Trans Hakları, Aşırı Sağ, Trans Dışlayıcı Radikal Feminizm ve Kapitalizm

Canan Şahin

Transların on yıllardır sürdürdüğü mücadelenin sonucunda elde edilen kimi kazanımlar başta ABD olmak üzere birçok yerde saldırı altında. ABD’de Cumhuriyetçiler ve onları destekleyen aşırı sağ, translara saldırıyı 2024’e giden seçim sürecinin adeta ana kampanyası haline getirdi.1 1974’te kadın hareketinin mücadelesi ile yasalaşan kürtaj hakkına yapılan saldırıyı da bu resme eklediğimizde2, günümüzde sağın cinsiyet kimliği, cinsel yönelim ve beden kontrolünü stratejik olarak merkeze koyduğu bir savaş içinde olduğunu iddia etmek doğru olur. Türkiye’de LGBTİ+’ların ABD ile kıyas götürecek veya yasal alanda ifadesini bulmuş kazanımları olmadığını ve her bir öğesi marjinalleştirilen bu topluluğun içinde transların ağır bir şiddetle sınandığını biliyoruz. ILGA’nın (Uluslararası Lezbiyen ve Gey Birliği) Avrupa raporuna göre, LGBTİ+ haklarında Türkiye sondan ikinci sırada.3 AKP-MHP koalisyonunun artan baskıcı politikalarının doğrudan hedefi haline gelen LGTBİ+’lar yıllardır dernek faaliyetlerini kampüs ve sokak eylemleri ile birleştirme konusunda sayısız engelle karşılaştı.4 Öyle ki, siyasetin ve devletin birçok kurumu homofobi ve transfobiyi başkanlık sisteminin getirdiği siyasi kutuplaşmanın kırmızı çizgisi olarak inşa etti. AKP-MHP koalisyonu bunu vaazlar, siyasi açıklamalar, koruyucu sözleşmeleri yırtıp atmalar ve açık polis şiddeti ile perçinledi.5 Ama 90’ların başından beri ilmek ilmek inşa edilen direniş hareketi geri çekilmek zorunda kalsa da varlığını sürdürdü, ihlalleri raporlamaya devam etti ve fırsat bulduğu her kitlesel eylemde en öne fırladı.

LGTBİ+’lara baskının zirvede olduğu 2019 yılında trans dışlayıcı radikal feminizm (TERF) diye adlandırılan eğilim Türkiye’de bazı feminist akademisyenlerin sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımlarla görünür hale geldi.6 1970’lerde transların cinsiyet kimliklerini gayri-meşru gören ve ‘kadınlık’ tarifini hem transları içermeyecek şekilde yapan hem de transların cis-kadınların mücadelesine zarar verdiğini ve vereceğini iddia eden radikal feminist yazın, yeni bir dille yeniden, önce İngiltere’de ve Amerika’da ve biraz gecikmeyle Türkiye’de dolaşıma girdi. Bu yazı aşırı sağın translara açtığı savaş ile TERF’lerin söylem ve kampanyalarının, biri sağdan biri soldan olmak üzere, iki şeyi yarattığını iddia ediyor. Birincisi, bu saldırı iklimi trans çocuklar, onların ebeveynleri ve trans yetişkinler için büyük bir yaşamsal tehdidi içermektedir. İkincisiyse, trans varoluşunun reddi ya da bu varoluşa duyulan şüphe üzerinden yaratılan bölünmenin sağı militanlaştırırken, ezilenleri bölünmeye itiyor oluşudur. İkincisinin önemi translara saldırı dalgasına kitlesel ve kararlı bir direniş sergilemeyi engelleme riski taşımasından ve bu saldırının arkasından gelecek bütün diğer cinsiyetçi ve baskıcı atmosfere kapı aralıyor olmasından kaynaklanıyor.

Aşırı sağ hem dinsel hem de seküler kanadıyla, aile kurumu etrafında kurumsallaştırdığı heteronormatif7 ve cisseksist8 statükoyu agresif bir şekilde yeniden inşa etmeye çalışırken, kapitalizmin içine girdiği çoklu krize de ahlaki bir gericilikle yanıt üretiyor. Translara açılan savaşa sık sık “moral wars”9 yani “ahlak savaşları” denmesinin altında iki yüz yıldır kendi çıkarları etrafında şekillenen ahlakını ezilenlerin ahlakı haline getirmeye ant içmiş gerici bir sınıfsal refleks yatıyor. Meselenin vahametini ve geldiği endişe verici boyutu anlamak açısından Amerika’daki trans karşıtı politik iklime yakından bakalım.

Geçen yıl devletin sağlık alanında topladığı verilerden yola çıkarak yapılan bir tahmine göre, ABD’de kendini trans olarak tanımlayan çocuklar bütün çocukların yüzde 1,4’ünü oluşturuyor. Bu oldukça küçük yüzde için verilen sağlık hizmetleri ve eğitim sürecindeki destek mekanizmaları Cumhuriyetçilerin hedef tahtasında. Sadece 2023 yılında, 49 eyalette toplam 504 trans karşıtı yasa tasarısı tartışıldı.10 Şu ana kadar bu tekliflerin 45 tanesi yasalaştı, 362 tanesi hala aktif, 92 tanesi yenildi. North Dakota’da trans kız çocuklarının spor takımlarına girmesi yasaklanırken11, Texas’ta öğretmenlerin LGTBTİ+larla ilgili konuları tartışmalarına sansür getirildi.12 Yine aynı eyalet hem çocukları için cinsiyet-onay hizmeti almaya çalışan ebeveynleri cezalandırmayı hem de bunu yapmayı reddeden bölge savcılarını cezalandırmayı hedefleyen bir yasa geçirdi.

Bu yasa tasarılarının sonuçlarının trans çocuklar için ölümcül olabileceği ortada. Birçok trans aktivist ve translara hizmet veren sosyal hizmet ya da sağlık çalışanı, trans çocuklar üzerinden yaratılan korkunun zaten zor olan hayatlarına ne kadar büyük bir şiddet getireceğinin altını çiziyor.13 Ortada son yüz yılda transgender ve transseksüellerin sağlık ve destek hizmetlerine dair elde ettiği bütün kazanımları ortadan kaldırmaya kilitlenmiş bir kampanya var. Texas valisi 15 aileye çocuklarının trans kimliklerini tanıdıkları ve destek aradıkları için çocuk istismarı incelemesi başlattı.14 Bu çocuklar ailelerinin ellerinden alınabilir. Alabama eyaleti sadece ebeveynleri değil cinsiyet-onay hizmeti veren ruh ve beden sağlığı çalışanlarını da hedefe koyan bir yasa geçirdi.

Hakkında kıyamet koparılan bu hizmetler transları patolojize eden baskıcı tıbbi geleneğin nihayet dönüşmeye başladığı bir dönemde sağlık kurumlarını yeniden transfobik temelde yapılandırmayı hedefliyor. Ergenlik bloklayıcı ilaçlar ya da hormon terapileri, geçiş sürecini başlatan trans çocukların bu süreci daha az travmatik yaşamalarını sağlıyor. Trans çocuklar bu hizmetlerle tıbbi kayıtlara doğumda atanan değil seçtikleri isimleriyle kaydoluyorlar ve cinsiyet kimliği bu onay sürecinin bir parçasını oluşturuyor.15 Julia Serano, trans karşıtı nefret dalgasının yarattığı moral paniğe cevap verirken trans çocukların toplumsal cinsiyeti sorgulayan çocuklardan farklı olarak tutarlı, sürekli ve ısrarlı bir biçimde kimliklerini ifade ettiklerini ve bunun sonucunda onaylayıcı sağlık hizmetlerine ve geçiş desteğine ulaştıklarını söylüyor.16 Geçirilmek istenen trans-karşıtı yasalarla okullarda danışmanlık hizmeti veren personelin aile ile bilgi paylaşma zorunluluğu getiriliyor17, soyunma odası ve tuvaletler trans çocuklara kapatılıyor.18

Translar arasında intihar oranlarının fazla olduğu da bilinen gerçeklerden biridir. Yapılan anketler, transların en az yarısının hayatının bir döneminde intiharı düşündüğünü ve her beş transtan birinin intihar teşebbüsünde bulunduğunu gösteriyor.19 Var olan sistemde erken ergenliğe giren çocuklara ergenlik bloklayıcı ilaç tedavisine onay verilirken, transfobik sağ, trans çocuklar söz konusu olduğunda, ellerinde yeterli kanıt olmamasına rağmen bu tedavilerin yan etkilerinden bahsetmeye başlıyor.20 Bu süreç sonunda intersex, na-binary21 tüm bireylerin kimliklerinin güncellenmesinin önüne geçiliyor. Bir diğer saldırı alanı da ifade özgürlüğüne dair. Drag22 şovlar ya da drag queen’lerin çocuklara hikayeler okuduğu kütüphane saatleri yasaklanıyor.23

Görünen o ki Roe v. Wade ismiyle yasalaşan kürtaj hakkına yapılan tarihsel saldırının arkasından transları hedefleyen dalga ABD’de siyasi kutuplaşmayı bu konu üzerinden örmeye devam edecek. Batı’da trans karşıtı iklim sadece ABD ile sınırlı değil. Kanada’da aşırı sağ parti PPC (People’s Party of Canada) 2021 seçimlerinde insan hakları kapsamını tanımlayan C-16 kodlu yasanın transları da içeriyor olmasından duyduğu rahatsızlıkla bu yasanın geri çekilmesi için kampanya yapmıştı.24 Aşı karşıtı büyük konvoy içinde “Toplumsal cinsiyet ideolojisine son” dövizleri de vardı. Şimdilerde aşırı sağ Drag Queen hikâye saatlerini bloke etmek için kimi şehirlerde eylemler düzenliyor. Muhafazakâr sağ, çocukları korumak adı altında yürüttüğü bu savaşla trans çocuklara psikolojik şiddet uyguluyor, güvenli bir ortamda okumalarının ve yaşamalarının önünü kapatıyor, ailelerini çaresizleştiriyor. 2022’den beri hızlanarak devam eden bu saldırı dalgasının kullandığı kimi argümanların TERF’ler tarafından da benimsenmiş olması son derece kaygı verici. Bunu söylerken şu gerçeğin de altını çizmekte fayda var: Dünya genelinde, kadın hareketinde trans dışlayıcı fikirler hegemonik olmaktan oldukça uzaktır. Ama tartışmanın sosyal medya ve kampüsler üzerinden yarattığı yaralayıcı sonuçlar, etkin olmamasına rağmen TERF söylemleri ciddiye almamız gerektiğini gösteriyor.

TERF’lerin, tarihsel olarak ezilen bir grubun çıkarlarının (cis kadınların) bir diğer ezilen grubun (trans kadınlar) kazanımları tarafından tehdit edildiğine dair iddiaları25 tamamen yanlıştır. Cis kadınlar için güvenli alanlar olarak tabir edilen soyunma odaları ve tuvaletler aynı zamanda trans kadınlar ve na-binaryler için de güvenli alanlardır. Bu alanların gerçek dışı bir tehdit algısı ile bekçiliğini ancak sağcılar yapabilir ve öyle de oluyor. Kadınlara yönelik şiddetin uygulayıcıları tuvalet ya da soyunma odalarındaki trans ya da na-binaryler arasından değil birinci dereceden ilişki içinde olduğumuz aile şürekamızdan çıkmaktadır. Böyle bir tepki feminizmin içinden çıktığında, bunun sonucu transları güvensiz alanlara iterek tehlikeye daha açık hale getirmeleri oluyor. Kimi TERF’ler, geçiş sürecini ‘kusursuz’ bir biçimde tamamlamış trans kadınlara bu alanı açmayı lütfediyorlar. Oysaki tek bir translık deneyimi ya da tek bir geçiş süreci yoktur. Beden polisliği ve bu konuda ideal bir varış noktası saptamak baskıcı bir fikirdir. Hem özcü hem biçimci bu bakış açısı biyolojik ve estetik kriterlere uymayanları elemekte beis görmüyor. TERF akımın 1979’da ana argümanlarını üretmiş olan Janice Raymond şöyle yazıyordu:

Bütün transseksüeller gerçek kadın biçimini (formunu) yapay bir dokuya indirgeyerek ve bu bedeni kendilerine malederek kadınların bedenine tecavüz ediyor… Transseksüeller kadınları istila etmenin en bariz aracını sadece kesip atıyorlar, bu yüzden de istilacı değilmiş gibi görünüyorlar.26

Janice Raymond bir başka transfobik radikal feminist olan ve translara “Frankenstein” diyen Mary Daly’nin öğrencisiydi.27 ABD hükümeti için 1980’de yazdığı raporda neden translara tıbbi hizmet verilmemesi gerektiğini anlattı ve bu siyasi kampanyanın etkisiyle özel sigorta şirketleri bile translara poliçe yapmayı reddetti.28 1970’lerde anaakım gey haklarından dışlanan translar 1980’lerde de böyle bir iklimde mücadeleye devam ettiler. LGBTİ+ hareketinin milenyuma yaklaşırken gerilettiği TERF geleneği klozetten yeniden çıktığında aynı transfobiyi başka argümanlarla devam ettirdi. Avustralyalı bir TERF olan Sheila Jeffreys şöyle yazıyordu:

[Transseksüel ameliyat] Sovyetler Birliği’ndeki politik psikiyatriye benzetilebilir. Bence transseksüelizm en iyi bu şekilde anlaşılabilir – insan haklarının doğrudan siyasi ve tıbbi istismarı olarak. Sağlıklı bedenlerin sakatlanması ve bu bedenlerin tehlikeli ve yaşamsal tehdit arz eden tedavilere sürekli maruz bırakılması bu insanların içine doğdukları bedende itibarlı bir yaşam sürme haklarını ihlal ediyor.29

Nasıl bir gelenekten bahsettiğimiz sanırım farklı dönemlerde yazılmış iki perspektifteki ortaklıktan anlaşılabilir. İngiltere’de ise trans karşıtı siyaset 2004’te Toplumsal Cinsiyet Onay Yasası’na karşı (Gender Recognition Act) TERF’lerin kampanya yapmaya başlamasıyla alevlendi. Yıllardır öz-tanımlama (self-identification) hakkı için mücadele eden translar Cinsiyet Onay Belgesi (Gender Recognition Certificate) için ön gereklilik olan medikal ve psikiyatrik tanılara, bürokratik ve aşağılayıcı süreçlere karşı çıkıyordu. Bu yasaya karşıt olarak gelişen trans dışlayıcı radikal feminist söylemler İngiltere’yi TERF adası30 haline getirdi. Kadınlığı biyolojik indirgemeci bir anlayış üzerinden tarif eden bu feminizm ekolü toplumsal cinsiyet kavramına ‘eleştirel’ bir yaklaşım sunuyor (gender critical). Hatta TERF kavramının bir hakaret olarak kullanıldığını iddia edip kendilerine ‘toplumsal cinsiyet eleştirel feministler’ denmesini talep ediyorlar.31 Kadınların biyolojik farklılıkları nedeniyle ezildiklerini ve ikincil konuma yerleştirildiklerini, dolayısıyla biyolojik vasıfları itibariyle dişil genital organlarla doğmamış birinin kadın olamayacağını32; hatta olsa bile bunun cis kadın deneyiminin getirdiği ezilmeyi getirmediğini öne sürüyorlar. Sonuç olarak, eril bedende doğmuş olanların bu bedenin ayrıcalıkları üzerine kurulu bir sistemin parçası olduklarını iddia ediyorlar. Yani TERF’lere göre, hormonlar ve ameliyatla gerçekleşen geçiş biyolojik cinsiyeti değiştirmez, çünkü bireyin “özü” doğuştan sahip olduğu ve daha sonra içinde sosyalleştiği bedenden kopamaz.

Bu indirgemeci ve özcü yaklaşım trans kadınlara “kadın olarak yapılandırılmış erkek transseksüel”33 diyerek cis kadınların etrafına nüfuz edilemeyecek bir güvenlik sınırı inşa ediyor. Trans kadınların kadınlık kimliğini tanımayan ya da bu kimliğe şaibe, küçümseme ve zehirli bir kibirle yaklaşan tutumları tarif etmek için ‘transmizojini’34 kavramı kullanılıyor. Türkiye’de 2019’da ortaya çıkan trans dışlayıcı akademik radikal feminist söylemler trans kadınların bir dönem erkek bedeninde sosyalleştiğini, bu yüzden “erkeklikleriyle barışık”35 olduklarını öne sürerek, TERF söylemlere içkin transfobiyi ifşa eden trans kadınları “feminist hareket üzerinde iktidar kurmaya girişmek” ile itham etti. Trans kadınların meşruluğuna soru işareti ile yaklaşan bu tutumlar biyolojik köken ve cinsiyet kimliğini doğrusal bir çizgide tahayyül ederek eril-dişil ikiliğine dayalı cinsiyet kimliği anlayışını perçinliyor.

TERF’ler ikili cinsiyet sisteminin kapısını tutup bekçiliğini yaparak hem bu alanlara girişin gözetimini ve denetimini kendilerinde hak görüyor hem de normlara uymayan beden, kimlik ve deneyimleri dışlamayı kadın hakları savunuculuğu olarak sunmaya çalışıyor. Doğuştan atanan cinsiyet kimliği içinde sosyalleşmek bir ayrıcalık değil translar için bir şiddet ve baskılanma deneyimi iken36, TERF söyleminde bu süreç trans kadınları ‘kadınlık’ mecrasından dışlamanın gerekçesi olarak sunuluyor. Cinsiyet polisliği yapmaya çalışanlara karşı verdiği bir röportajda trans aktivist Defne Güzel cinsiyet kimliğinin çok yönlülüğüne dikkat çekiyordu:

Cinsiyet kimliği, kişilerin kendilerini ait hissettikleri ve özdeşim kurdukları cinsiyetlerini ifade eden bir tanım. Cinsiyet kimliği dışardan bakılarak anlaşılamaz ve sadece bedenle ilgili de değildir. Kişilerin öz belirlenim hakkıyla, kendi bedenleri üzerindeki tasarruflarında özgür olabilmeleriyle, toplumsal yaşama eşit ve özgür katılabilmeleriyle de ilişkili ve sosyal ya da psikolojik yönleri de olan bir kavram.37

Kimin hangi kategoriye ait olduğunu tasniflemeye çalışan ve trans kadınların kamusal görünürlük, onaylayıcı tıbbi ve psikolojik destek talepleri ile ilgili cis kadınlarda bir korku ve kaygı hissiyatı yaratmaya çalışan TERF argümanlar ne yazık ki transfobik feministleri sağcılarla yan yana getiriyor. İzlandalı na-binary trans bir aktivist-yazar-film yapımcısı “diğer kişilerin ve bedenlerin bekçiliğini yapmak bize düşmez” diyerek aslında kişinin kaderini tayin hakkını politik bir ilke olarak ortaya koymuş oldu.38 Nasıl solda ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkı enternasyonalizm ile şovenizm arasındaki ayrımı belirleyen bir ilke ise bireylerin cinsiyet kimliklerini, cinsel yönelimlerini ve cinsiyet sistemine uymayan varoluşlarını belirleme, ifade etme, ve itibarlı bir yaşam sürme hakkını tanımak da transfobik olanlarla olmayanlar arasında ayrım yapan bir turnusol kağıdıdır. Medikal ve psikiyatrik alan, bilimsellik kılıfının arkasına gizlenerek, çok uzun bir süre boyunca ikili cinsiyet rejiminin bekçiliğini yaptı. Tarihi çok yakın olan transgender onaylayıcı sağlık hizmetleri büyük mücadeleler sonucunda çok az yerde kazanılabildi. Bu ülkelerde sağın ve TERF’lerin makasında direnen translar, cis bedenlerin, kimliklerin ve deneyimlerin norm olarak sunulmasına ve transgender bedenlerin, kimliklerin ve deneyimlerin gayrı meşru, asılsız, kusurlu ve şaibeli görülmesine karşı mücadele ediyor.

Defne Güzel’in yukarıdaki tanımını destekleyecek şekilde, Julia Serano da trans kimliğinin deneyimsel olduğunun altını çiziyor. Serano’ya göre insanlar cinsiyet kimliğini içsel bir deneyim olarak yaşar ve kimi zaman bunu bastırırlar, kimi zaman ise bu içsel deneyimi cinsiyet sistemine uymayarak ya da özdeşleştikleri toplumsal cinsiyete geçiş yaparak dışa vururlar.39 Ve biçimi nasıl olursa olsun, dışa dönük cinsiyet kimlik ifadesi transların büyük riskler alarak girdikleri bir yolculuktur. Serano’ya göre, sistemik transfobiye rağmen geçiş yapan herkes cinsiyet uyumsuzluğunun (beden disforisinin)40 yoğunluğuna ve cinsiyet kimliğinin keskinliğine dair bir kanıt sunuyor. Yani geçiş sürecini başlatmanın birçok trans için doğuştan atanan cinsiyet kimliğinde yaşamaktansa transfobinin yarattığı stigma ile yaşamak yönünde yapılmış cesur bir tercih olduğunu söylüyor.

Geçiş süreci ve sınır kontrolü, küresel kapitalizmin, iki açıdan en önemli gündemidir. Hatırlarsak eğer 2015 yılında dünya genelinde aşırı sağın hedefinde göçmenler vardı. Kısa bir süre sonra göçmen karşıtlığının yanına militan bir trans düşmanlığı eklendi. Göçmen düşmanlığı ile transfobinin el ele gidiyor olmasının altında ilginç bir bağlantı var. Göçmenlerin/mültecilerin sınırları aşarak yaptıkları geçiş yolculuğunun topluma bir tehdit oluşturduğunu, göçmenlerin tehlikeli olduklarını, kültürel uyumlarının imkânsız olduğunu iddia ederek aşırı sağcılar sınırların kapatılmasını talep ediyor. Benzer bir biçimde transların sınır ihlali yaptığı iddiası da geçiş süreçlerini ahlaki bir panik ve kültürel bir savaşla engellemeye çalışıyor. Nasıl göçmenler kendilerini sahip oldukları becerileri ya da toplumsal normlara uyum kabiliyetlerini sürekli kanıtlamak zorunda bırakılıyorlarsa, translar da baskıcı yasalar, iş yerinde ayrımcılık, sağlık ve eğitim hizmetlerine erişimde zorluklar, yeniden üretim süreçlerinde özel alana itilerek yalnızlaştırılma suretiyle hem üretim hem de yeniden üretim süreçlerinden dışlanıyorlar.

O yüzden transfobiyi sıklıkla diğer baskıcı ideolojilerin yanında görüyoruz. Aşırı sağ zaten ‘Kültürel Marksizm’ adını koyduğu bir fikir paketine karşı savaşıyor. Trans hakları, kürtaj hakkı, siyahların ırksal adalet hakkı gibi bir dizi alan onlar için beyazların üstünlüğünün altını oymak için girişilmiş bir komplo. ‘Toplumsal cinsiyet ideolojisi’, ‘kültürel Marksizmin’ yapı taşlarından biri bu fikre göre. Toplumdaki hiyerarşilerin doğal olduğunu iddia eden aşırı sağ kadınların düşük ücret alıyor olmalarının, ırkçılığa uğrayan siyahların ve diğer görünür azınlıklıkların beyazlardan daha kötü koşullarda yaşıyor olmalarının doğal bir gelişmişlik farkının sonucu olduğunu ve konumuzla ilgili olarak da transların biyolojik sınırları ihlal ederek cis kadınlara bir dayatmada bulunduklarını iddia ediyorlar. Gerici evrimsel biyoloji ve komplo teorilerinin bir sentezinden oluşan fikir dünyası ile seküler aşırı sağ, gittikçe daha örgütlü hale gelen dinsel muhafazakarlıkla birleşip günümüzde yaşanan sistemsel çöküşe hiyerarşilerin daha disipliner bir şekilde yeniden tesis edilmesi arzusuyla yanıt veriyor. Tam da bu yüzden gerici, nostaljik, muhafazakâr ve ahlakçılar. Bu anlamıyla, trans karşıtı tutum sadece transları hedef almakla kalmıyor, kapitalist toplumdaki tüm baskı biçimlerini mistikleştirme ve doğallaştırma çabası da gösteriyor.

Türkiye bağlamında ise bir yanda 2016’dan beri AKP-MHP koalisyonunun yarattığı transfobik, homofobik ve kadın düşmanı söylemler ve pratikler, diğer yanda transları sürekli cis kadınlarla karşı karşıya getirmeye çalışan ve bunu meşru-masum-derinlikli-akademik-felsefi tartışma girişimleri olarak savunan TERF’ler var. Başka ülkelerden verilen örnekler aslında bunun nasıl bir küresel iklimde yaşadığımızdan bağımsız olmadığını gösteriyor. Bu yüzden yerel değil küresel bir saldırı-direniş ekseninde olduğumuzu bilerek mücadele etmek zorundayız. Yazının geri kalan bölümünde ezilenleri bölmek, toplumda marjinalleştirilmiş diğer guruplara yapılacak saldırıları meşrulaştırmak ve sağı konsolide etmek için koçbaşı olarak kullanılan transfobik dalgayı tarihsel materyalist bir çerçeveye oturtmaya çalışacağım. Marksist teorinin araçları kullanılarak yapılacak bu analizde çok kapsamlı olmamakla birlikte kesişimsellik, ayrıcalık ve kuir teori ile Marksizmin ayrım noktalarının altını çizmeye çalışacağım.

Transfobik saldırıların ardındaki sınıfsal çıkarlar

Sosyalist bir trans olan Laura Miles yeni transfobi saldırı dalgasını anlamaya çalıştığı kitabına şu soruyla başlıyor: Eğer kadınların ezilmesi, homofobi, transfobi ve transmizojini birbiriyle bağlantılı ise, buna karşı mücadele ile kapitalist sistemi değiştirme mücadelesi nasıl birbiriyle ilişkilendirilebilir?41 Bu soruya yanıt vermek öncelikle yukarıda kısmen anlatmaya çalıştığım politik iklimi iyi anlamakla mümkün. Küresel kapitalizm üç krizle aynı anda boğuşuyor: gezegenin sonunu hazırlayan iklim krizi, pandemi sonrası her yerde yüksek enflasyon ve ekonomik durgunlukla kendini gösteren ekonomik kriz, ve politik merkezin istikrar üretemediği için çözülmesiyle ortaya çıkan siyasi kriz. Bu dinamikler hem aşırı sağa merkez karşıtı bir dille mobilize olma olanağı veriyor hem de son dönemde İngiltere ve Fransa’da kitle grevlerinde kendini gösteren işçi sınıfı eylemliliklerini tetikliyor. Trump ve Bolsonaro’nun seçimlerde aldığı yenilgi siyasi kutuplaşmayı sonlandırmadığı gibi kırılan faylar hareket etmeye devam etti. Bu ortamda trans ve na-binaryler her gün ikili cinsiyet sisteminin kısıtlılıkları içinde hayatlarını idame ettirmeye çalışırken, anlaşılmama, düşmanlık, aşağılanma, marjinalize edilme, aile desteğinin kaybı ve kişisel şiddete maruz kalma ile mücadele ediyorlar. Eğer sistemik krizle transfobik saldırı dalgası arasında bir ilişki varsa, bu sistemin neden translar üzerinde baskı üreten bir sistem olduğunu kavramak zorundayız.

Marx, toplumsal fikirlerin – ki bu fikirler cinsiyet kimliği, cinsellik ve toplumsal cinsiyetle ilgili fikirleri de kapsar– ihtiyaçlarımızın üretimini ve yeniden üretimimizi nasıl organize ettiğimizle ilişkili biçimde oluştuğunu iddia eder. Diğer bir değişle, fikirler boşlukta oluşmazlar. Hem kaynakları vardır hem de bir amaca hizmet ederler. Hem kaynakları hem de hizmet ettikleri amaç sınıfsal çıkarlarla yakından ilişkilidir. Marx’ın metodu bu ilişkiyi açığa çıkarmamızı sağladığı için önemlidir. O zaman şu soruları sormamız gerek. Transfobik saldırılara içkin sınıfsal çıkarlar nelerdir? Toplumsal cinsiyet çeşitliliği ve cinsel yönelim farklılıkları toplumların tarihi boyunca vardı ise – ki böyle olduğunu biliyoruz– translar hangi dönemde ve nasıl baskı görmeye başladılar? Heteroseksizme dayanan ikili cinsiyet rejiminin katılaşması eğer toplumdaki cinsiyet kimliklerinin bazılarını norm dışına itmenin kökeninde yatıyorsa bu cinsiyet rejimi nasıl ortaya çıktı? Bu sorulara vereceğimiz yanıtlar, nasıl bir mücadele edeceğimizi de etkileyecekse, o zaman bir soru daha ekleyebiliriz: İhtiyaçlarımızı üretmek ve kendimizi yeniden üretmek nasıl organize edilmeli ki ikili cinsiyet rejimi norm olmaktan çıksın ve özgürce kimliklerimizi, yönelimlerimizi yaşayabilelim?

Kadınlık ve erkeklik kategorilerinin farklı görev ve değerlerle katılaşması sınıflı toplumların ortaya çıkmasıyla olmuştur. Yerleşik tarım toplumlarının artı-ürün üretme kapasitesi arttıkça hem tarlada çalışacak yeni nesillere duyulan ihtiyaç artmış hem de çocuk doğurma kapasitesinin getirdiği kesintilerin yarattığı üretkenlik kaybı kadınları üretim alanından yeniden üretim alanına itmiştir.42 Bunun sonucunda, kadınların zenginlik üzerinde kurabileceği kontrol kaybolmuştur. Bu süreç sadece cinsiyetler arasında sınıfsal bir bölünme yaratmakla kalmamış, aynı zamanda biyolojik kapasitelerin cinsiyet tanımının kökeni olmasını sağlayan kadınlık ve erkeklik tanımını da pekiştirmiştir. Yani çocuk doğurma kapasitesiyle eşleşmeyen kadınlık kimlikleri ve tek eşlilik aracılığıyla yeniden üretim sürecine değersizleştirilmiş bakım emeği ile katkıda bulunmayacak cinsiyet kimlikleri zenginliğin üretimine ve aktarımına sekte vuran kimlikler olarak baskı altına alınmıştır. Aynı şekilde üreme işlevi ile tamamlanmayan cinsellik pratikleri de toplumda ortaya çıkan iş bölümüne tehdit olarak görülmeye başlanmıştır.

Artı-ürün üzerinde kontrol sahibi olan erkekler aynı zamanda zenginliğin transferini de düzenlemiştir. Bu ise bugün çekirdek aile biçimde kurumsallaşmış olan ama o dönem farklı formlara sahip tek-eşliliğin dayatılması ile sonuçlanmıştır. Serveti, mülkü ve unvanları devrederken derinleşen sınıf karşıtlıkları aynı zamanda cinsiyet rollerinin, biyolojik temelli kimliklerin, heteroseksüel cinsel pratiğin de norm haline gelmesini sağladı. Leslie Feinberg, translara, cinsiyet-değişimine, interseksliğe, kadınlara ve eşcinsel aşka duyulan düşmanlığın sınıf karşıtlıklarının derinleştiği her yerde bir kalıp haline geldiğini söylerken yukarıda anlatmaya çalıştığım sürece işaret ediyor.43 Sömürgeciliğin yayıldığı dönemde Avrupa merkezli siyasi iktidarın dini-ideolojik araçları Amerika’da, Afrika’da ve Hindistan’da translara karşı soykırıma varan bir savaş yürüttü. Bu tarihsel materyalist açıklama kimilerine indirgemeci gelebilir fakat eğer toplumlarda dini öğretiler dahil olmak üzere egemen fikir setleri ile üretim/yeniden üretim süreçlerini birbiriyle ilişkilendirmezsek mücadeleyi fikirler düzlemine sıkıştırma riski taşırız.

Bu yazı sınıflı toplumların geçirdiği büyük tarihsel dönüşümleri özetleme amacı gütmüyor. Ama kapitalizmin ortaya çıkışının cinsiyet, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim açısından nasıl dinamikler ortaya koyduğuna bakmak da gerekiyor.

Endüstriyel üretim süreçlerine, kentlere göçerek (çoğunlukla zorunluluk sonucu) dahil olan işçiler feodal aile biçiminin yoksullar arasında çözüldüğü ağır bir sömürü deneyimi yaşadılar.44 Ortalama yaşam süresinin işçiler arasında çok kısaldığı bu dönemde işçilerin yeniden üretim krizi kapitalizmin yeniden üretim krizine yol açtı. Kapitalist devletler ya ailenin üstlendiği işlevleri yerine getirecek mekanizmalar yaratacaktı ya da toplumsal iş bölümünü cinsiyet temelli olacak şekilde yeniden yapılandıracaktı. Tabii ki maliyeti daha az olduğu için ikincisini tercih ettiler. İşçi sınıfı ailesi burjuva ailesi imgesi etrafında örülen medeni kanun düzenlemeleriyle norm haline getirildi. Kadınlığı biyolojik doğurganlık kapasitesi üzerinden tanımlayan cinsiyet kimliği geleneği artı-değer sömürüsünün yoğunlaştığı kapitalist toplumlarda kendi özgün ifadesini buldu ve ikili cinsiyet rejimi yeniden tesis edildi. Laura Miles bu süreçte iki şey yapıldığını iddia ediyor. Birincisi, işçi sınıfı, orta sınıfın ahlaki değerlerine yaklaştırıldı; yasal ve toplumsal mekanizmalarla denetlenen bu ahlak rejimi üretimin maliyetini düşürdü. İkincisi ise şudur; ideolojik hegemonya heteroseksüel aileyi kutsayarak homofobi ve transfobiyi yeniden kurumsallaştırdı. Heteroseksüel ailenin devamlılığı kapitalizmde üretim ve yeniden üretim için gerekli iş bölümünün sürdürülebilirliği için hayati öneme sahip hale geldi. Böyle bakıldığında, biyolojik özcülük üzerine kurulu TERF ve aşırı-sağ ideoloji sınıflı toplumlarla rijitleşen ve değişmezlik atfedilen cinsiyet rejimini ve o rejimin içerdiği erkek üstünlüğüne dayalı iş bölümünü (TERF’ler için niyetten bağımsız demek doğru olabilir) meşrulaştırmış oluyorlar.

Marksizm toplumsal cinsiyeti ne biyolojik indirgemecilikle ne de doğa/kültür ikiliği üzerine kurulu toplumsal cinsiyet inşası teorisiyle açıklar. Birincisi özcü, ikincisi mekanik olan bu teoriler insan biyolojisinin tek yönlü olmayan karmaşıklığını kavrayamaz. Üreme organları, cinsel organlar, beyinlerimizin yapısı ve gelişimi kompleks süreçler içerir. Dolayısıyla biyolojik ve toplumsal süreçler arasındaki ilişki ne indirgenebilir ne de mekanik bir dizgeselliğe tabii tutulabilir. Bilimin araçları kullanılarak yapılan her türlü transfobik ve homofobik girişim siyahları yüzyıllarca bilimsel araçlarla ırksallaştıran çabalara çok benziyor. Sağdan ve soldan yapılan her türlü özcü transfobik girişim, sömürü ve baskı sistemine direnmek için ortaya çıkan kimlikleri kültürel, ırksal, milli ya da cinsel üstünlük üzerine kurulu baskı kimlikleriyle yer değiştirmeye çalışıyor. Beyaz üstünlükçülüğü, erkek üstünlükçülüğü, heteroseksizm, cisseksizm, transmizojini egemen sınıfların işine yarayan baskıcı kimlikleri inşa etmeye hizmet eder.

Kesişimsellik

Transfobi ile mücadelenin çok merkezi bir yer tuttuğu güncel küresel politik atmosferde, mistikleştirilen ve doğallaştırılan sınıfsal bölünmüşlüğü açığa çıkarmak yeni direniş olanakları sunacaktır. Marksizmin sınıf indirgemeci olduğu iddiasıyla ortaya çıkan bir dizi teori bugün aktivistler arasında ve akademik mecralarda oldukça yaygın. Bunlardan biri kesişimsellik teorisidir.45 Crenshaw’un geliştirdiği; sınıf, toplumsal cinsiyet ve ırk eksenlerinin kesişmelerinin ezilme deneyimlerini nasıl biçimlendirdiğini anlama gayreti güden bu teori ırkçılık ve cinsiyetçiliğin sınıfsal bölünmelerle birleştiğinde nasıl katmanlı, derin, eşitsiz konumlanışlar yarattığını anlamamıza yardımcı olmakla birlikte bir zayıflığı da içinde barındırmaktadır. Kesişimsellik, yukarıda üçlü ayağını sıraladığım pozisyonları, birbirleriyle kesişim içinde işleyen ve analitik olarak denk kategoriler olarak ele alıyor. Sınıfsal sömürü, cinsiyetçilik ve ırkçılık, kesişimsel analitik düzlemde, kişilere ya da gruplara farklı koordinatlar belirleyen eksenler olarak görülür. Oysa sınıf kimliği, Marksizme göre sadece bir ezilme kimliği değil aynı zamanda bir sömürü kimliğidir. İşçi sınıfının sisteme meydan okuma gücü ezilmesinin şiddetinden değil sömürü mekanizmasının onu konumlandırdığı yerdeki somut gücünden kaynaklanır.

Tabii ki kadın işçiler erkek işçilerden daha fazla sömürülmektedir. Hem kadın ve hem siyah olan işçiler daha fazla sömürülmekle kalmayıp daha sistematik ayrımcılıklara maruz kalmaktadırlar. Trans kadın siyah bir işçi bir dizi ezilme deneyimiyle sömürü deneyimini daha da katmerli yaşar. Ezilen farklı kimliklerin bir arada bulunduğu işçi sınıfının bir kısmı egemen sınıfların medya, eğitim, dini otoriteler ve siyasi kanallar aracılığı ile yaydığı ayrımcı fikirlere açık olabilir. Cinsiyetçi, transfobik, ırkçı fikirler taşıyabilir, hatta bizzat tutum ve eylemleriyle bu ideolojileri sürdürmeye katkıda bulunabilir. Lakin bunu yaptığı her seferde kendi topuğuna kurşun sıkar ve esas çıkarı sömürü sisteminin alt edilmesinde yatarken egemen sınıfın çıkarına dolaylı olarak hizmet eder. O yüzden işçi sınıfının transfobiye, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ve homofobiye karşı savaşı aynı zamanda kapitalizme karşı mücadelede kendi saflarını egemen sınıfın hegemonyasından kurtarma, geçmişin hayaletlerini öldürme, zehirli fikirlerden arındırma mücadelesidir. İşçi sınıfı kendini özgürleştirirken saflarını sıkılaştırmak zorundadır ve bunu ancak toplumdaki ezilme ilişkileriyle sömürü ilişkisi arasındaki bağı kavrayarak yapabilir. Bunu mümkün kılacak en önemli organlardan biri, işçi sınıfı içinde en birleştirici fikirleri savunabilecek devrimci bir örgüttür.

Ayrıcalık teorisi

Kesişimsellikle bağlantılı olan ama kendi başına da bir teorik çerçeve sunan diğer bir teori de ayrıcalık teorisidir (privilege theory).46 Ayrıcalık teorisine göre baskının kaynağı kimlik, düzeyi ise bireydir. Ezilenlerin konumundan kimin çıkarı var, sorusuna ayrıcalık teorisinin yanıtı “konumu gereği kazanılmamış ayrıcalıklarla doğanlardır” olacaktır. Bu avantaj beyaz olmakla, heteroseksüel olmakla, erkek olmakla, cis olmakla, Türk olmakla ya da orta ve üst sınıf olmakla kendini ifade edebilir.

Mikro ya da makro düzeyde birey ve gruplar arasındaki hiyerarşik konumlanışlar bazı birey ve grupları diğerlerinden daha avantajlı ya da ayrıcalıklı konumlara koyduğu için verilen mücadele iki şekilde işler: birincisi, ayrıcalıklı olanların konumlarının getirdiği güç ve iktidar olanaklarını anlamalarını sağlamak üzere mücadele edilir; ikincisi, ayrıcalıktan yoksun olan birey ve grupların kendi direnişlerinin öznesi olarak ayrıcalıklı birey ve gruplara karşı mobilize olması gerekir. Gerçeğin bir düzeyini kavrayıp onu teorize eden bu eğilim mikro düzeyde her birimizin yaşadığı eşitsizlikleri, baskının inşa edildiği ve sürdürüldüğü yer olarak algıladığı için, toplumsal ilişkilerin derinlikli analizini sunamaz.47 Eve Mitchell’e göre, kimlik politikası kapitalizm altında yabancılaşan bireyin bize görünen yüzünü yeniden üreterek eşitlik mücadelesini en iyi ihtimalle gruplar arasında en kötü ihtimalle ise bireyler arasında bir eşitlik mücadelesine indirger.48

Toplantılarda üstten konuşan cis erkeklere ayar vermek, siyahların çalışma koşullarına körleşmiş bir beyazın kendini sorgulamasını sağlamak ya da Kürtlere sürekli akıl vermeye çalışan bir Türk solcusuna kendisinin ezen ulusun üyesi olduğunu hatırlatmak ve bu yazının konusuna gelecek olursak, trans kadınlara feminizm dersi vermeye çalışan cis TERF’lere meseleye baktıkları yeri işaret etmek, direniş mücadelesinin olmazsa olmazıdır ama mücadelemiz gruplar arasında eşitlik ilişkisi yaratmakla sınırlı değildir. Bütün bu eşitsizlikleri besleyen sisteme meydan okuyacaksak eğer, işçi sınıfını silahlandıracak fikirlere de ihtiyacımız var. İşçi sınıfı içindeki eşitsizlikleri, sınıfı bir kollektif olarak işlemekten yoksun bırakacak şekilde bölmeye değil, ezilenlerin yanında sınıfın geri kalanıyla tartışarak birleştirmeye ihtiyacımız var.

Son olarak, kuir teori ile ilgili kısa bir not düşeceğim. Toplumsal cinsiyet kavramını biyolojik özcülükten koparmamıza dönük en büyük katkıyı tartışmasız kuir teori yaptı. Batıda anaakım LGBTİ+ hareketinin sınırlarına işaret ederek, orta sınıf bir vizyonla değil radikal bir değişim isteğiyle LGBTİ+ hareketini diğer hareketlerle birlikte kurguladı ve bir ittifaklar teorisi geliştirdi. Lakin, kuir teori homofobi ve transfobinin kökenlerine dair çok şey söylemedi ve söylemiyor. Baskıcı, monolitik ve hegemonik olanı gündelik pratiğimizle ve eylemliliğimizle bükmek, ters yüz etmek yetmez. İçinde yaşadığımız cinsiyet rejiminin alt üst edilmesi ancak bu rejimi sürdürmekten çıkarı olan kapitalist sistemi ortadan kaldırmakla mümkündür. 2008 krizi kuir teoriyle diyalog içinde olan aktivistleri Marksizmin metodolojisine yaklaştırdı.49 Bugün kuir teoride analitik olarak karşılığını göremediğimiz sınıf, sömürü gibi kavramları tartışmamız gerekiyor.

Bugün görevimiz bu çürümüş ve insanlık dışı kapitalist sistemi ortadan kaldırmaktır. Bunu yapmak için ezilenlerin birliğini sağlayacak yaratıcı ve kapsayıcı yöntemlere ihtiyacımız var. Transgender, na-binary ve transseksüellerle dayanışarak transların öz-kimliğinin sınırsız ve koşulsuz tanınması için hem sağa hem de TERF’lere karşı mücadele edeceğiz.

Trans görünürlüğü artıyor ve artmaya devam edecek. Daha fazla insan, eski nesillerin içine sokulduğu ikili cinsiyet sistemini sorguluyor, na-binary öz-kimlikler artıyor ve artmaya devam edecek. Ekonomik kriz derinleştikçe, aile kurumu hem ekonomik hem ahlaki işlevini yerine getiremeyen bir birim olarak çözüldükçe, nesiller arasındaki baskıya karşı daha fazla üniversiteli bağımsızlaşarak kendini ifade ettikçe, kapitalizme karşı mücadelede işçi sınıfının özgürleştirme potansiyeli zenginleşiyor ve zenginleşmeye devam edecek. Bu potansiyeli teşvik edecek devrimci fikirlerle donanmış bir partinin varlığı bu anlamda, her yerde elzemdir.

 

Dipnotlar:

  1. Migdon ve Manchester, 22 Mart 2023, https://thehill.com/homenews/campaign/3911157-republicansseize-on-transgender-rights-ahead-of-2024/
  2. The New York Times, 25 Nisan 2023, https://www.nytimes.com/interactive/2022/us/abortion-laws-roe-v-wade.html
  3. Bianet, 12 Mayıs 2022, https://m.bianet.org/bianet/lgbti/261749-turkiye-lgbti-haklarinda-yine-sondan-ikinci
  4. Tar, 7 Ekim 2022, https://kaosgl.org/gokkusagi-forumu-kose-yazisi/akp-nin-lgbti-dusmani-siyasetinin-hedefleri-muhalefetin-kacak-guresi
  5. Tar, 27 Nisan 2020, https://kaosgl.org/haber/diyanet-in-nefret-hutbesinin-ardindan-neler-oldu; https://kaosgl.org/haber/icisleri-bakani-2021-boyunca-lgbti-lari-hedef-aldi; https://bianet.org/bianet/siyaset/238667-erdogan-lgbt-yokoyle-bir-sey
  6. Kaos GL, 7 Ağustos 2019, https://kaosgl.org/haber/trans-dislayici-feminizm-ve-heteropatriyarka-oldurur-transfeminizm-yasatir
  7. Heteronormativite toplumun “kabul edilebilir” tek cinsel yöneliminin heteroseksüellik olduğuna dair inanışa verilen isimdir. Bkz. https://kaosgl.org/haber/heteronormativite-tanimi-toplumsal-ornekleri-ve-neden-lgbt-topluluguna-zararli-oldugu-uzerine
  8. Cis insanların trans insanlardan üstün olduğuna, cis insanların özünde daha gerçek, daha doğal vb. olduğuna yönelik inanç ve eğilimler bütünü. Toplumsal hayatı cis insanlara göre tasarlayarak cis insanları trans insanlardan daha ayrıcalıklı kılan sistematik bir yaklaşıma işaret eder. Bkz. https://kaosgldernegi.org/images/library/cevirisozlugu2020.pdf
  9. The New York Times, 1 Eylül 2022, https://www.nytimes.com/2022/09/01/opinion/america-is-being-consumed-by-a-moral-panic-over-trans-people.html
  10. https://translegislation.com/
  11. https://abcnews.go.com/US/wireStory/north-dakota-governor-signs-trans-athlete-bans-law-98515163
  12. https://www.texastribune.org/2023/01/09/texas-bills-sexual-orientation-gender-identity-florida-law/
  13. https://www.bu.edu/articles/2023/how-will-anti-trans-laws-impact-transgender-and-gender-diverse-youth-mental-health/
  14. https://www.nbcnews.com/nbc-out/out-news/-state-terrorizing-us-texas-families-transgender-kids-fight-investigat-rcna19282
  15. Pollitt et al, 2019
  16. Serano, 2016, https://juliaserano.medium.com/detransition-desistance-and-disinformation-a-guide-for-understanding-transgender-children-993b7342946e
  17. https://www.stcatharinesstandard.ca/ts/life/2023/03/22/transgender-youth-forced-outing-bills-make-schools-unsafe.html
  18. https://www.cbc.ca/news/world/north-dakota-transgender-bathroom-law-1.6823423
  19. https://www.vice.com/en/article/wxdmdn/trans-kids-suicide-attempts
  20. https://www.mediamatters.org/daily-wire/how-evangelical-and-right-wing-media-spread-false-story-about-health-care-trans-youth
  21. Non-binary: Tr. İkilik dışı, na-binary, “non-binary.” ( “Nan-bayn’ri” şeklinde okunur.) “İki şeyden oluşmayan, iki şeye işaret etmeyen ve iki şeyden ibaret olmayan” anlamına gelen “non-binary” sözcüğü, cinsiyet kimliğini ikili cinsiyet rejiminin sunduğu kadın ve erkek kategorilerinin içinde tanımlamayan insanları kapsayan bir şemsiye terimdir. Bir cinsiyet kimliği olmasının yanı sıra, varlığı itibariyle cinsiyet deneyiminin iki kategoriden oluştuğu düşüncesini de hedef alır. Bkz. https://kaosgldernegi.org/images/library/cevirisozlugu2020.pdf
  22. Drag: Tr. “Drag.” Bir performansın parçası olarak cinsiyetlendirilmiş kostümler giyinen kişilere denilir. Toplumun cinsiyet politikalarına karşı bir eleştiri, bir parodi veya yalnızca bir eğlence şekli de olabilir. Drag performansı kişinin cinselliğini ya da cinsiyet kimliğini ifade etmek zorunda değildir. Bkz. https://kaosgldernegi. org/images/library/cevirisozlugu2020.pdf
  23. https://www.aclu.org/legislative-attacks-on-lgbtq-rights?impact=school
  24. https://www.peoplespartyofcanada.ca/a_ppc_government_will_fight_radical_gender_ideology
  25. Jones ve Slater, 2020.
  26. Raymond, 1979, s. 104.
  27. Daly, 1978.
  28. Raymond, 1980.
  29. Jeffreys, 1997, s. 59-60
  30. https://www.opendemocracy.net/en/5050/bbc-nolan-trans-lgbtiq/
  31. Murphy, 21 Eylül 2017, https://www.feministcurrent. com/2017/09/21/terf-isnt-slur-hate-speech/
  32. Semih, 5 Ocak 2021, https://feministbellek.org/terf/
  33. Raymond, 1979, s. 104
  34. Mizojini, yanı kadın düşmanlığının transfobiyle iç içe geçmesi. Saldırgan kişinin konumu açısından hangisinin uygun olduğuna bağlı olarak, trans kadınlar gerektiğinde saldırgan bir cinsellik, şiddete eğilim, baskın olmak gibi “erilliğin” en kötü özellikleriyle anılırken, gerektiğindeyse adeta 54 kullanılacak birer nesne gibi görülen, aktif iradesiyle hareket etmeyen, salt varlığıyla bile baştan çıkarıcı, hiper-cinselleştirilmiş, aşırı duygusal ya da irrasyonel varlıklar olarak muamele edilerek kadın düşmanlığının en kötü şekline maruz kalabilmektedir. bkz. https://kaosgldernegi.org/ images/library/cevirisozlugu2020.pdf
  35. Bu argümanlara bir yanıt da LİSTAG’dan (LGBTİ+ Aileleri ve Yakınları Derneği) geldi. Bkz. https://listag.org/2019/08/09/transcocuklar-mi-bir-de-bizi-dinleyin/
  36. https://kaosgl.org/haber/translarin-zorunlu-deneyimleri-translara-ayricalik-ya-da-avantaj-saglamaz
  37. https://www.sivilsayfalar.org/2022/02/04/translari-tanimak-hak-ihlallerini-fark-etmek-ve-esitlik-taleplerine-destek-olmak/
  38. Jónsdóttir, 27 Eylül 2021, https://velvele.net/2021/09/27/kadin-haklari-trans-haklariyla-celismez/
  39. Serano, 2 Ağustos 2016, https://juliaserano.medium.com/detransition-desistance-and-disinformation-a-guide-for-understanding-transgender-children-993b7342946e
  40. Cinsiyet disforisi. Kişinin cinsiyet kimliği ile doğumunda kendisine atanmış cinsiyetin örtüşmemesinden kaynaklanan stresi anlatan tıbbi bir terimdir. Bu strese sahip olanlar ağırlıklı olarak trans kadın ve erkekler olmakla birlikte, cinsiyet disforisi non-binary insanlar tarafından da deneyimlenmektedir. Ruhsal Bozukluklar Tanı Rehberi DSM-5’e kadar “Cinsiyet Kimliği Bozukluğu” (İng. Gender Identity Disorder) tanısı kullanılırken, cinsiyet çeşitliliğini patolojik bir duruma dönüştürdüğü gerekçesiyle “Cinsiyet Disforisi” terimine geçilmiştir. Türkiye’de kimileri bunun için “beden disforisi” ifadesini kullanmaktadır. Ancak disfori vurgusu geride bırakılmakta ve giderek “cinsiyet uyumsuzluğu” (İng. Gender Incongruence) tabiri geçerlilik kazanmaktadır. Bkz. https://kaosgldernegi.org/ images/library/cevirisozlugu2020.pdf
  41. Miles, 2020.
  42. Harman, 1994.
  43. Feinberg, 1997. Feinberg, çalışmasında Engels’den yola çıkıyor. Bkz. Friedrich Engels, The Origin of the Family, Private Property and the State, (Peking, 1978 (1884)).
  44. Engels, 2009 [1845].
  45. Crenshaw, 2017. Kesişimsellik, Crenshaw 1980’lerin sonunda kavramı popülerleştirmeden önce 1960’lar ve 70’lerde siyah feministler tarafından kullanılıyordu.
  46. Örneğin bkz. McIntosh, 2010 [1998]
  47. Choonara ve Prasad, 2014.
  48. Mitchell, 2013.
  49. Lewis, 2016.

Kaynakça:

Choonara, E. ve Prasad, Y., Spring 2014. ‘Whats wrong with privilege theory?’, International Socialism 2:142.

Crenshaw, K.W., 2017. On intersectionality: Essential writings. The New Press.

Daly, Mary., 1978. Gyn/Ecology: The Metaethics of Radical Feminism. Boston: Beacon.

Engels, F., 2009 [1845], The Condition of the Working Class in England (Oxford University Press).Feinberg, L. (1997). Feinberg, L., 1997. Transgender Warriors: Making History from Joan of Arc to Marsha P. Johnson and Beyond. Beacon Press.

GL, K., 2020. LGBTİ+ Hakları Alanında Çeviri Sözlüğü.

Harman, C., 1994, “Engels and the Origins of Human Society”, International Socialism 65 (winter), www.marxists.org/archive/harman/1994/xx/engels.htm

Janice Raymond, Social And Ethical Aspects of Transsexual Surgery, Paper prepared for the National Center for Health Care Technology, U.S. Department of Health and Human

Services, 1980.

Jeffreys, S., 1997. Transgender activism: A lesbian feminist perspective. Journal of lesbian studies, 1(3-4), pp.55-74.

Jones, C. and Slater, J., 2020. The toilet debate: Stalling trans possibilities and defending ‘women’s protected spaces’. The Sociological Review, 68(4), pp.834-851.

Lewis, H., 2022. The Politics of Everybody: Feminism, Queer Theory, and Marxism at the Intersection: A Revised Edition.

Bloomsbury Publishing

McIntosh, P., 2020. White privilege and male privilege: A personal account of coming to see correspondences through work. Privilege and prejudice: Twenty years with the invisible

knapsack, 7, pp.9781351133791-3.

Miles, L., 2020. Transgender Resistance: Socialism and the Fight for Trans Liberation. Bookmarks Publications.

Mitchell, E., 2013. I am a woman and a human: A Marxist-feminist critique of intersectionality theory. Unity and Struggle.

Pollitt, A.M., Ioverno, S., Russell, S.T., Li, G. and Grossman, A.H., 2021. Predictors and mentalhealth benefits of chosen name use among transgender youth. Youth & Society, 53(2),

pp.320-341.

Raymond, Janice G., 1979. The Transsexual Empire: The Making of the She-Male. New York: Teachers College Press.

sosyalizm