikan rüyası” gibi söylemlere; ABD’de eşitsizlikler yıllardır ekonomik sistemin ayrılmaz bir parçası ve maalesef bu ekonomik eşitsizlikler yıllar geçtikçe daha da derinleşiyor. 1978 yılında ABD’nin en zengin yüzde 0,1’lik kesimi ülkenin toplam servetinin yüzde 7’sine sahipken, 2019 yılına gelindiğinde bu kesimin servetlerinin toplam nüfus içindeki oranı yüzde 20’ye yükseldi. Günümüzde ülkenin en zengin iki kişisi olan Amazon’un sahibi Jeff Bezos ile Tesla ile SpaceX’in sahibi Elon Musk’ın servetleri, Amerikalıların en yoksul yüzde 40’lık kesiminin toplam servetlerinden fazla. Büyük şirketlerin üst düzey yöneticileri, ortalama işçi gelirlerine göre 300 kat daha fazla kazanıyor.41

Covid-19, bütün dünyada olduğu gibi, ABD’de de emekçilerin aleyhine, bu eşitsizlikleri derinleştirdi. Virüs sağlık bakımından kişi ve sınır tanımadan herkesi etkilerken, ekonomik bakımdan tüm insanlığın aynı gemide olmadığı açık. ABD toplam nüfusunun en zengin yüzde 1’i, Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemiyi ilan ettiği 2020 yılının Mart ayı ile yıl sonu arasında, servetlerine 7 trilyon dolar (Türkiye gayrisafi ulusal gelirinin yaklaşık 9,2 katı) kattı. Ülkenin en zengin 15 kişisi 2020 yılının Mart ayından bu yana servetlerine 400 milyar dolar daha ekledi. ABD’de en zengin ailelerin yüzde 5’i, ülkenin toplam servetinin üçte ikisini elinde tutuyor. 42

Pandeminin olağanüstü sağlık sorunlarına yol açtığı bu dönemde, 92 milyon Amerikalının ya hiç sağlık sigortası bulunmuyor ya da sigorta kapsamları yetersiz. Öte yandan, en düşük gelir düzeyine sahip Amerikalıların ortalama yaşam beklentisi, en zengin kesimlere göre 15 yıl daha düşük.43

Bu verileri aktaran senatör Bernie Sanders durumun ciddiyetini, “Amerika’da yoksulluk ölüm hükmü oldu” sözleriyle vurguluyor.

Eşitsizlikler ekonomiyle de sınırlı değil. Yapılan bir başka araştırmanın sonuçlarına göre, ekonomik geliri en düşük olan yüzde 5’lik kesimde Covid-19’dan kaynaklanan ölümlerin oranı, en zengin yüzde 5’lik kesime göre yüzde 67 daha fazla.44

Ülkedeki derin ekonomik eşitsizliklere ilişkin veriler, Biden yönetiminin ekonomik politikalarını da etkiledi. Yönetim üç önemli adım atıyor: Ülkenin en zengin kesimlerine özel ek vergi yükümlülükleri getirmek; yüksek eğitimin çok pahalı olduğu ülkede eğitim için aldıkları kredilerin altında ezilen öğrencilerin ağır kredi yükünü hafifletmek üzere kredi affı çıkarmak ve günümüzde 7,25 dolar olan asgari saat ücretini, öncelikle kamu emekçileri için 15 dolara yükseltmek.

Demokrat Parti’nin sol kanadında yer alan ve Başkanlık aday adaylığı seçimlerinde Biden’la yarışmış olan senatörler Bernie Sanders ve Elizabeth Warren’ın hazırladığı ortak yasa teklifi, ülkede “süper zengin” olarak tanımlanan, 50 milyon dolardan fazla servete sahip ailelere yüzde 2 ve 1 milyardan fazla servete sahip olanlara ise yüzde 3 ek vergi getirilmesini öngörüyor.

Biden’ın politik çizgisi, Demokrat Parti içindeki kariyeri boyunca tıpkı partisinin politik hattı gibi, devletin finansal anlamda piyasalara, ulusal ekonomiye ve sosyal haklar alanına müdahalesinin asgari düzeyde tutulmasını savunmak oldu. 2015 yılında Pew Araştırma Merkezi’nin yaptığı bir kamuoyu araştırmasında, merkezi hükümetlerin ekonomiye müdahalesini Demokratların yüzde 68’inin ve Cumhuriyetçilerin yüzde 23’ünün desteklediği görülüyor. Günümüzde ise özellikle pandeminin yol açtığı derinleşen ekonomik sorunlarla birlikte emekçiler ve orta sınıfların bu konudaki yaklaşımının değiştiğine tanık oluyoruz. 2020 yılının eylül ayında yapılan yeni bir araştırma, Demokratların yüzde 82’sinin ve Cumhuriyetçilerin yüzde 32’sinin hükümetlerin ekonomiye müdahalesini olumlu karşıladığını gösteriyor.45

Nitekim Biden bu değişen eğilimleri göz önünde bulundurarak, ekonomiye müdahale konusundaki uzun yıllara dayanan politik çizgisini seçim kampanyası programında ve iktidara geldiğinde attığı adımlarla önemli ölçüde değiştirdi. Demokratik Parti içinde sosyal refah politikalarının en ateşli savunucusu olan senatör Bernie Sanders bu tutumuna devam ediyor. Sanders, Biden’la Demokrat Parti’nin başkanlık aday adaylığı için yarışırken savunduğu seçim programında, ülkenin yoksul ve emekçi kesimlerine yönelik kapsamlı bir ekonomi programı sunmuştu. Sanders ve ekibini destekleyen taban hareketi aktivistlerinin gücünü gören Biden, Sanders’in aday adaylık yarışından çekilmesiyle birlikte bu ekibin öne çıkardığı ekonomi politikalarının hepsini olmasa da bir kısmını kendi seçim programında destekleyeceğini açıklamıştı. Biden, bu arka planla birlikte başkanlık seçim kampanyası sırasında Demokratların yakın tarihinin en ilerici ve en yüksek miktarlı ekonomik paket programını savundu. Tahminlere göre, Biden’ın seçim vaatleri, geçtiğimiz mart ayında kabul edilen pandemi acil desteklerine ilişkin 1,9 trilyonluk paket dışında, toplam 5,6 trilyon dolardan fazla bir ekonomik destek programını da kapsıyordu.

Biden’ın ilk 100 gün içinde Kongre’ye sunduğu pandemi, altyapı harcamaları ve eğitim gibi diğer ekonomik programların toplam değeri 6 trilyon doları buluyor. Yönetim, söz konusu paketlerin son dört yıl içinde – Trump yönetiminin yağmaları ve pandemi nedeniyle – yaşanan ikiz şoklara karşı planlanmış olduğunu belirtiyor. Kabul edilen 1,9 trilyonluk paketin dışında, ekoloji ve iklim değişikliğiyle mücadele alanlarında milyonlarca istihdam yaratması hedeflenen 2 trilyon dolarlık bir altyapı paketi ve 1,8 trilyon dolarlık eğitim ve ücretli izne ayrılma gibi alanları kapsayan paketler de var. Biden’ın ekonomiye ilişkin adımları, Reagan öncesi dönemden bu yana gerçekleşen en geniş çaplı ekonomik teşvik paketlerini kapsıyor. Söz konusu bu teşvikler, Büyük Bunalım dönemi ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemdeki devlet teşvik adımlarıyla karşılaştırılabilecek boyutta.

Teşvikler gerek ekonomik alanda gerekse kamuoyunun desteğini kazanma anlamında başarıya ulaşmış görünüyor. Aşılama oranlarının artması ve kısıtlama önlemlerine bağlı olarak pandemi ile mücadelenin kısmi başarısıyla birlikte, yıllık ekonomik büyümenin 2021 sonunda, 2020 yılı son çeyreğindeki yüzde 4,1’den yüzde 6,5 düzeyine çıkması bekleniyor. Biden yönetiminin politikaları, iktidarda geçirdiği ilk 100 gün içinde kamuoyunun yüzde 53’ünün olumlu görüşünü alırken, özellikle pandemi ile mücadele programı halkın geniş kesimlerinin desteğini kazandı, yüzde 69’lık olumlu onay oranına kadar yükseldi. Bu oranlar tarihsel başarılara işaret etmiyor olsa da son yıllarda önemli ölçüde derinleşerek akut bir hal alan politik kutuplaşma dikkate alındığında, ciddi bir başarının göstergesi sayılabilir. Nitekim Trump iktidarda geçirdiği dört yıl boyunca hiçbir zaman kamuoyunun yüzde 50’sinin üzerinde bir destek alamamıştı.46

Son dönemde ekonomik sorunlara paralel olarak, sendikal mücadelelere ilişkin de dikkat çekici gelişmeler söz konusu oldu. ABD’de 2020 yılı itibariyle kamu sektöründeki işçilerin sendikalaşma oranı, özel sektöre göre beş kattan daha fazlaydı. Kamu emekçilerinin yüzde 34,8’i sendikalı. Geçtiğimiz yılın verilerine göre, ülkede özel sektörde toplam 7,1 milyon ve kamu sektöründe 7,2 milyon sendikalı işçi bulunuyordu. Sendikalı işçi kadınların toplam çalışan işçilere oranı yüzde 10,5 ve sendikalı erkek işçilerin oranı ise yüzde 11 düzeyinde kaldı. Aynı yıl sendikalı olmayan işçilerin ortalama haftalık ücretleri, sendikalı işçilere göre yüzde 16 daha düşüktü.47

Emekçilerin sendikalaşma oranlarının etnik gruplara göre dağılımı ise şöyle: Siyah emekçilerin yüzde 12,3’ü, beyaz emekçilerin yüzde 10,7’si, Asya kökenli Amerikalı emekçilerin yüzde 8,9’u ve Latin Amerikalı emekçilerin yüzde 9,8’i sendikalaşmış durumda. Bir başka ilginç veri ise tam zamanlı işçilerin sendikalaşma oranının (yüzde 11,8) yarı zamanlı sendikalı işçilere göre (yüzde 5,8) yaklaşık iki kat daha fazla olması.

Sendikalaşmanın en yüksek olduğu sektörler ise güvenlik hizmetleri (yüzde 36,6) ve eğitim, öğrenim ve kütüphanecilik (yüzde 35,9) oldu. Kamu sektöründeki sendikalı işçilerin çoğunu eyaletler düzeyinde istihdam edilen kamu emekçileri oluşturdu. Zira eyaletler düzeyinde gerçekleşen istihdamın çoğunu da, sendikalaşma oranının yüksek olduğu polis memurları, itfaiyeciler ve eğitmenler gibi sektörler oluşturuyor.48

Öte yandan ABD’de sendikalaşma süreçlerinin bir paradoks ile karşı karşıya olduğunu gözlemliyoruz: 2009 yılında yüzde 50 düzeyinde olan Amerikan vatandaşlarının sendikalaşmaya verdiği destek oranı, Gallup Araştırma şirketinin Eylül 2020 tarihinde gerçekleştirdiği bir ankete göre yüzde 65’e yükseldi.49 İçinde bulunulan kriz açısından bir karşılaştırma yapmak gerekirse, Büyük Bunalım döneminde bu oran yüzde 48’di.

Ancak kamuoyunun bu desteğine rağmen, özellikle özel sektörde örgütlenme oranları hızla düşüyor. 1950’lerde özel sektördeki işçilerin üçte biri sendikalıyken, günümüzde bu oran yüzde 6,3’e geriledi.50 Sendikalaşma oranlarındaki düşüşte, işçilerin sendikalara ve örgütlü mücadeleye olan ilgisizliğinden ziyade, üretimin ülke dışındaki taşeronlara kaydırılması, arka arkaya gelen derin ekonomik krizler, siyasi etkiler, şirketlerin sendika karşıtı sert tutumları ve ülkenin giderek daha da güçlenen sendikalaşma karşıtı yasaları başlıca rolü oynadı.

ABD’de sendikalarla ilgili yasa, işverenlere önemli bir avantaj sağlıyor. Yasaya göre, sendikaların sendikal örgütlenmelerini sektörel düzey yerine, tek tek işyerleri bazında kabul ettirmeleri gerekiyor. Bu da sendikaların yüz binlerce irili ufaklı iş yerinde tek tek örgütlenme mücadelesi yürütmeleri anlamına geliyor. İşçilerin bir iş yerinde sendikalaşması ise ancak iki şekilde söz konusu olabiliyor: Ulusal Çalışma İlişkileri Kurulu’nun (NLRB) onayıyla gerçekleşecek bir oylama ya da 1970’lerden bu yana ender görülen, işçilerin sendikalaşmanın kabulü amacıyla greve çıkarak, işverene diz çöktürmesi. NLRB’nin bir iş yerinde sendikal örgütlenme amacıyla seçim düzenlemesine onay vermesi için iş yerindeki işçilerin en az yüzde 30’unun sendikalaşma istediklerine dair imza vermesi ve sendikanın işyeri bazında tanınması için ise işçilerin çoğunluğunun sendikalaşma yönünde oy kullanması gerekiyor.

Aslında sendikalaşmaya ilişkin yukarıda aktarılan olumsuzluklar madalyonun bir yüzünü yansıtıyor; diğer yüzünde ise direnişler ve kazanımlar söz konusu. Pandemi ile mücadelenin ön cephesinde yer alan hemşireler, eğitmenler, et paketleme servislerinde çalışanlar, market çalışanları, paket servis dağıtıcıları ve üretim sektörlerinde çalışan işçiler arasında son dönemde işyerlerindeki yetersiz koruma önlemlerini protesto eylemleri ve pasif direniş yöntemi olarak ücretli hastalık izin talepleri yaygınlaştı. Dijital medya, müzeler ve sivil toplum örgütleri gibi alanlarda son yıllarda yükselişe geçen bir sendikalaşma çabası söz konusu. Bunun yanı sıra, bir yandan pandeminin oluşturduğu koşullar nedeniyle kazançlarına milyarlarca dolar katan, öte yandan işçilerinin sendikalaşmalarına şiddetle karşı çıkan Google ve Amazon gibi bazı teknoloji devlerinin çalışanları arasında da sendikalaşma mücadeleleri hızla yayılıyor.

Biden’ın seçim kampanyasının başarısı önemli ölçüde örgütlü sendikacılar ve sosyal mücadele veren aktivistlerden oluşan bir platforma dayanıyordu. Bu durum Biden’ın iktidara gelmesinin ardından attığı adımlara da yansımış görünüyor. Örneğin, Kongre’ye sunduğu milyonlarca yeni istihdamı hedefleyen altyapı planı kendisinin, “Bugüne kadar görülen en sendika dostu başkan olma” hedefini yansıtıyor.51 Biden’ın bu sendikalaşma yanlısı kampanya planı, sendikalaşma oranını artırmak amacıyla iktidardaki ilk 100 gün içinde kabine düzeyinde bir çalışma grubunun oluşturulmasını da kapsıyor. Biden aynı zamanda federal projeleri üstlenecek yüklenicilerden sendikalaşma aleyhinde kampanyalar yürütmeyeceklerine dair taahhütname talep etme sözü de verdi. Bunun ciddi bir şekilde uygulanması durumunda, geçmişte sendikalaşma çabalarına güçlü bir şekilde karşı çıkan Amazon, Google ve Microsoft gibi teknoloji devleri sıkıntı yaşayabilir.

Biden’ın sendikalara ilişkin gösterdiği empati ve desteğin sadece seçim kampanyası vaatleriyle sınırlı kalmayacağına dair birtakım somut belirtiler var. Örneğin, başkanlık döneminin ilk günlerinde Trump döneminde iptal edilen federal kamu emekçilerinin toplu sözleşme pazarlık hakkını yeniden tanıyan bir kararname imzaladı. Ardından, Trump’ın atadığı işçi hakları düşmanı başkan ve çeşitli yetkilileri NLRB’den temizledi ve kurulun başkanlığına Amerika İletişim İşçileri Sendikası’nın stratejik inisiyatifler özel hukuk danışmanı Jennifer Abruzzo’yu aday gösterdi. Bunun yanı sıra, eski bir sendika lideri olan eski Boston Belediye Başkanı Marty Walsh’ı Çalışma Bakanı olarak atadı.52 Biden yönetiminin gerçekleştirdiği bu tür atamalar ve kararnamelerin ötesinde, işçi hakları ve sendikal mücadeleye verilecek desteğin gerçek boyutunu zaman gösterecek.

Bir yandan kitle hareketlerinin mücadelesinin kazanımları, öte yandan pandeminin daha da görünür kıldığı ekonomik eşitsizlikler ve kırılganlıklar, son yıllarda emekçilerin haklarına daha çok sahip çıkmalarına, bu uğurda giderek daha fazla mücadele etmelerine yol açıyor. Bunlar arasında 2018’de yaygın bir şekilde gerçekleşen eğitim emekçilerinin grevleri ve son dönemde giderek güçlenen ve Biden’ın da programına aldığı, asgari ücretin 15 dolara çıkarılmasının mücadelesini veren “Fight for 15$” (15 dolar için Mücadele) hareketini sayabiliriz.

İşçi mücadeleleri açısından gözlenen yeni gelişme ise, pandeminin yol açtığı sosyal ve ekonomik krizlerin emek piyasasında hemşireler, internet ve teknoloji platformlarında çalışanlar, kısa dönem istihdam edilenler, Amazon gibi internet satış platformlarının ardiyelerinde çalışan emekçilerin önemini ve ağırlığını artırmış olması. Bu işçiler arasında eşitsizlikler ve kötü çalışma koşulları ile düşük ücretler, emekçilerin mücadele etmelerini tetikleyen unsurlar olarak öne çıkıyor. Bu sorunlar, pandemiyle derinleşen ekonomik krizde göz ardı edilemeyecek oranda aciliyet taşıyan meseleler haline geldi.

Çoğu durumda işçilerin hakları için mücadeleleri karşılıksız kalmıyor. Örneğin, sendikalaşmaya en sert karşı çıkan şirketlerden biri olan Amazon bile, 2020 yılında işçilere ödenen primler için diğer giderlerin yanı sıra, 2,5 milyar dolar harcadığını ve çalışanlarına 15 dolarlık asgari ücret uyguladığını açıkladı. Yine son yıllarda Gawker, Buzzfeed, Vice, Vox ve The New Yorker gibi ABD’nin önemli bir dizi medya kuruluşunda verilen sendikalaşma mücadeleleri başarıyla sonuçlandı. Bir başka başarı öyküsü de geçen yıl sendikalaşma mücadelesini kazanan hemşirelerden geldi. 2019 yılında ABD’nin en büyük özel hastane zincirlerinden biri olan HCA Sağlık Hizmetleri, Kuzey Karolina eyaletinin Asheville kentinde yer alan Mission Hastanesi’ni bünyesine kattı. Aynı yılın sonralarına doğru hastanede çalışan hemşireler, giderek kötüleşen çalışma koşullarına karşı daha güçlü mücadele vermek üzere örgütlenme girişimlerine başladı. Sendikalaşma mücadelesi kısa sürede kitleselleşti. 2020 yılının eylül ayında gerçekleşen sendika seçimlerinde hemşireler sendikalaşma lehinde karar aldı. Ülkenin en büyük sendikalarından biri olan Ulusal Hemşireler Birliği, 2021 yılı itibariyle Mission Hastanesi’nde yaklaşık 1800 hemşireyi temsil eder duruma geldi. Bu kısa sürede kazanılan üye sayısı, ülkenin güney eyaletlerinde 1975’ten bu yana tek bir hastanede elde edilen en büyük örgütlenme başarısı oldu. Sendika yetkililerinin bildirdiğine göre, pandemi döneminde örgütlenme amacıyla kendilerine başvuran hemşirelerin sayısı önemli ölçüde arttı.53

Sendikalaşma konusunda Amazon’un hikâyesi, bir bakıma ABD’nin çağdaş vahşi kapitalizminin hikâyesiyle örtüşüyor. Şirketin kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Jeff Bezos, bu yazının yazıldığı tarihte 189,5 milyar dolarlık servetiyle (Türkiye gayrisafi ulusal gelirinin yaklaşık dörtte biri), dünyanın en zengin kişisi unvanını taşıyordu. Amazon, pandemi döneminde artan online satışlar sayesinde salgından ekonomik olarak en kârlı çıkan şirketlerden biri oldu. Bu dönemde işgücüne 400 bin yeni işçi katan şirket, ABD’de toplam 1,3 milyonu aşan bir işgücüne ulaştı.54 Yakın zamanda Amazon’un Alabama eyaletindeki Bessemer tesisinde çalışan toplam 5800 işçiyi kapsayan sendikalaşma çabası, Amerikan medyasında ve kamuoyunda da büyük ilgi çekti. Ancak bu girişim, sendikalaşma mücadelesinin başını çeken Perakende, Toptan ve Büyük Mağazalar Sendikası’nın (RWDSU) yenilgisiyle sonuçlandı. Sendikalaşmaya ilişkin seçimlere işçilerin yaklaşık yarısı katıldı ve 1798’i sendikalaşma aleyhine oy kullanırken, sadece 738 işçi sendikalaşmayı destekledi.

Bu yenilginin birkaç nedeni var. İlki, ABD ekonomisi koşullarında bile dev bir şirket olan Amazon’un devasa gücü. Şirket, sendikalaşmayı engellemek için yıllardır sürdürdüğü lobicilik faaliyetleri, yalana dayalı halkla ilişkiler faaliyetleri ve aleyhte propaganda da dahil olmak üzere tüm gücünü bu yönde kullanıyor. Sınırsız kaynaklara sahip olan şirket, oylamadan önce işçilerle tesiste sık sık toplantılar düzenledi ve neredeyse her gün online mesajlar gönderdi. Sendika aleyhinde düzenlediği “Aidatlar Olmadan Yap” adlı kampanyada, şirketin halihazırda çalışanlarına ABD’deki asgari ücretin ortalama iki katı düzeyinde, saati 16 dolar ödediğini, işçilerin sendikalaşması durumunda, yıllık ödeyecekleri 500 dolarlık aidat nedeniyle aslında zararlı çıkacaklarını anlattı. Bazı çalışanlarını işyerinde “Hayır Oyu Ver” rozetleri takmaya ikna ederek, dolaşmalarını sağladı.

Sendikanın mücadelesindeki başarısızlığının önemli nedenlerinden biri de işgücü toplamının yaklaşık yüzde 85’ini oluşturan siyah işçileri ikna etmede başarısız olmasıydı. Bir diğer neden ise, sendikanın işyerinde örgütlenme çabalarının yetersizliğiydi. İşçilerle bire bir ilişki kurmada zayıf kalan sendika aktivistlerinin faaliyetleri, işyeri çıkış kapılarında yaptıkları faaliyetlerle sınırlı kaldı. Oysa, seçim kampanyaları sırasında Siyah Hayatlar Önemlidir hareketinin işçi haklarına ilişkin yarattığı yeni heyecan, sendikalaşma çabalarıyla ilgili de bir coşku yaratmıştı.

Öte yandan, Demokratik Parti de sendikalaşma kampanyasını destekledi. Başkan Biden Amazon’u işçilere gözdağı vermemesi konusunda uyarırken, Bernie Sanders ise sendikanın düzenlediği işyerinde yapılan bir toplantıda konuştu. Ancak bu çabalar yeterli olmadı.

Yenilgiye rağmen, öncü işçilerin örgütlenme çabaları devam ediyor. Bu durumdan çıkarılacak en büyük ders, işçi tabanı ile yeterli düzeyde doğrudan ilişki kuramayan sendika aktivistlerinin başarısızlığı karşısında, işyerindeki öncü işçilerin başı çekeceği bir örgütlenme ile, emekçilerin mutlaka bir sendikalaşma mücadelesi vermeleri gerektiğidir.

 

  1. Brooks, David, The G.O.P. Is Getting Even Worse, The New York Times, 22.04.2021, https://www.nytimes.com/2021/04/22/opinion/trump-gop.html, (Erişim tarihi: 23.04.2021).Anket Ecomomist ve YouGov tarafından düzenlendi ve katılımcıların şu iki seçenekten birini seçmeleri istendi: (a) [Bu] çoğu iyi insanlarla dolu büyük, güzel bir dünya ve birbirimizi kucaklamak için bir yol bulmalı ve tecrit edilmemize izin vermemeliyiz. (b) Yaşamlarımız teröristler, suçlular ve yasa dışı göçmenler tarafından tehdit altında ve önceliğimiz kendimizi korumak olmalı.
  2. Cox Daniel A., After the ballots are counted: Conspiracies, political violence, and American exceptionalism, Survey Center on American Life, 11.02.2021, https://www.americansurveycenter.org/research/after-the-ballots-are-counted-conspiracies-political-violence-and-american-exceptionalism/ (Erişim tarihi: 03.05.2021)
  3. Cox Daniel A., a.g.e.
  4. Demokrat Parti’nin sol kanadı, kendilerini ilerici (progressives) olarak tanımlıyor.
  5. ABD başkanlarının imzaladığı kararnameler kanun hükmünde sayılıyor ve Kongre’nin (Temsilciler Meclisi + Senato) onayına tabi değil. Başkanın imzaladığı bir kararnamenin iptali, Kongre’nin söz konusu yasayı iptal etmesine dair kabul edeceği yeni bir yasayla engellenmeye çalışsa da başkanın Kongre’nin kabul ettiği yasaları veto etme yetkisi nedeniyle bunu başarması çok zor. Kanun hükmündeki kararnameleri sadece söz konusu kararnameyi imzalayan ya da kendisinden sonra iktidara gelen başkan değiştirebiliyor veya iptal edebiliyor. Federal mahkemeler de kararnamenin iptal edilmesi ya da engellenmesine yönelik hükümler konusunda yetki sahibi. Kaynak: Biden’s Use of Executive Actions to Undo Trump Legacy, Bloomberg, https://www.bloomberg.com/news/articles/2021-01-29/biden-s-use-of-executive-actions-to-undo-trump-legacy-quicktake (Erişim tarihi: 24.04.2021)
  6. Hickey Christopher, Merrill Curt, Chang Richard J., Sullivan Kate, Boschma Janie ve O’Key Sean, CNN, 30.04.2021, https://edition.cnn.com/interactive/2021/politics/biden-executive-orders/ (Erişim tarihi: 30.04.2021)
  7. George Floyd Justice in Policing Act
  8. Pengelly Martin, Ocasio-Cortez says Biden exceeded progressives’ expectations, The Guardian, 24.04.2021, https://www.theguardian.com/us-news/2021/apr/24/aoc-joe-biden-exceeded-progressive-expectations (Erişim tarihi: 25.04.2021)
  9. Speech: A Foreign Policy for the American People, Antony J. Bilinken, Secretary of State, 03.03.2021, www.state.gov (Erişim tarihi: 04.03.2021)
  10. Joe Biden’s essay on Why America Must Lead Again, https://joebiden.com/americanleadership/ (Erişim tarihi: 04.03.2021)
  11. Blinken says China presents top challenge to US foreign policy, Al Jazeera, 03.03.2021, https://www.aljazeera.com/news/2021/3/3/blinken-says-china-presents-top-challenge-to-us-foreign-policy (Erişim tarihi: 04.03.2021)
  12. Suliman Adela, Biden meets ‘Quad’ leaders as U.S., allies step up efforts to counter China, NBCNews, 12.03.2021, https://www.nbcnews.com/news/world/biden-set-first-summit-quad-leaders-u-s-steps-efforts-n1260721 (Erişim tarihi: 12.05.2021)
  13. Dealing with China, The Economist, 20.03.2021, s.9
  14. Mirza Atthar ve Rauhala Emily, Here’s just how unequal the global coronavirus vaccine rollout has been, The Washington Post, 22.04.2021 (06.05.2021’de güncellendi), https://www.washingtonpost.com/world/interactive/2021/coronavirus-vaccine-inequality-global/ (Erişim tarihi: 13.05.2021)
  15. ABD’den Filistin’e yardımları yeniden başlatma kararı, Deutsche Welle Türkçe, 07.04.2021, https://p.dw.com/p/3rhM3
  16. Samuels Ben, Democrats urge Blinken to pressure Israel on Palestinian evictions in Jerusalem, Haaretz.com, 07.05.2021, https://www.haaretz.com/us-news/.premium-democrats-urge-blinken-to-pressure-israel-on-palestinian-evictions-in-jerusalem-1.9784038 (Erişim tarihi: 19.05.2021)
  17. Erlich Reese, Biden’s Bombing of Syria Is a Dangerous Step Backward, Commondreams.org, 05.03.2021, https://www.commondreams.org/views/2021/03/05/bidens-bombing-syria-dangerous-step-backward (Erişim tarihi: 13.05.2021)
  18. Erlich Reese, a.g.e.
  19. Benjamin Medea ve Davies Nicolas J.S., Trump and Biden’s secret bombing wars: One thing that hasn’t changed, Salon.com, 05.03.2021, https://www.salon.com/2021/03/05/trump-and-bidens-secret-bombing-wars-one-thing-that-hasnt-changed/ (Erişim tarihi: 05.03.2021)
  20. Arkin William M., Why we can’t end our endless wars, Newsweek Magazine, 30.04.2021, s.20-31
  21. Arkin William M., a.g.e.
  22. The New York Times’ın aktardığı bilgilere göre George Floyd’un öldürülmesinin ardından geçen birkaç hafta içinde Siyah Hayatlar Önemlidir hareketinin düzenlediği eylemlere 15 ile 26 milyon arasında kişi katıldı. Bu, ABD tarihinin en büyük toplumsal eylemeleri olarak tarihe geçti. Buchanan Larry, Bui Quoctrung ve Patel Jugal K., Black Lives Matter May Be the Largest Movement in U.S. History, The New York Times, 03.07.2020, https://www.nytimes.com/interactive/2020/07/03/us/george-floyd-protests-crowd-size.html (Erişim tarihi: 19.05.2021)
  23. Black Lives Matter Political Action Committee – BLM PAC
  24. Black Lives Matter 2020 Impact Report, Black Lives Matter Global Network Foundation
  25. Black Lives Matter Global Network Foundation, a.g.e.
  26. Snodgrass Erin, There were only 18 days in 2020 that US police didn’t kill somebody, Business Insider US, 17.04.2021, https://www.businessinsider.co.za/days-in-2020-that-police-didnt-kill-somebody-per-data-2021-4 (Erişim tarihi: 17.04.2021)
  27. Drew Kevin, Survey: U.S. Among 10 Worst Countries for Racial Equality, US News, 13.04.2021, https://www.usnews.com/news/best-countries/articles/2021-04-13/us-is-one-of-the-10-worst-countries-for-racial-equality (Erişim tarihi: 13.04.2021)
  28. Jones Dustin, 80% Of Asian Americans Say They Are Discriminated Against, NPR, 26.03.2021, https://www.npr.org/2021/05/16/997346466/80-of-asian-americans-say-they-are-discriminated-against (Erişim tarihi: 22.04.2021)
  29. Reinstein Julia, There Have Been At Least 3,795 Hate Incidents Against Asian Americans During The Pandemic, A New Report Shows, BuzzFeed News, 16.03.2021, https://www.buzzfeednews.com/article/juliareinstein/anti-asian-racist-hate-incidents (Erişim tarihi: 17.03.2021)
  30. Reinstein Julia, a.g.e.
  31. Gecker Jocelyn, California adopts first statewide ethnic studies curriculum, AP News, 19.03.2021, https://apnews.com/article/race-and-ethnicity-discrimination-california-f0eb208ca8186466b9271cbc61fa5c2c (Erişim tarihi: 05.04.2021)
  32. 1619 Project, The New York Times Magazine, https://www.nytimes.com/interactive/2019/08/14/magazine/1619-america-slavery.html
  33. Ujifusa Andrew, Biden Administration Cites 1619 Project as Inspiration in History Grant Proposal, Education Week, 19.04.2021, https://www.edweek.org/teaching-learning/biden-administration-cites-1619-project-as-inspiration-in-history-grant-proposal/2021/04 (Erişim tarihi: 03.05.2021)
  34. US: Congress Advances Slavery Reparations Bill, Human Rights Watch, 9 Nisan 2021, https://www.hrw.org/news/2021/04/09/us-congress-advances-slavery-reparations-bill (Erişim tairihi: 05.05.2021)
  35. Araştırmanın sonucuna göre beyazların yüzde 54’ü, İspanyolca konuşan kesimlerin yüzde 74’ü ve siyahların yüzde 82’si BLM hareketini “güçlü bir şekilde” destekliyor. Guskin Emily, Clement Scott ve Balz Dan, Americans support Black Lives Matter but resist shifts of police funds or removal of statues of Confederate generals or presidents who were enslavers, Washington Post, 21.07.2020, https://www.washingtonpost.com/politics/americans-support-black-lives-matter-but-resist-shifts-of-police-funds-or-removal-of-statues-of-confederate-generals-or-presidents-who-were-enslavers/2020/07/21/02d22468-cab0-11ea-91f1-28aca4d833a0_story.html (Erişim tarihi: 05.05.2021)
  36. Beyazların yüzde 62’si ve siyahların yüzde 97’si bu görüşü destekliyor. Bu görüşü destekleyenlerin oranları 2014 yılında sırasıyla yüzde 44 (beyazlar) ve yüzde 89 (siyahlar) şeklindeydi. Guskin Emily, Clement Scott ve Balz Dan, a.g.e.
  37. Vlamis Kelsey, House committee approves a bill to study reparations for Black Americans for the first time since it was introduced 32 years ago, Business Insider, 15.04.2021, https://www.businessinsider.com.au/house-committee-approves-bill-to-study-reparations-for-black-americans-2021-4?r=US&IR=T (Erişim tarihi: 05.05.2021)
  38. ABD’de, “nitelikli dokunulmazlık” olarak adlandırılan bir yasaya göre, mağdurun belirlenmiş yasal veya anayasal haklarının ihlal edildiğini makul ve açık bir şekilde kanıtlamadığı sürece, “takdir yetkisini kullanarak görevini yerine getiren” memurlara hukuk davalarından muafiyet tanınıyor.
  39. Majority of Public Favors Giving Civilians the Power to Sue Police Officers for Misconduct, Pew Research Center, 09.07.2020, https://www.pewresearch.org/politics/2020/07/09/majority-of-public-favors-giving-civilians-the-power-to-sue-police-officers-for-misconduct/
  40. More than 100 companies sign letter opposing U.S. state voting restrictions, Reuters, 16.04.2021, https://www.reuters.com/business/autos-transportation/more-than-100-companies-sign-letter-opposing-us-state-voting-restrictions-2021-04-14/ (Erişim tarihi: 16.04.2021)
  41. Sanders Bernie, The rich-poor gap in America is obscene. So let’s fix it – here’s how, The Guardian, 29.03.2021, https://www.theguardian.com/commentisfree/2021/mar/29/rich-poor-gap-wealth-inequality-bernie-sanders (Erişim tarihi: 29.03.2021)
  42. Sanders Bernie, a.g.e.
  43. Sanders Bernie, a.g.e.
  44. Markovits Daniel, We need to tax wealth, Time USA, 10.05.2021, s. 28
  45. Abramson Alana ve Bennett Brian, Biden’s bet on Big Government, Time USA, 10-17.05.2021, s. 10
  46. Abramson Alana ve Bennett Brian, a.g.e.
  47. Union Members Summary, Economic News Release, US Bureau of Labor Statistics, 22.01.2021, https://www.bls.gov/news.release/union2.nr0.htm (Erişim tarihi: 10.05.2021)
  48. US Bureau of Labor Statistics, a.g.e.
  49. At 65%, Approval of Labor Unions in U.S. Remains High, Brenan Megan, Gallup, 03.09.2020, https://news.gallup.com/poll/318980/approval-labor-unions-remains-high.aspx (Erişim tarihi: 24.04.2021)
  50. Union Loss May Bring New Phase of Campaign Against Amazon, Scheiber Noam, 9.04.2021, https://www.nytimes.com/2021/04/09/business/economy/amazon-labor-unions.html (Erişim tarihi: 24.04.2021)
  51. Seçimlerden bir gün önce, Pennsylvania eyaletinin Beaver kasabasında sendika üyelerinden oluşan bir kalabalığa hitap eden Joe Biden, “Bugüne kadar gördüğünüz en sendika dostu başkan olacağını” ifade etti. Aktaran: Wallace Alicia, Here’s why 2021 could be a big year for labor unions, CNN Business, 01.03.2021, https://edition.cnn.com/2021/02/28/business/labor-union-amazon-alphabet-nurses-biden/index.html (Erişim tarihi: 08.05.2021)
  52. Wallace Alicia, a.g.e.
  53. Wallace Alicia, a.g.e.
  54. Amazon Workers Vote Down Union Drive at Alabama Warehouse, Weise Karen ve Corkery Michael, The New York Times, 09.04.2021, https://www.nytimes.com/2021/04/09/technology/amazon-defeats-union.html (Erişim tarihi: 24.04.2021)

Enternasyonal Sosyalizm