Egemenler ve Ezilenler için Göçmenlik

Ozan Ekin Gökşin

Türkiye’de mülteci düşmanlığının sözcülüğünü üstlenen İYİ Parti Fatih Belediyesi başkan adayı İlay Aksoy, seçim kampanyası için astırdığı “Fatih’i Suriyelilere Teslim Etmeyeceğim!” pankartlarını savunurken asıl beka meselesinin mülteciler olduğunu vurgulamıştı:

Fatih’te bulunan Arapça levhaların hepsi kesinlikle indirilecek. Burası Türkiye. Yurt dışında göç eden hiç kimse kendi dilini bu kadar katı bir şekilde kullanmıyor. Mülteciler geldikleri ülkeye uyum sağlar. Bulundukları ülke onlara uyum sağlamaz. Beka diyoruz ya, asıl beka budur. Çünkü bizim toplumsal yapımız bozuluyor bu şekilde. Bizim kültürümüze son derece uzak bir yapıyla zorla yaşamak zorunda bırakılmak asıl beka sorunudur. Okullarda Türkçe bilmeyen birçok Suriyeli çocuk var. Eğitim seviyemiz Suriyeliler yüzünden gerilemiş vaziyette. Onların sayesinde inanılmaz bir gerileme yaşıyoruz.1

İlay Aksoy ironik bir örnek. Lefkoşe doğumlu ve Kıbrıs’taki çatışmalardan ötürü Avustralya’ya göç etmiş bir ailenin üyesi. MHP’den kopan ırkçı bir partinin adayı olarak, Türkiye’nin en revaçtaki ayrımcılık pratiği olan Suriyeli düşmanlığını seçim malzemesi olarak kullanması bu açıdan ‘normal’ sayılabilir. Çünkü, Türkiye aynı zamanda kitlesel göçlerle kurulmuş, fakat son on yılda aldığı göçlerle geçmişi arasında bir bağlantı kuramayan ve kötü giden her şeyi Suriyelilere bağlayabilen yüzbinlerce insanın yaşadığı bir ülke.

Bu makale, bu empati yoksunluğunu, Türkiye’nin geçmişteki ve güncel mülteci politikasını, sermaye sahiplerinin mültecilere ve mülteci düşmanlığına ihtiyacını, mülteci düşmanlığına karşı solun tepkisizliğini ve Enternasyonal Sosyalizm geleneğinin mültecilerle olan dayanışmasının sebeplerini açıklamaya çalışacak.

Makale boyunca bahsi geçen mülteci, sığınmacı, misafir, sürgün, mübadil, muhacir terimleri genel olarak göçmenlerin farklı durumlarda, farklı statülerini belirtmek için kullanılan, her biri birbirinden farklı manalara gelen fakat son tahlilde vatandaşlığın ayrıcalıklarına erişemeyen yahut zamanında eşit vatandaş görülmemiş toplulukları ifade ediyor.

Göç, en genel manasıyla “ekonomik, siyasi, ekolojik veya bireysel nedenlerle, bir yerden başka bir yere yapılan ve kısa, orta veya uzun vadeli geriye dönüş veya sürekli, yerleşim hedefi güden coğrafik, toplumsal ve kültürel bir yer değiştirme hareketidir.”2 Göçmen, göç halindeki tüm birey ve gruplar olarak kullanılırken, kendi rızası ile yaşadığı yeri değiştirenler için de kullanılıyor. Sürgün, siyasi sebeplerle yaşadığı ülkeden uzaklaştırılan için kullanılan bir tabir. Mübadil ve muhacir, Cumhuriyet kurulurken Balkanlar, Ege adaları ve Kafkasya’dan gelenleri tanımlayan terimler. Mülteci, ekonomik, siyasi, ekolojik ve bireysel sebeplerle ülkesini terk eden ve yeni yerleştiği ülkeden resmi kabul gören kişileri tanımlıyor. Sığınmacı ise henüz mültecilik talebi onaylanmamış kesimleri tarif ediyor. Misafir ise, tüm bu kavramlar arasında yeri olmayan, hükümetin Suriyeli göçmenler için kullandığı bir kelime. Bu sihirli kelime, Türkiye’ye sığınan göçmenlerin mülteci olma hakkını engellerken, aynı zamanda göçmenlerin burada çok da uzun vakit geçirmemesini vaaz eden bir kelime. Misafir tabiri, savaşın uzaması ve Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de yerleşik olduğunun anlaşılmasından beri pek kullanılmıyor. Türkiye’deki Suriyelilerin resmi statüsü “geçici koruma” olarak geçmekte. Zira, Türkiye taraf olduğu 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesini şerhle kabul etmişti: Buna göre Türkiye sadece Avrupa’dan gelenler için mülteci statüsünü tanımaktadır.3

Cenevre Sözleşmesi, II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupalı mültecileri korumaya yönelik bir sözleşme idi. Çünkü savaş yılları boyunca, devletler göçmenleri almakta zorluk çıkarmış, bu durum Holokost’ta hayatını kaybeden insanların artışına sebep olmuştu.

Mesela, Nazilerden kaçan Yahudilerin bulunduğu St. Louis isimli gemi ABD’ye alınmamış ve Avrupa’ya geri dönmüştü. İçindeki yolcuların bir kısmı İngiltere, Hollanda, Belçika ve Fransa tarafından bölüşülmüş fakat 254 kişi göz göre ölüme terk edilmişti. 4 Egemenler tüm kayıtsızlığı ile insanların kıyımını izlerken, Dördüncü Enternasyonal, 1940 yılında yayınladığı manifestoda “Bugün çürüyen kapitalist sistem, Yahudileri her yandan boğmaya çalışıyor; iki milyarlık dünyada on yedi milyon birey, yani %1’den azı, şu gezegende yaşayacak bir yer bulamıyor” diye açıklıyordu yaşanan krizi. 5 Bugün için de devletlerin farklı bir politika izlediğini iddia etmek güç. Sekiz milyarlık dünyada altı milyon Suriyeliye yer yok!

Cumhuriyetin göçmen politikası

Mübadele anlaşması imzalanınca her köye ayrı ayrı heyetler geldi. Anadol’a gideceğimizi öğrenince sevindik. Köyün ileri gelenleri ve mübadele heyetindekiler ‘Anadol çok büyüktür, onlarca şehri, binlerce köyü vardır. Orada çok rahat edeceksiniz’ diye bize bilgi verdiler (…) Gemi kalktıktan sonra Türkiye’ye gidecek olmanın sevinciyle büyükler tabancalarını çıkararak havaya ateş etti (…) Cunda’ya (…) anne ve üç kardeş geldik. Babam mübadeleden önce ölmüştü (…) Burada babamın Midilli’de bıraktığı mallara karşılık olarak değil de Atatürk’ün hediyesi olarak nüfus başına 20-30 ağaç zeytin, bir ev, bir iki dönüm mümbit arazi verdiler. Annem Midilli’ye döneriz düşüncesiyle iyi bir ev almadı.6

Dedem Hasan Gökşin ve diğer mübadiller zorunlu göçle Cunda’ya yerleştirildiğinde, ada bomboştu. Anlattığı gibi ‘sevinç dolu’ bir yolculuk değildi, diğer tüm mübadiller gibi geri dönmeyi ummuşlar, ısınması, bakımı kolay olur diye küçük bir ev seçmişlerdi. İhtiyatlı olmasını gerektiren durum göçmenlikten kaynaklanıyordu büyük ihtimalle. Çünkü, Ayvalık sıfırdan göçle kurulmuştu, iyi bir vatandaş olabilmek içinse geçmişi çok kurcalamamak lazımdı.

Ayvalık, yeni kurulan cumhuriyetin pilot iskân bölgesi olarak görülebilir. Çünkü ‘yerlisi’ yoktur, nüfusunun tamamı göçmenlerden oluşur. Ayvalık’ın yerlisi olan Rumların erkekleri amele taburlarında öldürülmüş, kadın, çocuk ve ihtiyarlar ise mübadele ile Yunanistan topraklarına gönderilmişti. Güneyindeki Küçükköy ve Altınova ile kuzeyindeki Gömeç’e Balkan Savaşları’nda kıyımdan sağ kurtulan muhacirler, bilhassa Boşnaklar yerleştirildi. Mübadele ile önce Midillili, ardından Giritli Müslümanlar Ayvalık ve Cunda’ya yerleştirildi. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, Anadolu’nun farklı bölgelerinden insanlar yeni bir yaşam kurma umuduyla bu bereketli toprakları kendilerine mesken edindiler. Dersim katliamından sonra birkaç aile olmak üzere Dersimli sürgünler de Ayvalık’a yerleştirildi. 70 ve 80’lerden beri de Türkiye’nin dört bir yanından içgöçle şu anki nüfus yapısına kavuştu.

Bu nüfusu bir arada tutan Türklük yarışıydı. Egemen unsur olan Midillililer, Giritlilere şüpheyle bakardı, çünkü ezici çoğunluğu Türkçe bilmiyordu, anadilleri Rumcanın Girit lehçesiydi. Midilli ve Giritliler için ise Boşnaklar nefret objesiydi, kafası çalışmayan insanlar olarak görülürlerdi. Midillililer, Giritliler ve Boşnaklar Romanlardan hazzetmezdi, çünkü iffetsiz, pis ve tembel olduklarına inanılırdı. Midillili, Giritli, Boşnak ve Romanlar için Kürtler endişe edilmesi gereken unsurlardı.

Bu Türklük yarışının neticesinde, üç kez Kürtlere yönelik linç girişimi yaşandı. 2003 yılında Altınova’daki DEHAP binasına 150 kişi saldırdı, 2006 senesinde DEHAP ve HADEP yöneticilerine bıçaklı ve silahlı saldırı oldu, Kürtlerin evlerine molotof kokteyli atıldı, 2008 yılında yine Altınova’da Kürtlerin ev ve işyerleri tahrip edildi, “Doğu kökenlilerin” beldeye girişi yasaklandı, olayların devamında Sarımsaklı’da bir Kürt vatandaşın aracı kundaklandı.7 2007 senesinde Ayvalık DTP binası yakıldı, bitişiğindeki Afrikalılar Derneği de kullanılmaz hale geldi. 8 Diğer linç vakalarında da yaşananların sıradan “halklar arasındaki gerginlik” olmadığının, devletin milliyetçi çetelerin yanında saf tuttuğunun, saldırıları izlemekle yetindiğinin herkes farkındaydı.

Türkiye’nin genelindeki işleyiş, Kemalist rejimin İttihat ve Terakki’den devraldığı Türk-Sünni bir ulus yaratma, homojenleştirme girişiminin boyutları daha net anlaşılabilir. Ermeniler, Rumlar, Süryaniler baskıyla, göçle yahut imha ile silinmişlerdi. Balkanlar ve Kafkasya’dan yoğun olarak gelen Müslüman göçmenler Anadolu’ya yerleştirildi. Bu dönemde yaşanan nüfus değişimi, Anadolu’nun mevcut etnik ve dinsel demografisini oluşturdu.9 Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte İttihatçıların nüfus politikası devralındı, mübadele ile Rumlar, 1934 Trakya Pogromu ile Yahudilerin göçü, Şark Islahat Planı ile de Kürtlerin asimilasyonu planlandı.10 Diğer tüm Müslüman azınlıklar da anadille eğitimin engellenmesi, soyadı kanunu, yer isimlerinin değiştirilmesi gibi çeşitli yöntemlerle Türklüğe asimile edildi. 11 Demografi değişikliği, göçmen karşıtları için sık başvurulan bir argüman. Oysa, asıl demografik değişiklik son yüz sene içerisinde radikal bir biçimde gerçekleşti, mesela 1914’e kadar Anadolu’da nüfusa oranı yüzde 20’leri aşan Hıristiyan azınlık, bugün binde birin altına inmiş durumda. Farklı etnik kökenlere mensup, yerleşik ve göçmen Müslüman topluluklar için de Türkiye bir cennet olmadı: Lazca, Çerkesçe, Tatarca, Zazaca gibi diller ölmeye yüz tutan diller arasında. Suriyeli göçmenler işte bu homojenleştirme politikası için bir tehdit oluşturuyor.

Mevcut göçmen politikası ve göçmenlerin durumu

TBMM Mülteci Alt Komisyonunun yaptığı açıklamaya göre Türkiye’de 4.3 milyon göçmen yaşıyor.12 Bu göçmenlerin büyük çoğunluğunu Suriye’den Türkiye’ye sığınanlar oluşturuyor. 3 milyon 600 bin Suriyelinin 140 bini kamplarda yaşıyor, Türkiye’de 405 bin Suriyeli doğmuşken, vatandaşlık hakkı kazanan 80 bin, çalışma iznine sahip 32 bin kişi var.13 Suriyeli sığınmacıların yanı sıra, Afganistanlı, İranlı, Iraklı, Cezayirli, Ermenistanlı, Gürcistanlı, Afrikalı birçok göçmen çeşitli sebeplerle Türkiye’de yaşıyor. Suriyeli sığınmacılara mülteci hakkı tanınmıyor. Zira, tanınmış olsa, beş senedir Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin vatandaşlığa geçmesi mümkün olacaktı. Hükümet, sığınmacıların haklarını tanımamak için bulduğu ara formülle Suriyelilere “Geçici Koruma Statüsü” tanıdı.

Suriyeliler, diğer göçmen gruplarından farklı olarak sahip oldukları ‘geçici koruma kimliği’ ile eğitim ve sağlık hizmetleri alabiliyor. Fakat, geçim sıkıntısı ve yoksulluk sebebiyle çocuklarını okula yollayamayan aileler bulunmakta. Bu kimlik, dezavantajlara da sahip. Seyahat için izin alınmak zorunda, kayıtlı olunan il izinsiz terk edilemiyor. Ayrıca, Suriyeliler, Avrupa Birliği ile yapılan geri kabul anlaşmasıyla, bu kimliğin, ‘illegal’ yollarla Avrupa’ya göçenlerin geri gönderilmelerini sağlayacağına inandığı için, bu kimliğe başvurmaktan imtina ediyor. Geçici Koruma Statüsü, tüm belirsizliğiyle Suriyelilerin kendilerini arafta hissetmesine sebep oluyor. Bu araf hali, Suriyelilerin kötü şartlarda Türkiye’de yaşamak yahut ölüm yolculuklarına çıkmak arasındaki tercihi her daim akıllarında tutmasını gerektiriyor.14

Birleşik Metal-İş Sendikası’nın İstanbul merkezli tekstil sektöründe göçmen emeği konulu araştırmasına göre Suriyeli kadınların tamamı asgari ücretin altında çalışırken, erkeklerin büyük çoğunluğu ve yine kadınların tamamı sigortasız çalışıyor.15

Yasal olarak Suriyeli işçi çalıştırmak çeşitli bürokratik zorluklarla engelleniyor, bu da patronları, Suriyelileri kayıt dışı çalıştırmak konusunda teşvik ediyor. Bir işveren, bir Suriyeli işçi çalıştırabilmek için en az on TC vatandaşı çalıştırmak zorunda.

Suriyelilerin yoğun olarak yaşadığı Urfa’da yapılan bir çalışmaya göre; asgari ücretin 1300 TL olduğu dönemde, Suriyeli işçilerin yüzde 17’si 1500 TL’nin üzerinde kazanırken, yüzde 50’si 1000-1500 TL, yüzde 33’ü ise 1000 TL altında bir gelire sahipti. 16 Kilis’te yapılan bir araştırmada ise sığınmacıların gelişi ile birlikte düşük ücretle çalışan Suriyeliler kentin ekonomik hareketliliğini artırmış, çoğunluğu inşaatlarda çalışan göçmen çocuk işçiler sayesinde inşaat sektörü gelişmişti. 17

Sanıldığının aksine Suriyeliler, Türk vatandaşlarının dahi yararlanamadığı sağlık hizmetlerinden yararlanabiliyor değiller. TTB’nin eski başkanı Raşit Tükel, konu üzerine yaptıkları çalıştayda göçmenlerin durumunu şöyle özetliyordu:

Suriyeliler emek sömürüsü ile karşı karşıyalar; temel hak mahrumiyetlerine, nefret söylemine ve ayrımcılığa uğruyorlar. Sağlık hizmetleri sunumunda yetersizlikler, güçlükler var. Bunun en önemli nedenlerinden biri dil sorunu. Kamp dışında yaşayanların yaşadığı zorluklar var; kronik hastalıkların kontrol ve izlemiyle ilgili zorluklar, ilaca erişimle ilgili zorluklar…18

Göçmenler, işçi ölümlerinde de güvencesiz çalışmanın bir getirisi olarak sinsi bir kıyıma uğruyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporuna göre 2013’te 22, 2014’te 53, 2015’te 67, 2016’da 96, 2017’de 88, 2018’de ise 108 göçmen işçi iş cinayetine kurban gitti. 19

Suriyeliler yoğun bir dezenformasyon kampanyasıyla şeytanlaştırılıyor. Basın ve sosyal medya eliyle başlayan nefret söylemleri, yer yer linç, kundaklama ve pogrom girişimlerine sebep oluyor. Sokakta, işyerlerinde, sınıflarda, otobüs duraklarında, pazar yerlerinde, iki üç insanın yan yana geldiği herhangi bir yerde Suriyeliler aleyhine konuşmalar duymak hayatın olağan bir parçası haline geldi. Suriyelilere yönelik düşmanlık, çeşitli ayrımcı fikirlerin kombinasyonu: Göçmen karşıtlığı, Arap düşmanlığı, İslamofobi, kadın düşmanlığı, yabancı düşmanlığı, zenofobi, oryantalist inanışlar, elitizm vb.

Suriyelilere yönelik düşmanlık, sadece Suriyelileri de hedef almıyor, diğer tüm göçmen gruplar, biraz koyu bir ten ve anlaşılmayan bir dille Suriyeli olmakla ‘itham’ edilebiliyor. Bu nefret ikliminde, Adana, Ankara, Antalya, Aksaray, Bursa, Diyarbakır, Denizli, İstanbul, İzmir, Elazığ, Gaziantep, Konya, Mersin, Karabük, Kilis, Kayseri, Kahramanmaraş, Nevşehir, Sivas, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Trabzon, Uşak’ta Suriyelilere yönelik linç girişimleri yaşandı.

Basın ve sosyal medya bu linç ortamlarını hazırlıyor, bilhassa yalan haberle öncülük ediyor. Yalan haberleri tekzip eden haberler ise Suriyelileri hedef alan yalan haberler kadar yaygınlık kazanmıyor.20

Suriyelilere yönelik ırkçılığın kökeninde bazı temel argümanlar başı çekiyor. Krizin ve işsizliğin sebebi olmaları, suç işlemeye yatkın oldukları, hepsini mezhepçi olması, ülkelerine gidebildikleri için mülteci sayılamayacakları vs.

Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz, ekonominin büyüme trendini kaybetmesi, sanayi üretiminin gerilemesi, Türk Lirasının değer kaybı ve buna bağlı olarak ücretlerin aynı seviyede seyrederken ithal ürünlerin fiyatlarının artışından kaynaklanmakta. Göçmenlerle arasında bir ilişki bulunmuyor. Devlet tarafından maaşa bağlandığı iddia edilen Suriyeliler, ancak yardıma muhtaç olduğunu ispat edebilirse Avrupa Birliği tarafından ödenen ve Kızılay tarafından ihtiyaç sahiplerine ulaştırılan aylık 120 lirayı alabiliyor.21 Ucuz iş gücü deposu olarak kullanılan Suriyeliler, hem üretici hem de tüketici olarak ekonomiye pozitif yönde katkı sağlıyor. Suriyeliler sadece işçi olarak değil, işveren olarak da ekonomiye katkı sunuyor: Suriyelilerin ortağı ya da sahibi olduğu şirketlerin toplam değeri 752 milyon TL.22 John Molyneux’nun da belirttiği gibi “göçmenlik işsizlik yaratmaz, bir ülkedeki her yeni birey, çocuk ya da yetişkin, yemek, giyecek, barınma, iletişim, ulaşım gibi ürünlere yönelik talebi artırır, bu yüzden ekonomiyi teşvik eder ve yeni iş kollarının yaratılmasını sağlar.”23

2010-2016 yılları arasında gelen göçmen sayısı radikal bir biçimde artış gösterdiği halde, işsizlikte belirgin bir artış olmadı. Bu da göçmenlerin işsizliği artıran bir etkisi olmadığını göstermektedir.24 2016 yılında yüzde 10.9 olan işsizlik oranı, 2019’a gelindiğinde yoğun bir göç olmamasına rağmen, yaşanan ekonomik krizle birlikte yüzde 15.6 seviyesine geldi. Bu da kriz ve işsizlik arasındaki bağda göçmenlerin negatif bir rolü olmadığını göstermektedir. Avrupa’da 15 ülkede yapılan bir araştırma, son 30 yılda göçmenlerin işsizliği düşürdüğünü ve ekonomik refahı artırdığını gösteriyor.25

Suriyelilerin mafyalaştığı CHP tarafından sıklıkla dile getirilen bir söylem.26 Oysa Suriyeliler suça karışmak konusunda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının gerisinde. Göçmenler Türkiye nüfusunun yüzde 5’ini oluştururken, 2014-2017 arasındaki asayiş olaylarında yabancı uyrukluların payı yüzde 1.32’dir.27

Suriye devrimini boğan radikal İslamcı örgütlerin şiddet eylemleri, Suriyeli sığınmacılara isnat edilerek, göçmenlerin mezhepçi olduğunun propagandasının yapılmasına olanak veriyor. Halbuki, Suriyelilerin Türkiye’ye yerleştiği günden bu yana, faili bir Suriyeli olan mezhepçi şiddet eylemi yaşanmadı. Sivas, Maraş, Çorum katliamlarını gerçekleştirenler Suriyeli değildi, IŞİD’in üstlendiği Atatürk Havalimanı, Suruç ve Ankara saldırılarının failleri Türkiye vatandaşıydı. Suç oranlarında olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları mezhepçilikte de Suriyelileri geride bırakıyor.

Suriyeli göçmenler, rejim tarafından öldürülmeyecekleri, tutuklanmayacakları, zorla askere alınmayacakları, yani muhaliflerin elinde kalan yahut Türkiye’nin kontrolündeki bölgeye gidebiliyor. Tarihin hoş bir ironisi, Almanya’nın ilk göçmen grevinin fitilini de tatile giden Türk işçiler yakmıştı. 1973 yılında Köln’deki Ford fabrikasında çalışan 300 Türk işçi, bayramdan geç döndükleri için kovulmuştu. Kovulan işçilerin işi, kalanlara yıkılmıştı. Türk işçiler, kovulan hemşerileri için greve gitmiş, beşinci günün sonunda grev bastırılmıştı. Grevi, Alman işçiler desteklememiş, sendika ise kınamıştı.28 Türk işçiler salt tatillerinin uzatılmasını değil aynı zamanda saat başı ücretin artmasını, bantların yavaşlamasını, koşullarının iyileştirilmesini de istiyordu. Fabrika yöneticileri ve basın greve sempatiyle bakan Alman işçileri yoğun propagandayla Türk işçilerden yalıtmıştı. Grevin bastırılmasından sonra elebaşı bellenen bir Türk işçi ise sınır dışı edilmişti. 29 Sınır dışı tehdidi, AKP, CHP, MHP ve İYİ Parti’nin Suriyeliler konusunda ortaklaşabildiği tek konu olabilir.

Toplumun ırkçı hezeyanlarını dindirmek için zaman zaman Suriyelilerin geri gönderildiğine de şahit olmak mümkün. İnsan Hakları İzleme Örgütü yaptığı açıklamada, 2017’nin sonundan bu yana Türkiye’nin, binlerce Suriyeli sığınmacının yolunu düzenli olarak kestiğini ve İdlib’e sürdüğünü söylüyor.30

 Türkiye’deki göçmenlerin hayat standartlarını belirleyen bizzat AKP’nin politikaları. AKP, göçmenleri Avrupa Birliği’ne karşı bir koz olarak görüyor. Yapılan Geri Kabul Anlaşması ile, Türkiye’ye kayıtlı olan göçmenler, Avrupa’ya geçip yakalandıklarında Türkiye’ye iade ediliyorlar. Normalde mülteci hakkı ihlali olan bu uygulamanın karşılığında Avrupa Birliği mülteciler için Türkiye’ye yardımda bulunacağının sözünü vermişti. Erdoğan, AB’nin Türkiye’ye yönelik yaptırımlarına cevap olarak “daha da ileri giderseniz bu sınır kapıları açılır bunu da bilesiniz” diyerek tehdit etmişti. 31

AKP’nin mülteci politikası, “geçici koruma statüsü” ile mültecilik ve beş seneyi aşkın süredir Türkiye’de yaşayanların vatandaşlık hakkını da gasp etmektedir. Çalışma ve ikamet izinlerini zorlaştırarak göçmenlerin kayıt dışı çalışmasını garantilemektedir. Göçmenler sermaye lehine ucuz iş gücü olarak kullanmaktadır.

Göçmenlik ve enternasyonal gelenek

Solun tarihi aynı zamanda sürgün, göç ve göçmenlerle dayanışmanın da tarihidir. Yenilgi anlarında, baskı koşullarında göçmenlik, hayatta kalmak ve mücadeleye devam etmek için sıkça rastlanılan bir evredir. Bunun farkındalığı ile sosyalistler, her zaman için göçmenlerin yanında olmuştur.

Köln’den Paris’e, Paris’ten Brüksel’e, en sonunda Londra’ya sürgün giden Karl Marx, İrlanda sorunu konusunda Enternasyonal’in tutumunu belirlemek için yaptığı analizde, bir yandan İngiltere’nin İrlanda’yı sömürgeleştirmesindeki çıkarını, diğer yandan da İngiliz egemenlerinin işçi sınıfını bölmek amacıyla İrlandalı göçmen işçileri nasıl kullandığını anlatıyordu:

İngiltere’deki her sanayi ve ticaret merkezinde artık İngiliz proleterler ile İrlandalı proleterler şeklinde iki düşman kampa bölünmüş bir işçi sınıfı var. Sıradan İngiliz işçisi, kendi yaşam düzeyini düşüren bir rakip olarak gördüğü İrlandalı işçiden nefret ediyor. İrlandalı işçi karşısında, kendini egemen ulusun bir üyesi olarak görüyor ve bunun sonucunda İngiliz aristokratlarıyla kapitalistlerinin İrlanda’ya karşı bir aleti durumuna düşüyor, böylece onların kendisi üzerindeki egemenliğini güçlendiriyor. İrlandalı işçiye karşı dinsel, toplumsal ve ulusal önyargılar taşıyor. (…) Basın, kilise, mizah dergileri, kısacası egemen sınıfların elindeki her türlü araç, bu düşmanlığı yapay olarak canlı tutuyor ve yoğunlaştırıyor. İngiliz işçi sınıfının örgütlülüğüne rağmen güçsüzlüğünün sırrı, işte bu düşmanlıkta yatıyor. Kapitalist sınıfın iktidarını sürdürmesinin de sırrı bu.32

Lenin Bolşevik Parti programı için 1917’de yaptığı bir eklemede kapitalizm ve göçmen işçilerin sömürüsünü açıkça ifade ediyordu:

Yoldaş Sokolnikov’un taslağını incelememizi böylece sonuçlandırırken, önerdiği ve bana göre benimsenip daha da geliştirilmesi gereken çok değerli bir eklemeye dikkat çekmeliyiz. Teknik ilerleme ve kadın ve çocuk emeğinin daha fazla istihdamını ele alan paragrafa şu cümlenin eklenmesini öneriyor: “geri kalmış ülkelerden ithal edilen vasıfsız yabancı işçi emeğinde olduğu gibi”. Bu ekleme değerlidir ve gereklidir. Geri ülkelerden gelen ve daha kötü ücretlendirilen emeğin sömürülmesi özellikle emperyalizmin niteliklerinden biridir. “Ucuz” yabancı işçilerin emeğini utanmazca ve sınırsızca sömürürken, kendi işçilerinin bir kısmına yüksek ücretlerle rüşvet veren zengin emperyalist ülkelerin asalaklığı, bir dereceye kadar bu sömürüye dayanır. “Daha kötü ücretlendirilmiş” sözcükleri ve aynı zamanda “ve genellikle haklarından yoksun olarak” ifadesi eklenmelidir, çünkü “uygar” ülkelerin sömürücüleri her zaman ithal yabancı işçilerin hakları olmayışının avantajlarından yararlanmışlardır. Bu olgu Almanya’da Rusya’dan ithal edilen işçilerde; İsviçre’de İtalyan; Fransa’da İspanyol ve İtalyan işçilerinde vb. sıklıkla görülmektedir.33

Birçok kez siyasi sebeplerle sürgüne yollanan Rosa Luxemburg, Berlin’deki evini siyasi mültecilerin toplantı yerine çevirmiş, çeşitli yardımlarda bulunmuş, iş, para ve ev bulmalarını sağlamıştı.34 Nitekim Rosa Luxemburg bu evi, Rusya’daki 1905 devrimi sırasında mücadeleye katılmak için geri dönen Rus devrimcilerinin uğrak yeriydi. 35

1905 ve 1917 devrimleri öncesi belli aralıklarla ve Rusya’dan 1929’da kovulduktan sonra sürgünde yaşayan ve Stalinist bir ajanın suikastıyla öldürülen Lev Troçki, göçmenliğe dair Avrupa’daki değişimi şöyle ifade ediyordu:

Birinci ve ikinci göçmenlik zamanında ve savaşın başlangıcına kadar, Avrupa’da özgürce yolculuk ediyor ve serbestçe sosyal devrimin yaklaştığına ilişkin konferanslar veriyordum (…) Ah ne mutlu dönemlerdi onlar. Paris’te halka açık toplantılarda, Rus göçmenlerin çeşitli fraksiyonları, gece yarısına kadar, hatta gece yarısından sonra bile terör ve ordunun ayaklanması konusunda tartışırlardı. Çevrede yalnızca iki polis kalır, onlar da salondan içeri adımlarını atmazlar ve oradan çıkanlara hiçbir soru sormazlardı. Sadece kafenin patronu, kimi kez gece yarısından sonra, çığırından çıkmış coşkuları yatıştırmak için elektriği söndürürdü, göçmenliğin yıkıcı eylemlerinin karşılaştığı tek denetleme buydu. O dönemlerde nasıl da daha güçlü ve daha güvenli hissederdi kendisini kapitalist düzen!36

Troçki’nin göçmenlerle dayanışmasına bir örnek de ailesinin ve diğer binlerce Yahudi’nin sınır dışı edilmesini protesto etmek için Paris’te Alman diplomat Ernst vom Roth’u öldüren Yahudi genç Herschel Grynszpan’ın ardından yazdıklarıydı. Bu suikasti bahane eden Naziler, Kristal Gece pogromunu gerçekleştirmiş ve 91 Yahudi öldürülmüş, binlerce işyeri ve 177 sinagog tahrip edilmişti. Stalinistler, Grynszpan’ın Troçki’nin ajanı olduğunu iddia ederken, Troçki, Grynszpan’ı sahiplenmekteydi:

Grynszpan’ın “Troçkistlerle bir buluşmaya” katılacağına dair Stalinist feryat, polislerin kulaklarında. Fakat, bu maalesef doğru değil. Dördüncü Enternasyonal’in çevresinde olsaydı, devrimci enerjisi için farklı ve daha etkili bir yol keşfetmiş olabilirdi. Adaletsizlik ve zalimliğe karşı ateş püskürmek kolaydır, fakat Grynszpan gibi, eyleme geçmeyi göze alan, gerektiğinde kendi hayatını kurban edenler, insanlığın kıymetli mayasıdır. Ahlaki anlamda, eylem yönteminin yanlışlığına rağmen, Grynszpan tüm genç devrimcilere örnek teşkil ediyor. Grynszpan’la kurduğumuz açık, ahlaki dayanışma, tüm diğer potansiyel Grynszpan’lara, despotlara ve zalimlere karşı mücadelede kendilerini kurban edebileceklere şunu demek hakkını veriyor: Başka bir yol mümkün!37

Uluslararası Sosyalist Akım’ın kurucusu Tony Cliff, Filistin’de doğan bir Yahudi’ydi, 1946’da göç ettiği İngiltere’de ömrünün sonuna kadar vatandaşlık almadan yaşadı, bu yüzden geri dönememe ihtimalinden ötürü İngiltere dışına çıkamadı.38

Devrimci Sosyalist İşçi Partisi’nin öncülü Sosyalist İşçi gazetesi, 12 Eylül darbesi sebebiyle Türkiye’den göçen bir grup devrimcinin çabasıyla 1984 yılında ilk sayısını çıkardı. Gazete, Londra’da hazırlanıyor, mikrofilmlerle Türkiye’ye sokuluyor, çoğaltılıyor ve el altından dağıtılıyordu.39 40 İngiltere’deki ve diğer Avrupa ülkelerindeki Sosyalist İşçiciler, hem bulundukları ülkedeki Uluslararası Sosyalist Akım’a bağlı partilerde faaliyet gösteriyor hem de Türkiye’de bir parti inşası için çabalıyorlardı. Doğan Tarkan, 12 Eylül sonrasındaki iklimi şöyle ifade ediyor:

Avrupa’ya binlerce ve binlerce sosyalist geldi göçmen olarak ve bunların hepsi yurtdışındaki daha farklı politik örgütlenmelere yandaş olmadılar (…) Avrupa’daki sınıf mücadelesinde yer almadılar bile (…) Binlerce sosyalistin hiç değilse büyük bir kısmı Avrupa’daki tartışmalara ve örgütlenmelere katılmış olsaydı, Troçkizmle tanışmış olsaydı, sadece Troçkistlerle değil çeşitli fikirlerle tanışmış olsaydı, bugün daha güçlü sol bir hareket olurdu bence.41

Tabii yaşanan bu durumda, Stalinist fikirlerle yüzleşmenin zorluğu, dil handikapları, göçmenliğin araf hali de belirleyici olmuştur. Velakin, yurtdışındaki Sosyalist İşçiciler, bulundukları ülkede siyaset yapmak konusunda ısrarcıydı. Avrupalı göçmen kadınların mücadele perspektiflerinin tartışılacağı toplantı hakkında yazdığı yazıda L. Karadeniz, göçmenlerin siyasi entegrasyonunun önemini şöyle açıklıyor:

Bugün Batı Avrupa’daki Türkiyeli Marksistlerin görevinin, bu ülkelerdeki işçi sınıfı mücadelesi içinde yer alırken bütün çalışmalarını bir tek hedef etrafında tarif etmeleri gerekir. Bu hedef ise, kadın-erkek Türkiyeli işçilerin, her şeyden önce içinde yaşadıkları ülkenin işçi sınıflarının bir parçası haline gelmesidir. Avrupa’da biraz yaşamış Türkiyeli Marksist, Türkiyeli ve Kürdistanlı kadın ve erkek işçilerin nesnel düzeyin dışında bu ülkelerin işçi sınıflarının parçası olmadıklarını bilir. Sınıf mücadeleleri açık biçimler kazandıkça –asıl olarak sendikaların denetimi ve yönlendiriciliği altında da olsa- diğer düzeylerdeki birliğin de arttığı görülmekle beraber yabancı işçiler; siyasi, kültürel, sendika dışındaki örgütlenmeler, mesleki bilgi, yasalar karşısındaki durumlar itibariyle tamamen farklı bir dünyayı oluştururlar.

Söylemeye gerek yok ki, bu durum hem Batı Avrupa’daki kapitalistlerin hem de işçilerin geldikleri ülkelerin egemenlerinin devamını arzu ettikleri bir durumdur. Birincisi; bölünmüş, farklı uluslardan gelen üyelerinin birbirine yabancı -hatta düşman- olduğu, yasalar karşısında eşitsiz durumda olan ve yoksul ülkelerden gelenlerin hem siyasal hakları olmayan hem de en ağır, ücreti en düşük işlerde çalışmaya hazır bir işçi sınıfı vardır ortada. İkincisi; gittikleri ve bugün artık birkaç on yıldır yaşamakta oldukları ülkelerde yaşamlarına ilişkin uzun dönemli planlar yapamamak durumunda olan ve dolayısıyla sürekli olarak bir döviz kaynağı olan; hırpalanmış, açlık ve sefaletten kurtulmuş olmakla beraber ezilmenin olağanüstü çeşitlilikteki sosyo-psikolojik, kültürel ve politik biçimlerini yaşamakta olan bir insan topluluğu vardır.42

Diğer bir örnekse, Sosyalist İşçi’nin Avrupa’daki göçmen devrimciler için hazırlanan özel ekinde, bir yazıda Almanya’nın ana akım partilerin göçmenlere tavrını “henüz bize ad bulamayan, 20 yıl sonra da misafir diye hitap eden bu ‘insanlar,’ insanız diye dolaşıyor, insan haklarına kendi çaplarında ‘sahip’ çıkmaya çalışıyorlar” diye eleştiriliyordu.43 Başka bir yazıda hükümetinin işçi haklarına saldırısına karşı “Kazanımlarımızın budanmasına göz yummayalım. İşçi sınıfının en güçlü silahı, grev hakkı için mücadeleyi yükseltelim. Tüm yerli ve yabancı işçiler görev başına!” deniyordu.44

Sosyalist İşçi’nin ardılı olan Devrimci Sosyalist İşçi Partisi, bu geleneğin bir sonucu olarak, en başından beri Suriye devriminin ve bombalar altında ölmemek için Suriye’yi terk etmek zorunda kalan sığınmacıların yanında oldu. İçinde yer aldığı platformlarla, ırkçılık karşıtı yürüyüşler, basın açıklamaları, Suriyeli devrimcilerin kendilerini ifade edebildiği paneller, Yunanistan sınırının iki yakasında eylemler düzenledi. Suriyeli devrimcilerin Arapça hazırladığı Al Khatt Al Amami gazetesinin basılmasını ve dağıtılmasını sağladı. Suriyeli devrimcilerin Türkiye işçi sınıfının bir parçası olarak hareket etmesini teşvik etti. BBC Panaroma’nın Türkiye’de tekstil atölyelerinde çocuk işçi çalıştırıldığına dair haberini 45 gerçekleştiren ekipte yer alan muhabirlerden birisi Suriyeli bir DSİP üyesiydi. Ya da, 15 Temmuz darbe girişimine karşı sokağa çıkan Suriyeli bir DSİP üyesi şöyle anlatıyordu o geceyi:

Bu bir darbeydi ve darbe gerçekleştikten sonra eylem yapmanın, sokağa çıkmanın, politika yapmanın bir olanağı kalmayacaktı. Darbe gerçekleşmiş olsaydı kaçacak delik arayacaktı herkes. Biz Suriyelilerin kaçacak bir deliği de yoktu. Şansı ve imkânı olan Ege’yi geçmeyi çalışırdı ölümü göze alarak. Sınır dışı edileceğimiz, kamplara tıkılacağımız günü beklerdik.46

Göçmenlerle dayanışma, sosyalistlerin özgürlük mücadelesinin mütemim cüzüdür. Bu yüzden, Uluslararası Sosyalist Akım’ın öncülüğünü üstlendiği, 22 ülkede 42 şehirde gerçekleşen 16 Mart Uluslararası Irkçılık ile Mücadele eylemlerinin Türkiye ayağında yapılan açıklamada “Bugün dünyada yükselen ırkçılığın esas nedeni, göçmenlerin siyasi ve ekonomik olarak güçsüz bırakılmalarıdır. Bu yüzden ırkçılığı teşhir etmek için göçmenlerin başta eşit vatandaşlık ve sendikalaşma hakkı olmak üzere, her türlü ekonomik ve siyasal haklarının verilmesini talep ediyoruz” denilmekteydi.

Göçmen karşıtlığı, göçmenlerle dayanışma kadar evrensel. Çeşitli otoriter sağ parti ve liderler, tüm faşist güçler mülteci düşmanı. Türkiye’deki sol bu konuda iyi bir sınav verebilmiş değil. Göçmen karşıtlığının bir ırkçılık türü olduğunda bile mutabık değiliz. Göçmenlerin uğradığı saldırıları engelleyemiyoruz, göçmenlerin serbest seyahat edebilmesini garanti altına alamıyoruz. Sol, çeşitli göçmen karşıtı fikirlerin yayılmasında da sağa argüman sunmakta mahir. Esad’a Boyun Eğme flaması veren TKP, yaptığı kongrede Suriyelilerin “belirli” yerlerde barınmalarının sağlanması ve göçmenlerin geri dönüşü için Esad’la işbirliği yapılması gerektiğini söylüyor.47 Halkevleri, seçimlerde Suriyelilerin oy kullandığını iddia ediyor.48 Suriyelilere yönelik ırkçılığa karşı çıkan, 1 Mayıs’ta Arapça bildiri dağıtan, yayınlarında Suriyeli işçilere sık sık yer veren EMEP’e ait Evrensel gazetesinin Ortadoğu muhabiri Hediye Levent, Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin katliam ve insan hakları ihlallerine en çok karışan kitleler olduğunu iddia ederek göçmen karşıtı önyargıları pekiştirebiliyor.49 ÖDP’nin Birgün’ü, Suriyelilerin plajlara akın ettiği, halkın bu görüntüden sikayetçi olduğunu haberleştiriyor.50 Aydın Selcen ise, onca antidemokratik uygulama varken göçmenlerle dayanışmanın lüks olduğunu yazıyor…51

Göçmenlerle dayanışmanın içeriği ve anlamı

Bu sağcı görüşler, elbette ki, göçmenleri Türkiye işçi sınıfının bir parçası görmeyen görüşlerdir. Dünyanın hiçbir yerinde sosyalistler göçmenlerin geri gönderilmesi için çabalamaz, çoğunluğu asparagas olsa da göçmenlerin oy hakkına itiraz etmez, göçmenlerin oyunu kazanmaya, örgütlemeye çalışır, göçmenleri terörist olarak nitelemez, göçmenler aleyhine olumsuz kanaatleri haber yapmaz, göçmen karşıtlığıyla mücadele eder. Göçmenlerin yaşam standartları, bulundukları ülkenin demokrasi seviyesini işaret eder, o yüzden göçmenlerle dayanışmak lüks değil, bir demokrasi mücadelesidir.

Göçmenler, toplumun en saldırıya açık, haklarından en mahrum kesimini oluşturur. Bu yüzden sosyalistler için göçmenlerle dayanışma, insanî yardım faaliyetinden ibaret değildir, bir eşitlik mücadelesidir. Göçmenler demografik bir tehdit değildir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yaşanan homojenleştirme politikaları bu algıyı pekiştirmektedir. Geçmişindeki karanlık perdeyi aralamak, toplumun göçmen düşmanlığının beyhudeliğini kavramasını kolaylaştıracaktır.

Göç, insanlar için tercih edilen değil mecbur kalınan bir süreçtir. Geri dönmek isteyen göçmenlerin dönebileceği koşulları yaratmak, savaşlara karşı çıkmakla mümkündür. Egemenler, göçmenlerin koşullarını mahvederek, geri göndermekle tehdit ederek, sefalete razı eder. Kapitalistler daha çok kâr edebilmek için göçmenlerin emeğine muhtaçtır. Sosyalistlerin görevi göçmenlerin olabildiğince çok hakka sahip olabilmesi için mücadele etmektir.

Irkçılık ve milliyetçilik, göçmen ve göçmen olmayan işçiler arasında bir duvar örer, ancak işçi sınıfının birliği bu duvarın yıkılmasını sağlayabilir. Sosyalistler, işçi sınıfını ayıran suni duvarlara da, ülkeleri ayıran ve göçmenlerin iltica özgürlüğünü kısıtlayan sınırlara da itiraz eder. Çünkü, işçilerin vatanı yoktur.

Kaynakça:

  • Algan, S., 1986, “Misafir miyiz?”, Sosyalist İşçi Yurtdışı Özel Eki Sayı: 1.
  • Baban, Feyzi, Ilcan, Suzan, Rygiel, Kim, 2016, “Syrian Refugees in Turkey: pathways to precarity, differentian inclusion, and negotiated citizenship rights”, Journal of Ethnic and Migration Studies.
  • Birchall, Ian, 2008, “Seizing the Time: Tony Cliff and 1968”, International Socialism Journal, Seri 2 Sayı 118. http://isj.org.uk/ seizing-the-time-tony-cliff-and-1968/
  • Birol, Kenan, 1986, “Mücadeleyi Yükseltelim”, Sosyalist İşçi Yurtdışı Özel Eki Sayı: 1.
  • Bora, Tanıl, 2007, Türkiye’de Linç Rejimi, Birikim Yayınları.
  • Gökşin, Ozan Ekin, 2015, “CHP’nin pek de değişmeyen kültürü, Kılıçdaroğlu ve Suriyeli mafyalar”, Marksist.org, http://marksist. org/icerik/Haber/2020/CHPnin-pek-de-degismeyen-kulturu,-Kilicdaroglu-ve-Suriyeli-mafyalar
  • Güneş, Fatime, 2012, Göç, Yoksulluk Ve Sosyal Politika. İktisadi Araştırma Vakfı.
  • Harunoğulları, Muazzez, 2016, “Suriyeli Sığınmacı Çocuk İşçiler ve Sorunları: Kilis Örneği”, Göç Dergisi, Mayıs 2016.
  • İnan, Canan Emek, 2016, “Türkiye’de Göç Politikaları: İskân Kanunu Üzerinden Bir İnceleme”, Göç Araştırmaları Dergisi, Cilt 2 Sayı 3.
  • Karakaş, Şenol, 2014, “Sosyalist İşçi’nin 500 sayılık yolculuğu”, Sosyalist İşçi Sayı 500, ek.
  • Kalkour, Kashan, 2017, “Bir Suriyelinin gözünden 15 Temmuz gecesi”, Marksist.org, http://marksist.org/icerik/Haber/7550/ Bir-Suriyelinin-gozunden-15-Temmuz-gecesi
  • Karadeniz, L., 1991, “Avrupa Türkiyeli kadınlar toplantısı”, Sosyalist İşçi’den Seçmeler, Sosyalist İşçi Yayınları, Londra
  • Laschitza, Annelies, 2010, Rosa Luxemburg: Her Şeye Rağmen Tutkuyla Yaşamak, Yordam Kitap.
  • Lenin, Vladimir İlyiç, 1917, “Emperyalizm Üzerine”, Marksist Tutum sitesi, http://marksist.net/MT/Lenin-%20Emperyalizm.htm
  • Margulies, Roni, 2014, “İlk Sosyalist İşçi’ler”, Sosyalist İşçi sayı 500, ek.
  • Marx, Karl, 2018, “İrlanda Sorunu hakkında Marx’tan Mektup”, Altüst, Sayı 27.
  • Molyneux, John, 2014, Blame the Bosses not the Foreigners; Why Ireland Should Welcome Immigirants, Socialist Worker Books.
  • Özsoy, İskender, 2007, İki Vatan Yorgunları: Mübadele Acısını Yaşayanlar Anlatıyor, Bağlam Yayınları.
  • Patt, 2018, “No Place for the Displaced: The Jewish Refugee Crisis Before, During and After the Second World War”, Refugee Policies from 1933 until Today: Challenges and Responsibilites, (ed. Steven Katz ve Juliane Wetzel), Metropol Verlag.
  • Pınar, Abuzer, Siverekli, Esra, Demir, Murat, 2006, “Suriye’de İşverenlerin ve İşçilerin Suriyeli İstihdamına Bakışı”, İLO Türkiye Ofisi Raporu.
  • Rollo, Joanna. “Immigration Today”, International Socialism Journal, Seri 1 Sayı 97.
  • Selcen, Aydın, 2019, “Tek kusurumuz Suriyeliler kaldı”, Duvar, https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/01/09/tek-kusurunuz-suriyeliler-kaldi/
  • Tarkan, Doğan, 2014, Doğan Tarkan’ın Anlatımıyla: Sosyalizm İşçi Sınıfının Kendi Eylemidir, Sosyalist İşçi Broşürleri
  • Taştan, Coşkun, Haklı, Salih Zeki, Osmanoğlu, Emir, 2017, Suriyeli Sığınmacılara Dair Tehdit Algısı: Önyargılar ve Gerçekler, Polis Akademisi Yayınları.
  • Troçki, Lev, 1997, Sürgün Günlüğü, Yazın Yayıncılık.
  • Troçki, Lev, 2016, “Herschel Grynszpan için”, Avlaremoz, http://www. avlaremoz.com/2016/11/09/herschel-grynszpan-icin-lev-trocki/
  • Yavuz, Ömer, 2015, “Türkiye’de Suriyeli Mültecilere Yapılan Sağlık Yardımlarının Yasal ve Etik Temelleri”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 12 Sayı 30.

Haber ve internet siteleri:

Dipnotlar:

  1. Sözcü, 2019.
  2. Güneş, 2012, s. 185.
  3. Yavuz, 2015, s. 272.
  4. Patt, 2018, s. 104.
  5. Dördüncü Enternasyonal Olağanüstü Konferansı, 1940.
  6. Özsoy, 2007, s. 49-50.
  7. Bora, 2008, s. 56, 66, 70-71.
  8. Radikal, 2007.
  9. İnan, 2016, s. 16.
  10. org, 2018.
  11. Radikal, 2005.
  12. t24, 2018.
  13. Mülteciler Derneği, 2019a.
  14. Bu paragraftaki bilgiler ilgili makaleden derlenmiştir: Baban, Ilcan, Rygiel, 2016.
  15. Tekgıda-İş, 2017.
  16. Pınar, Siverekli, Demir, 2016, s. 25.
  17. Harunoğulları, 2016, s. 48.
  18. TTB, 2017.
  19. İSİG Meclisi, 2018.
  20. En çok yaygınlık kazanmış yalan haberlere örnek olarak bkz. teyit. org, 2017.
  21. Mülteciler Derneği, 2019b.
  22. Taştan, Haklı, Osmanoğlu, 2017, s. 22.
  23. Molyneux, 2014, s.7.
  24. Taştan, Haklı, Osmanoğlu, 2017, s. 13.
  25. Nature, 2018.
  26. Gökşin, 2015.
  27. Taştan, Haklı, Osmanoğlu, 2017, s. 24.
  28. Rollo, 1977.
  29. Perspektif, 2019
  30. HRW, 2018.
  31. Deutsche Welle, 2016.
  32. Marx, 2018.
  33. Lenin, 1917.
  34. Laschitza, 2010, s. 169.
  35. g.e., s.182
  36. Troçki, 1997, s. 98
  37. Troçki, 2016.
  38. Birchall, 2008.
  39. Karakaş, 2014.
  40. Margulies, 2014.
  41. Tarkan, 2014, s. 12.
  42. Karadeniz, 1991, s. 53.
  43. Algan, 1986.
  44. Birol, 1986.
  45. BBC, 2016
  46. Kalkour, 2017.
  47. Aydınlık, 2014.
  48. org, 2014
  49. Diken, 2018.
  50. Birgün, 2017.
  51. Duvar, 2019.

sosyalizm